27 Kasım 2008 Perşembe

Cezayir'e dönüşüm iptal oldu

Merhaba herkese;
Buraya Cezayirden yazacaktım aslında ama şu anda hala İzmitteyim. Odamdan yazıyorum. Bugün uçmam gerekiyordu aslında ama vize işim hallolmadığı için gidemedim. Biletimi 2 aralık tarihine erteledim. Vizemi zamanında elçiliğe yollamayı ihmal etmiş şirkette bu işlerle ilgilenen kişi o yüzden yetişmedi tabi. Sürekli telefon trafiği ve yeteri kadar stresle boğuştum. Ama şimdi herşey yolunda. Daha vizem alınmadı ama umarım yine bir aksilik çıkmaz. Dün istanbula gittim vizemi almak için ama alamadım. Melda da benimle gelmişti en azından biraz hava değişikliği oldu. Kadıköy de biraz turladık. Pek de birşey anlamadık tabi stresten istanbuldan ama yine de kadıköyü görmüş oldum. Haber gelince de hemen otobüse atlayıp döndük zaten. Giderken de trenle gitmiştik. Çok eğlendim. Uzun zamandır trene binmemiştim. O kadar güzeldi ki yeniden tren yolcuğu yapmak. Çocukluğumdan beri severdim zaten. Annemler gidememiş olmama pek de üzülmediler tahmin edebileceğiniz gibi:) yanlarında birkaç gün daha kalıcak olmamdan ötürü sevinçliydiler. Ama eşimin beni beklediğini düşünüp üzüldük tabi herp birlikte. O da geleceğim zamana konsantre olmuştu çünkü. Bu duyguyu iyi bilirim. Ama az kaldı 4 gün çabucak geçicektir.
Bugün bütün gün evdeydim. Kitaplarım, kutularım, defterlerim ve eşyalarımla birlikteydim. Odamı düzenledim. Etrafı toparladım. Kitap kolilerimi gözden geçirdim. Tabi tüm bunlar epeyce uzun sürdü. Zevkle yaptığım için bayağı oyalandım zaten müzik eşliğinde şarkılar söyleyerek. Şu ana hala yatağımın üstü kitap ve ıvır zıvır dolu. Birazdan onları da toparlayacağım. Sonrada plaklarımı kutularından çıkartıp keyif yapmaya devam edeceğim güzel plakçalarımla. Bunca güzelliğin bana ait olması çok mutlu ediyor beni. Notlarımı bile atmaya kıyamıyorum. Yarın öbürgün kendi evimize taşındığımızda nasıl üstesinden geleceğimi bilmiyorum ama elbet bir düzenleme yaparım. O zaman da atabileceğimi pek sanmıyorum zaten. Odamdaki herşey benim için son derece değerli. Onlarla bir gibiyim adeta. Maddeci bir insan olmamama rağmen eşyaya çok düşkünüm. Her an her şeyim yanımda olsun istiyorum. Bu karmaşa da olmaktan memnunum. Kutularla bir düzen oluşturmaya çalışıyorum kendimce fazlalıkları kamufle ederek. Yeni fotoğraflar çekiyorum her gün. O kada çoklar ki. Elimden geldiğince hepsini paylaşacağım. Her ayrıntıyı beynimde saklıyorum buraya yazmak için. Ve her düşündüğümde ayrı zevk veriyor bana yaşadıklarım. Ailemle, arkadaşlarımla, eşyalarımla olmak güzel. Keşke yanımda eşim de olsaydı diyorum. Ama onunla geldiğimizde de bu duyguların aynılarını yeniden yaşayacağımı biliyorum.
Şimdilik haberler bu kadar. Merak etmeyin diye haber vermek istedim. Yolcuğum kısa bir süre için ertelendi. İnşallah bir sorun yaşamayız yeniden. Bana şans dileyin. Uçak korkun da yolculuk ve hazırlık stresinden uçup gitti zaten. Hani ne demiş şair..."sonunda beklediğini bildiğin biri varsa, önüne çıkan ne varsa kirlidir, sakildir, çamurludur ve kalbin doluverir ona doğru yoldayken..."

25 Kasım 2008 Salı

İzmit'ten

Merhabalar uzun bir aradan sonra yeniden. Oldukça koşturmacalı günler geçiriyorum. İzmitteyim şu anda. Odamdan yazıyorum, iskoç batteniyemin altından:) Yeni geldim memleketime. Önce Ankara sonra İzmir'e gittim. 10 gün geçti de gitti bile. Yeniden izmite geldiğimde sanki burda bir hafta geçirmemiş gibi hissettim kendimi inanın. Sanki Cezayirden yeni gelmiş gibiyim. Kafam allak bullak. İki gün sonra gidiyorum inanamıyorum. Hiç gidecek gibi hissetmiyorum. Vize işlerimde ufak bir sorun çıktı ama beni sinir etmeye ve stres yapmaya yetti de arttı bile. Birilerinin işgüzarlığı işte. Herkes işini düzgün yapsa sorun olmayacak ama malesef insanlar ufak şeyleri bile başaramıyorlar. Neyse şimdi bundan bahsedip gecenin bu saatinde yeniden sinirlenmek istemiyorum. Bir aksilik çıkmazsa perşembe Cezayir e dönüyorum. Vakit çok güzel geçti Türkiye'de. Her ne kadar yine koşturmaca geçse de burda olmak güzeldi. Teyzemleri gördüm, bebişlerini gördüm kuzenlerimin, blogdan arkadaşlarımla görüştüm, izmirde Funda annemleri gördüm. Yine leyleği havada gördüm anlayacağınız..
Şu internetin ne güzel bir şey olduğunu bugün bir kez daha anladım. Bu blogdaki harika arkadaşlarımı nasıl tanırdım yoksa ben. Ankara da Pino ile görüştük, İzmir'de Güldem ile ve henüz blogda olmayan sevgili arkadaşım Pınar ile, ve İzmitten Flame ile...Hepsiyle tanışmak görüşmek yanyana olmak harikaydı. Herkes birbirinden tatlı, güleryüzlü ve sevgi doluydu. İyiki tanıdım onları o kadar mutluyum ki anlatamam. Onlarla ilgili daha yazacağım çok şey var. Fotoğraflarım var size göstereceğim. Ama bugün yükleyemedim henüz. Şimdi uçak stresi ve bavul stresi içindeyim. Şunları bir atlatayım herşeyi uzun uzun yazacağım. Beni merak edenlere haberlerimi ileteyim dedim.
İki gün sonra cezayir de olacağımı düşünüyorum da burda olmak düşmüş gibi gelecek bana eminim. Oraya gidince bunu hep yaşıyorum. Sanki sadece hayal etmişim ama hiç yaşamamışım gibi. Güzel zamanları geri getirmek istercesine tutkuyla. Artık çektiğim fotoları ezberlerim oradayken ve ver elini cezayir günleri. Eşimi de çok özledim zaten. Ona anlatacak, paylaşacak ne çok şeyim var şimdi. Süper bir duygu bu. Ona her detayı anlatmak istiyorum. Ocak ayında geldiğimizde çok daha güzel zamanlar geçiririz inşallah birlikte yine. Şimdilik yazacaklarım bunlar. Herkese benden sevgiler öpücükler.

15 Kasım 2008 Cumartesi

Ankara'dayım

Herkese merhabalaaarr
çok kısa yazacağım sadece haber vermek için Ankaradayım şu anda. Tuay ablamda kalıyorum bu akşam. Herşey çok güzel günlerim güzel geçiyor. Burdan birkaç günlüğüne İzmire gideceğim. Sonra da yeniden memleketime. Tatil hemen geçiyor.
Craftcım arayamadım ama pınarla konuştuk inşallah döndüğümde görüşme olanağı buluruz.
Güldemcim İzmir e geldiğimde seni arayacağım canım..
Herkese benden sevgiler öpücükleeeerr...
Mümücüm seni de çooook özledimmm beeenn

11 Kasım 2008 Salı

Benim de çantamdan çıkanlar bunlar

Geçenlerde arkadaşım Serrose beni sobelemişti ama ben ancak yazabiliyorum. Türkiye'deyim biliyorsunuz. Günlerim güzel geçiyor ailemle birlikte. Arkadaşlarımla da görüşüyorum vakit buldukça. Havalar şansıma pek güzel. Güneş kaybolunca serinliyor tabiki onu da öğrendim artık kalın kalın giyiniyorum üşümeyeyim diye. Yine elimde fotoğraf makinamla dolaşıyorum biraz ağır olduğu için beni yoruyor ama onsuz yapamıyorum. Keşke diyorum omuza asma çanta alacağıma şöyle yandan takılan kolay taşınacak bişey alsaymışım. O beni biraz zorluyor. Onun dışında herşey yolunda. Günlerimi sabah erken kalkarak daha fazla değerlendirmeye çalışıyorum zaten güne başlamanın heyecanıyla erkenden açıveriyorum gözlerimi. Annemin hazırladığı güzel kahvaltı sofralarında çayımı zevkle yudumluyorum. Aslında daha yazacak anlatacak o kadar çok şey var ki. Ama çoğu zaman yazmaya oturduğumda uykuma yeniliyorum. Günün vermiş olduğu yorgunluk beni ancak gece 2.00 ye kadar falan tutabiliyor. O da kocaman esnemelerle etrafta dolaşarak. Aslında keşke hiç uyumasam da zamanım uykuyla heba olmasa. Ama burada uyumayı da seviyorum yumuşacık yatağımda, iskoç battaniyemin altında, püskülleriyle savaşarak fakat huzurla. Şimdi sözü fazla uzatmadan size el çantamdakileri göstereyim. Sonra yeniden yazarım. Ne de olsa daha çok söz var söylenecek. Aaa bu arada buraya geldiğimin ertesi günü benim için güzel bir sürpriz geldi. Japonyadan canım arkadaşım Sergül yani Serrose'un yolladığı kargoyu aldım. Zamanlama harikaydı. Çok sevdiğim yumuşak kalemlerden soft bir renk, fotoğrafta göreceğiniz süslü ve bir o kadar da kibar kalemkutum ve tabiki süper tatlı bir mektup. O kadar sevindim ki anlatamam. Harika bir süpriz oldu benim için. Ona binlerce teşekkürler. Kocaman öpüyorum yanaklarından.

İşte bu benim en çok kullandığım çantam. Türkiye seyahatimizin birinde annem almıştı bana hediye. En çok da öndeki mini mini gözlerini seviyorum.

Gördüğünüz gibi bir tane minik diş fırçam var çok kullanışlı acil durumlar için. Sonra tadını ve kokusunu çok sevdiğim Nivea'nın lip stick i. Lale desenli ilaç kutum, Sevgili Serpil in bana Moskova'dan yolladığı minik aynam, Clinique'in şeftali rengi parlak allığı, Este Lauder'in çoklu ruju ki renklerini ve minik sürme fırçasını çok seviyorum.


Uzun zaman önce aldığım ve hala bozulmadığı için kullandığım Pürel'in el temizleme jeli. Yine Clinique'in bir tarafı ruj bir tarafı da Happy adlı parfümü. Annemin bana hediyesi olan kelebek tokam.

Telefonum mp3 çalarım ve flash disklerim. Mp3 çalarımın önü siyah ama arkası canlı bir mor.


İşte en üstteki Sergül'ün bana Japonya'dan yolladığı kalemim ve kalemkutum. İyiki varsın canım yaa. Hediye için yeniden teşekkürler sana canım. Yanında da mantardan minik hipopotamımım yapışık olduğu not defterim. Kenarındaki lastik tutacağı da çok seviyorum. Bu tarz defterler en sevdiğim modeller.

Bunlar da para cüzdanım ve numaralı güneş gözlüğüm. Bu çantayı Collezione dan almıştım. İçi de kocaman çok rahat. İçi de saten ve leopar desenli.. Biraz komik ama:):)Ben seviyorum.

İşte benden bu kadar. Eskisinden daha az şey taşıyorum. O zamanlarımı görseydiniz sanırım şoka girerdiniz. Ağzına kadar dolu kalem kutumu arkadaşımın ehliyetini almak için gittiğimiz emniyet müdürlüğündeki bayan gördüğünde kırtasiyeciyle mi çıkıyorsunuz demişti bana. Şimdilerde çok fazla şey taşımıyorum malum havaalanlarından da onlarca aramadan geçiyoruz. Yine de şu taşıma huyumdan vazgeçemiyorum. Herkese sevgiler benden...

10 Kasım 2008 Pazartesi

10 Kasım

Kasım'ın en can alıcı zamanı işte. İnsanın içini tırtık tırtık eden. Keşke bugün olmasaydı keşke Atam bugün ölmeseydi diyorum. Kalbimde kocaman bir yumruk. Kafamda onlarca görüntü. Ne bu hali insanların. Atatürk'ü bilmeyen çocuklar, adını ağzına almak istemeyen koca koca adamlar, hakaret edenler, sever görünüp içlerinden sessizce sövenler var etrafta. Ama benim gibi milyon tane yürek var kocaman. Atam sen ölmedin bizim için, ölmeyeceksin. Seni ve senin yaptığın her güzel şeyi yaşatacağız. Sen rahat uyu yerinde. Seni çok seviyorum ben. Yüzünü, gözlerini, duruşunu, sesini, kocaman kalbini seviyorum. Küçücük kalbimle hemde ama kocaman.

7 Kasım 2008 Cuma

Ailem İzmitim ve Odam ile ilk gecem

Nihayet geldim. Evimdeyim. Odamda annemle oturmuş sohbet ediyoruz. Çok yorgun ve uykulu olmama rağmen hiç de yatasım yok burda olmanın keyfini çıkartıyorum. Babam eve kablosuz ağ bağlattırmıştı ben de yatağımın üzerine uzandım zevkle yazıyorum. Öyle şaşkın şaşkın etrafa bakıyorum. Her şeyi inceliyorum nerde ne var diye. Yeni neler var etrafta diye bakınıp duruyorum. Şimdi annemle bir keyif sigarası içeceğiz şöyle ana kız..Babam da az evvel beni öptü ve uyumaya gitti. Ananem zaten epey evvel yattı. Çok sevindi geldiğime eve hemen bir neşe geldi ev doldu diyip durdu hep. Bana bir sürü güzel yemek yapmışlar deli gibi yedim gene. Bütün yol stresine rağmen gelebilmek çok güzeldi. Yine uçaktayken bildiğim tüm duaları ardı ardına sıraladım. Pilot süperdi bu sefer iniş ve kalkış çok hafifti. Ama havadayken çok fazla türbülansa girdik bu sefer ve benim için ilk defaydı. Bu yüzden korktum tabi. Yanımda oturan yabancı biri vardı o da pek korkuyordu sanırım uçaktan sürekli oflayıp durdu türbülans sırasında benim gibi. Bir de daha inmemize bir saat kala daha yunanistana gelmek üzereyken hostes kemerlerinizi takın inişe geçiyoruz dedi herkeste bir şaşkınlık tabi, nasıl yani nereye iniyoruz falan diye. Meğer yanlış anons yapmış, içinde bulunduğumuz hava koşulları nedeniyle kemerlerinizi takın diyecekmiş aslında. Bu da günümüzün ilginç olayları arasında yerini aldı. Her seferinde elimdekileri bırakıp aranmak, kontrolden geçmekten sıkıntı geldi içime. Neyse indiğimizde havaalanı oldukça boştu rahat rahat herşeyimizi hallettik bavullar da hemen geldi. Uçakta yemekler çok güzeldi yine her zamanki gibi. Minik çikolatalı keke bayıldım. Bidicik bişeydi. Aldığım gazetenin de bulmacasıyla epey oyalandım. Ama yine de üç saatlik uçak yolculuğu bana üç gün gibi geldi. Hiç sevmediğimi yeniden anladım bu uçak stresini. Elimde olsa otobüsle tın tın gelirdim herhalde. Ama şimdi evimde ve pufidik yatağımda olmanın keyfini çıkartıyorum. Herşey bıraktığım gibi. Sanki kaldığım yerden devam ediyor gibiyim. Fakat bir yarım da Cezayir de şimdi. Her baktığımda yanımda olmasına çok alıştığım, günümün çoğunu geçirdiğim, bıcır bıcır gün boyu tatlı kelimeler söylediğim eşimin yanımda olmasını çok isterdim. Ocak ayında birlikte geleceğimiz zamanı düşünüp avutuyorum kendimi. Sabah kaçta uyanırım bilmiyorum ama uyanır uyanmaz elimde makinamla şehir turuna çıkmayı planlıyorum. Bugünün yorgunluğuyla uyumayı planlıyorum yoksa diğer günler erken kalkmayı tercih edeceğim sanırım nasılsa bol bol uyuyorum cezayirde.Benden haberler şimdilik bu kadar. Önceki yazıma yorum yazan tüm arkadaşlarıma yarın hemen cevaplarını yazacağım sevinçle. Hepinizi çok seviyorum. Yanımda olduğunuz bu mutlu zamanlarımı kelimelerinizle de paylaştığınız için teşekkürler. Yeni haberlerle elimden geldiğince yazmaya çalışacağım..

5 Kasım 2008 Çarşamba

Yolculuk

İşte yolculuk zamanı yavaş yavaş yaklaşıyor. Evimize geldik akşamüstü. Alışverişimizi yaptıktan sonra. Güzelce yemek yedik ve ben başladım hazırlanmaya. Götürecek fazla bir eşyam yoktu. O yüzden toplanmak pek zamanımı almadı. Ama görmelisiniz bavulumun altı sırf kitap oldu. Okuduğum bütük kitapları geri götürüyorum. Burda fazla yer kaplamasın diye. Aslında normalde okumuş olsam dahi kitaplarım etrafımda olmasını severim, tekrar tekrar açıp göz gezdiririm ama burda öyle yapamıyorum. Çünkü dönmeye kalkarsak hepsini birden taşıyamam. Bu yüzden okuduklarımı geri götürüp yenilerini getiriyorum. Bakalım neler gelecek benimle bu sefer gelirken..
Bavul hazırlamayı gözümde büyütmüşüm biraz. Gece yarısı işim biter diye düşünüyordum ama saat 11 olmadan işim bitmişti bile. Hatta bir sürü de iş başardım o arada. Bulaşık, etraf toplama falan. Hızlı yaşamak buna denir herhalde. Yarın sabah erkenden kalkacak ve kahvaltımızı edeceğiz sonra da biraz alışveriş için başkente gideceğiz. Biraz koşturmaca olacak sanırım ama olsun zaten almak istediğim çok fazla birşey yok. Birlikte yolculuk yapacağım arkadaşımız da bu gece bizimle. Sabah birlikte gideceğiz. Bu yüzden uçak korkum yalnız olmayacağım için öncekilerden daha az. Yine de hatırı sayılır bir şekilde ama. Kalbim güp güp atmakta.. Sanki lunaparkta ahtapota binmiş gibiyim inmeyi sabırla bekleyen. Sanki çok hızlı sallanan bir salıncakta gibiyim dursun diye dua ediyorum. Yani ayağımı yere basacağım zaman hemen gelsin istiyorum. Tüm telkinlere rağmen uçağın güvenli olduğuna dair yapılan yine de o kocam kütlenin için de havada uçmak fikri hiç hoş değil bence. Arabada olmaya razı olurdum sanırım. Gerçi arabayla giderken de tırsmıyor değilim. Daha önce böyle olmazdı bana ama şimdi neden böyleyim bilmiyorum. Sanırım git gide teyzeme benziyorum. O da böyle seyahatlerden falan korkar. Arabada giderken bile paniktir. Zira annem de öyle bir bakıma. O da hemen bir harekette ayy ayy der. Ben de çoğu zaman böyle ayy ayy derken buluyorum kendimi eşim çok gülüyor. Mıknatıs gibi koltuğa yapışıyorum adeta.
Evime gitmeyi, şehrimin kokusunu duymayı, sevdiklerime kavuşmayı, annemin ve ananemin hazırladığı yemeklerden yemeği heyecanla bekliyorum. Bugün aldığım duyumlara göre annem ve ananem bana zeytinyağlı dolma sarıyorlarmış. Canlarım benim yaa. Herkesi çok özledim. Yarın 14.25 Uçağı ile geliyorum hayırlısıyla. Umarım hava da güzel olur. Ayrıca umarım pilotun da maşallahı vardır. Güzel inip kalkarsa ben de alkışlayacağım bu sefer. Benim için bu süper bir olay çünkü..İnsanların içindekileri anlayabiliyorum. Sevinçlerini başka nasıl anlatabilirler ki. Ben de ilk kez onlara katılacağım sanırım. Yeter ki yumuşak bir iniş olsun..
Memleketimden yazmaya devam edeceğim yeni haberlerle ve tabi fotoğraflarla. Bloguma yazmadan duramam zaten. Şimdilik yazacaklarım bu kadar artık yavaştan yatsam iyi olacak gözlerimden uyku damla damla akmaya başladı bile. Bu gece uzun olacak herhalde benim için. Sabah de 7 de ayaktayım. Benim için dua edin. Ve bana güzel bir tatil geçirmemi dileyin canım arkadaşlarım. Hepinize sevgileeeeerr:):)

Taban çarpı yükseklik bölü iki

Şimdi sanırım bu da ne böyle diyorsunuzdur yazımın başlığını görüp..Bu yazı dün geceden kalma. Dün gece yemeğimizi yedikten sonra her zaman yaptığımız gibi tv odasında biraz oturup odamıza gittik. Annemler geçen sene hazırladıkları kargoda bana LES kitabı da yollamışlardı. Uzun zamandır dokunmamıştım. Geçen hafta geldiğimizde kitabımı da koydum kamp için hazırladığım çantamıza. Arada sırada çözüyordum. Dün de gündüz yine arkadaşım Sarah beni ziyarete gelmişti fakat babasının toplantısı çıktığı için erken gitmek zorunda kaldı. O gittikten sonra ben de biraz test çözeyim bari dedim. Oturdum les kitabının başına. Lise zamanlarından beri çok seviyorum test çözmeyi. Özellikle Psikoloji ve Türkçe testlerini. Matemetiği oldum olası sevmem zaten. Akşam odaya geri geldiğimizde eşim de kitabı görüp hadi biraz çözelim dedi. Başladık birlikte çözmeye. Ben tabi artık hiç hatırlamadığım için matemetik ve geometriye hiç dokunmamışım, eşim de tam bir geometri delisiymiş meğer. "Valla unutmuşum ben" de diye diye gördüğü tüm soruları başarıyla yaptı. Şok oldum. O sırada çözüm ararken sorulara bir de baktım kendi kendine formulleri falan söylüyor. İşte "taban çarpı yükseklik bölü iki, 30 derecelik açının karşısındaki kenar hipotenüsün yarısıdır, bir de karşı bölü komşu falan.."Heehe eski günler geldi aklıma ve bunca yıla rağmen bunları nasıl aklında tutabildiğine şaşırdım. Bu formüller benim için şu anda sadece birer anıdan ibaret, puslu ve eski.
Ne çok çözerdim bir ara bu testlerden. Ama en çok da dershaneye gittiğim zamanlarda oradan verilen yaprak testleri severdim. Çoğunu uzun yıllar sakladım bazılarını hala daha atmıyorum deli gibi. Lise zamanlarında üniversiteye hazırlanırken hiç zevk almazdım testlerden falan. O sıralar da psikolojiyi çok seviyordum bu yüzden sadece psikoloji testlerini çözerken güzel geçerdi zaman. Bunda öğretmenimin etkisi de büyüktü tabi. Daha sonra Ankara da dershaneye gittiğimde -depremden sonra izmitte dershaneler falan uzunca bir zaman açılmamıştı çünkü kötü zamanlardı ben de akrabalarımın yanına gitmiştim- Kök Dershane diye bir dershaneye gittim Meşrutiyet Caddesinde. Gerçekten çok güzel günlerdi. Öğretmenleri süperdi. Orada sevdim daha çok işte testleri ve Tarih'i. Öyle harika bir tarih öğretmenimiz vardı ki onun sayesinde deli gibi test çözmeye başlamıştım. Neredeyse günde 300 soru. Bir de çok tonton ve zeki bir Türkçe öğretmenimiz vardı onun sayesinde türkçeden sadece iki yanlış yaptım:) Hala daha türkçe testlerinde iyiyimdir. Şimdi tatil için Türkiye'ye gittiğimde Ankaraya da gideceğim. Ve bir aksilik olmazsa dershaneme de uğramayı düşünüyorum. Facebook da dershanenin adına bir sayfa açmışlar sanırım öğretmenlerim hala oradalar. Onları yeniden görmek güzel olacak. Tabi beni hala hatırlıyorlar mıdır bilmem ama. Olsun benim için mutluluk verici olacaktır yeniden o ortamda olmak. Sizi gelişmelerden haberdar ederim.
Eski günlere dair anlatacak ne kadar çok şey var. Kafamdan geçen her anıyı buraya yazmak istiyorum. Ama bazen hepsini birbirine karıştırıp yazıyorum sanırım. Bu da anlatmak isteyişimin heyecanından herhalde. Her gün hayatımın ne kadar da kıymetli olduğunu görüyor ve anlıyorum. Yaşadığım her detay beni yeni maceralara itiyor. Gerek kafamda yaşadıklarıma gerek hayatıma uyguladıklarıma. Her zaman şanslı biriydim ve hala öyleyim. Ama şimdilerde bunu daha iyi anlıyorum ve minnettarım. Anılar, yaşanılanlar acısıyla tatlısıyla iyiki varlar, beni büyütüyor, beni ben yapıyorlar. Hala aklımdan çıkmayan, m.c.delta t formulü gibi, endoplazmik retikulum gibi, 3,14 gibi, 1040 Dandanakan Savaşı gibi, Anlatım Bozuklukları ve Algıda seçicilik gibi...Hep derler ya bu bilgiler hayatınızın her dönemi size yardımcı olacak diye o zamanlar inanmazdım ama -özellikle de matemetik için söylenirdi- gerçekten de haklıymış söyleyenler. Henüz 3.14 ün bir yararını görmedim ama diğerleri çok zaman yardımcı oldular. Özellikle sıkıldığım zamanlarda koyunları saymak yerine defalarca endoplazmik retikulum demeyi seviyorum.. Bana hep güzel şeyleri anımsatıyorlar. Yaşadığım güzel hayatı!!!

3 Kasım 2008 Pazartesi

100. Yazının verdiği hissiyat


1 Kasım daki yazımı yazdıktan sonra bloguma şöyle bir bakarken bir de ne göreyim arşiv kısmında (100) yazıyor. Aaa dedim hemen bir sevinçle meğer önemli bir yazı yazıyormuşum da haberim yokmuş..Dile kolay tabi yüz tane yazı yazmak. Ne de çabuk oluvermiş gibi geldi bir an. Oysa hatırladım hemen nasıl da yazacağım şeyler hakkında deli deli düşündüğümü, olmadı baştanlarımı, bugün yazmak istemiyorumlarımı. Günler çabucak geçiyor ya burda blogum da da hayat çabucak geçmiş meğer. Acayip bir duygu. Sanki yıllardır yazmak istediğim kitaba başlamışım da 100 sayfa yazmışım gibi hissettim. Ama biliyorum ki o zaman şimdikinden daha mutlu olurdum. Yine de bunu yeni aldığım bir bardak sıcacık çayımla kutluyorum. Nice 100. yazılara hepbirlikte..Beni severek okuyan, üşenmeden yorum yazan, burda yaşamıma güzellik katan tüm arkadaşlarıma benden kocaman sevgiler..

1 Kasım 2008 Cumartesi

Kasım ile gelen rüzgara, rüzgarla uçuşan fikirlere dair ikircikli bir yazı

Bu yazıyı kamptaki odamdan ve iki tane ayrı yataktan birleştirilmiş ortası boşluk kalmasın diye iki tane battaniyeyle özenle sıkıştırılmış, yumuşak, enlemesine geniş bir yer kaplayan yatağımın üzerinden yazıyorum. Dışarıda alabildiğine rüzgar var. Öyle ki içinde bulunduğum küçük odam her esişinde rüzgarın, kapının önündeki çöp tenekesi gibi sallanıyor. Ama bugün içim de değişik bir his var huzur gibi. Hava açık olduğundan mı, rüzgarın sesini dinlemeyi sevdiğimden mi yoksa etrafımda bir sürü gazetenin olmasından duyduğum mutluluktan mı bilemiyorum. Gazeteleri kokluyorum. Çoklukları sanki küçük bir çocuğun oyuncaklarının sayısının fazla olmasından dolayı sevinmesi kadar sevindiriyor beni. Belimdeki ufak noktanın vıyıl vıyıl ağrımasına aldırmadan olabildiğince sessiz bir şekilde uzanıyorum. odanın içinde süt kokusu var. Az evvel midemin bana verdiği işaretle cezayir e özgü işlemeleri olan hardal rengi kaseme biraz da abartarak Fitness adında kendini yiyecek zanneden meyve kurularından ve mısır gevreğinden oluşan bir karışım koydum. Rüzgar da buna sinirlenmiş olacak ki tüm şiddetiyle esmeye devam ediyor sarsarak. O da diyordur içinden belki beni düşünerek "şimdi yemek istediğin başka yemekler var aklında öyle değil mi?"

Penceremden ve klimamın boşluklarından bir çağrı geliyor bana. Tiz bir ses.. Rüzgar şiddetlendikçe bana huuu diyen ilk başlarda ürpertici ama alıştığım rüzgarın yardımcılarının sesi. Böylelikle onu anlayabiliyoruz diye düşünüyorum. Aynı öndeki iki dişimden birinin hafif dışa dönük olmasından dolayı ada sıra füüü diye bir ses çıkartması gibi. Bu yüzden biz ona "fü" diyoruz. Ona da alıştım artık kendi halinde yaşayıp gidiyor benimle. Tam 2 saat 45 dakikadır gazetelerimi okuyorum. Arada bir iki tuvalet molasını ve etrafa yaydığım dalgın bakışlarımı saymazsam tabi. Bir sürü kelimem vardı bugün okuyacak ne güzel bir his bu tanrım. Dünya parmaklarımın ucunda ve mis gibi kokuyor. Belki de gazetenin bu kokusunu özlediğim için ve şimdi ona ulaştığım içindir mutluluğum.

Görüyorum ki ne kadar çok şey kaçırıyormuşum meğer.Jazz festivalleri, film festivalleri, sergiler, yeni çıkan cd ler, tüyap kitap fuarı, sevdiğim yazarların imza günleri, söyleşiler, vizyona giren yeni filmler, açılan yeni cafeler restorantlar...Ama sanırım en çok yıllardan beri gidemediğim Tüyap Fuarı için üzülüyorum. Ben buna üzüledurayım mısır gevreğim de hamur oldu bu arada:)


Allahtan az süt koymuştum fazla mayışmamış..Hala diri. Sucuk ekmek yemekten iyidir herhalde benim için şu an..Üzerimdeki kotun düğmesi şu an yeterince sıkıyor zaten. Ama buna da alışmaya kararlıyım. Aramızdaki bu savaşı ben kazanmalıyım. Belki bundan sonra hiç tv deki ya da yanımdaki magazin sayfalarındaki hatunlar kadar zayıf olamayacağım ama biliyorum ki çabalayacağım. Bir gün inşallah..

Bugün şu gazetelerin kitap eklerini ne kadar çok sevdiğimi bir kere daha anladım. Ve kitapların benim için ne kadar değerli olduğunu. Hani demişler ya kitap en iyi arkadaştır. Buradayken ben bu sözü yeterince tecrübe ettim. ve inanın kesinlikle doğru. Sanırım Türkiyeden gelişimde bir koli kitapla geleceğim. Sürekli aynı kıyafetleri giymeyi sevmeyen ve alışveriş merakı olan biri olarak artık farkettim ki o çok paralar verdiğim kıyafetlerim, çizmelerim, zorla giydiğim topuklu ayakkabılarım, hurç dolusu çantalarım bir anlam ifade etmiyor. Yani kitaplar kadar etmiyor. Burda onların hiç kıymeti yok. Getirdiğim elbisemi daha bir kere giyemedim; topuklu ayakkabımı, eteğimi geri götürdüm. Evde daha çok az giyilmiş ceket pantalon takımlarım sanırım artık benim içine giremeyeceğim kıyafetler listesindeler. Ve ne yazıktır ki ben onları çok seviyordum. Burda eşime çok görünen ama aslında benim için çok da tatmin edici olmayan bir dolabım var. İzmitteyse iki tane gardolabım bir de yatağımın altı var:) Şimdi gittiğimde hepsini elden geçirmem gerekiyor. Bunu yapmalıyım. Bu şehirde sadece biri kirliyken diğerini giyebileceğin iki pantalonun, gömlek, bluz hırkan bir tane botun bir tane ayakkabın bir tane terliğin iki çift pijaman, atkıların çok olmalı ve şapkaların; sırt çantan ve fotoğraf makinan tabi bir de iyi bir internet bağlantın ve laptobun olması yeter de artar bile. Ama hepsinden en önemlisi kitapların. Daha doğrusu kütüphanen olmalı içinde saatler geçirebileceğin.

Şeftali rengi bir hırkam var en sevdiğim. Yanımda duruyor yumuşacık. Türkiye tatillerimizden birinde almıştım. Yatağımın örtüsüyle, saçımın rengiyle, el havlumuzla ve allığımla uyumlu. Dün tatil günümüzdü. Evdeydik. Biraz yemek biraz tv ve bolca uyku doluydu benim için. Akşam Asi 'yi izledik. Baydı artık biraz beni. Bir de Beyaz Şovu izledik onda eğlendim. Neyse asıl söylemek istediğim şu Bugün de gazetede son zamanlarda çokça sinir olduğum o malum bayanı gördüm. Ayşe Özyılmazel. Çok fazla şey bilmesem de hakkında nedense önyargıyla yaklaşıyorum ona. Bunun da bilincindeyim. Belki de özünde iyi biridir. Ama şimdi Beyazın Şovuna çıktığı zaman geldi de aklıma resmen Beyaz' a yazıldı yani. Eşimle ohaa diyerek izledik..Bana bu bayan başka bazı bayanları çağrıştırıyor. Mesela şu evlenme programını sunan İzdivaç mı ne hani oradaki bayanı adını bilmiyorum, Ece Erken'i, Hadise'yi, Esra Ceyhan'ı, bence aynı türden olan birkaç magazin sunucusunu adlarını yine bilmediğim ve tabi bir dolusunu. Böyle içimde bir öğürtü hissediyorum onları izleyince. Hele o izdivaçtaki bayanın oynaması yok mu beni deli ediyor. Böyle şeyler normalde pek söylemem de yazmam da; normal de de insanlara karşı önyargılı değilimdir, yaşıma göre edindiğim en önemli şeyin bu olduğunu düşünüyorum bir de insanları sevmek. Fark gözetmeden tabi tenör sapıklar, suratında meymenet olmayan Hüseyin Üzmez gibiler, insanların duygularını sömürenler, kadını aşağılayanlar ve varlıklarını kabullenemeyenler, İt gözüyle bakılan sokak serserileri, tacizciler ve hak yiyenler hariç. Bunları sevmiyorum işte. Ben insan gibi insanları seviyorum. İnsan olabilmeyi seviyorum. İnsanlık kavramını seviyorum. Böyle boyanıp, pahalı elbiseler giyip, kokoş ama boş beyinlilerden nefret ediyorum. Zaten diğerleri kendilerini belli ediyorlar bence. Beni de süsleseler o elbiseler takılarla, bana da makyaj yapsalar tonla, photoshop ve estetik olsa benim de bir yerlerimde o zaman taş çıkartırım ben onlara hem de aklımla zekamla bilgilerimle ve deneyimlerimle. Gülüyorum böyle gördükçe inanın kendi kendime. Hayatta nelerin önemli olup nelerin olmadığını kavramamız gerek artık. Hani klişe bir laf vardır ya kimileri için içimize yolculuk yapmalıyız falan. Bunun klişe olduğunu düşünenler utansınlar artık bence. Gerçek güzellik nerde bir bakın bakalım. O boyalı yüzleriniz, pahalı elbiseleriniz, milyonlarınız ne olacak bir gün. Yaşlanacaksınız böyle olmayacak ozaman bedeniniz ne kadar değiştirseniz de, elbiseleriniz sizi ele verecek bir kere,kullanacak maske kalmayacak dolabınızda, başka şeyleri arar olacaksınız hayatınızda, paranız ise isterseniz kefeninize cep yaptırın harcarsınız ötede. Bende de başroldeki kadınlar karnabahar kızartmıyor ama ben karnabahar kızartan ve hayatımın başrolündeki kadınım..Kendimi sevmeyi ve onunla yaşamayı yeri geldiğinde de başa çıkmayı öğreniyorum. Tavsiye ederim. Bu hayatta şu an belki en önemli şey ingilizce bilmek, bilgisayar kullanmayı bilmek, presentabl olmayı bilmek, iki süslü kelime bilmek, araba kullanmayı bilmek, gece kulüplerinin yerlerini bilmek, kendini bişey zannetmeyi bilmek, bir dil haricinde başka dil bilmek, patronunun saçmalıklarına susmayı bilmek, evin varken bir yenisini almayı bilmek, almayı ve devamlı almayı bilmek belki ama ben kendimi bilmeyi yeğlerim..Duyurulur!