25 Nisan 2008 Cuma

Türkiye'ye gidiyorum

Herkese merhaba;
Ne zamandır düşündüğüm şey nihayete erdi sonunda. Yarın Türkiye'ye uçuyorum. Üç hafta kadar özlem gidereceğim memleketimle, arkadaşlarımla, ailemle. Çok mutluyum. Bu fikir ne zamandır aklımdaydı aslında ama bir yandan tek başıma gitmeye cesaret edemiyor bir yandan da eşimi burda yalnız bırakmak istemiyordum. Ama onun da ısrarları üzerine nihayet gitmeye karar verdim ve biletimi aldık.
Aslında benim için gerçekten iyi olacak. Hem hava değişikliği iyi gelecek, hem bol bol fotoğraf çekip memleketimle hasret gidereceğim, biraz oburluk yapacağım hem de gelirken yeni yiyecekler, kitaplar ve ıvır zıvırlar getireceğim. Bunun için mutluyum. Ama evlendikten sonra ilk defa eşimden ayrılacağım için üzülüyorum. Biraz oyunbozanlık yapmış gibi hissediyorum kendimi çünkü birbirimizden hiç ayrılmayacağımızı söylemiştik şimdi ben onu bırakıp gidiyorum. Üzülüyorum bunun için. Fakat gerçekten o da bu tatilin bana iyi geleceğini bildiği için içim rahat. Bir müddettir darallar geçirmekteydim aslında. Gitmek insanın aklına girince belki de günler daha farklı geçmeye başlıyor ve geçmiyor da bir bakıma.
Arkadaşlarımı ve ailemi çok özledim. Onlarda beni tabiki. Annemin yemeklerini, arkadaş sohbetlerini, kuaföre gidip saçlarımı boyatmayı, alışveriş yapmayı, kendi memleketimde olmanın verdiği huzur hissini, bildiğim sokaklarda yürümeyi, tanıdık insanlarla karşılaşma ihtimalini çok özledim gerçekten de. Gurbetlik zor.
Elimden geldiğince yazmaya çalışacağım oradayken de. Hatta çektiğim fotoğraflardan da yüklerim diye düşünüyorum. Ama eğer uzun uzun yazmaya fırsatım olmazsa geldiğimde bol bol bahsedeceğim tatilimden.
İlk yalnız uçak yolcuğumda bana şans dileyin. Biraz korkuyorum da:)
Mutlu kalın..
Yakında görüşmek üzere.

22 Nisan 2008 Salı

Audrey Tatoo


Öncelikle bir Audrey Tatoo hayranıyım diyebilirim. Onu izlemekten acayip zevk alıyorum. Ne kadar da doğal bir görünümü var. Sadece görünüm de değil hareketleri de bir o kadar doğal geliyor bana. Giyinişini de seviyorum kendi halinde ve sade. En son Seviyor Sevmiyor adlı filmini izledim o da çok hoşuma gitti. Amelie yi ise hala tekrar tekrar izliyorum. Özellikle de umuda, mutluluğa, sakinliğe ihtiyacım olduğu zamanlarda. Bu film hayal etmemi ve hayallerime ulaşmamı kolaylaştırıyor adeta. Gerçek hayatta nasıldır bilmiyorum ama kendi gibi olduğunu düşünüyorum hep. Bu benim için aynı ne gibi biliyormusunuz; çocukken öğretmenlerimin naısl bir hayatı olduğunu merak ederdim ben. Benden farklı bir hayat yaşıyorlarmış gibi hissederdim. Yatağımda düşlerdim hayatlarını. Benim için öğretmenler her zaman farklı oldular. Ve bu dünyaya ait olmadıklarını düşünürdüm. Ama bir gün ben de bir öğretmen oldum. Kısa süreliğine de olsa. Küçük bir ortaokulda Türkçe öğretmenliği yaptım. O zaman çocuklarımın benim hayatımı nasıl merak ettiklerine tanık oldum. Onlar da aynı benim bir zamanlar olduğum gibi merak içindeydiler. Evimin kapısında beni beklediklerini hatırlıyorum. Benimle karşılaştıklarında sokakta delice koşup hayatıma bir şekilde girmek, bakmak ve anlamak istiyorlardı. Çok farklı değildim oysa onlardan. Aslında belki de özde herşey aynıydı. İşte Audrey Tatoo ya da başka her kimse bizim yaşadığımız hayattalar ama farklı bir kesitinde. Hayal etmemi zorlaştıracak kadar uzak olmayan bir yerde. Bu kadının filmlerini izleyin. Hayallerinizi zorlayacaksınız.

Vosvos


Vosvos deriz onlara biz. Rengarenk, şirin, hor hor ses çıkartan ama en önemlisi dünyayı daha güzel bir yer haline getiren Wolksvagen'ler için. Ne kadar zaman geçti üzerlerinden ama hala bir yerlerden karşımıza çıkabiliyorlar. Özellikle Cezayir de bir sürü gördüm onlardan. Modifiye edilmiş modeller de süper ayrıca. Nasıl da güzelleştiriyorlar, başkalaştırıyorlar eski olanlarını. Bir dergide okudum Ordu da her yılın Temmuz ayında Vosvos Festivali yapılıyormuş. Şimdiye kadar duymamam kocaman bir hataymış meğer. Gidip görülmesi gereken bir olay bence. Özellikle bu arabalara delicesine tutkun olanlar için. Evde benim de bir sürü vosvosum var oyuncak. Minibüsüm ve de minik renkli arabalarım. Onlarla oynamaya hala bayılıyorum. Kendime almak isteyeceğim ilk araba şu an kırmızı bir vosvos. Kuzenimin oğlu var emirhan onun babannesinin vosvosu var kırmızı. Renkleri öğretiyorlar ona daha henüz iki yaşında. Kırmızı rengi görünce babannemin arabasının renginde diyor. Pek hoşuma gitti ilk duyduğumda. Hayatımızda rengarenk olmaya çok ihtiyacımız var bence bu günlerde özellikle de. Ki benim her zaman ihtiyacım olduğu gibi. Herkesin bir gün renkli bir vosvosu olmasını diliyorum. Yeryüzünde sadece vosvoslar olsa keşke:)

15 Nisan 2008 Salı

Güzel Yemekler

Bugün bilgisayarımın başında kafama çullanan kocaman bir baş ağrısıyla oturuyorum. Gözlerim sanki yüzyıllardır uyumuyorlarmış gibi kapanmaya çalışıyorlar. Sanırım havalardan kaynaklanan bir durum. Bugün adeta temmuzdan bir gün gibi...
Sadece oturmuş sevdiğim bloglardan yazılar okuyor, şahane resimlere bakıp duruyorum. Yemek bloglarına ayrı bir heyecanla bakıyorum. O enfes yemek tarifleri, kullanılan malzemelerin gökkuşağı gibi renkleri ve yemeklerin inanılmaz güzel sunumları beni kendimden alıyor.
Yemek yapmayı bende çok seviyorum. Şimdi böyle blogları görünce yeni lezzetler keşfetmek için daha bir heyecanlıyım. Ama düşünüyorum da bilmediğim ne kadar çok tarif varmış öyleee.. Hepsini denemek, hepsini tatmak, sevdiklerime yedirmek istiyorum homini gırtlak:)
Burda bulamadığım bir çok şey var. Nişasta, pudra şekeri,yufka v.b sebzeye de hasret kaldım. Ispanak ya da semizotu arayışlarım hala devam ediyor ama hiç eser yok kendisinden. Fasulye yapıyorum elimden geldiğince yeşil yeşil incecik çıtt diye kırılıveren fasulyelerden. Sadece iki günüm evde geçtiğinden yemek çok sorun olmuyor. Sadece değişik tatlar almak istiyorum.
Annemin böreklerini, tatlılarını, çorbalarını, leziz teyzemin çerkes tavuğunu, şinitzelini, ananemin mercimek köftesini, misbah ablamın tuzlu kekini özledim ve de rahmetli babannemin mis kokan üstü şekerli kurabiyelerini. O kokuyu duymayalı ne uzun zaman oldu.
Yemek yapmak süper güzel birşey. Hele benim gibi kocaman bir mutfağın varsa. Burda beni en çok mutlu eden şeylerden biri bu. Kocaman bir mutfağımın olması. Ama ne yazıkkı orda deli gibi yemekler yapan sevimli bir aşçısı henüz yok. Ama Türkiyeye gidince ilk işim kendime kocaman bir aşçı şapkası, muffin kalıbı, kocaman yemek tarifi kitapları ve de getirebileceğim ölçüde burda bulamadığımız yiyeceklerden almak olacak.
Siz siz olun- bunu Türkiye de yaşayan arkadaşlarıma söylüyorum- memleketimizin kıymetini bilin. Böyle gurbette; şehirleri, sokakları, arkadaşları, yemekleri ve en komiği de daha evvelden yapmaktan sıkıldığın pek çok şeyi, her gün inip çıkmaktan hoşlanmadığın caddeleri, yolda karşılaşmaktan sıkıldığın insanları bile özlüyorsun. Herşey fazlasıyla kıymete biniyor. Belki de zamanında kıymet bilmediğimiz için böyle oluyordur kimbilir. Siz kıymetini bilin olur mu?

13 Nisan 2008 Pazar

Takılarım

Üniversiteden beri takı yapıyorum. Arkadaşım Pınar sayesinde takı olayına girdim. Ankarada kocaman boncukçulardan oluşan bir han keşfettikten sonra da iyice haşır neşir olduk boncuklarla: Suluhan. Tanrım böyle bir yer olamaz demiştim. Rengarenk, desen desen, irili ufaklı milyonlarca boncuk. Hele o boncuk yığınlarının içine elini sokmak yaramazca, süper bir duygu. İzmite döndükten sonra da devam ettim takı yapmaya. Tabi ilk zamanlar hep aynı modeller yapardım. Gerçi çok geliştiremedik kendimi ama yine de güzel şeyler yapabiliyorum. Ve kıyamıyorum da satmaya yaptıklarımı. Birkaç kez sattım ama sonra bunu satmayayım başka bir tane yaparım derken baktım ki bu işi yapamayacağım. Boncuklarımın hepsi bana kalsın istiyorum. Cezayir e gelirken de evvelden kocaman bir koli yolladım buraya. İçinde kitaplarım ve boncuklarım olan. Tabi yetmedi burda boncuklar. Yeniden gittiğimizde alıp getirdim yanımda. Bu sıralar kitap okumaktan takı yapmaya fırsat bulamıyorum. Ama blogunu severek takip ettiğim bir arkadaşım sayesinde -haydins.blogspot.com-yeniden bişeyler yapmaya başladım. İşte burda ve izmitte yaptığım takılardan bir kaç örnek..




Sepette Yumurta

Güzel bir hafta geçirdikten sonra perşembe günü "kütle" adını verdiğimiz pikapla evimize doğru yol aldık. Hava bir anda değişti kapattı, tupturuncu oldu. Çölden gelen kumlar gökyüzünü kapladı resmen. Daha sonra gökyüzünden yağmur niyetine çamur yağmaya başladı. Benim için oldukça enteresandı. Turuncuyu oldum olası severim zaten. Gökyüzünün turuncu olma fikri hoş geldi. Cuma günü tatildik. Burda cuma günleri resmi tatil. Sabah güzel bir kahvaltı yaptık eşimle. Canım bütün hafta boyunca sepette yumurta istemişti. Meldanın öğrettiği sepette yumurtayı yapmaya koyuldum sabah. Onun kadar güzel yapamasam da:) Marketten aldığımız kahverengi ekmekleri koklaya koklaya bir hal oldum. Bu sefer pek iyi yapamasam da yine de zevkle yedik sepette yumurtalarımızı. Herkese tavsiye ederim. Son derece lezzetli ve doyurucu. Biraz da baharat eklendi mi harika oluyor.

8 Nisan 2008 Salı

Kadın

Dün güzel bir mail aldım Funda annemden. Çok hoşuma gitti ve oradaki yazıyı sizinle de paylaşmak istedim. Yazılan bazı kelimelere kendimi yakın hissettim.Normalde yapmam böyle şeyler ama bugün güzel bir gün ve yazı da güzel. Bari güzellikler birbirini tamamlasın dedim.Umarım seversiniz:


"Bir kadın çocuktur aslında.....Çocuk gibi davranmayı sever.Erkeğin kendisine bir çocuğa gösterdiği şefkati göstermesini ister. Bir çocuğu okşar gibi incitmekten korkarak sevmeli erkek kadını..Ama hiç bir kadın çocuk muamelesi görmek istemez.Söylediği şeyler çocukça da olsa dinlenilmesini,dikkate alınmasını ister. Yani bir kadının çocukluk yapmasına izin vereceksiniz; ama asla onu bir çocuk olarak görmeyeceksiniz.. Bir kadın güçlüdür aslında.Hatta erkeklerden çok daha güçlüdür.Ama bu gücünü herzaman ortaya koymasını sevmez.İster ki,erkeğin gücü kendisine huzur versin.Kendi kendine yapabileceği şeyleri bile erkeğin yapmasını bekler.Böylece hem daha kadın olduğunu hissedecektir hem de erkeğinin ne kadar güçlü olduğunu görecektir.Ancak kadın gücünü göstermek istediğinde onu engelleyemezsiniz.yapmak istediği birşey varsa mutlaka yapar. Bir kadın sevgidir aslında.İçinde her zaman sevgiyi taşır.Sevdiklerinden kolay ayrılamaz.Sevdiklerini kolay kolay kıramaz.Zor sever;ama,tam sever.Bir kadının tam anlamıyla sevebilmesi için yüreğinin kabul ettiğini beyninin de kabul etmesi gerekir.Ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsınız.Belki kolayca yüreğine girebilirsiniz.Ancak beyninde yer her an terk edilebilirsiniz.Sevmediği halde terk etmeyen kadınlar da var elbette.Bunun tek nedeni ise engelleyemedikleri acımak' duygusudur. Bir kadın yalnızdır aslında.Hiçbir zaman kadını bütünüyle elde edemezsiniz.Kendisine ait bir dünyası vardır ve orada hep yalnızdır.O dünyaya kimsenin girmesine izin vermez.Hiçbir anahtar o dünyanın kapısını açamaz.Yalnızlık onun sığınağıdır.O sığınağa ne zaman gireceğine,ne kadar kalacağına hep kendisi karar verir.Sığınaktayken oradan çıkmaya zorlarsanız,onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz. Bir kadın çılgındır aslında.Neler yapabileceğini erkek aklı hayal bile edemez.Ürettiiğinin sınırı yoktur.Ama bunu ortaya çıkartmak için hayatının erkeğini bekler.Hoyratça harcamaz üreticiliğini.Sadece erkeğine saklar.Bir kadının gerçek erkeği olmayı başarabilmişseniz çok şanslısınız demektir.Çünkü hayatın içinde olan herşey ancak kadınlar olduğunda anlam kazanıyor.Yemek yemek,su içmek bile.Bir kadının elinden içtiğiniz suyla kendi kendinize bardağı doldurup içtiğiniz su arasındaki lezzet farkını anlayabiliyormusunuz?Anlıyorsanız ne mutlu size.Anlamıyorsanız ne yazık ki yaşamıyorsunuz .Bir kadını ağlatırken çok dikkat edin..!Çünkü Allah gözyaşlarını sayar.....!Kadın;erkeğin kaburgasından yaratıldı,ayaklarından yaratılmadı..!!! Öyle olsaydı ezilirdi......! Üstün olsun diye başındanda yaratılmadı......!! Ama göğsünden yaratıldı Eşit olsun diye.Kolun biraz altında...Korunsun diye...!!Kalp hizasında sevilsin diye!!!"

7 Nisan 2008 Pazartesi

Uzaklar

Uzaklarda olmak yine yazı yazmaya itti beni her zamanki gibi. Belki de sadece sorgusuz sualsiz yazmak isteyişim. Çünkü kendimi bildim bileli yapmayı en çok sevdiğim şey: Yazmak..
Bu tutku çocukluğumda izlediğim filmlerden, okuduğum kitaplardan, çocukluk hayallerimden kalma kocaman bir kesit gibi. Tamamıyla beni yansıtan. Olduğum gibi sadece ben.
Gerçekleri artık daha net görebilen, hayatı tanıyan ve ona her geçen gün daha da bağlanan bir ben.
Zamanın insana iyi gelmediği anlara kilitlendi bir süredir ruhum. Kapalı bir kapının ardında bildiğim tüm şarkıları içimden çığlık çığlığa söylüyorum. Nicedir duyan yoktu sesimi. Sevgimi keşfedene ve ona sahip çıkana kadar. sevdiğimin ardı sıra koşmaya cesaret bulana kadar. Şimdi sıcacık bir nefesle uyanıyorum sabahları yalnızlığıma. Hayatı çekilir kılan ve günbegün onu benim için anlamlandıran biriyle yeniden doğuyorum her gün aydınlandığında. Yaşamak işte bu olmalıydı diyorum. Şimdi yaşamak istediğim hayattayım. Senelerdir yazmak için didindiğim hikayemin en derininde. Derinlerde olmak güzel. Okyanusta nefes almayı başarmak gibi. İşte bunun olduğu gün yeniden dibe dalıp tekrar başa sarmak istiyor insan. Yeniden ve yeniden tüm güzelikleri ardı sıra yaşamak istercesine. Ağustostan geri saymak istiyorum şimdilerde. Çok değil ama belki üç ay evveline belki de dört. Heyecandan ve düşünmekten yaşayamadığım o zamanlara. Daha büyük bir farkındalıkla yaşayabilmek adına. İçime sindire sindire. Herkesin hayatında böyle zamanlar olmuştur. Yepyeni bir dünyaya açılan kapılardır birleştirilen yaşamlar. Ve en doğrusu birleşen ruhlar demeliyim. Ben ruhumu birleştirdim bedenimin ötesinde sevdiğimle. Tarçınım, gün yüzlüm, kahramanım, rengarenk gökkuşağım ve onun fırından yeni çıkmış sıcak kurabiye kokusuyla.Artık başkalaştım, değiştim, dönüştüm. Yeni gelen bu benle daha birçok şey değişti hayatımda. Evim, kokum, saçlarım, sokaklarım, arkadaşlarım ve daha neler neler. Ama yine aynı gökyüzünün altındayım. Tek değişmeyen o. Yalnızca bu kıtada çoğu şey oldu bittiye geliyor gibi sanki. Yağmur bir anda yağıp duruyor, gün aydınlıkken bir anda gürüldemeye başlıyor, yaz mevsimi kışa erken dönüyor ve koca bir karanlıktayken bir anda aydınlanıveriyorsun.
Burası aceleci bir kıta. Ben gibi. Sevdiğime kavuşmak adına acele acele bavullarımı toplamam gibi, telaşla yanıma alacaklarımı ayıklamam, sevdiklerimle vedalaşmam, üzülmeden neşeyle onlardan uzaklaşmam, uçakta heyecanla eşimin elini kavramam, her gün gün ortasında telefona sarılmam gibi. Prematüre bir kıta burası. Erken hayat bulan, biraz hasta ve yorgun, biraz endişeli, kah heyecanlı kah dingin, ama oldum olası hayata bağlı. Biraz ben, biraz o bu yeni hayatımızda ter döküyoruz işte. Onun yanında yüzlerce insan; benimse yanımda o yüzlerce hayata bedel sevdiğim var.
Kışın ortasında yeni bir yaz yaratabilmek gibi kimsenin asla göremeyeceği.
Dupduru bir su gibi,
Yaşamak gibi,
Ve tam kendisi gibi mutluluğun...

6 Nisan 2008 Pazar

Pofuduk Sevdiğim

“Hani bir kere yazmaya başlayınca gerisi gelir derler ya; çorap söküğü misali işte o anı kafamda yaşıyorum şu anda. Yazacaklarım o kadar çok ki ne kelimem yeter yazmaya ne de kalbimi çıkartıp ekleyebilirim bu sayfaya. Parmaklarımı bıraktım onlar beynim ve kalbimle koordine olup güzel şeyler çıkartacaklar eminim. Tüm doğallığıyla o anları bana yeniden yaşatacaklar.”

Üniversiteyi bitirdim ve şehrime döndüm. Onu yeniden tanımaya;tanımlamaya çalıştığım günlerdi. Onu tanısam kendimi de tanıyacağımı düşünüyordum. Oysa önce kendimle başlamalıydım işe. Sonradan öğrendim. Zamanla ayak uydurdum çoğu şeye. Kafamdaki sorularımla, hayatımdaki insanlarla, eşyalarımla, caddelerle, sokaklarla birlikte yaşıyordum. Oldum olası Türk filmlerini severim. Hep isterdim ki oradakiler gibi olsun hayatım. Bir o kadar saf, bir o kadar aşk dolu, bir o kadar yaşanası. Böyle böyle devam ederken hayatım, bir arkadaşım vasıtasıyla Yiğit’le tanıştım. Artık aşka inanmayı bıraktığım, her şeyin filmlerdeki gibi olamayacağını kendime kabul ettirmeye çalıştığım zamanlardan birinde tanıdım onu. Bir anda hayatıma giriverdi. Hem de tam ortasına. Onunla yatar onunla kalkar oldum. Sabah gözlerimi açtığımda aklıma ilk gelen şey yiğitti. Sonra gece uykuya dalmadan yine onun adını geçirirdim aklımdan. İlk tanıştığımızda daha doğrusu resmiyle ilk tanıştığımda içime ılıkça bir sıcaklık girivermişti. Yüzündeki gülümseme, boynunun kıvrımı, gözlerinin heyecanı, saçlarının hareketi etkilemişti beni. Tanıdıkça gözleri kadar sözleri de etkiledi. Sonra sesi, elleri - o yumuşak ve masum elleri- kalbinin iyiliği, devamlı gülümseyen dudakları. Gittikçe daha da kaplandım onun varlığıyla. Günler günleri, aylar ayları kovaladı. Konuştuk. Dinledik. Anladık. Sesi de sessizliği de yaşadık, kışı da yazı da, hüznü de neşeyi de. Kocaman olduk, çoğaldık. Kendimizce yaşadık her şeyi. Aşksa adı aşk; değilse de ne olduğunu önemsemedik. Bizim olanı, bizimle olanı sevdik. İçimizden geldiğince yaşadık dakikalarımızı. Gündelik kaygılar içerisine girdiğimiz olmadı mı tabi ki oldu ama oralarda birbirimizi kaybetmemeye uğraştık. İçimizdekileri göstermeyi öğrendik birbirimize. Hala daha da öğreniyoruz.

İçimdeki iyiliğe ve doğruluğa hep inandım ve güvendim ben. Yiğitte de bunu gördüm. O kadar saf sanki ilk haliyle bana gelmiş gibi. Sanki ilk birbirimizi görmüş tanımış gibi. Filmlerdeki o herkesin yok olduğu dünyada sadece iki kişinin kaldığı puslu görüntüler gibi. Biz birbirimiz için olduğumuzu anladık. Yarımdık. Tamamlandık.

Yirmi altı yaşındayım. Ama hala oyuncaklarımla konuşurum, parklarda salıncaklara binerim, kafamın dağınıklığını atmak için kağıttan gemiler yapar yüzdürürüm, pamuk şekerler yerim, uçan balonlar alırım, hamurdan şekiller yaparım, çizgi film izlerim. Ben buyum. Böyleyim. Bilmezdim ki böyle biri daha olacak. Ve hayatın renkli cümbüşüne onunla katılacağım. Şimdi oradayım. Birlikte elim sende oynayabildiğim, hamurdan oyuncak yapabildiğim, eksik taraflarımı saklamaya çalışmadığım, içtenlikle sevdiğim, istediğim an çekinmeden ağlayabildiğim, kızacak diye korkmadan düşündüğümü söyleyebildiğim, birlikte kitap okuyabildiğim, birlikte sadece tembel tembel uzanabildiğim, karşımdakine aldırmadan rahatça hapur hupur yemek yiyebildiğim birisiyleyim. Ruhumun içinde barındırdığı her şeyin yarısını ona yarısını bana paylaştırmışlar. Benden iki tane var sanki. O erkeği ben kadın tarafı. O benim tarçınım, kirpim, nüt nütüm, pofuduğum, mümüm, aşkım, kurabiyem her şeyim. Şimdi onsuz uyuduğum geceleri lanetliyorum. Şimdi onsuz geçen dakikalarımı sevmiyorum. Şimdi evliliğimizin yedinci ayında bile onun gelişini heyecanla bekliyorum. Çünkü onu çok seviyorum. Onunla evlendiğim için çok mutluyum. Diliyorum ki onsuz günlerim olmasın, beni hep bugünkü kadar çok sevsin. Yüreğinde bir nebze üzüntü olmasın. Hep ama hep gülümsesin, bana şirinlikler yapsın. İkimiz de yaşlı birer tonton olduğumuzda bile bana gitar çalsın, ben de ona şarkı söyleyeyim. Bu güzel masal hiç bitmesin. Doğacak masalımız bizimkini daha da güçlendirsin…

Annegülüm ve Babişkom 2

Geçmişi her gün tekrar tekrar yaşıyorum. Düşünüyorum, resimlere bakıyorum. Hayatımı düşünüyorum. Seviyorum bunu yapmayı. Bir tas su kadar berrak olmayı seviyorum. Annemin adı Gül. Bana hep şu mısraları hatırlatıyor annemin bana öğrettiği; "Gül dedi bülbül ; gül'e, gül gülmedi gitti. Gül bülbül'e, bülbül gül'e yar olmadı gitti!"Küçükken konuşmayı öğreniyorken henüz, anneme annegül demişim. Herkes kısaltır kelimeleri daha ilk öğrendiğinde ben uzatmışım annegül diye. Sesimi kasete çekmişler hala dinliyorum zaman zaman. Yemek yeme sorunu olan dumbo kulaklı maviş bir çocukmuşum. Şimdi hala dumbo kulaklı, maviş gözlüyüm ama yemek yemek en büyük zevkim. Annem de bana onun omletlerini özlemişimdir diye bana bugün omlet yapıp resmini çekip yollamış. Afiyetle baktım resmine omletinin annecim. Ve canım babamın 4 nisan doğum günüydü. Yanında olamadık ama can-ı gönülden sevgiyle kutluyoruz doğum gününü babişkocum..

Annegülüm ve Babişkom 1

Onlar benim kocaman pofuduk tombililerim. İkisini de o kadar çok seviyorum ki. Çocukken sorarlar ya anneyi mi babayı mı daha çok seviyorsun diye. Hiç yoktur bu sorunun cevabı çünkü insan gerçekten ikisini de çok çok sever. Yeryüzündeki en ilginç denklemlerden biridir belki de bu. Ne biri daha fazla ne de biri daha az. Öyle kuralsız, öyle şartsız, öyle içten sever ki insan anne babasını. Bazen uzaktayken anlar bunu, bazen onlarla dipdibeyken, bazen onlara kaçamak bakışlar attığında, bazen onlarsızken gözyaşlarına boğulduğunda. Ama taa derinlerden hisseder bunu. Yeryüzündeki hiçbir sevgi ana baba sevgisi gibi olamaz olamayacaktır da. Hiç bitmeyecek bir sevgidir. Aşktan da ötede. Yıllar geçtikçe katlanarak çoğalan bir sevgidir.
Ben ailemin tek çocuğuyum. Onlar için eşsiz bir şeyim. Evlendiğimden beri bunu daha iyi anladım. Düşünüyorum da benim yaşadıklarımı zamanında onlar da yaşadılar ve şimdi yine tarih tekerrür ediyor.Eski resimlerini getirdim hep yanımda annemle babamın. Öyle güzel bakıyorlar ki birbirlerine halen daha olduğu gibi. Ben de onlar gibi olmak seneler boyu el ele, göz göze kalmak istiyorum sevdiğim adamla.Ne annegülümden başka annem ne de babişkomdan başka babam olsun isterdim. Onlar benim için biricikler. İyiki varlar. İyiki tanışmış sevmişler birbirlerini ve beni bu güzel yaşama dahil etmişler. O kadar şanslıyım ki. Hayatta hiçbir sebebim kalmasa dahi bu yaşama sıkı sıkıya sarılmak için her zaman en büyük sebebim olacaktır; Ailem.
Uzakta olmak, onlarsız yeni bir hayata alışmak zor. Her dakika yanıbaşımda olan annem, sabahları daha doğrusu öğlenleri bana güzel yemekler hazırlayan annegülüm, sabahları binbir suratımı çeken, kaprislerime katlanan, ay onu da isterim ay bunu da al bana dediğimde alan, bana her çarşıya çıkışımızda iskender yediren,geceleri korktuğumda anneeee geeel diye bağırdığımda uykusundan uyanıp kalkıp koynuma giren, renkli yünlerden battaniyeler ören ve hatta ayıcıklarıma da bluzlar ören biricik annem. Ve babam, canım babam. Koca kazık olmama rağmen işe her sabah beni arabayla götüren, kıyamayan; org çalarken bana da hadi al gitarı gel deyip agora meyhanesini çaldırmaya çalışan, uyumaya yatarken yanıma gelip yatan, birlikte zevkle tatil yaptığım, tenis oynadığım, yüksek sesle çılgınca müzik dinlediğim, hatta yolculuklarda koyduğum metallica ve nirvan albümlerini sabırla dinleyen babam, benim emrivakiler yaratıp bu gece dışarı çıkıcaz demelerime önce hayır deyip sonra o yumuşak kalbine söz geçiremeyip hadi peki çık diyen, evde yalnızken yaptığım komik yemekleri hapur hupur yiyen, düğünümde titreyerek gözyaşlarıyla dansettiğim babam. İkinizi de tarif edemeyeceğim kadar çok seviyorum. Beni o kadar güzel bir insan olarak yetiştirdiniz ki. Bana insan sevgisini, iyiliği, doğruluğu, sıcaklığı, kocaman gülümsememi siz verdiniz. Böylesine sevilen biri, böylesine iyi biri, böylesine cömert ve sevgi dolu birisi olmamı siz sağladınız. İyiki varsınız. İyiki benimsiniz. Varlığınız varlığıma en büyük armağan!

2 Nisan 2008 Çarşamba

Hüzün Alabildiğine...

Daha sayfalar yazabilirim...Satırlar kelimeler dizeler paragraflar ne biliym daha onlar bunlar şunlar..
Kara dutlar, kirazlar, kütür kütür erikler, mis kokulu şeftaliler ,pespembe pamuk şekerler ,kırmızı elma şekerleri ,rengarenk kağıtlar, silgiler, kalemler.Daha neler neler..Hayata dönmek; tanrım!
Yüzyılların kıvamıyla o eşsiz oluşuma dönüşmek, değişmek, başkalaşmak, güzelleşmek, ayırt etmek, varolmak, varlığını bilmek, aşmak hep gitmek..
Bir ağacı anlamak, buz gibi bir suya dokunmak ,çölde kavrulmak, deniz olduğuna inanmak, kendine bakmak, ruhuna erişmek gibi bütün olmak..
Varlığına inanamıyorum bazen biliyor musunuz hayatın..Şaşıyorum doğruluğuna..Oysa tamamen burda o kadar yakında..
Çok şey var yazılacak.. Şimdi sorgulamıyorum..Durdum..
Bir yerdeyim..Etraf hafif bulut!Bir ses duyuyorum ;
Su sesi ve ardından minik bir hışırtı..göremiyorum..
aa evet şimdi gördüm..küçük melekler var çevremde kanat çırpışları ve kanatlarından akan minik su damlaları..
Etraf o kadar parlak sanki; o puf bulutlara rağmen..
Arkası yok..Uzanmıyor hiçbir şehre..Belki oldum olası yalnızlık..
Yüzyıllardan beri şairin deyimiyle..Aşk olmalı burası..Adı aşk olmalı..
Her defasında gözlerimi kapattığımda hayal ettiğim görüntüler bunlar..Daha da tonlarca var..
Rengarenk..
Ama bir yer var bir o kadar zifir..
Kendimi tanıyamıyorum bazen..
Kendimden; bu olmaktan korkuya kapıldığım ben..Hapis sanki oraya..Yapış yapış bir melodram işte..
Sessiz suretler görüyorum gece yarıları..İçimden çığlıklar geçiyor..
Rüyalarımdan seslerle uyanıyorum bu sefer sureti yok..Her şey o karanlıkta sanki..Nasıl korkuyorum..Susmak istiyorum bazen inadına; saatlerce, günlerce, aylarca bir ömür susmak..
Bencillik mi bu?
Her şeye rağmen..Varlığımla..Özümle...Aşkımla..Her neyse...Alıp her şeyi, bir olur gitmek..Yerle bir; kafandakilerle bir ;yalnızlığınla bir..Tek başına “bir tek” olup gitmek..
Öze dönmeliyim dağılıyorum...
Güzel bir gün olsa keşke yarın..Ne de olsa senle, benle insan olmak var özünde..
O da sevinsin yazık..
Yaratılışın eşsizliğinde payı olan da sevinsin..İçimden geldi..yazdım..Kalmasın bende..Büyük bir istekle çünkü..Ruhla,aşkla,mutlulukla yaşamak gibi umutla.. Yanlışsa söyle..Ya da yanlış olmayan hayatta ne?Bir bardak sıcak kahve..Dışarda deli kargalar,içerdeki okyanusta koca bir fırtınayla, soba sıcağında..Unutma ki
Dört şey vardır hayatta asla geri gelmeyecek;
Atılan ok
Söylenen söz
Kaçırılan fırsat
Geçen zaman..

Gerçek Arkadaşlarım

"Gerçek arkadaşlarım hep yanımda olan oyuncaklarımdı!"
Arkadaş kavramı ne büyük bir kavramdı eskiden. Akan sular dururdu arkadaşım deyince. İçinden gelerek, tüm sevgini içinde kocaman yaparak söylerdik bu kelimeyi. Ama kim kimin arkadaşı ki artık. Çıkar ilişkin varsa birinden her şey yolunda. Bir şeyler alıp verebiliyorsan yada. Karşılık bekleyerek. Ve yok artık ben karşılıksız seviyorum diyenler. Eski çamlar bardak oldu sanırım Ali Poyrazoğlu’ nun oyunundaki gibi. Dostluk diye bir şeyden zaten bahsetmeye bile gerek yok. Arkadaşlığın olmadığı yerde onun işi ne.
Komşuluğa gelince bana uzak Allah’a yakın olsun’a dönüşüverdi o da. Hayat gailesi, çalışma sevdası, gündelik koşturmacalar içimizi öyle doldurdu bizi öyle değiştirdi ki, sabırsız, düşüncesiz, isteksiz insanlar oluverdik. Görmezden gelmeye başladık etrafımızdakileri. Sessizlik sakinlik arar olduk ve yanı başımızdaki komşumuz bile fazla gelmeye başladı. Tek bir laf bile etmemek için yolumuzu değiştirir olduk. Veya aman kapımı çalıp da beni rahatsız etmesin diye evde yokmuş numaralarına koyulduk. Oysa azalan biz olduk her seferinde bu değerlerle. Gün gelecek bir de bakacağız elimizde hiçbir şey kalmamış.
Sevgililikse öyle zor bir durumda ki. Daha çok cinsellik içeren bir ihtiyaç haline geldi. Bu günler de çoğu insan romantizmi, şiirleri, sihirli sözcükleri önemsemiyor. Önemseyenler ve aşkı arayanlar da bu arayışlarından yavaş yavaş vazgeçmekteler. İsteklerini karşılayacak kişiyi bulmak öyle zor ki onlar için. Kısa süreli ilişkiler yaşayıp hayal kırıklıklarıyla ayrılıyorlar sevdiklerinden veya sevdiklerini zannettiklerinden. Bu da ilginç bir durum. Sevmeyi bile anlayamaz olduk. Kararsızlılarla dolu hayatlara verdik kendimizi. Ve zamanla bu hayatları benimsedik. Kendimiz olmak diye bir derdimiz olmadı hiç. Hayatın bize sunduklarıyla yada olmak istediğimizin hayaliyle idare ettik durduk. İdare ede ede idare lambalarına döndük.
Şimdi yaşadığım bu yer öyle gerçek bir yer ki. İnsanlar olduğu gibiler. Yalancıysa yalancı, hırsızsa hırsız, düzenbazsa düzenbaz, kimse o. Kimse kendini inkar etmiyor gibi. Roller yok, maskeler yok. Her şey ne kadar kötü olsa da bazen yüzlerinde bana aptalca gelen bir gülümseme var. Ama bu gülümsemenin ne kadar gerekli olduğunu öğrettiler bana. Bizden daha iyi biliyorlar bence yaşamlarının kıymetlerini. Geçit vermiyorlar kendilerinden. Yaşlı bir kadın söylüyor sanabilirsiniz bunları. Evet aslında içimdeki seksenlik kadını konuşturuyorum. Bana zamanında söylenen şeyleri şimdi yaşıyor ve anlamlandırıyorum. Zamanında kulak arkası ettiklerimi. Şimdi şimdi anlıyorum kıymetlerini. Büyümek belki de bu olsa gerek. Farkına varmak, farkında olmak. Artık farkındalıklar üzerine kurulu bir hayatım var. Yaşadıklarımdan öğrendiğim çok şey var.

1 Nisan 2008 Salı

Gelin

Bugün hava çok yağmurlu. Daha önce hiç görmediğim bir şekilde yağıyor. Aklı bir karış havada sanki, ne yapacağını bilmez gibi. Bazen deliriyor, gürlüyor; sonra aniden sessizlik kaplıyor ortalığı. Kendince yağıyor. Sanki içinden çığlık atar gibi. Böyle havalarda hep hüzünlenirim. İçimi bir örtü kaplar sanki, koyu renkli ve kadife. Üşütürse beni düşündüklerim ona sararım bedenimi. Derimi yeniler, üstündeki kabuğu atar gibi. Zamanı düşünüyorum bugün. Nasıl da akıp gittiğini ve bazen nasıl da çakılı kaldığını yerli yerinde. Evlendiğim zamanı düşünüyorum. Gece boyu gözümü kırpmadım. evdeki kalabalığın sesi kalbimin atışını bastıramamıştı. sabah kalktığımda bir masal da gibiydim. perişan bir haldeydim aslında uykusuzluktan ve yoğun düşüncelerden. Ama kuaföre gittiğimde beni sihirli bir değneğin beklediğini bilmek huzur vermişti içime. En güzeli daha önce sadece provalarda bir iki kez giydiğim gelinliğimi tekrar giymek olacaktı ve gün boyunca hiç çıkartmamak. epey zor oldu giymek. uzun bir kuyruk hayal etmiştim hep ve puf puf bir gelinlik ve gerçekten de öyle oldu. iki metre kuyruğu vardı gelinliğimin ve puf şeker gibiydim kocaman. Heyecandan göğüslerimi sımsıkı sarmış ve delicesine sıkan gelinliğimin acısını bir kere bile duymamıştım. böyle olması gerekiyordu çünkü tam üzerime göre olmalıydı. Ben hiçbir zaman evlendiği zamanın hayalini kuran bayanlardan olmadım. sadece bazen bir gelin gördüğümde kafamdan geçirirdim kendi görüntümü kısa bir film gibi. Bu kadar hızlı olacağını hiç düşünmemiştim. Belki de güzel olmasının sebebi buydu aslında. Beklenmedik bir anda karşıma çıkan bir aşk gibi ve tam da aşkın kendisi olması. İşlerimiz tahminimden erken bitti. Eve vardığımızda kimse bu kadar erken geleceğimizi beklemediği için daha giyinmemiş öyle panik bir şekilde evin içinde volta atıyorlardı. Benim geldiğimi görünce ağlamaya başladılar. gerçi daha çok evvel başlamışlardı ağlamalar ama bu sefer ki daha bir başkaydı tabi. Bir yandan ağlamamaya , bir yandan etraftakileri kuyruğumla düşürmemeye bir yandan da sevdiğim herkesin etrafımda olmasından ötürü en mutlu günümü gönlümce yaşamaya çalışıyordum. Sanki o giydiğim büyülü şey yüzyıllar boyu üzerimde kalıcakmış gibi hissettim görünmez bir pelerin gibi adeta. Nikah salonuna giderken küçük çocukların beni parmaklarıyla işaret ederek "aaa annee bak geliiinn" demeleri en çok hoşuma giden şeylerden biriydi. Ne de olsa ben de küçükken gelinlere bakıp aynı tepkiyi verirdim anneme. Ama şimdi bu yağmurlu günde düşünüyorum da ne kadar da çabuk yaşadık o günü. Hiç bitmesin istediğim günlerden biriydi oysa. Şimdilerde bolca fotoğraf bakıyorum o zamana dair. Yeniden yaşamak o sihirli saatleri içime sıcacık bir sevinç akıtıyor. Yağmurda şemsiyemi açıp ondan korunuyor ama içimdeki o sevinçle sırılsıklam oluyorum. Cezayirden Türkiyeye yaptığımız kısa tatil de gelinliğimi bir daha giydim. Sanırım bunu her gittiğimde yeniden yapacağım bir ritüel gibi. Çocukken yatağın altındaki kutusundan annemin gelinliğini çıkartıp giydiğim günlerdeki gibi. Demekki bilmeden içten içe o zamanı hayal etmişim hep. Düğünüm için bu denli heyecanlanacağımı, o günü bu denli sevinçle karşılayacağımı ve aradan yedi koca ay geçse bile durup durup o anı yeniden yaşamak için albümleri karıştıracağımı düşünmemiştim hiç. Gelin olmuştum. Pofuduk, bembeyaz, ağzı kulaklarında sürekli gülümseyen, gecenin geç saatlerinde bile yorulmadan hoplayıp zıplayan deli bir gelin. İyiki yaşadım o günü. Ve iyiki tüm sevdiklerim benimleydi. Benimle gerçekten yanyana olmayanlarla bile birlikte olmanın ne demek olduğunu o gün hissettim. Bilinmez varlıklarının içimi ne denli huzurla kapladığını. Kaybettiğim tüm sevdiklerimin o gün benim yanımda olduklarını bilerek en güzel zamanını yaşadım hayatımın. Hepsinin benim için mutlu olduğunu bilerek. Annemin ve babamın ve tüm o güzel ailemin her birinin daha da kıymetlendiğini gördüm o günlerde. Şimdi ise herşey katlanarak çoğalıyor içimde. Bana ait tüm duyguları fazla fazla yaşıyorum. Özlem desen sonuna kadar, hasret desen en dorukta, mutluluk bir o kadar, hüzün alabildiğine. Yaşamaya devam kocaman bir okyanusta yanımdaki oksijen tüpümle, anılarımla, sevdiklerimle...