30 Eylül 2008 Salı

Buugüün Bayyraaamm!!!


Bayram günlerinde söylemeyi sevdiğim bir şarkı, neşeli ve sıcacık...

Bugüün bayraaam erken kalkın çocuklar, giyelim en güzel giysileri ,elimizde taze kır çiçekleri üzmeyelim bugün annemiziiiii:)

Ben de annemle yanyana olsaydım onu hiç üzmezdim bugün:)

Bayramları seviyorum. Burada bayram havası pek yok. Hem burda daha bayram başlamadı aslında. Diğer Arap ülkelerinde de olduğu gibi gökyüzünde ay'ı görmeden bayram başlamıyor, o yüzden bayram yarın. Yine de biz Türkiye'yi düşünerek bayramlaştık bugün kamptaki arkadaşlarımızla, ailelerimizle ve sevdiklerimizle.

Bayram kutlamalarını özlemişim farkında olmadan. Çocukken her şey ne kadar da güzelmiş meğer. O zamanlar kıymetini bilmiyorduk tabi. Şimdilerde arıyorum o günleri. Şimdi bayram ziyareti yapmayı çok isterdim, çocukların kapıyı çalıp şeker beklemelerini isterdim, davulcuyu da unutmayalım. Sonra annemin güzel bayram yemeklerini ve en önemlisi de süslü mendiller eşliğinde verilen bayram harçlıklarını. Aaa bir de bayram dan evvel yapılan bayramlık alışverişleri. Ne güzel her bayram ciciler alınırdı büyük bir neşeyle. Böyle uzakta olmak bayram havasının o büyülü güzelliğinden biraz üzücü. İnşallah başka bayramlara diyorum. Bu güzel bayramların kıymetini bilin. Sevdiklerinizle birlikte hep mutlu bayramlar geçirin.

Herkese İyi Bayramlar...

28 Eylül 2008 Pazar

İkinci bir Mim

Bugün bir sürü şey yazıyorum ne mutlu bana. Yazmak zamanıdır artık:)
Güldemcim beni Evde nefret edilesi durumlar üzerine mimlemiş. Ben de hemen yazıyorum nefret ettiğim durumları size:

-Evde toz dan nefret ediyorum. Olur olmaz zamanlarda üstelik de yeni temizlenmişken her yerin delice toz olmasını sevmiyorum. Hem de hiç.
-Buzdolabında atıştırmalık şeylerin kalmaması,
-Eşyaların simetrisinin ve yerlerinin bozulması,
-İnternet bağlantısının çalışmaması,
-Her yerin uzun kablolarla dolması,
-Evde çok fazla ışık olması,
-Haşerat ve her nevi kocaman cüsseli böceklerin evimde gezinmesi,
-Kütüphanem de az kitap olması,
-Apartman sakinlerinin olur olmaz zamanlarda tamirat yapmaya kalkışmaları,
-Çiçeksiz bir evde yaşamak,
-Temizlik malzemelerinin bitmesi,
-Kendimi her gün değişik yemek yapmak zorunda hissetmem,
-Tv ye takılıp kimsenin birbiriyle güzel sohbetler yapmaması...

Şimdilik ev içinde beni rahatsız eden ve aklıma gelen maddeler bunlar. Ama eminim daha çok şey bulabilirim biraz daha düşünürsem. Bu konuda herkes birbirini mimlemiş sanırım ama ben de birilerini mimlemek istiyorum ve seçtiğim arkadaşım sevgili Banu yani Bayan Baykuş.

Yeni bir Mim durumu

Sevgili Arkadaşlarım Flame ve Güldem tarafından mimlenmişim. Ne güzel bir durum. Ben de diğer mimlenenleri görüp kıskanıyordum içten içe beni de mimleyin noolur diye:) Şimdi ilk Mim im "Siz Kimsiniz"in sorularını cevaplıyorum.

1) İsminiz?

İsmim Tuğba. Ama bana herkes başka birşeyler söyler. Kedi, dumbo, roka v.s

2)Nerelisiniz?

İzmitli'yim. Ve izmit'li olmaktan dolayı son derece mutluyum:)

3) Yaşadığınız yer?

Şu anda eşimle birlikte Cezayir'de yaşıyorum.

4) Mesleğiniz?

Sosyal Antropolog'um

5) Hobileriniz?

Aslında o kadar çok hobim var ki. Aklıma gelenler şunlar; yazmak, fotoğraf çekmek, okumak, takı yapmak, yemek yapmak, alışveriş yapmak:)

6) Evli misiniz?

Evet evliyim beenn:) Bir senelik evliyim henüz..

7) Kaç çocuğunuz var?
Daha yeni evli olduğumuz için henüz çocuğumuz yok ama umarım yakın zamanda olur..


8) En sevdiğiniz yemek?

Ben yemek yemek eylemini çok seviyorum. İskender, mantı, kokoreç, börek, annemin köfteleri, wooper, tereyağlı pilav v.s benimkiler saymakla bitmez kiii...

9)Sevdiğiniz müzik türü?

Klasik müzik severim. Keman sololara bayılırım. Türk rock, pop, jazz da severim. Ruh halime göre her müziği dinleyebilirim. Müzik seven biri olarak istersem arabesk bile dinleyebilirim..

10)Nerelere gitmek istersiniz?
Mısır, Fas, Paris, Prag, Tibet, Sahra Çölü, Güneydoğu Anadolu, Londra, Yunanistan v.s açıkçası ölmeden önce dünyayı dolaşmak istiyorum. Filmler de olduğu gibi. En büyük ve çılgın hayalim bu sanırım...

Ben de bu Mim için sevgili arkadaşım Serrose ve Aylin'i seçiyorum.

27 Eylül 2008 Cumartesi

Güzel bir değişiklik

Perşembe akşamı iftara davetliydik. Uzun zamandır ramazan dolayısıyla tıkılıp kaldığımız evimizden ve kamptan çıkmak için süper bir fırsat oldu. Çok güzel bir gece geçirdik. Her ne kadar dillerini bilmesem de böyle güzel anlaşabiliyor olmamız beni sevindiriyor. Burada görüştüğümüz tek aile sanırım Lahcene ailesi. Kızları zaten pek tatlı, son derece sevimli ve sıcak bir aile. Gittiğimizde bizi görmekten mutlu oldukları her hallerinden belli oluyordu. O gece benim de yüzüm hep güldü de güldü. Güzel yemekler hazırlamışlar bize. Afiyetle yedik. Sohbet ettik. Birbirimize hediyeler verdik. Ben Sarah ve Asma ya bir kaç hediye almıştım türkiye'den onlarda bana Tunus'a yaptıkları geziden güzel hediyeler getirmişler. Çok sevindim. Hediye almak bu kadar mı mutlu eder insanı. Oldum olası hediyelere bayılırım zaten küçük büyük farketmez. Ufak bir not bile güzel ve anlamlı bir hediye olabilir. O kadar çok şey yedik ki artık nefes alamayacağımı düşündüm bir ara. Sonra kahve içtik ve gecenin ilerleyen dakikalarının devamı için dışarıda geziye çıktık. Sidi Fredj diye bir yere gittik. Deniz kenarı. Minik bir fener bile vardı küçük limanda. Herkes sokaklardaydı. İftardan sonra sokaklara dökülüyormuş meğer insanlar. Yürüdük biraz. Yediklerimizi sindirdik. Sonra bir baktım ne göreyim. Bir adam sokakta pamuk şeker yapıyor ufak bir arabada..Ayy nasıl sevindim ne zamandır da canım istiyordu. O kadar çok şey yememize rağmen hayır diyemedim tabiki kocaman pufidik bir pamuk şekere. Biraz yapış yapış da olsa güzeldi. Hemencecik yiyiverdik. Gezdik dolaştık bir çay bahçesinde o güzel naneli çaylarından içtik zevkle. Hatta kocaman bir iftar çadırı kurmuşlardı. İftar yemeği vermiyorlar kilimler koymuşlar yerlere ve minik yastıklar şark köşesi gibi. Ayakkabıları çıkarıp çadıra gidiyorsunuz ve içerde onlarca insan. Kimi çay içiyor kimi nargile kimisi de koyu bir sohbete dalmış belli. Ortam pek renkli kilimler ve minderler eşliğinde kırmızı kırmızı.

Ben yine durmadım tabi bir sürü foto çektim. İçlerinden bazılarını ayıkladım tabi çünkü baya vardı hepsini buraya koyamam elbette. Şimdi başlasın bakalım görseller;

Yemek soframızdan bir kare. Yemekleri yemişiz bitirmişiz sofra biraz boş kalmış ama idare eder:)


Bu yemeği "vol au vent" miş. Yani havada uçuş anlamına geliyor. Ortası delik bir kruvasan ın içine mantar ve tavuk parçalarından oluşan ve baharatlı yemeği koyuyorsun. Bence son derece lezzetliydi. Yaratıcı bir fikir olduğu kanısındayım. Bizim de kolaylıkla yapabileceğimiz bişey. Arkadaşım Sarah nın ellerine sağlık:)

İşte sevimli aileden ve bendenizden güzel bir foto. Yanımdaki arkadaşım Sarah, babası, annesi ve de ablası Asma..Sürahideki de Mango suyu:)

Ailecek yaptıkları Türkiye ziyaretinde İstanbula hayran kalmışlar. Eee İstanbul a hayran olunmaz mı tabiki. Sarah özellikle Türkiye hayranı. Türkleri de çok seviyor. Beyoğluna bayılmış ve en büyük hayali orada yaşamak. Ayrıca Mado'nun dondurmasını da çok beğenmiş. Bu semazen heykelleri ve arkadaki istanbul manzarasını evlerini başköşesine koymuşlar. Çok da güzel olmuş. İnsan gururlanıyor valla görünce..

Eşim ve ben Sidi Fredj de. Arkamızdaki demirden şey ise Osmanlılar döneminden kalma eski bir yatak. Pek de şık valla.
Bu da yatağın hemen yanıbaşındaki eski bir küp ve bir tablo.


Sidi Fredj in küçük limanından bir foto. Yanımızda tripodumuz olmadığı için görüntü biraz kötü ama güzel bir gün de yeniden gidip bol bol foto çekmeyi planlıyoruz. O zaman her ayrıntı daha iyi görünecektir.

Bu da limandaki kocaman sütunlar ve ortadaki minik kayık.


İşte çay bahçesinde içtiğimiz naneli çayımız, seramik ve desenli bir şekerlik ve meşhur çaydanlıkları:)

Ramazan çadırının hemen yanında Cezayir bayraklarının önünde hatıra fotoğrafımız. Biz buradayız diyoruz..

Şimdi de sıra Tunus'tan gelen hediyelerimde:)

Tunus'un meşhur kapılarının şeklinde güzel bir aynam var artık. Kapılara karşı zaten özel bir ilgim olduğundan bu hediyeyi gerçekten çok beğendim.



Güzel bir tunus devesi ve tunus evini anlatan buzdolabı mıknatısım. Buzdolabımı bunlarla doldurmak en çok sevdiğim şeylerden biri..

Bu ilk anahtarlığım küçük sevimli bir çarık. Rengi de çok güzel üstelik ve saten..


Bu da ikinci anahtarlığım. Bu el şekli burada bir çok şeyde kullanılıyor. Sanırım bereket demek. Bildiğim kadarıyla Fatma'nın eli deniliyor.


Bu fes şeklinde yapılmış karton ise bir sünnet düğünü için hazırlanan şeker. İçinde güzel işlenmiş bir mendil ve şekerin kendisi var o da çok sevimli.

Yakında bir düğüne de davetliyiz. Sarah'ların bir akrabası evleniyormuş Geleneksel Cezayir düğününü görmeyi çok istiyorum. Ayrıca ne zaman istersem birlikte vakit geçirmekten memnun olacaklarını söylediler. Sanırım bu bana da iyi gelecek. Şimdiden o günün gelmesi için sabırsızlanıyorum. Sanırım biraz dolaşırız, alışveriş yaparız, belki müze ve cami gezeriz. Benim için süper güzel bir değişiklik olacak. Keşke her zaman yapabilsek böyle şeyleri. Ayrıca Sarah Ekim ayında Türkçesini ilerletmek için bir Türk Okuluna başlıyormuş burada. Okul bittiği zaman diploma falan da veriyorlarmış. Çok sevindim onun adına. Türkiye'ye gidebilme hayallerini görmemiz için bizi de davet ettiler. Henüz zamanını bilmiyoruz ama eğer bir aksilik olmazsa gerçekleştirmek de büyük bir adım. Umarım herşey güzel olur onun için de bizim için de.

22 Eylül 2008 Pazartesi

Buradayım

Evet hala burdayım. Yine araya zaman giriyor tabi bir de yağan yağmurlar ve internet kesintisi. bu sıralar çok sık olmuyor internet. Ben de oyalanıyorum, vakit geçirebileceğim şeyler yaratmak çabasındayım. Bugün her zamanki rutin uyanışımdan sonra aynaya bir baktım da ayy saçım başım bir tuhaf.. Bir kuaför ihtiyacı hissettim. Özledim yine kuaföre gidip saçlarıma fön çektirmeyi. Sanırım buraya geldiğimizden beri bir yere çıkmadık ya kampta ya da evdeyiz o yüzden sıkıldım biraz.Eee bir ay oluyor neredeyse geleli. Normalde ben çoğu zaman evde oturmayı pek beceremeyen biriyimdir. Yapacak bir işim olmasa dahi en azından çarşıya kadar yürür gelirdim vitrinlere falan bakmak bile iyi gelirdi izmitteyken. Burdada en çok buna ihtiyaç duyuyorum. Gönlümce dışarı çıkmak kendimi sokağa atmak ve birşey yapmasan bile sadece yürümek istiyorum. Bir de acayip alışveriş yapasım var. Rüyalarımda neler neler görüyorum kendime bir sürü ciciler alıyorum bir görseniz. Bir de şu silikon kek kalıpları, merdaneler, yumurta fırçaları falan varya onları görüyorum rüyamda. Gelirken kendime alacaktım sonra nedense durdum ve vazgeçtim sanırım şimdi aklım hala onlarda. Benim de böyle bir huyum vardır işte. Bir nevi inat. Eğer birşeyi almak ister ve alamaz ve de aklıma takarsam alana kadar o beni asla rahat bırakmaz. En son ne için böyle hissettim bilmiyorum ama bir kolyeye böyle takıntı yaptığımı hatırlıyorum. Meldacım hatırlar "tilki" diye bir dükkan var izmitte hala da var. Bir kolye uğruna her gün orayı arşınlardım. Pahalı bir kolyeydi o zaman paramı kıyıp kıymamak konusunda epeyce kararsızdım ama o kolye rüyalarıma girdi ve onu almamı istedi:)seve seve gittik tabi meldayla. O günü hiç unutmam. Tilkinin sahibinin adı Mete'ydi sanırım. Biz o gün bir heves dükkana gittik aa bir baktık kapalı tabi ben sinir oldum. Artık sürekli gittiğimiz bir yer haline geldiği için o dükkan sahibiyle de sohbetimiz oluştu tabi haliyle. Baktık kapıda not var sanırım bir yere gittim geliyorum falan diyordu. Biz de onu görünce iki cadı altına not ekledik geldik nihayet kolyeyi almaya ama kapalısınız yine gelicez gibilerinden bişey yazmıştık sanırım. Altına da melde ve tuğba anlamında M.T yazdım. Dükkan sahibinin adı da mete ya gelenler sanırım notu o yazdı sandılar.Dükkan açıldığında bunu sohbetini yaptığımızı hatırlıyorum hatta mete bey bize benim adımı nerden biliyorsunuz diye sormuştu M.T yazınca. Kopmuştuk. Ama ben nihayet kolyeyi almıştım. O zamanın parasıyla 13 milyon vermiştim. Bir de Sanatın Öyküsü adlı kitaba vermiştim 13 milyon hiç unutmam acayip koymuştu. Ama yine de kitaplar söz konusu olduğunda verdiğim paraya pek acımıyorum. Şimdiki fiyatına bakınca zaten anlıyorum hala daha pahalı o tür kitaplar.Neyse nerden geldim bu konuya hatırlamıyorum şimdi sadece içimden geldiği gibi yazıyorum.

Ankarayı çok özlüyorum bu sıralar. Çok gitmek istiyorum bu tatilimizde ankaraya. Ama bir iki gün kalmak istiyorum. Şöyle caddelerde yürümek tunalı daki dükkanlara bakmak karum un yeni halini görmek-sanırım ben görmeyeli değişmiştir:)-sonra ulus a gidip boncukçularımı ziyaret etmek , gitmişken okuluma uğramak ve arkadaşlarımla buluşmak istiyorum. Bu seferki tatilde Tuay ablamları göremedik bu yüzden üzüldüm. Ailemizin yeni üyesi nil bebeğimizin büyümüş halini görmek çok istiyorum. Tuay ablamlar yeni eve taşındılar yeni evlerini de merak ediyorum. Sonra emirhanı defneyi ve derini de özledim. Ankaranın yeri ben de çok başka. Keşke bir şey olsa da hayatımız ankarada devam edebilse. Bir melek ya da peri yok mu beni duyan şöyle sihirli sopasıyla bize bir kıyak yapıverse.

Yurt dışında olmak başka birşey. Bir de cezayir de olmak. Burayı seviyorum mistik bir yer ama son derece kısır en azından benim için. Hafta boyunca odamda yeni şeyler yaratmaya çalışıyorum geçenlerde sulu boya yaptım biraz daha bitmedi bitince göstereceğim sizlere de. Sonra yine bir sürü kitap bitirdim en son bir cinayet romanı okudum ama çok dandikti. Şİmdilerde yanımda getirdiğim renkli yünlerimden kendime minik bir atkı örüyorum. Minikten kastım aslında en bakımından dar manasında. Isınmaktan çok süs amaçlı gibi yani. Rengarenk. Elimdeki tüm renkleri kullanıyorum çizgili yapıyorum kırmızı sarı yeşil mor mavi turuncu ve beyaz. Bunları aslında minik battaniye yapmak için almıştım parça parça karelerden. Ama o biraz baydı beni bıraktım. Belki sonra yeniden devam ederim. Şİmdilik atkıyı bitirme gayretindeyim.

Daha iftara epey var. Karnım acıktı. Ne istiyorum diye sorarsanız canım bu akşam şöyle güzel bir makarna istiyor kremalı tavuklu ve körili sonra tavuk şinitsel i çok özledim yanında da minik domatesli salata istiyorum. Tatlı olarak daaa minik muzlu pastalardan istiyorum. Okul dönüşlerinde lisedeyken ve sonrasında da Aynalı fırından hep o minik muzlu pastalardan alır yerdim. Hala daha çok seviyorum o pastaları. Cezayir de pasta nedir bilmiyorlar hiç güzel değil pastalar çörekler. Üstündeki kreması lastik gibiydi en son yediğimizin bir de şekeri o kadar çok oluyor ki bir çatal bile bayıyor insanı. Cezayir de en çok naneli çay içmeyi seviyorum. Ama o da bal gibi oluyor yani şekersiz içenler falan çayı tahminimce hoşlanmayacaklardır.

Havalar bozmaya başladı. Yağmur sağanak şeklinde indirdi bugün. Ama şimdi ses yok kendisinden. Gizli bir plan yapıyor gibi. Bakalım bekleyelim ve görelim. Buranın yağmurları insanları gibi aynı. Yani bana öyle geliyor. Açıklayamadım şimdi sebebini ama bir ara yine yazarım. Bu akşam bir sürü mektup yazacağım. Yeni bir yöntem keşfettim. Mektuplarım burdan geç gittiği için türkiyeye giden birine vereceğim onları oradan yollasın diye. Şİmdi havalar da kötü malum üşenirler kesin mektupları postalamaya bunlar.İki gün sonra gidecek biri var burdan şimdiden yazsam iyi olacak mektuplarımı.

Şİmdilik bu kadar yazacaklarım. Çok karman çorman yazdım bu sefer biliyorum ama biraz da internet gidecek korkusuyla hızlı hızlı yazıyorum. Çünkü gitti mi iki gün gelmez en az.

18 Eylül 2008 Perşembe

Neden'ler

Dün mailime gelen kocaman mailleri kontrol ediyordum. Bir de baktım canım arkadaşım meldanın ablası Nilda abla bana çok güzel bir mail yollamış. Mailde benim de kendime sık sık sorduğum bazı sorular var. Sizlerle paylaşmak istedim. Ben çok seviyorum bu tarz şeyleri. Zaten çoğu zaman da düşünüyorum neden diye..
-Neden bozulan otobüsün yolcuları bizim otobüsümüze aktarıldığında onlara mültecilermiş gibi bakarız?

-Neden her gördüğümüz haritada hemen Türkiye`yi bulmaya çalışırız? Millet olarak dünyada kaybolma kompleksimiz mi vardır?
-Neden birbirimize sarılınca sağa sola sallanırız?

-Neden öğrenciler ilkokul 5. sınıfa kadar öğretmene 'öğretmenim' diye seslenirken 6. sınıfta bir anda 'hocam' diye seslenmeye başlar?

-Neden sınavlarda '3 yanlış bir doğruyu götürür' şeklinde bir uygulama ile cezalandırılır da; '3 doğruyu bil, bir doğru da bizden' gibi bir kampanya başlatılıp zekaya ve riske girme cesaretine ödül verilmez?

-Neden insanlar kapalı bir alandan yağmur yağan alana çıktığında kafalarını eğerler? Yağmura duyulan saygıdan mıdır, yoksa ondan tırstığımız için midir?

-Neden dükkanı kapatıp giden esnaf, kapıya '10 dakika sonra dönücem' yazar? Esnafın ne zaman gittiğini nasıl anlarız?

-Televizyona çıkan insanlar neden kendilerini Türkiye`deki herkesin izlediğini zanneder? Örneğin; 70 milyon bizi izliyor( 5 milyon eksik anketimize göre )

-Düğünlerde neden 'Dom dom kurşunu' ile göbek atılmaktadır? 'Bir avcı vurdu beni, bin avcı yedi beni' gibi sözlerle kendinden geçen başka bir millet var mıdır?

-Cumartesi ve pazartesinin neden kendi isimleri yoktur? (Cuma-ertesi, pazar-ertesi)

-Dolmuşlardaki fiyat tarifesinde en kısa mesafe neden 'indi-bindi' olarak tabir edilmektedir? Önce inilip, sonra mı binilir? Bir terslik yok mudur?

-Bulmacalarda neden boru sesinin karşılığı hep 'ti' dir? Bulmacaları hazırlayan arkadaşlar hiç 'ti' diye ses çıkaran boru görmüşler midir?

-Neden ilanlarda 'doktordan temiz araba' şeklinde yazılır? Hipokrat yemininde 'arabamı temiz kullanacağım' diye bir madde mi vardır?

Sanırım bunlardan daha onlarcasını yaratabiliriz. Kafamızda bazen ne kadar çok neden? diye sorduğumuz şey var öyle değil mi? Aklınıza gelen başka neden? ler varsa paylaşırsanız sevinirim. Ben çok eğleniyorum bunları okurken ve düşünürken:)

Benim de aklıma gelen birkaç tane neden:

-Neden böyle insanın üzerine üzerine gelir bazen hayat?

-Neden çoğu zaman insanlar sadece bakarlar ve durup dinlemeden geçerler..

-Neden kıymet verdiklerimiz en değerlimizdir, küçük şeylere kıymet vermeyi bilmeyiz..

-Neden birilerini bakışlarımız altında ezeriz..

-Neden sözcüklerimizi hep yarım bırakırız,sanki yarın onları tamamlamaya fırsatımız olacağından eminmişiz gibi

-Neden zaten denge denen şey yaşamda varolmaya çalışırken biz dengeler üzerime konuşmayı kendimize iş biliriz?

-Neden soru cümlelerinin sonunu soru işareti koymamız gerekir her daim, belki de benim hayatımda ünlemin daha önemli bir yeri vardır...

-Neden yemeğimizi hep masada yemek zorunda hissederiz kendimizi, sırtımızı duvara dayayarak yemenin keyfine varmaktansa...

-Neden gözlerimiz bir yere odaklanıp kalmak istercesine sürükler durur bizi oysa biz her yeri aynı anda görme isteği içinde yanarken...

-Neden hayatın da bir fon müziği yok ki biz ondan gelip geçerken çalabilen...

-Neden nedenler vardır yaşamlarda...

-Neden herşey için bir neden bulmaya çalışırız anlamsızca...

17 Eylül 2008 Çarşamba

Yeni bir günde havadan sudan

Birkaç gündür yazmıyorum bloguma; ki aslında birkaç günü çoktan geçti. Ama nihayetinde birkaç tane gün işte. Cezayir genelinde hatlarda sorun varmış. Biraz da bana bahane oldu aslında. Odamızda dinlendim ve bol bol kitap okudum. İçimden pek gelmiyordu yazmak nedense. Gelirken annem Nermin Bezmenin Sır ve Aurora'nın İncileri adlı kitaplarını vermişti bana çok beğenmiş. Ben de evden almıştım kampa gelirken, ilk kitabı bir günde bitirdim zaten gözlerim yaşlana yaşlana. Ve akşamına ikinciye başladım. Onu da ikinci günde bitiriverdim. Nasıl da güzel yazılmış bir hayat hikayesi. Hüma adındaki yaşlı bir kadının hayatını konu alıyor kitap. Ölmeden evvel çocuklarına ve torunlarına bıraktığı günlüğüyle adeta onların dünyasını kökten değiştiriyor. Özellikle de en sevdiği torunu küçük Hüma'nın. Okurken bir insan nasıl böyle bir hayat yaşıyor derken aynı zamanda da içindeki o bitmek bilmeyen hüzne ortak olmak son derece inanılmazdı. Sanırım bir müddet diğer okuyacağım kitaplardan bu kadar haz almayacağım.

Burada en sevdiğim şey kitapların bir çırpıda su gibi okunması. Her zaman kitap okumayı seven ve daha doğru anlatmak gerekirse kitapları seven biri oldum. Ama önceden hayatın koşturmacası içinde gerek üniversitedeyken gerek daha sonra iş telaşlarındayken kitaplarımı hiç derece çabuk okumamıştım sanırım. Bir gecede okuduğum kitaplarım oldu elbet ama bunların çoğu okulda bölümüm adına okumam gerekenlerdi. Bölümümün en güzel tarafı da ders kitaplarımızın çok okunası, güzel, heyecanlı ve hayatın içinden kitaplar olmasıydı. Bir çoğu da romanlar. Bu yüzden ki çok zaman haz aldım onlarla birlikte yeni dünyalara giriş yaparken. Fakat burda zamanım bol olduğundan daha bir gönül rahatlığıyla ve stressiz okuyorum özellikle seçtiklerimi.

Bu hafta gelirken evdeki ketıl'ı da getirdim gelirken. Sıcacık çayım veya kahvem eşliğinde o küçücük odada yalnız, sadece kitapların sayfalarıyla kalmak beni dinlendiriyor. Aynı zamanda yeni kelimeler türetmeme, yeni yazılar üretmeme, kendime farklı bir gözle bakmama, olayları değişik açılardan değerlendirmeme de yardımcı oluyor. Her gün kitap okumanın güzelliğini yeniden keşfediyorum. Ve her geçen gün kitap yazma isteğim katlanarak artıyor. Birkaç defa başarısız girişimlerde bulundum. Devamını bir türlü getiremedim. Ama o yolun bana doğru zamanda açılacağına inancım sonsuz. Sanırım daha içimde biriktirmem gereken çok şey var. Belki de daha yenilenmem gerek. Ama ne yazacağım konusunda kararsız değilim artık. İçten içe biliyorum yazmak istediğim şeyi ve onu kendime büyütüyorum. Biliyorum ki kolay olmayacak. Bir yazar kitap yazmanın bir bebek dünyaya getirmek kadar çetrefilli bir iş olduğunu söylemişti. Değişken ruh halleri, kafadaki bitmek bilmeyen kıyaslamalar, onun geliştiğini büyüdüğünü görerek yeni hayata alışmaya çalışmalar ve bir dolu hal. Hero diye bir film vardı herkes bilir sanırım. Pek severim ben o filmi. Filmde dövüşmeden önce zihinlerinde yaşıyorlardı yapacakları her hareketi hatırlarsınız. Ben de şimdi onu yapmaya çalışıyorum. Neler olabileceği önceden kestirebilmek, zorlukların nasıl üstesinden geleceğimi düşünmek ve hayatın sürprizlerine karşı içimdekileri savunabilmek için. İnsanlar kitap yazarken bu kadar düşündükleri gibi çocuk yaparken de keşke böyle enine boyuna düşünebilseler. Buraya nerden geldik derseniz öylece aklına geliverdi diyemem size çünkü dün bir kitabını okudum Doğan Cüceloğlu'nun İyi düşün Doğru Karar Ver. Bazı boşluklar yarattı ben de ama yine de okumaya değerdi. Psikoloji bilimine ilgi duyan biri olarak. Orada bolca bahsediyordu eğitimden, çocuklardan, insan olmaktan, kendini bulmaktan. Kitapta beni rahatsız eden tek şey yani o bahsettiğim boşluğu bende yaratan tek şey oradaki psikoloji okuyan genç karakterin son derece bilgisiz olmasıydı psikoloji okumasına rağmen. Belki de bu durum bilerek yaratılmıştır diye de düşündüm hani bizlere bazı şeyleri daha kolay yoldan anlatabilmek adına. Soru cevap şeklinde diyaloglarla. Yine de psikoloji bölümünde okuyan ve bu kadar ot olan birini daha evvel hiç görmemiştim. Psikolojiden bolca ders aldım üniversitedeyken hatta Psikoloji ikinci bölümüm gibi olmuştu artık. Ve orda hiç kimse buradaki gibi değildi. Sanki herkes seçmece gelmiş. Belki de bana öyle geldi. İnsanların bölümlerine bilerek ve isteyerek hevesle geldiklerini düşünmek istediğimden. Neyse konuyu fazla dağıttım sanıyorum. Aklında çok şey var ve birleştiremiyorum şu anda hepsini sanırım bir fincan kahve iyi gelecek bana. Son zamanlarda hava birden soğuyuverdi. Sabah karşı delice bir değişim oluyor. Öğlen ise yine sıcak. Sanırım bu havalar dengemi bozdu. Kış geliyor mu yoksa naza mı çekiyor anlamadım. Renkli atkımı örmeye başladım bile kışa hazırlık olsun diye geleceksen çok nazlanma da gel artık..

9 Eylül 2008 Salı

Eşim'den Söğüş üzerine güzel bir yazı

Etle tırnak ne ise, İzmirli’yle söğüş de odur işte. Misafir olarak gelip de söğüş yemeden gittim demek olmaz. Mersin'de tantuni, Urfa'da çiğ köfte, Erzurum'da cağ kebabı neyse, İzmir'de de söğüş bir bakıma odur. İzmir ile gönülden bağlıdır aslında, ama İzmir'li bunu çok dile getirmez, çünkü başka şehirlerde de yapılıp çiğ köfte gibi, tantuni gibi orijinalliğinin bozulmasını istemez. Başka şehirlerde yiyenin "Bu mu o meşhur söğüşünüz?" demesini istemez.

Nasıl hazırlanır: Şimdi şöyle izah edeyim, soğanı, domatesi ince ince kıyıyosun ama çok ince değil ve nihalenin hemen altına sıkıştırmış olduğun iki kat dolgun lavaş ekmeğinin üzerine bıçakla nihaleyi sıyırarak domatesin suyu da akacak şekilde döküveriyosun. Ama bunların her birini ayrı ayrı küçültüp yapmak lazım, Salata haline dönüştürmeden yani. Önce domates, sonra soğanı üst üste diziyorsun lavaş üzerine. Sonra alıyosun eline fırınlanmış kuzu kelle parçalarını, önce yanak etinden aynı küçük parçalardan kesip nihaleden lavaşa sıyırıyorsun, sonra aynı büyüklükte dil parçalarını da ince ince kıyıp sıyırıyorsun, isteğe göre bir parça beyin dilimleyip tüm lavaşta birikenlerin üzerine sıyırıyorsun. Sıra maydanoza geliyor. Onu da kıyıp tüm bunların üzerine nihaleden sıyırıp döküveriyorsun. İsteğe göre üzerine bir parça pul biber ve kimyon atıyorsun ve lavaşı özel bir biçimde katlayıp kağıda sarıyorsun.

Söğüşçü usta malzemeleri dilimlerken gözleriyle dilimlediği malzemeyi değil, çevreyi seyreder. İyi söğüşçü, bakmadan yapan söğüşçüdür. Gururludur, kendine güvenlidir. Domatesi de, soğanı da, yanağı da, beyini de, dili de, maydanozu da gözleri gelip geçenleri seyrederken dilimler. Sadece söğüşü sararken gözleri kayar söğüşün üstüne. Eğer malzemeleri dilimlerken senin ona baktığını fark ederse şöyle der: "Bakmadan da dilimleyebiliyorum, bu işte yıllardır varım." Yani acemi olmadığını vurgulamak ister. Dedim ya, söğüşü herkes her yerde yapamaz. Her söğüşçüden de söğüş yenmez.

Aslında tek elle tutmak da biraz zordur hani, söğüşten ısırık alırken çift elle desteklemek gerekir ki lavaşlar dağılmasın. Çünkü bu sarma şekli dürüm sarmak gibi değildir, daha çok gömlek katlamaya benzer. Lavaş uçlarını çift tarafından tutup ortada birleştirirsin. Sonunda o elimde görmüş olduğunuz halini alır.

Afiyetle bir güzel mideye indirdikten sonra, söğüşü oluşturan bu bileşenlerden bir kısmı, kağıdın dibinde arta kalır, ki burası alsında en lezzetli ve yemesi en zevkli kısımlardan biridir. Garsondan bir tabak ve çatal istersin ve bunları tabağa döküp ayranla birlikte yerken yüzündeki mutluluk ifadesini görenlerde yüzünün resmini çekme isteği doğar. Şu anki resim o ana yaklaşırken çekilmiş bir resim.

Yerkenki duyguları anlatmak da isterdim ama bunun için daha çok yer lazım.
Bilmiyorum anlatabildim mi.

Son bir not, bu yazı gerçekten alelacele yazılmış bir yazı. Yoksa bazı arkadaşlarımın dediği gibi “Yeni başlayanlar için söğüş yeme sanatı” adı altında bir kitap yazmayı düşünebilirim.

Afiyet olsun :)
Yiğit Tekeli
P.S: Bence kesinlikle söğüş üzerine bir kitap döktürebilirsin canım sen de bu söğüş tutkusu varken:)
Tuğba'n

7 Eylül 2008 Pazar

Fimo çılgınlığımız

Türkiye'den gelirken aldığım şeylerin arasında fimo hamurları da vardı ama onların fotolarını çekmemiştim. Unutmuşum:) Cuma günü tatilimizde evimize gitmedik bu sefer. Yeni gelen Türk aşçımız bize güzel bir tatlı ve kek yapacağını söylemişti kaçırmak istemedik. Ama melsef hala yapmadı:( onların yerine sütlaç ve puding yaptı ve kendini affettirdi. Sanırım tatlı ve kek yakında gelecek. Tatil günümüzü burda geçirmek de epey eğlenceli oldu. Öğlen biraz odamızı temizledik ve sonra fimolarımızı açtık. Eşim birkaç video izlemişti youtube dan ama kaydetmemiş. Biz de aklımızda kaldığı kadarıyla gördüğümüz çiçek motifli boncukları yapmaya koyulduk. Çok harika olmadı ama başlangıç için bence gayet iyi bir çalışmaydı. Son derece de eğlenceliydi. Şimdi netten fimoyla ilgili araştırmalara başladım. Daha güzel şeyler yapabilmek umuduyla. Fimolarımız odamızda bizi bekliyor. İşte cuma günü tatilimizde bizi oyalayan sevimli fimolardan ortaya çıkanlar:
Biraz renk eksiğimiz vardı yeni de olduğumuz için önce bir deneyelim dedik. Bu başlangıç aşamasıydı çiçeklerimizin:)




Daha sonra bu motif oluştu fakat videoda izlediğimiz kadarıyla eksik yerler olduğunu farkettik ve bazı renkleri az kullandığımızı. Yeni deneme de daha güzel olacağını düşünüyorum.



Böyle bir sürü minik boncuk yaptık ama daha pişmemiş hali bunlar. Eve gidince ilk iş pişiricem minik boncuklarımı. Ama gelirken fimo için vernik almamışız. Verniklemezsek ne olur bilemiyorum. Deneyeceğiz bakalım. Bu boncuklar bile bana yeter. Bir sürü yapabilirim bu boncuklardan. En azından yeniden türkiyeye gidip boncuk alana kadar:)


Bu da eşimin bana yaptığı küpe ve kolye ucu. Minikleri kendime küpe yapacağım diğer büyük olan da kolyem olacak..Yaşasııınnn:) Bakalım pişince neye benzeyecekler çok merak ediyorum. O hallerini de sizinle paylaşacağım pişince.

Bu da benim biricik eşim. Küçücük odamızda benim için fimo hamurlarını hazırlarken. Hamurları açmak için silikon merdanemiz olmadığı için oda spreyi şişesini kullandık:) İşte insanın isteyince herşeyi başarabileceğine güzel bir örnek:)

6 Eylül 2008 Cumartesi

Nazo beni sobelemiş:)

Blog arkadaşım sevgili Nazo beni sobelemişti ama ben birkaç gündür nete girmediğim için ona yanıt verememiştim. Şimdi nihayet bilgisayarımın başındayım ve sorularına zevkle cevap veriyorum ben de:
1. Blog yazmaya ilk ne zaman başladın?
Aslında 2006 da blogla tanıştım bir arkadaşım sayesinde. Ama o zamanlar blogcu diye bir yere üye olmuştum ve orada yazıyordum. Ama o sırada çok koşuşturma içinde olduğum için şimdiki kadar haşır neşir değildim blog olaylarıyla. Sonrada düğün telaşı falan derken iyice ihmal ettim hatta hiç yazmadım. Buraya geldiğimde bilgisayarda araştırmalar yaparken yeniden başladım yazmaya. Bu da Mart ayının 14 üne geliyormuş blogumdan baktığım kadarıyla:)
2. Blog yazısı konularının belli bir çizgide olmasına özen gösteriyor musun?
Aslında göstermeye çalışıyorum ama bazen çığrımdan çıkıyorum ve içimden ne geliyorsa yazıyorum çok fazla uçmadan. Ama genelde hayatım hakkında yaşadıklarım hakkında yazmayı seviyorum. Sanırım bu herkes gibi kendimden birşeyler bırakabilmek adına dünyaya.
3. Blog yazmayı ne kadar sürdüreceksin?
Blog yazmayı çoookk uzun seneler sürdürmeyi planlıyorum. Hatta tonton yaşlı bir teyze olduğumda da yazmaya devam etmek istiyorum. Çünkü yapmayı en çok sevdiğim şey yazmak yazmak ve yazmak..
4. Blog yazmak senin için eğlenceli bir uğraşken şimdi artan bekleyiş yüzünden zorunlu bir hal almaya başladı mı?
Blog yazmak benim için hala çok eğlenceli. Zorunlu bir hal de alıyor zamanla ama ben bunu çok seviyorum. Arada boşluk bırakıp yazmadığım günlerim için kendime kızıyorum çoğu zaman. Bu yüzden günden güne bloguma daha da çok bağlanıyorum sanırım:)
5. Blog yazmak için gün içinde bazı şeylerden feragat ediyor musun?
Aslında ediyorum. Mesela fransızca çalışmak yerine gelip burada yazı yazıyorum bu kimilerine göre feragat etmek olabilir ama bana göre değil. Hayatta insanlar zevk aldığı ve mutluluk duyduğu şeyleri yapmalılar öyle değil mi? Yazmak nefes almak gibi benim için. O yüzden birşeylerden feragat ediyormuşum gibi hissetmiyorum.
İşte bu kadar. Soruları içtenlikle cevapladım. Çok da severim zaten soru cevap oyunlarını. Her zaman anket cevaplamaya da bayılan biri olmuşumdur. Ben de iki arkadaşımı sobelemek istiyorum bu konuda. Biri sevgili Maviye Yolculuk; diğeri deeee Haydinss sobeeeee:):)

3 Eylül 2008 Çarşamba

Aşkla yediğim yemekler

İnanın bana Türkiye'ye giderken en çok düşündüğüm ve hayalini kurduğum şey yemeklerdi. Özellikle annemin yemekleri ve tabi size sıraladığım o kocaman listedeki tüm yemekler..Zaten o listeyi okuyanlar nasıl da yemek delisi olduğumu anlamışlardır. İyi ben şimdiye kadar 100 kilo olmadım yani hayret..Ama geleceğimi pek iyi görmüyorum.

Bazı arkadaşlarım sormuşlardı o listenin hepsini yiyecekmisin diye valla çoğunu yedim diyebilirim belki içlerinde birkaç tane istisna olmuştur. Listeyi tekrar inceleyip yazarım bir dahaki sefere içinden neleri atladığımı..


Şimdi dönelim güzel yemeklere. Yemeği yemek ayrı bir zevk ama yemeğin güzelini yemek eşsiz bir duygu. Hele burda bir senedir abuk sabuk yemeklere talim olunca insan türkiye günlerini iple çekiyor her haliyle. Ben önceden böyle değildim. Bu derece homini gırtlak yani. Gurbette olmak mı beni böyle yaptı acaba. Olabilir. Benim görenler zaten tombili olmuşsun sen diyorlar. Ardından yakışmış diyorlar ama gerçek mi yoksa üzülmeyeyim diye mi bilemiyorum. Şayet bu halimden biraz şikayetçiyim. İlk defa bu kiloya geldim. Çok değil belki 56 kiloyum ama hayatım da ilk kez bu sayıyı gördüm sanki şimdi kendimi kocaman bir canavar olarak görüyorum. Biraz egzersiz yapsam aslında çok iyi olacak en azıncan sağlık anlamında. Yediklerimize şu zamanlarda dikkat etmeliyiz ki ileride sinyal vermesin vücudumuz. Şimdi canınız çekecektir biliyorum ama çektiğim güzel fotoları göstermeden edemeyeceğim sizlere. Uzaklarda olan arkadaşlarım beni çok daha iyi anlıyorlardır eminim. İşte başlıyoruz: hepsini göstermiyorum aralarından seçtim:):)


Canım babannemin en sevdiğim böreği. Adını da ben koydum zaten Babanne böreği.. Nasıl da güzel yapardı bunu. Şimdi annem yapıyor. O da çok güzel yapıyor. Babannemin kurabiyelerini de çok ama çok özlüyorum. Kokusu burnuma geldi şimdi valla. Ne de güzel yapardı kocaman kocaman şekerli o kurabiyeleri. Allah rahmet eylesin canım babanneme..onu özlüyorum çok..
Bu da annemin süper tatlısı. Adı yoğurt tatlısı. Ayy harika yapıyor zuzucum bunu da. Teyzemde arada ister annemden "gül hadi bir yoğurt tatlısı yapıver canım istedi diye:)"

Bu da en sevdiğim mezedir. Patlıcan salatası. Off şunun görüntüsüne bakın yaa. Bunu ben yaptım ereğlideyken. Ama tabi yalandan aslında. Patlıcan hazırdı kavanozda heehee:)

İzmitliler bilir Antik Pub ı bu şahane somonlu salatayı orada yedik bir akşamüstü. Valla adamlar yapmışlar. Çok güzeldi gerçekten. Somondan da feragat etmemişler yani bol bol koymuşlar..

Bu da Antik Pub da yenilen körili tavuklu salata. Benim en sevdiğim salata çeşidi. Eskiden bir yer vardı izmitte adını hatırlayamadım belki siz çıkartırsınız yürüyüş yolunda yenicuma nın orada çok güzel makarnalar yapardı körili tavuklu ve mısırlı makarnasına bayılırdım kremalı. Sonra orası kapandı aynı yer outler center ın oraya açıldı hani. Şimdi yerinde et lokantası var sanırım. Bir müddet makarna yemek uğruna oralara kadar gitmiştik ama eski yeri kadar güzel değildi malesef. Yine de oranın makarnasını özlüyorum zaman zaman..

Pek güzel çekememişim yemek telaşından sanırım bu fotoyu ama yine de anlatmama yeter sanırım. Burger king in nefis Whoperrr ııı.. Her seferin de değişik bişey yemeliyim bu sefer diyorum ama kendime hakim olamıyorum. Sanırım en büyük sorunum bu ; hayatıma aşkı en ön sıralardan buyur ediyorum ve aşksız olmaz diyorum ama ben yemekleri de büyük bir aşkla yiyiyorum..!Yemeklere karıştırmamak gerek bu durumu!

İşte Leziz teyzemin enfes Perimeçleri. Güzel bir pazar sabahında kefken de yaptı bunları bizim için. Nasıl da doya doya yedim. Yapımı da çok kolay daha evvel anlatmıştım size. Türkiyedeyken ekmek hamuru alıyoruz fırından böylelikle daha yumuş yumuş oluyor. Ama burda bulamadığımdan normal hamurla yapacağım. İçine kıyma soğan koyuyoruz çiğden. Kenarlarını gördüğünüz gibi kıvırıyorsunuz. Sonra da kızgın yağ da kıymalı kısım alta gelecek şekilde bir güzel kızartıyorsunuz. Akşam çayın yanına ya da sabah kahvaltı da da süper oluyor.

İşte bu da harika bir olay. Böğürtlen. Off tatlı da oldu mu şu meret nasıl da yeniyor kaşık kaşık. Ama reçeli de ayrı bir vaka. Teyzem onu da süper güzel yapar ama bu sefer az olduğu ve vakit olmadığı için yapamadı. Bir dahaki sefere yapıcak ben de gelirken yanımda bir kavanoz getiricem..


Bu da ayrı bir güzellik tabi ki. Kadıköy de Mercan da Midye yedik. Eskiden bu tuhaf görünüşlü şeyi bana kimse yediremezdi ama bir bodrum tatilinde sahilde babamın sayesinde başladım yemeğe. Şimdi de çok seviyorum. Afiyetle yiyiyorum. Daha denemeyenler varsa benim önceden yaptığım gibi hemen denemeliler bence.


Annegülümün fırında karnıyarığı.. Ayy ayy ayyy.. Birşey demek istemiyorum bu hususta. Sevenler bilir. Karnıyarık başka birşey..Yanında da tereyağlı pilav ve cacıkla..Ayran da olur tabi..:)

Biliyorum ki karnıyarıktan sonra bu tuhaf şeyi göstermemem gerekirdi ama şimdi sıra ondaydı malesef. Bu Pina. Yani midyenin büsbüyüğü:) Ama midye gibi içi yenmiyor. İçindeki hayvansı kısmı atıyorsunuz ve şu gördüğünüz beyaz kas kısmını yiyiyorsunuz o kısım midye ile bağı sağlayan kısım. Limonla falan güzel oluyor dediler bana ama ben mantar da sevmeyen biri olarak bu şeyi hiç beğenmedim. Lastik gibiydi. Ama denenmez diye bir şey yok. Ben de sırf denemek için yedim zaten. Tuna babam elleriyle aldı bunları denizden. Görünüşleri çok güzel ama.

Sanırım etli yaprak dolmasını sevmeyen yoktur. Ben bayılırım hatta ayılır yeniden bayılırım:) ayy iğrenç bir espri yaptım ama cidden çok seviyorum bu mini mini dolmaları. Yapması bir eziyet ama yemesi bir o kadar güzel. Hemencecik de bitiveriyor bir tencere zaten. O kadar da uğraşıyorsun dimi ama..

Bu da sevgili çipura. O da pek leziz bir balık türüdür. Bunu ben tutmuş gibi yaptım çünkü bir hikayesi var hemen anlatayım. Bir gece urlada eşim kardeşi mümü can kaynım olur kendileri cem yılmazın komik repliğinden:) birlikte balık tutmaya gittik iskeleye. Ben pek becerikli değilimdir bu konularda. Biralarımızı da yudumlarken eşim bana misinaya ekmek takmayı öğretti ve denize bıraktım acemi şansı işte bırakmamla birlikte balığın gelmesi bir oldu. Tabi biz gülmekten yerlere yattık. Hatta ben tutturdum atmayalım balığı bloga koyucam fotosunu falan dedim ama kıyamadık attık. Sonra ben foto çekilemedim diye üzülünce balığımla beni avutmak için çipurayı verdiler elime al diye.. Ben de sanki kendim tutmuş gibi sevindim. Oysa benim tuttuğum kaya balığıydı bir de şundaki ihtişama bakın:)

Bursa iskender in meşhur iskenderini yemeden döner miyim hiç? Ellerine sağlık herkesin bizi öyle bir yedirdiler ki patlayacaktık az kalsın bir de tanıdık ikram üstüne ikram yaptılar ben bu iskenderin üstüne neredeyse iki tane kaymaklı ekmek kadayıfı yanında da kemalpaşa tatlısı yedim:):)inanamıyorum kendime..

Son olarak da kuzenimin ikramı olan tiramisu ve dondurma. Onu da harika yapmış valla annesi ellerine sağlık. Tiramisu sevenler biraz reklama girecek ama izmitte Valente Cafe de yiyebilirler:):)

Bu arada ben Yemek Fotoğrafçısı olmaya karar verdim:):) Nasıl fikir?

2 Eylül 2008 Salı

Cezayir'de birinci senem

Dün yani 1 eylül 2008 de buraya geldiğim tam bir sene oldu. Dün gibi derler ya hani aynen öyle. Hatırlıyorum o günü. Havaalanından direk evimizi görmeye gitmiştim. Fotoğraflarda görmekten farklıydı tabi ve daha da güzel. Heyecan doluydu kalbim. Yeni şehrimi gezdirmişti bana eşim ve arkadaşı serhat o gün ilk defa. Daha ilk gördüğümde beğenmiştim. Şimdi hala beğeniyorum bu eski ve yorgun ama büyülü şehri. Günler geçti ne maceralar yaşadık bu kocaman yerde. Her biri ayrı güzeldi. Sevdiğimin yanında olmak mutlu olmaktı asıl güzel olan. Bana dertlerimi sıkıntılarımı unutturan. Bir gün bile gelmemiş olmayı dilemedim. İyiki burdayım. Burada hayatı ve kendimi tanıyorum. Keşke daha çok şeyler yapabilsem ama umut ediyorum. Bir sene evvele göre az yol katettim ama içimde çok şeyleri aştım. Gün gibi ortadayım artık. Karanlık yerlerim epeyce azaldı. Bu şehrin insanlarının yüzleri çok şeyi anlamlandırmama yardım etti. Şimdi daha az yorgun ve telaşlıyım. Burada bu kadar uzun dayanabilen tek bayan olmanın haklı gururuyla gülümsüyorum. Sabırla; önümdeki zamanı sorgulamadan geçirmeye devam..Her günümüz böyle güzel olsun..

1 Eylül 2008 Pazartesi

Bunlar da benim kendime aldıklarım ve bir de meldamın bana aldıkları vaarr

Ben yine dayanamadım birşeyler aldım tabi kendime Türkiye'den. Ama ufak tefek şeyler. Öyle çok şey unutmuşum ki getirmeyi bu sefer şaştım kaldım kendime bir insan bu kadar mı unutkan olabilir diye. Neredeyse kendimi de unutacakmışım yani o derece. Neskafe üçü bir arada getirecektim mesela burda yok ben de çok severim kendilerini. Sonra canım biber salçası istiyordu onu da unuttum, boncuk alamadım kendime içlerinde en can alıcısı bu benim için. Daha başka ne vardı şimdi tam bilemedim ama sanırım bir deeeeee heeh hatırladım çay bardağı getirecektim ince belli burdaki bardaklardan içmekten gına gelmişti bize ama tabi o da birdahaki sefere kaldı artık. Zaten bir dahaki gidişte buradaki fazlalarımızı da götüreceğim yine. Pek bir şey yok diyordum ama yine dolmuş her yerimiz. Taşınmaya falan kalksak yandık yani. Hababam kutu topla bir de uçakta getirmek var tabi toplamak birşey değil de. İşte demek böyle oluyor uzakta gurbette yaşayan insanlar. Biraz yarım biraz eksik. Sanırım git gide daha maddeci biri oluyorum ben. Eskiden beri eşyalarıma düşkün biriydim ama şimdi aşırı sanırım bu tutumum. Onlarla bir hissediyorum kendimi. İzmitteki evime her gittiğimde onlarla merhabalaşıyor yanlarında yokken anneme hal hatırlarını soruyor dönerken de birer birer vedalaşıyorum. Özellikle de oyuncak ayım poo ile. Sanırım ben 80 yaşıma da gelsem yine böyle olacağım 26 yaşında bu durumda olduğuma göre. Ama çocukken de kıymet bilen bir çocukmuşum ben. Hatırlıyorum gittiğim her yere şimdiki gibi her şeyimi götürmek isterdim. Valla uçak biletleri ucuz olsa kocaman poo'ma da bir koltuk alıcam ama:):) Uzakta olmak böyle birşey olsa gerek. Hayatında her ne varsa yavaş yavaş kıymete biniyor insanın. En sevmediklerini bile arıyor insan. Sevmediği arkadaşları için bile burda olsa o bile yeterdi diyor bazen insan. Neyse nerden nereye geldim. Şimdi bakalım kendime neler almışım:)

Kelebeklerimi izmirden Egesera dan aldım. Mutfağıma renk geldi. İyiki de almışız..

Bu rengarek suluboyalarımı da Kadıköy'deki Nezih Kırtasiye'den aldım. Orası benim bir numaralı yerim diyebilirim. İnsanı nasıl da cezbediyor bilenler bilir. Zaten sırf oraya gidecek olmanın heyecanıyla arşınladım sokakları birer birer. Şimdi zevkle yapacağım resim defterime resimlerimi. Defterimin fotosunu çekmeyi unutmuşum bir ara onu da gösteririm sizlere..

Bu sevimli mantar yapışkanları çok sevdim .Hatta telefonuma bile yapıştırdım minik kelebek olanını. Çok da şeker pek de şeker kendisi..

Kelebekleri çok sevdiğim için bunu görünce direk atladım diyebilirim. Kitap aralığı olarak harika bir dizayn bence. Kitabın içinde pek de güzel duruyor sevimli böceğim..


Bu kitabı melda kendine almıştı ama baktık pek güzel ve okunası bana hediye etti canım arkadaşım. Hakikaten de çok güzel ve okunası. Bilmediğimiz ve bildiğimizi düşünüp yanıldığımız çok şey var içinde. Mersi şekerim sanaa..Okudukça seni anıyorum hep..

Yüzüğümü de melda bodrumdan almış benim için bir cam ustasından. Renklerine ve elde duruşuna bayıldım. Nasıl da özenle yapılmış.

Haydins'den gelen güzel hediyelerim

Türkiye'ye gitmeden evvel sevgili arkadaşım serpil "haydins"ile haberleşmiştik görüşelim diye. Tatilimiz aynı zamanlara denk geliyordu hemen hemen. Ama malesef öyle olmadı. Sadece mesajlaştık görüşemedik. Biz izmire gittiğimizde sanırım onlar bodruma geçmişlerdi. Bana türkiyeye geldiğinde hediye göndereceğini söylemişti ben de sabırsızlıkla bekliyordum. İzmir den döndüğümde hediyelerim gelmişti bile. Heyecanla sabahın 7 sin de inmemize rağmen paketime sarıldım. O kadar tatlı şeyler yollamış ki bana çok sevindim ve çok da beğendim. İşte benim güzel hediyelerim:

Canım çantayı o kadar güzel dikmişsin ki hayran kaldım. Ellerine sağlık. Valla ben seni amatör sanıyordum dikiş konusunda makinayı da yeni aldın ya hiç de öyle değilsin süper dikmişsin inan. Annem de çok beğendi. Afferim dedi sana:) Ben de dikicem dedim sen böyle dikemezsin dedi hatta bana:):) Teşekkür ediyorum tekrar sana. Kullanmaya başladım bile çantamı.