28 Aralık 2008 Pazar

Likrasız çorap, karsız soğuk, şekersiz çay, ağaçsız yeniyıl ve ayakkabısız elbise

Bugün yine hava buz gibi. Yani aslında biraz abartıyorum daha önceki soğuklardan daha ılık bir hava var ama ben üşüyen bir insan olduğum için çok da farketmiyor aslında. Yalancı de bir güneş var tepemizde gülümseyen. Yalancı işte gören de bizi sıcacık ısıtıyor zannedecek. Hiç Afrika gibi değil yaa kutup gibi buralar.

Lahana modunda dolaşıyorum. Yeniyıl dileklerimde de yazdığım gibi hayatımın geri kalanını her mevsim yaz yaşanan bir yerde geçirmek istiyorum. İncecik giysilerle, soğanın üzerindeki zar gibi, ya da yumurtanın; lahananın kalın kabukları gibi değil. Komik bir benzetme oldu ama yumurtalı, soğan kokulu; zar deyince külotlu çoraplarım geldi aklıma yeni aldığım. Kışın çok üşüyen bir insanım ben. Daha doğrusu sanırım ben biraz da mutantım. İnsanları görüyorum da kışın bile ipince giyiniyorlar öyle. Vitrinler de çok da kalın olmayan tiril kollu penyeler. Ben onları giysem donarım herhalde. Ama şimdilerde eskisinden daha az üşüyorum diyebilirim. Yine de tedbir amaçlı üşüyorum diye küçük bir dükkandan külotlu çorap aldım. Bugün de giyeyim dedim ayy tanrım ne eziyet ne eziyet. Çorap likrasız çıktı. Meğer ben likralı çorapların rahatlığına nasıl da alışmışım öylee. Yukarı çekeceğim çorabı diye telef oldum. Kazık gibi estetik yoksunu bir çorap çıktı çıka çıka. Ben ne bileyim böyle olduğunu. Türkiye de şimdiye kadar hiç böyle birşey gelmemişti başıma. Öyle kozmetik ürünleri satan, küçük bir dükkandan almıştım oysa. Gülmekten öldüm. Bazı şeylerin kıymeti gerçekten kaybedilince anlaşılıyor demek ki. İşte bir dandik çorap bana bunu iyice belletti.

Türkiye'den konuştuğum herkes, okuduğum çoğu blog, izlediğim bütün haberler kar dan ve soğuktan bahsediyor. Burada ise soğuk var ama kar yok. Geçen sene kar görmüştük. Ama hangi aydı hatırlamıyorum. Hemencecik kendini gösterdi gitti görücüye çıkar gibi. Şöyle lapa lapa yağsın istiyorum ben. Hem de yılbaşı akşamı. Yeni yıla karsız girilir mi hiç yahu..Gecenin geç saatlerinde çıkıp kardan adam yapılır benim bildiğim. Yağğ yaağğğ kaaarrrrrr:) Kıskandırma beniiiiii bak herkes kar topu oynuyor.Bir de çam ağacı tabi olmalı ışıl ışıl. En tepesinde de benim ağacımın güzel bir melek olmalı. Evimin başköşesinde durmalı ve içimi aydınlatmalı. Çok istiyorum bir yılbaşı ağacı altında bir sürü hediye. Ama yok işte..Üç sene evvel Ankaradaydım yılbaşında teyzemlerde. Kocaman bir ağaç vardı süslemişlerdi ooohh süperdi. Şimdi yine süslerle kocaman ağaçlarını. Teyzem yine döktürür valla favalar, dolmalar, zeytinyağlılar, iç pilavlar.

Büyük bir istekle bekliyorum yılbaşını ve kar yağmasını. Evimizin bahçesinde birikir belki biraz. Bir de bir sürü dilek diliyorum her gün içimden. Dilek ağacım olsaydı şimdiye dalları aşağıya inmişti herhalde. Dilek ağacımın altında, pencerenin dibinde, hediyelerin hemen yanıbaşında elimde şarabım; sevdiğim yanımda ve tabi ailem ve dostlarımla girmek istiyorum yeni yıla. Bu tablo gerçekleşmese de benim hep aklımda, düşümde. Fotoğrafları bekleyeceğim artık heyecanla. Ben de şekersiz çay içme çabalarıma devam edeceğim. Kendimi arada kandırıp sanki görmüyormuş gibi yapıp çocukça, çekine çekine bir tane içine atarak bir çırpıda. Sonrada hiçbir şey yokmuş gibi havaya bakıp masum bir tavır yakınıp yazmaya devam ederek.

Geçtiğimiz perşembe arkadaşım geldi eve. O günü onunla geçirdim. Yazılarımdan hatırlayacaksınız adı Sarah. O güne dair fotoğraflarla yazımı bir başka zaman yazacağım çünkü fotoğraf makinamı evde bıraktım. O gün Sarah bana güzel bir yerden bahsetmişti. Alışveriş mağazası. Adı da Fashion Planet. Gece 22:00 a kadar açıkmış. Akşam yemeğimizi yedikten sonra eşim bizi sarah'nın tarifiyle oraya götürdü. Tek katlı büyük bir mağaza. Bayan, erkek ve çocuk giyim üzerine. Bir de ne göreyim Zara'nın outlet mağazası. Deli oldum. Çok sevindim anlatamam. Çok süper şeyler vardı. Yani tabi Türkiye de daha harikaları var ama buraya göre gerçekten hepsi çok güzel ve son derece güzeldi. Ne de olsa Zara tabi. Mango dan sonra artık Zara mız da var yani. Oradan eşime bir tane polar mont bir tane de baklavalı güzel bir hırka aldık, bana da iki tane elbise aldık. Biri siyah v yakalı, biri de yeşil yuvarlak yakalı. Yün elbiseler. Hani yılbaşı gecesi program yapar da bir yere gidersek diye. Ayy sonra eve gelince aklıma geldi. Benim burada hiç topuklu ayakkabım yok. Bu sefer yine unuttum getirmeyi yanımda ayakkabılarımı. Dedim yuuh yani bana bu kadar da mı unutur insan. Balık halime döndüm yine. Zaten benden olsa olsa çiklet balığı olurdu herhalde. Şimdi elbisem var ama altına giyecek ayakkabım yok. Burada her zaman topuklu giymek mümkün olmuyor tabi. Kırk yılda bir. Yani buraya geldiğim neredeyse iki sene olacak daha bir defa giymedim. Tabi kampta topuklu ayakkabı giymek için aklımı yitirmem gerekir sanırım. Daha allaha şükür o dereceye gelmedim.

Geriye kalan son 3 gün. Sonra bir rakam değiştiriyoruz hayatımızda da bazı şeylerin değişeceğini umarak güzel dileklerle. Herşey yeniyıl da gönlünüzce olsun. Mutlu kalın.

Not: Pinocum benden de sana bir armağan şarkı olsun istedim. Ankara'nın karlı günlerine ithafen. Ben yağmasını çok istiyorum ama Ankara'da çok yağıyormuş duyduğuma göre. Yağmasın artık işte orda kıskanıyorum ben bananee:):) Sevgiler sana..


26 Aralık 2008 Cuma

Kediciklerimiz öldü çok üzüldük

Daha önce blogumda kamptaki kediciklerimizle ilgili yazmıştım burada. Mini miniydiler onları ilk gördüğümüzde tabi biraz da sıskaydılar. Sonra zamanla tombili oldular. Onlara bakıyor, onlarla heyecanla oynuyor, her çağırışımızda badi badi adımlarla yanımıza gelmelerine bayılıyorduk. Dört tane minişimiz vardı. Siyah, iki tane kırcıllı gri bir tane de en yumuşak tüylü olan turuncu kedimiz. Zamanla büyüdüler. Önceleri atlamaları için mazgalların üzerine tahtadan köprüler kuruyorduk onlara ama büyüdükçe panter gibi kendileri atlamaya başladılar mazgallardan. Annelerinden o kadar çok süt emdiler ki gülümseyerek onları izledik hep.. Burada bizim arkaşımız can yoldaşımız oldular.

Havalar çok soğudu tabi artık. Burada zaten yağmur bir başladı mı günlerce dinmiyor. O yağmurda bir ıslandılar bir kurudular bir ıslandılar bir kurudular, üşüdüler. Son zamanlarda biraz zayıflamışlardı. Yine de yemeklerini güzelce yiyorlardı. Tünelimiz yavaş yavaş bittiğinden oradaki çoğu iş makinasını kampa getirdiler. Bize bile doğru dürüst yürüyecek yer kalmadı. Etraf her an canlanacakmış gibi görünen devasa korkunç makinalarla dolu. Bizim yavrular da hasta oldular. Belki havalardan ötürü belki de etraftaki makinaların yağları içinde dolaşıp sonra kendilerini temizlediklerinden zehirlenerek zayıf düştüler. Bir kenarda kıvrılıp kaldılar ses çıkartmaya bile mecalleri yoktu hiç. Nasıl üzüldük anlatamam. Birkaç gün önce bir tanesini ölü bulduk karton kutunun içinde uzanmış ve öylece kalmıştı. Diğeri de benim evde kaldığım gün ölmüş eşim söyledi akşam eve gelince. Kampın orta yerinde uzanmış kalmış o da. Tucurnuydu adı onun. İlk ölen de çimen. En yumuşak tüylü ve sen sevdiğimiz tucurnuydu çooook üzüldük onun için ve tabi onlarla bir daha gülümseyerek oynayamayacağımız için. Siyah olan kömürü eşim arkadaşımız İlyas ile birlikte veterinere götürdü iki gün önce. Burda merkeze uzak bir yerdeyiz biliyorsunuz köy gibi. Öyle çok fazla gidilebilecek doktor veteriner falan yok. Bir tane varmış. Veteriner de ya soğuktan olduğunu bu durumun ya da parazit almış olabileceğiniz söylemiş kömürün. İlaç vermiş. İki gündür eşim ve İlyas ilacını veriyorlar miniğimizin. İyileşmesini umuyoruz. Diğerleri gibi gitmelerini istemiyoruz hiç.

Bugün öğlen yemeğinden sonra ilacını vermek için aradık ama tüm çağrılarımıza rağmen sesi çıkmadı. Belki de kendince saklanıyor dedik ilacı içmek istemiyor ya çocuk gibi aynı. Bekledik bekledik gelmedi. İnşallah bir yerlerde gizlenmiştir oyuncumuz.

Diğerleri yeni yılı göremediler. Onları yeni yıl için güzel hayaller kurarken kaybettiğimiz için çok üzülüyoruz. Umarım şimdi oldukları yerde mutlu, huzurlu ve sıcacıktırlar. Sizleri seviyoruz ve unutmayacağız tucurnu, çayır ve çimen...

23 Aralık 2008 Salı

Benim güzel zuzularım ve zuzularımın anneleri

Evet biraz komik bir başlık oldu belki ama ben onlara zuzularım demeyi çok seviyorum. Onlar benim mini mini güzellerim. Derin ailemizin en büyüğü. O artık kocccaaman oldu. Hatta onun da bir blogu bile var. Hentbol takımında kalecilik yapıyor. Son derece aklı başında bir çocuk oldukça da yakışıklıdır. Yerim ben onu. Böyle dedim diye şimdi bana kesin kızmıştır. Ne de olsa artık büyüdü tabi haklı çocuk. Yine de eski halleri hiç gözümün önünden gitmiyor. Ben deprem senesi Ankara'ya gittiğimde teyzemlerin yanına derinciğim daha bebecikti o zamanlar. Kucağıma alır dansederdim onunla. Hiç unutmam mama sandalyesinde yemek yerken çok uykusu gelmişti ve kafası kabak dolmalarının olduğu tabağının içine düşüvermişti. Çok maceraları vardır onun. Her seferinde de bu maceraları ona tekrar etmemden bıktı artık. Tabi artık ben de yaşlandım Akbank gibi herşeyi tekrar ediyorum:) Bir defasında da sessiz sedasız mutfakta otururken bulmuştuk onu evde bir anda fırt diye ortadan kayboluveriyordu çünkü bir de ne görelim öylece yerde oturmuş pufidik ayaklarıyla ağzında bişey çiğnemeye uğraşıyor daha çıkmayan dişleriyle. Elinde de çiğnemeye çalıştığı şeyin yarısı. Ne dersiniz bu şey? Tabiki ikiye bölünmüş ölü bir arı. Tanrım nasıl da korkmuştuk anlatamam. Allahtan arı ölüymüş de dilini falan sokmamış bizim küçük canavarın. Bir defasında da annesinin hemencecik yanıbaşındayken kaybolup iki arada bir derede banyodaki dalin şişesini dikmişti ağzına. Bu anlattıklarım hep 1-2 dklık olaylar zannetmeyin çocuk yalnız kalıyor da yapıyor. Onu gördüğümde konuşmaya çalışırken ağzından baloncuklar çıkıyordu. Hiç unutamıyorum. Kısaca böcübi de diyebiliriz ona aslında. Çünkü küçükken gördüğü böceklere böcübi diyordu. O bizim ilk göz ağrımız. Babannem de benim için hep böyle derdi.. İlk göz ağrısı olmak başka bişey tabi. Ben bu güzelliği hep hissettim. Derinciğim de öyle. İsmi gibi güzel olsun yaşamı da. Onun hayatta güzel şeyler başaracağına dair inancım sonsuz.
Derin ile Annesi Misbah ablam Derin'in okulunda bana poz verdiler. Ben her zamanki gibi yine ailenizin fotoğrafçısı modunda geziyordum tabiki :)

Burada da Misbah ablamı ısrarla Defne' ye yemek yedirmeye uğraşırken görüyorsunuz. O şimdi bu fotoyu koydum diye kızar heehe güzel çıkmamış diye ama napıym defneyle başka foto çekmemişim sizi bu sefer. Bir dahaki sefere artık. İkinizi hep ayrı ayrı almışım.

Defne ya da defnemu yada defne prenses derinin iki numarası. O ailenin kokoşu. Prensesi. El kadarcık şeyler nasıl da büyüyorlar hemencecik de tuğba abla diyorlar gülümseyerek. Çok mutlu oluyorum o zaman. Defnemiz de pek şeker maşallah nasıl da sevdiriyor kendini. İlk başta biraz çekinmeler oluyor tabi haliyle ama sonra bir alıştı mı işte o zaman değmeyin keyfime. Yazın daha minik minik konuşuyordu prenses şimdi ankaraya gittiğimde maşallah iyice dillenmiş. Neler diyor neler. İnsanın aklı sırrı almıyor bazen bu çocuktan nasıl çıkıyor bu kelimeler diye. Süslü şekerim benim o..

Bu fotoğrafta da Kebap 49 da dönerleri götürüyoruz ayıptır söylemesi. Türkiye'ye gittiğimde döner yemeden döner miyim hiç beenn..Tuay ablam da Emirhan' a yediriyor dönerleri. Maşallah pek güzel yedi o gün. Afferim onaa..


Emirhancığım ailenin en ciddi çocuğu. Nil de onun kardeşi. Emirhan nil e nilcik diyor. Pek de güzel anlaşıyorlar maşallah. Emirhan da artık pek güzel konuşuyor o da büyüdü tabi. Balık tutmayı ve oyuncak balıklarla oynamayı çok seviyor. Gittiğimde ankaraya onunla hep balık tuttuk oyuncak balıklarla. Jelibon yedik birliktee sonra kinder sürpriz yediik. Nil ile emicik maşallah güzel yiyorlar yemeklerini ama defnempi hiç yemiyor. Defnempi defne prensesin kısaltılmışı bu arada bilmeyenler için. Nilciğim maşallah pek uysal. Kucağıma alınca gülücükler atıveriyor hemen. Defne de küçükken öyleydi ama nil ondan daha uysal gibi. Tabi büyüyünce o da hareketlenecek. Güzel yüzleri gibi ömürleri de güzel olsun benim güzel zuzularımın hepsinin inşallah. Diğer turunculu kızımız da İpek ablamın kızı irem. O da şirin mi şirin tam bir balkabağı olmuş cici kıyafetleriyle de. O da hareketli ama yaramaz değil. Tabi nil daha küçük ondan. İrem pek güzel ayağa kalkıp yürüyebiliyor. Ona da yakında kardeş gelicek. Ne mutlu ona. Misbah ablamın da tuay ablamın da hep iki oldu bebişler ne güzel birbirine yoldaş, arkadaş. İpek ablamın da ikinci olucak ireme kardeş olucak mini mini bir oğlan. Şanslılar bu konuda hep bir erkek bir kız. İkisinin de zevkini güzelliğini tattılar. İnşallah ben de o kadar şanslı olurum. Ama iki prensese de hayır demem yani.

Burada da Tuay ablamlardayız. Fotoyu çeken yine benim ve karede yokum ne yazıkki. Hep çekmişim çekilmemişim..Bir dahakine ben de olacağım inşallah. Tuay ablamın yanındaki de İpek ablam. Tuay ve Misbah benim teyzemin kızları oluuurr. İpek ablam ise annemin teyzesinin kızı yani o da kuzenim. Açıklama bağabında böyle yazdım sizlere.


Şimdilik bu partinin sonu bu kadar. Çok uzun bile yazmışım. Okurken sıkılmadığınızı umuyorum. Sonra yine bu konuya döneceğim. Anlatacak çook şey var zuzularımla ilgili daha..

21 Aralık 2008 Pazar

Yeni bir blog yazarımız var artık: Eşim

Sevgili Eşim Yiğit ısrarlarıma dayanamayarak bir blog oluşturmaya karar verdi. Çok güzel şeyler yazacağına inanıyorum. İnternet bilgisi, araştırmacı ruhuyla benden daha güzel şeyler ortaya çıkartacağını düşünüyorum. Hatta boynuz kulağı geçer misali benden daha güzel bir blogu olur diye de kıskanıyorum azcık:) Ama iyiki artık onun da blogu var. Bundan sonra birlikte bloglarımız için süper şeyler yaparız.
İlk yazısını da benim için yazmış çok duygulandım çok sevindim. Buradan çooook teşekkür ediyorum canım sevdiğime. Ona birlikte söylediğimiz bir şarkıyı hatırlatıp espriyle karışık " ikimiz de aşık bir tek farkla benimki senden biraz fazla" demek istiyorum:):)
Hoşgeldin blog dünyasınaaaaaaaaaa:):)
Yeni yazılarını heyecanla bekliyorum.
Bloga benim listemden bakabilirsiniz ayrıca adresi de yazayım
Eee şimdi yeni kullanıcımıza biraz moral verelim değil mi arkadaşlarım:) Umarım siz de beğenirsiniz..

Akşam yemeğinde misafirimiz vardı

Yine bloguma yazmaya ara vermiştim bir müddet. Bazen hiç fırsat olmuyor internete gelip yazmak. Evdeyken daha kolay tabi her an elimin altında olması. Kampta kalırken bazen odamdan çıkıp eşimin yanına ofise gelmek yerine kitap okumayı veya başka ekstra şeyler yapmayı yeğliyorum. Tabi bazen de çok yazmak geliyor içimden ama internet bağlantısı olmadığından yazamıyorum. Neyse bugün yolunda sayılır internet açısından herşey.


Cuma günü yemeğe misafirimiz vardı. Perşembe erken çıkmaya çalıştık fakat araba bulamadığımız için biraz geç kaldık. Malum trafik de olunca alışveriş yapıp eve gelmemiz saat gece 22.00 yi buldu. Hemen buzdolabını yerleştirdik ve ertesi gün çok işim olacağını düşünüp kakaolu ıslak kekimi yapmaya koyuldum. Başarılı da oldu. Cuma sabahı erken uyandım ve mutfağa koştum. Kahvaltımızı yaptıktan sonra akşam için hazırlıklara başladım. Annem yine online bana yardımcı oldu tabiki tarifler ve yapılacaklar hususunda. Valla herhalde akşam saat 18.30 a kadar mutfaktaydım. Misafirler de 19.30 da geleceklerdi. O bana kalan bir saatte de giyinip hazırlandım. Tabi eşimin yardımları olmasa elim ayağıma dolanırdı. Sağolsun ben mutfakla uğraşırken o da etrafı topladı ve temizledi. Evimiz misler gibi oldu. Kutu gibi zaten:)


Nihayet beklenen an geldi. Güzel bir sofra hazırlamaya gayret ettim. Bir kez daha ev kadınlığının zorluklarını düşünmeden edemedim. Annemin böyle günlerde nasıl yorulduğunu tecrübeyle daha iyi anlamış oldum. Sanırım Türkiye de olunca daha çok gelen gidenimiz olacağından alışırım ben de bu tempoya. Burda biliyorsunuz fazla misafirimiz olmuyor.


İşte bu fotoğraf hazırladığım sofranın fotoğrafı. Biraz küçük görünüyorlar ama size menüyü yazayım ordan daha iyi anlarsınız:

-Patlıcan, kabak, patates, biber kavurması üzerine domates soslu

-Brüksel lahanası salatası sarımsaklı, zeytinyağlı

-Cevizli, sarımsaklı yoğurtlu havuç salatası

-Börülce salatası, soyalı, kornişonlu, mısırlı

-Yeşil kıvırcık salata, Meksika fasulyeli

-Sigara böreği

Ana yemek olarak da önce tarhana çorbası, et sote, soğanlı pilav ve patates püresi. Biraz da türk yemeklerini tanıtım amaçlı bir şeyler yapmak istedim ama ancak bu kadar oldu işte. Malzeme dolayısıyla. Ama tarhana çorbasını ve sigara böreğini bir de patlıcan kavurmayı çok sevdiler. Ben de çok mutlu oldum tabi. Akşam dan diğer kareler de şöyle;


Malesef şu an başka foto yüklememe izin vermiyor internet. Düzelir düzelmez diğer birkaç taneyi de yükleyeceğim sevgili arkadaşlarım.

15 Aralık 2008 Pazartesi

Yol Hikayem ve Bayram günlerimiz

Bayramda Cezayirdeydim. Herkes bayram zamanı ailesini görmeye gider ya benimki tam tersi oldu. Bayram'dan önce gittim bayramda döndüm:) Annemle beni görenler dışarıdayken "kızın bayram için geldi herhalde" diyorlardı. Annem de yok bizim kız bayram da dönüyor kocasının yanına diyordu. Böyle diye diye geçti zaman. Geldiğimde kocaman bir yorgunluk ve stres vardı üzerimde kolayca gitmek bilmeyen. Uçak stresi her zamanki gibi malum, bir de kocaman bavullarımı taşıma yorgunluğu eklendi üstüne.

Geç kalma stresiyle hava daha ağarmadan çıktık yola. Amcam geldi beni havaalanına götürmek için. Annem babam halam amcam ve ben sabah mahmurluğunda kargalar daha yemeklerini yemeden yollardaydık. Nitekim çook da erken bir zamanda vardık havaalanına. Benim uçuş 10.40 da idi biz 7.00 de falan oradaydık. Geçen sefer bavullarımızı hemencecik vermiş bir güzel çayımızı yudumlamıştık. Ama bu sefer kontuarları açmak bilmediler. Bir buçuk saat kadar bekledik herhalde. O sırada annemin hazır ettiği böreklerden attırdık tabi. Konuştuk, fotoğraf çektik. Ben kafamda uçak ile ilgili milyon tane senaryo yazdım yine.


Neyse zaman geçti tüm ağırlıklarıma rağmen beni uçağa aldılar:) Aslında çok da ağır değilmişim boşuna çıkartmışım bazı eşyalarımı bavulumdan.Yine de bir ohh çektim yerime oturduğumda. İlk defa uçağa binince rahatladım sanırım. Bu sefer o kadar çok türbülans oldu ki uçakla mı geldim trenle mi anlamadım inanın. Yorgunluk ve uykusuzluk baskın çıktığından korkum çook gerilerde kaldı. Yemekler yine süperdi. Hele o ağızdan dağılan tadına doyum olmayan mini mini tatlılar yok mu" daha çok istiyorum bunlardaaann" diye haykırmak geldi içimden. Ama uçakta yemek yemek tam bir eziyet. Tanrı bizi sınıyor diyorum her seferinde bunu da becerebiliyor muyuz acaba diye?


Uzunca pasaport sırasındayken yaşlı bir amca gördüm elinde sazıyla cezayirli bir adama laf anlatmaya çalışıyordu. Sanırım giriş formlarını doldurmaya çalışıyordu. Ben de kıyamadım o sıkıntılı görüntüsüne ve "amca ben türküm gel sana yardım edeyim" dedim. Formunu doldurdum onun için. Sonra bir de ne göreyim gelen bütün türk işçiler benim etrafıma toplandılar bacım bize de yardım et diye. Neyse onun da üstesinden geldik. Birbirlerinden baka baka ve binbir dua eşliğinde doldurdular formlarını. Bavul sırası pasaporttan kat kat uzun sürdü. Neredeyse bir kenarda ayaklarımı uzatıp kafamı duvara dayayıp kestirecektim.


Evime vardığımda beni çook fazla şeyin beklemekte olduğunu gördüm. Temizlik başta olmak üzere, bavulları açmak, yerleştirmek, yemek yapmak, bulaşıklaar v.s Kadın olmanın getirileri yine karşımdaydı. Eee tabi bir ay elimi sıcak sudan soğuk suya sokmayınca evin tek kız çocuğu olarak gözümde büyümedi değil tüm bunlar. Ama yorgunluğum geçince zevkle ve evimde olmanın mutluluğuyla yapıverdim hepsini. Tüm ağırlıklar uçtu gitti. Keşke kirli bulaşıklar da uçup gidiverse öylece. Bu arada evde en sevdiğim iş bulaşık yıkamaktır benim böyle söylediğime bakmayın. Üniversitedeyken falan hiç sorun yaşamazdık ev arkadaşlarımla bu hususta. Ama ütü den nefret ederim. Zaten geldiğimden beri topu topu iki defa ütü yapmışımdır herhalde. Kamptaki temizlikçi bayan sağolsun yıkadığı çamaşırları ütüleyip de veriyor. Ben de mutlu mutlu gülümsüyorum.


Günler böyle geçti ve bayram geldi. Burada bayram hiç bayram gibi olmuyor. Sabahları içimden "bugüüün bayram erken kalkın çocuklar " şarkısını söylüyor olsam da. O ailenin kocaman kalabalığı, bayram telaşı olmadı mı bayram gibi olmuyor. Bayram harçlığı ve yeni ciciler de yok artık. Eski tadını alamıyorum bayramların. Yine de bayram ruhunu taşıyorum içimde. Çocukça, gülümseyerek.


Bu bayram ev sahiplerimiz bizi bayram yemeğine çağırdılar öğlenden sonra. Heyecanla gittik. Eşim tercümanım oldu yine. Ama vücut dili, işaret dili var sağolsun. Her şeyi hallediyor insan. Yemekler de çok güzeldi. Tabakları görünce dibim düştü zaten. Tabak kenarlarında minik kırmızı yusufçuklar vardı. Onlar da bizim gibi yeni evliler. Jasmine ve Sherif. Ailenin büyük oğlu ve gelinleri. Jasmine çok tatlı ve güler yüzlü. Değişik bir gün oldu bizim için. Anneleri sen bana gel bak ben sana hemen öğretirim fransızca deyip durdu. Çok tatlı bir bayandı. Hoş saatler geçirdik. Jasmine ile sherif in düğün cd lerini bile izledik. Bayram bizim için anlam kazandı böylelikle. Bayram; bayram gibi oldu. Yeniden görüşmeyi bekliyorum heyecanla.

13 Aralık 2008 Cumartesi

Uzun zamandır yazılmayı bekleyen yazı

Cezayir' e geldiğimden beri, ki çok uzun bir zaman olmadı aslında geleli, doğru dürüst yazamadım bloga. İlk günler çanta boşaltma, ev temizleme ve dinlenme durumları derken sonra araya bayram tatili ve de gripli günler girdi. Önce ben grip belirtileri gösterdim sonra eşim ve yeniden ben. İlaçlarımızı alıyoruz ya daha iyiyiz şimdilerde ama ikimizi de en çok sinir eden burun akması ve tabi öksürük. Neyse yavaştan geçecek inşallah. İşte hal böyleyken yazmak da pek canım istemedi açıkçası. Yazacak tonla şey var halbuki ama eli gitmiyor bazen insanın. Açıyorum blog sayfamı, başka blogları okuyorum zevkle ama iş yazmaya gelince yok dedim günlerdir.


Blogları zevkle okuyorum. İyiki girmişim şu blog işine diyorum. Nasıl da değerleniyor zamanım, yeni güzelliklerle donanıyor ve yeni insanlar tanıyorum, güzel insanlar. Türkiye tatilimde üç blog arkadaşımla "pino, flame, güldem "bir de blog sayesinde tanıştığım arkadaşım Pınar la görüşme fırsatım oldu sonunda. Nasıl da heyecanlıydı anlatamam. Ama sanki kırk yıllık dost gibiydik hiç yadırgamadık birbirimizi.

Pinoyla çook güzel zaman geçirdim sohbet ettik bol bol.. İşinin arasında gidiverdim yanına bana kahve yaptı sıcacık hem de okul zamanımdan en çok sevdiğim desenli bardaklarla. Ortamı da bir harikaydı tam çalışılası bir yer. Çok şanslı bence bu konuda. Hatta dergi için çizimlerini yaptığı kocaman ekranında benim de bişeyler çizmeme izin verdi tabi ben sadece çöp adam yapabildim:)süper güzeldi. Ayrıca çok şeker mi şeker bir pembe kelebek çerçevem oldu pınarcığım sayesinde.O fotoları ayrıca ekleyeceğim. Şimdi zamanım biraz kısıtlı..Böyle sıcak, içten ve güleryüzlü olduğu için minnettarım. Çok sevdim pinoyuuu beeennn:)

Güldem ile kemeraltında buluştuk kızlarağası hanında. İzmir de en çok sevdiğim yer burası. İzmir de olsam durmadan buraya gelir sabahtan akşama dolaşırdım herhalde. O da benim gibi düşünüyor zaten. Birlikte de gezdik biraz. Çok tatlı çok konuşkan süper bir insan güldem. İyiki tanıştık. Bir dahaki sefere birlikte köfteciye gidicez bir de tatlı yiyeceğiz ama adı neydi unuttum o tatlının. Güldem de bana süper şeker pembe renginde yumuşacık bir atkı örmüş top top yünlerden. Onun da fotosunu diğerleri ile birlikte ekleyeceğim. Öpüyorum onu burdan..


Pınar ve ben starbucks da harika beyaz çikolatalı kahvelerimizi içtik yaban mersinli tatlımızı bir de pofidik kurabiyelerden yedik . Önce tabi Forum Bornova da bolca dolaştık. İzmir de sevdiğim yerlerden biri daha. İkea ya da gidecektik aslında ama zaman kalmadı. Artık bir dahaki sefere ikea yı da gezeriz birlikte. Pınar ile blogum sayesinde tanıştık. O da yakında Cezayir e gelecek inşallah benim geldiğim gibi sevdiği ile evlenerek. Valla dört gözle burda onu bekliyorum. Bu konuda çok heyecanlıyım. Tabi umarım proje bittiğinde dönmek durumunda kalmazsak. Forum bornovadaki bütün mağazalara girdik çıktık. Ciciler baktık bir sürü. Dayanamadık bişeyler da aldık ufak tefek. Bana da saolsun bir sürü güzel şey almış pınarcım. Hepsi harika. Yeniden teşekkür ediyorum ona. Fotolar kısmında onları da göstericem sizeeee.. Daha çok gezmek istiyorum ben geldiğimde pınaaaarr tamam mı. Hehee ben gezenti insan:) Canım çok da tatlı maşallah. Yıllardır arkadaş gibiydik onunla da. Herşey çok güzel geçti. Yeniden görüşeceğimiz zamanı heyecanla bekliyorum.

Nihayet Alev ve Alper le de görüşebildim. Geçen İzmit tatilinde görüşememiştik pek üzülmüştüm. Konuştuğumuz gibi Hoşgör Pastanesinde buluştuk. Frambuazlı pastamızı yedik ve hoşgörün süper limonatalarından içtik. Alper i görmeyi heyecanla bekliyordum. O kadar tatlı bir çocuk ki maşallah tam yemelik. Alevin blogunda anlattığından daha tatlı. O yanaklarından öpmek için çok çaba sarfettim ama malesef öptürmedi bana kendini. Ben de zorlamak istemedim. Ama bir dahaki sefere görüştüğümüzde kocaman bir öpücük onu bekliyor olacak. Alevciğim de bana harika hediyelere getirmiş bir sürüüü hemde. Çook güzeldi hepsi. Kullanıyorum burda getirdiklerini. Alper de bana mektup yazmış ben ona yazmıştım burdan o da cevap yazmış. Harika bir mektup. Umarım yeniden yazışırız küçük arkadaşım alper ile. Ona yazmak için bir sürü renkli kağıtlar aldım kendime izmitten. İyiki tanıdım onları da. Çok tatlılar. Bir dahaki seferi iple çekiyorum.

Fırsat bulup istanbul a gidemedim. Sadece vize işim hallolur ümidiyle gittim bir gün birkaç saatliğine ama o da olmadı geri döndüm. O yüzden istanbul daki blog arkadaşlarımı aramaya fırsatım olmadı. Bir dahaki gelişte umarım onlarla da görüşme olanağım olur. Heyecanla bekliyorum. Şimdilik bu kadar benden. Yeni yazıları fazla uzatmadan yazacağım bu sefer. Artık başadım bir kere. Tatilde 525 tane fotoğraf çekmişim tabi hepsini koymam imkansız ama elimden geleni yapacağım. Benden herkese sevgileeeerr..

4 Aralık 2008 Perşembe

İnce belli bardakta Cezayir akşamımızın ilk çayı

Eveeett nihayet geldim. Cezayirdeyim. Onca uğraştan sonra vizem ha çıktı ha çıkmadı 3 aylık 5 aylık derken evimdeyim. Öyle yorulmuşum ki bu satırları bile göz ucuyla yazıyorum kapatmaya ramak kala. Stresli ve bol dualı uçak yolculuğumdan sonra yere ayak bastığımda anladım yorgunluğumu. Kendimi sıkmaktan çene kemiklerim sızladı resmen. Neyse ki gece pek uyumadığımdan uçakta biraz kestirebildim. Sonra eve gelirgelmez annemin özenle hazırladığı yemek kaplarını boşaltıp buzdolabına koydum. Zeytinyağlı dolmalar, börekler, zeytin, peynir v.s Neyse ki bir vukaat olmamış. Sadece az da olsa dolmanın yağı torbaya çıkmış kutusundan.
Yerleşim işlemlerini tamamladıktan sonra evimiz için alışverişe çıktık. Carrefour a gittik ama bir de baktık artık bizim alışveriş yaptığımız Carrefour'un adı değişmiş başka bir şey olmuş, hem içi de değişmiş hiç güzel de değil. Sanırım ekonomik kriz nedeniyle kapattılar Carrefour u. Oysa ne de güzeldi son zamanlarda. Bir seviniyorduk ki sormayın. Görünce pek üzüldüm. Doğru dürüst de bir şey kalmamış bayram telaşından da olsa gerek. Başka bir yerden tamamlamak zorunda kaldık alışverişimizi, tabi yemeğimizi yedikten sonra. Çok güzel bir yer keşfetmişti eşim bir arkadaşı vasıtaysıyla ben yokken burger king tarzında. O kadar güzel ki inanamadım ben görünce. Hatta tepesinde kocaman Burger King yazıyor ama tabi çakma burger king. KFC tarzında süper lezzetli tavuk kızartmaları yedik yanında da patates kızatmasıyla. Tıka basa doldu göbüşlerr.. Eve geldiğimizde de aslında elimizi kaldırmaya mecalimiz yoktu ama malum buzdolabı beklemez. Direk giriştim mutfağa. Bir güzel yerleştirdim. Eşimin de yetiştirmesi gereken işi kalmış laptopunda onunla ilgileniyor şimdi. Az evvel bana "bloguna mı yazıyorsun" dedi. Ne güzel böyle yazmak yaa..Cezayir e gelebilmek güzel ama tabi burda olunda memleketin kıymeti bambaşka. Bomboş market raflarını ve çeşit azlığını görünce geldim dedim işte o anda. Türkiye de ne çoook şey var çeşit çeşit. Raflardan seç beğen al. İlk Tansaş a gitmiştik, gelmeden evvel de Migros' a uğradık; aklıma geldi de hey allahım dedim ne bolluk ne bolluk. Ama içindeyken bilemiyor insan. Şimdi yeni aldığım ve annemle özenle kazak aralarına kırılmasın diye yerleştirdiğimiz ince belli bardaklarımızda çayımızı yudumluyoruz yorgunluğumuzu alsın bir nebze de olsa diye. Pek de keyifli böyle içmek. Burada hep sallama çay yapıldığından demlik çay kültürleri yok. Doyasıya içiyoruz evimizdeyken.
Şimdilik bu kadar yazabiliyorum bana artık uyku vakti. Hava değişiminden de olsa gerek sersemlik halleri var. Bir iki güne eskiye dönerim. Yeniden görüşmek dileğiyle..Herkese kucak dolusu sevgiler Cezayir'den:)

2 Aralık 2008 Salı

Aralık geldi ve ben geldiğim günkü gibi battaniyenin altındayım sıcak düşlerimle birlikte


Gidemiyorum bir müddettir. Bu gidememe hali bende epeyce stres yarattı. Burda olmak çok güzel tabiki. Sıcacık evimde, sıcacık yatağımda, sıcacık mis kokulu yemeklerle, sıcacık ailemle olmak o kadar güzel ki..Yine de böyle bir şey yüzünden gidemiyor olmak sinir ediyor insanı. Hani insanın elinde olsa gitmeki istemese de kalsa tamam. Ama öyle değil bu işte. Şimdi yine günlerimin keyfine varma halindeyim. İyice keyif insanı oldum çıktım zaten. Bu keyif hallerimin hiç bitmemesini diliyorum.


Salı günü -yani gecenin bu vaktinde bugün oluyor-gitmiyorum vizem çıktı bugün. Biletim de perşembeye ertelendi. Şimdi sabah verilecek olan kargonun bize bir aksilik çıkartmamasını umuyorum. Çünkü annem ona göre bana zeytinyağlı dolma yapacak ve ben ona göre yiyecek alışverişi yapıp sürekli içini doldurup doldurup boşalttığım bavulumu düzenleyeceğim. Herşey ona göre yani. İstanbula göre, birilerinin keyfine göre, kargoyu getireceklere göre ve göre işteee..Böyle belirsiz olması ne sinir bozucu.. Neyse daha fazla üzerinde durmuyorum.



Uzun zamandır yazmak aklımda var aslında. Ama aklımdakilerin hepsini burada yazıp tüketmekten korktuğum için mi bilmiyorum yazamıyorum. Her gece aynı terane. Yazıcam diyorum alıyorum elime laptopu gecenin bir köründe açıyorum sayfayı ama yazmıyorum sadece kurguluyorum. Kalakalıyorum kelimenin tam anlamıyla. Ama bugün biraz daha rahatım. Hem bir şeyi de tecrübe etmiş oldum. Hani derdim ya bir ay da kalsam daha kalası gelir insanın yetmez diye. İşte bu çok da yerinde bir cümleymiş. Neredeyse buraya geleli bir ay olacak. Kasım 6 idi vardığımda. Ne kaldı şurda 6 aralığa ama sanki o kadar olmuş gibi değil hiç. Bazen düşündüğümde Cezayir i özlemezmişim gibi geliyordu hani dönsek ahh bir yarım da orda kaldı durumları olmaz diyordum. Ama özlüyorum. Tabi içinde eşim olduğu için şu an bu durumum fakat taa derinlerden de hissediyorum ki o şehir de bende değişik bir etki yapmış. Evliliğimin ilk aylarını orada yaşadım ne de olsa, yeni ve mistik bir hayattı benim için. Hala daha da öyle. Belki de izmit gibi özlerim orayı da günün birinde. Ama şunu da anladım insanın sevdikleri olmayınca içinde şehrin çok da anlamı olmuyor aslında. Bizi bir yerlere bağlayan anılar, insanlar, yüzlermiş..



Odamdan battaniyemin sıcaklığından yazıyorum tüm bunları. Karman çorman olduysa kelimelerim affola. Bir uçak stresi, bir gitme telaşı, bir ayrılık hüznü var malum. Ne geliyorsa onu yazıyor parmaklarım. Yazmak yine her zamanki gibi güzel ve anlamlı. Berrak ve ılık bir suya dalarcasına güzel benim için. Çıktığımda da sevdiğimin yüzünü görmek istiyorum bulutların öte tarafında. Sevdiğim seni özledim...