30 Mayıs 2009 Cumartesi

Yeni keşif restorantlar

Zaman geçtikçe daha çok yeni şey öğreniyor ve yeni yerler keşfediyoruz. Tabi arkadaşım Pınar'ın gelmesinin payı büyük bu durumda. Onlar merkezde oldukları için eşiyle de bolca gezip dolaşıyorlar. Yeni yerleri de öğreniyorlar ve sonra bizimle de paylaşıyorlar. Birlikte de gidip onay veriyoruz yeniden:)

Biz tavuk sever insanlar olarak daha önce bahsettiğim KFC çakması bir yere gidiyorduk Taiba Food. Hala daha oradan vazgeçmiş değiliz tabiki. Tavukları bizce şahane.Kfc halt etmiş yanında..İşte nihayet fotoğrafladım. Burdan pek bişeye benzemiyor gibi gelebilir ama sosu süper bence bu tavuğun..Hem de kıtır kıtır. Öyle beyaz et yoksunu kemirmelik de değil gayet doyurucu.


Bu sefer de devrimle pınarın gidip çok severek yedikleri tavukçularına gittik. Adını bilemiyorum şu an. Tabela var mıydı onu da hatırlamıyorum. Çünkü o gün epey yürümüş ve yorulmuştuk. Yalnız tavuklar lezzetliydi. Sarımsakli bir sosa bulayıp kızartıyorlar. Ocakbaşı gibi aynı. Önden chedar oeyniri ve salata geliyor. İçki de var burada. Gayet güzel bir şekilde yemeğinizi yiyip içki de içebiliyorsunuz..Hemde çok merkezi bir yerde Büyük postanenin yakınında bir sokakta.

Bu resimdeki kişi de lezzetli tavuklarımızı kızartan şefimiz. Çok güleryüzlü ve konuşkan birisiydi ben pek sevdim. İstanbul'a gitmek ve orada bir restorant açmak istiyormuş sanırım.

İkinci güzel restorant da Sofitel otelin hemen altındaki Hippopotamus restorant. Burası da oldukça nezih bir yerdi. Her yerde süper sevimli hipopotamlar vardı, fotoğraflar, süs eşyaları, tabelalar hep hipopotam şeklinde dizayn edilmişti. Ben de bu tombik hayvanı çok sevdiğim için bayıldım tabi bu yere.

Salatamız gördüğünüz gibi pek şık. Üzerinde beyaz peynir benzeri lezzeti süper bir peynir de vardı. Sonradan devrim söyledi Berber peyniriymiş. Bakalım yakında bulabilmeyi umuyoruz. Bu hafta markette göremedik. Beyaz peynirin yerini ne olursa olsun tutamıyor tabiki. Ama yemeklerimizin sunumu da oldukça güzeldi.

Bu da kaz ciğeri. Ben lezzetini beğendim. Sanırım önceden de yemişiz biz ama ben hatırlayamadım. Eşim yediğimizi söylüyor. O böyle değişik şeyleri pek sever zaten. Sayesinde ben de seviyorum. Kızarmış ekmekle denenmesi gereken bir lezzet.

Burada da ben uslu uslu oturmuş yemeğimin gelmesini beklerken. Aslında çok acıkmıştım ve içimdeki yemek canavarı durmadan hareket ediyordu. Bu tombili ekmeklerin üzerine zeyrinyağı dökmek de ayrı bir keyif canım:)

Bu da günümüzden en ilginç detay. Biraz da iğrenç bence. Bu fotoğraf restorantın menüsünden çekildi. Yemek bildiğimiz çiğ kıymanın üzerine çiğ yumurta kırılarak servis ediliyor. Özelliği bu. Tabi biz bundan yemedik. Iyyhh herhalde benim midem kaldırmazdı. Biz kırmızı eti tercih ettik. Ama bu yemeği yiyenler ne düşünüyorlar merak ediyorum açıkçası. Türk parası olarak da 20 ytl ye tekabül ediyor. Yani bu yemeğe değil 20 ytl ben 1 ytl bile vermem.

28 Mayıs 2009 Perşembe

Notre Dame d'Afrique Kilisesi

Bu fotoğrafları geçen hafta; cuma tatilinde çekmiştik. Ama benim makinam yanımda değildi o yüzden Pınardan mail olarak aldım ve hemen bloga koydum. Eee annelere babalara sevdiklerimize havadis veriyoruz burdan tabi onlar da merak içerisindeler:)


Bunlar Sidi Yahya daki cafe de yediğimiz dondurmamız ve dee sevimli tombik bardakta gelen de milk shake türünde karışık meyve kokteyli..Dondurmaya bayıldım. Özellikle mangolu ve bademli süperdi..

Burası da kilisenin manzarası. Nasıl da güzel bir yer öyle değil mi? Bütün Cezayir ayaklarının altında insanın sanki. Taa karşı kıyılara kadar görülebiliyor.

Bu da albüm kapağı gibi bir fotoğraf oldu daha çok. Keşke daha kasvetli olsaydı o zaman tam albüm kapağı olurdu herhalde:) Çok aydınlık kalmış..
Bunlar da kiliseden fotoğraflar. Biz biraz geç kaldığımız için içerisinde giremedik. 17.30 de bitiyormuş ziyaret saati. Ayin vardı içeride. Birkaç tane peder gördük sadece ehtişamlı elbiseleriyle. Ve içeriden müzik sesi geliyordu. İlahi gibi. Kendimi Da Vinci filminde gibi hissettim.Kiliselerin insandaki etkisi çok farklı oluyor değişik bir atmosfer. Ayrıca içeride tavadanki kabartmalar ve resimler de çok güzeldi. Bir dahaki sefere erken gidip içeriyi de gezmeyi istiyoruz. Kilise restore edildiği için fotoğraflar pek de netteki gibi görünmüyor fakat yine de çok güzel.

26 Mayıs 2009 Salı

Zaman koşuyor

Bugün öğlen yemeği arasında arkadaşım söyledi bu cümleyi. "Zaman koşuyor" dedi. Gerçekten de öyle. Hiç bakıyor mu arkasına bilmem ama koşuyor alabildiğine. Günler öyle hızlı ki burada. Göz açıp kapayıncaya kadar derler ya öyle işte bir de bakıyorsun saat beş olmuş bile. Elinde avucunda ne kalıyor geriye. Sanki hepsi zamandan çalınan küçük parçalar oluyor; tüm yaşadıkların.
Buraya geleli iki sene olacak eylül de. Ne çabuk! Türkiye'den geleli bir ayı geçti. Sanki daha dün gibi. Bugün sabahki halimi hatırlıyorum da sanki yeni uyandım uykumdan, öğlen üzeri. Bu hafta gelirken yanımda evladiyelik fotoğraf makinamı getirdim hp. Üniversitedeyken almıştım tez çalışmam sırasında yardımcı olması için. Hiçbir zaman memnun etmedi beni çektikleriyle. Hep bir odaklama sorunu vardı. Canon'u taşımak güç diye onu aldım bu hafta yanıma. İdare etti etmesine ama canon'u çok arattı. Eee hp 3.2 yanında zavallı gibi kaldı. Beni de tatmin etmedi görüntüler. Özledim canon'um seni.
Bu fotolar kamptan çekildi. Burası öyle güzel ki aslında. Temiz hava. Her yer karadenizin yaylalar gibi. Alabildiğine yeşil. Bol börtü böcek var bolca da çiçek. Doğasını seviyorum. Nasıl da hayran bırakıyor kendine. Ne de olsa doğa ana herşeyin üzerinde.

Bunu geçen gün çektim. Adını bilmiyorum ama mor top çiçek diyorum ona ben. Böyle sevimli olduğuna bakmayın nasıl da koruyor kendini dikenleriyle. Olduğu yerden alabilmek için onu epey ter döktüm her yerime de battı iğneleri sonra ayıkladım durdum parmaklarımdan. Ama güneş vurduğunda görmelisiniz muhteşemliğini. Nasıl da dansediyor rüzgarla..

Bunun da ismini bilmiyorum öğrendiğimde yazarım. Öyle geniş olanları var ki burada pasta tabağı misali. Özellikle bir arada olmayı tercih ediyor gibiler. Tabi bolca da böcek besliyorlar üzerlerinde.

Bunlar cezayirimizin meşhur çiçeklerinden. Çoğu yerde görmek mümkün bunlardan. Oldukça güzeller ama kokmuyorlar. Mor olanları da var üstelik; onları da beğeniyorum ben çok.


Bunlar da mor otlarımız. Nasıl oluyor da bu otlar mor olabiliyor acaba. Üzerlerinde tek bir çiçek bile yok. Bildiğin ot bunlar. Ama doğanın mucizesi mor otlar. Güneşte yine harika parlıyorlar. Canon ile çektiğimde farkı anlayacaksınız eminim. Yine de doğaya burada hayran olmamak mümün değil gibi görünüyor. Tek hayran olmadığım kısmı türlü çeşitlilikte ve boyutta olan böcekleri. Örneğin hiç buradaki kadar kocaman çekirge görmedim hayatımda. Enteresan olanları da var. örneğin kırmızı örümcekler var, sonra peygamber devesi de var. Öyle güzel ki. Çıtıpıtı bir kız çocuğu gibi aynı. Onları da çektikçe ekleyeceğim sizler için. Herkese sevgiler. Doğanın kıymetini bilin!

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Bugün

Bugün yine yataktan zor kalktığım bir gün oldu. Aslında uyudukça kızıyorum kendime. Güne erkenden başlamak istiyorum hep. Ama bedenimi yataktan kaldırmak oldukça güç. Nasıl da çekiyor kendine o sıcacık yatak. Halbuki erken uyandığımda daha enerjik oluyorum ve daha güzel geçiyor günüm. Yine de uyumayı seviyorum bunu inkar etmiyorum. Sanırım bir anda o soğuk havalardan sıcağa geçmek de etkiledi beni. Bir rehavet, bir tembellik. Gün içerisinde bile bazen canım hiçbirşey yapmak istemiyor. Hafta sonu epey yorulduk. Cuma sabahı erken uyandık arkadaşlarımızla buluştuk dolaştık. Zaten perşembeden de yorgunduk. Perşembe akşamı dışarda yemek yedik. Bolca yürüdük restoranta kadar. Uzun bir yoldu. Ne zamandır da yürümediğimizden bacaklarımız ağrıdı. Cuma günü bu yüzden yorgun başladı. Ama çok eğlenceli geçti. Bir sürü yeni yer keşfettik yine. Güneşli bir günün getirdiği tüm güzellikler yanımızdaydı. Uzun zamandır görmek istediğim kiliseye gittik. Notre Dame de Afrigue. Yakında fotolarını da koyacağım güzel hafta sonu tatilimizin. Henüz alamadım arkadaşımdan. Sonra güzel bir akşam yemeği yedik. Hafta sonlarımız şenlendi adeta. Neredeyse her hafta tatilinde yeni yerler keşfediyoruz. Kışın ağırlığını sonunda tamamen atıyoruz. Artık yaza yeniğiz..Bir de sezonu açıp yüzmeye başladık mı tamamdır. Sanki sonu gelmez bir mutluluk gibi. Keşke hep yaz olsa.


Bugün yine dayanamadım bir kitap bitirdim. Türkiye'ye gitmeme de az kaldı ya rahatça okuyorum kitaplarımı. Bitmesi kaygısı olmadan. Nasılsa dönüşümde yenileri eşlik edecek bana. Canan Tan'ın kitabını bitirdim bugün. Tam 426 sayfa. "En son yürekler ölür"..Beni bolca ağlattı yalnız bu kitap. Biraz türk filmi tadında ama ne de olsa hayatın içinden. Bittiğinde bile gözyaşlarım damla damlaydı. Beğendim. Okumayı çok seviyorum gerçekten. Aslında bugünüm kitapla geçti diyebilirim. Başka ne yaptın derseniz; yemek yedim ve bir iki tuvalet molası verdim hepsi o. Sonra da ofise geldim nete girip birkaç kelam edebilmek için. Yapmak istediğim o kadar çok şey var ki bazen sırf ne yapacağıma karar veremediğim için çabucak geçiveriyor günüm. Sanki hiç birini o kadar da çok istemiyormuşum gibi. Birini alıp birini bırakıyorum elimden doyumsuz çocuklar gibi. Yine de vazgeçemediğim yegane şey kitaplarım. Ne olursa olsun okuma isteğim bitmiyor bir gün bile. Dün resim yapmak için kalemlerimi aldım elime ama sonra oldukları yerde bıraktım; keçelerimden toplar yaptım öğlen yemeğinden sonra eşimle, biraz da etamin, sonra da film izledim. "Everything is İlluminated".Nihayet izlemeyi başardım. Çok da güzeldi. Tavsiye ederim. Ben de uzun zaman önce melda'dan tavsiye almıştım ama izlemeyi unutmuştum. Filmin müziklerine bayıldım ayrıca görüntüler de bir harika. Koleksiyoncu teyzeye bayıldım. İzleyince anlayacaksınız beni eminim. Bugün de bir film var aklımda izlemeyi çok istediğim. "The Jane Austen Book Club". Tv de rasgelmiştim sonuna. Başından izleyememiştim. Yine de güzeldi. Onun üzerine Jane Austen'in "İkna"sını okudum ilk geldiğimde. Bu filmi de tavsiye ediyorum film seven herkese. Şimdi yazıyorum sonra buradan çıkacağım ve yemeğe gideceğim eşimle. Sonra her akşam olduğu gibi yemek sonrasında bahçede güzel havanın eşliğinde biraz dolaşacağım. Belki biraz sohbet. Sonrada gece yatmadan evvel film seansı. Bakalım bu gece ne var menüde. Yarın yeni bir gün. Yeni güzellikler getirecek bize. Kıymetini bilmek gerek değil mi?

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Cicilerim mutluluk kaynağım

Bugün hava yine o kadar sıcak ki. Dışarıya çıkar çıkmaz; sanki birisi yüzünüze fön makinası tutuyor gibi hissediyorsunuz. İşte insanoğlu böyle bir yaratık. Kış olduğunda yaz gelsin diye deliler gibi dövünüyordum şimdi de içinden çıkılmayan bir sıcaklık hakim ortalığa ben şikayet ediyorum. Hani tv de gördüğümüz kovboy filmleri modeli. Genelde yer teksastır ve her yer çöl gibidir, toprak çatlaktır, kupkurudur; bir de mutlaka yerde top halinde çalı ve ot birikintileri vardır rüzgarla uçuşuyordur bir oraya bir buraya. Hep aklıma o görüntü geliyor sıcak olduğunda.


Türkiye'den gelirken perşembe pazarından kumaşlar almıştım daha önce anlatmıştım size. Sonra düğmelerim, boncuklarım ıvır zıvırlarım. Yeniden perşembe pazarının cümbüşüne katılmak için sabırsızlanıyorum. Sıcakta epey zor olacaktır ama ben de sabah erkenden serinde; elimde fotoğraf makinamla sızarım tezgahların aralarına artık.


İşte bunlar kumaşlarım. Henüz bir şey dikmedim. Kampa getirmedim kumaşlarımı evde duruyorlar belki bu hafta getiririm. Korkuyorum biraz aslında, ya başaramazsam da kumaşlarım ziyan olursa diye. Ama olsun deneyeceğim yine de; zira bu kumaşlar evde durdukça, buzdolabında en sevdiğim yemek var da ben açıp yiyemiyormuşum gibi kötü bir hisse kapılıyorum..


Bu iğneleri de Bouira'dan bir dükkandan aldım. Türkiyedeki bir milyoncular gibi bir dükkan. Yaprak şekilli olanları da vardı keşke onlardan da alsaydım. İğne çok lazım oluyor insana. Ama kalplerde çok güzel bence. İnsanın içi açılıyor.

İşte asıl komik olan da bu foto..Bunlar canavarlarımız. Markette değişik şekerlemeler görmüştük alalım dedik bir de baktık içinden kinder süpriz gibi oyuncaklar çıktı. Biz de yeniden aldık çıkması ümidiyle. Şimdi beş parmağı tamamlamaya çalışıyoruz. Çok hoşumuza gittiler. Elleri de oynuyor yumuşak yapmışlar. Tipleri de süpper yaaa:) Soldaki benim sağdaki yiğitin:)

Bunlar da Düzceden yeğenimle aldığım boncuklarım. İzmitte boncuklar çok pahalıya geliyor yaa her seferinde istanbul hayalleri kuruyorum ama zaman azlığından dolayı gidemiyorum. Bu sefer düzceden bakayım dedim. İyiki de bakmışım. Ne yazık ki giderayak baktık daha geniş bir zamanda olsa daha bir sürü şey alacaktım ama. Bu boncuklar gerçekten göründüğü kadar güzel ve kaliteli. Hemde bir avantajı da hepsini ayrı ayrı tartmıyorlar. İzmitte her çeşitin ayrı gramı var oysa bu dükkanda hepsini torbasıyla tarttılar. Sanırım indirim falan da vardı. Acayip ucuza aldım boncukları. Çok sevindim. Alttaki krem olanlardan bileklik yapmayı düşünüyorum. Top top olanların üzerindeki desenler harika yaa bayıldım. Yakından bakarsak;

Keşke daha çok alsaydım yaaaa. Belki bir dahaki gidişte yine bulurum. Kolye yapacak kadar almamışım ne yazık ki şaşkın kafam..


Bunlar da sevimli düğmelerim. Yaa acaba düğmeleri benim kadar çok seven başka biri daha var mıdır? O tuhafiyeye girdiğimde bütün hepsini böyle avuç avuç toplamak istedim. Rengarenk bir dünya. O kadar güzeller ki. Hepsinin fotosunu çekip onlardan süper bir kitap yapmak gerek. Ama tabi kim alır bilmem. Benim gibi deliler vardır belki de:) Yarın öbürgün türkiye'ye döndüğümüzde iş falan bulamazsam artık açarım bir düğmeci boncukçu:) yada kitapçı falan.. Olur mu olur..

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Alger merkezden manzaralar

Dünkü yazımda söylemiştim ikinci parti olarak Pınarların evinin manzara fotoğraflarını yarınki yazımda koyacağım diye. Tabi sabırsız bir halde geldim ofise bugün. İçim böyle kıpır kıpır. Hava da güzel ya daha bir pozitif oluyorum bu zamanlarda. Yeni bir yazı yazacağım ve özellikle de bu yazıya hazır olduğum zamanlarda kıpırdanmalarım başlıyor içerlerde. Yalnız bu güzel havaların getirdiği rehavet de cabası. Hava iyice sıcaklaşmaya başladığı için bir miskinlik peydah oldu bana. Elime kitabımı alıp uzanasım var her daim. Hep gölge de hamak ve meyve suyu hayalleri kuruyorum. Her gördüğüm ağacı hamak asmak için birebirmiş diye peyliyorum. Şimdi Kefkende olmak ne güzel olurdu. Yazın sessizliğinin tadını çıkartmak, bahçede yeşil yeşil hamakta uzanmak, sonra deniz sefası, taze meyveler böğürtlenler yemek, pazara gitmek, teyzemin yaptığı güzel mamalardan yemek akşamüzeri ve tabi gece deniz kenarında bira içmek..Şimdi ereğli'ye de gidiyoruz artık. Orada da güzel bir yazlık mekan oluşturdu annemler. Tam da denizin kenarı. Arka tarafta kocaman bahçe. Ama sabahların denize bakıp kahvaltı etmenin keyfi çook başka. Oradan kalkası gelmiyor ki hiç insanın. Artık kısa tatilimizde kefken ve ereğli yolları aşınacak herhalde gidip gelmekten. Oralardan güzel fotolar da bir dahaki yazı da olsun o zaman:) Şimdi hafta sonu çektiklerime bakalım birlikte:

Burası apartmanlarının tam karşısındaki büyük park. Adı Tunus Parkı. Balkonda oturup tam türk kahvesi keyfi yapmalık bir yer. Gelen geçeni seyretmek de ayrıca güzel. Hayata katılmak gibi.

Burası da mutfak camından gördüğüm ev. Benim çok hoşuma gitti. Eski yapıları oldum olası severim zaten. Kasvetli bir görüntüsü var ama aynı zamanda da hüzünlü. Zamanda bir yerde sıkışmış gibi adeta.

Burası da mutfaklarından bir kare. Çok fazla eğilmeye gerek yok kafanı camdan çıkarttın mı önü alabildiğine deniz işte kocaman kocaman gemiler istila etmiş limanı. Denize sırtını dönen köhne bina da eskimişliğine inatla onu görmemizi ister gibi. Önce ben diyerek öne atmış kendini. Yada siper etmiş yıkık gövdesini denize..

Bunlar da yine balkondan sokakların görüntüleri. Çanak antenler şehri burası. Evlerin kalkanı misali. Anteni olmayan ev var mı acaba? Sokaklar dar ve virajlı. Tabelaları okumak zevkli. Ucu bucağı olmayan çağrışımlar dünyasına bırakmak gibi kendini. Manalar çıkartmaya çalışmak. Sevdim bu şehri besbelli değil mi?

İşte çocuklar. Nedense burda en çok onlar acıtıyor içimi. Bizim çocuklarımız onlarda. Ortak bir göğün altında, aynı çatının altında gibiyiz aslında. bu şehirden nasiplerine düşen ne varsa alıyorlar ama sadece o kadarını. Memleketimdeki olanakları düşününce, rugan parlak ayakkabıları, çiçekli böcekli çantaları, anne emeği süslü üst başları.. Burdakiler arafta kalmışlar, sıkışmışlar sanki. Tek bir beyaz önlük var üzerlerinde baktığımda gördüğüm aynı ama bana göre farklı olan. Benzerlikleriyse giyimleri, ayakları, bakışları, saçları, gülüşleri. Böyle bir hüzün bulutu gelip yerleşmiş yüzlerine. Bunlar yani bu iki balkon canavarı mutlu besbelli. Ben daha çok kaldığımız köydeki çocuklardan bahsettim aslında. Merkezde çok çocuk görmüyorum hepi topu bir avuç. O da denk gelirsem. Ama Djebahia'da (ki google earth den bakarsanız Bouira diye bayağı içerde kalıyor merkeze nazaran, orayla aramız 20 dk zaten. ) yaşam öyle farklı ki. Aslında uzağa bakmaya gerek de yok köy çocuklarımızı düşünün yeter. Şehirdekilere oranla ne kadar az imkana sahip olduklarını. Burası farklı bir dünya gibi gelse de ilk başlarda tanıdık o kadar çok şey var ki. Her şehir de, kıtada, dünyada olduğu gibi. Çoğu şey birbiriyle aynı aslında. Keşke onlar için daha fazla şey yapabilsek. Keşke Heros'daki kahramanlardan olup dünya için savaşabilsek. Biliyorum ki aslında ne oluyorsa çocuklara oluyor...Yine de küçük mutlulukları yakalamakta üstlerine yok. Kırmızı leğene basıp çamaşıların ardından dünyayı görmeye çalışan bu iki çocuk gibi.

17 Mayıs 2009 Pazar

Süppper haftasonu

Gerçekten de başlıkta belirttiğim gibi süper güzel bir haftasonu geçirdik. Daha önce anlattığım Cezayir'e gelen arkadaşım Pınar ve eşi Devrim bizi perşembe akşamı yemeğe davet ettiler. Aslında ben perşembe günü gündüz pınar'ın yanına gidecektim ama ayarlayamadık bu yüzden iş çıkışı eşimle birlikte gittik. Trafik yüzünden oraya varmamız zaten 8.00 i geçti. Evlerinin yeri çok merkezi. Çok da kolay bir yerde. Manzaraları da çok güzel ben çok beğendim. Tam karşılarında kocaman bir park var. Bir çok apartmana göre de oturdukları apartman bakımlı ve temiz. Evleri de bizim evimiz gibi kutu gibi bir oda bir salon. Eee zaten iki kişi için oldukça ideal. Pınarcım sağolsun çok güzel ağırladı bizi. Zaten gülen yüzü yetiyor insana. O akşam çok güzel vakit geçirdik hatta eve dönmedik o gece de onlarda kaldık. Nasılda ertesi gün de tatildi. Birlikte geçirelim istedik günümüzü. Hazır bulmuşken birbirimizi kolay vazgeçemedik. Bizim için de büyük değişiklik oldu. Sanki Türkiye'de gibiydik. Yemekler güzeldi, sohbet güzeldi. Hatta gecenin sonunda film de izlemeye başladık ama yorulmuşuz sonuna kadar sabredemedik.

Akşam yemeğimizden güzel bir kare. Arkadaşım döktürmüş fırında köfte yapmış, benim sevdiğim erişteli çorbadan yapmış, pilav yapmış, peynir tatlısı da yapmış. Ellerine sağlık.

Yine aynı akşamın fotografta eşim olan versiyonu :)

Kahvaltı soframız da süperdi. Hele fıstık ezmesi bitirdi bizi yaa özlemişiz nasıl da. Reçeller de harika tam bir türk kahvaltısı yaptık..


Kahvaltı sonrası türk kahvesi eşliğinde sohbet ettik sonra da eve döndük biz. Akşam da onlar bize geldiler. Evimizi elleriyle koydukları gibi buldular vallahi. Mangalımızı da yaktım bahçemizde. Çok eğlendik yine. Gece gittiler. Laf lafı açtı. Şimdi yeni planlara gebeyiz artık. Yazının ikinci bölümünde de sizin için pınarların evinden çektiğim Cezayir manzaralarını göstereceğim. Şimdilik bu kadar. Herkese sevgiler.

12 Mayıs 2009 Salı

Mutfak maceralarımız

Uzun zamandır kamptaki mutfağa girip birşeyler yapmak istiyordum. Dün nihayet başardım. Ama epey de yoruldum. Tabanlarım ağrıdı resmen. Bizim aşçımız Cezayirli. Ama türk firmalarda çalıştığı için yemek yapmayı güzelce öğrenmiş. Yine de bazen tadı farklı oluyor tabiki yaptıklarının. Bir de ekstra şeyler yapmaya pek vakti olmuyor. Ne zamandır kek yapmak derdindeydik. Nihayet ısrarlarımız sonucunda 3 tane kek kalıbı, iki de minik muffin kalıbı aldırmayı başardık. Dün arkadaşım Gülnihal'le kek yapmak üzere mutfağa girdik bir de ne görelim aşçımız Hamit dayanamamış keki yapmış bile. Madem bu kadar niyet ettik bari kurabiye ve patates salatası yapalım dedik. Tabi toplamda 20 kişi varmış burada. Ben daha önce hiç bu kadar çok insana bir şey yapmadım. Biraz komik geldi ilk başta. Zaten mutfak kocaman, tencereler kocaman, sanki çizgi filmlerdeki devler için yapılmış gibi her şey. Ölçüleri çoğaltarak babannemin kurabiyesinden yaptım. Limonlu kurabiye. Bir de bir kova patatesten patates salatası, domatesli, yeşil soğanlı, biberli, naneli falan. Onları fotoğraflamayı unuttuk malesef. Ama herkes çok beğendi. Biz de bugün yine mutfağa girdik bu sayede. Övgü de alınca daha bir gaza geldim tabi ben hemen. Bugünkü menümüzde de çayın yanına Mozaik pasta ve Elmalı çikilop var. Kolay tarifleri seçiyoruz çünkü 20 kişi biraz gözünde büyüyor insanın. Üstelik fırın da epey dandik. Sadece üst kısmı yanıyor. Kurabiyeleri pişirmek epey zor oldu bu yüzden dün. Yalnız bugün biraz tecrübe sahibi olduğumuz için fotoğraf makinamız yanımızdaydı Gülnihal sağolsun. İşte fotoğraflar;


Burada aşçımız Hamit ve yamak ben:) o tarifleri bilmediğinden sadece yaparken izledi bizi o yüzden aşçılık görevi tamamen bizimdi. Bugün önlük de buldum süper oldu. Bir de şapkam olsa tam olacak yani:)

Burada da elmalı bisküvili topların üzerine dökmek için hazırladığımız çikolatalı puding.


Bu foto da buradaki güzel günümüz için süper bir hatıra. Gülnihal ve ben Cezayir de aşçılık günlerimizde diye not düşmek gerek arkasına:)

Tabi Kerem böcük de yanımızdaydı. Bizi izledi. Yaptıklarımızın tadına baktı. Eline de kek kalıbını verdik ki ilerde o da hamarat olsun diye:)

Bunlar Gülnihalin tarifinden elma, bisküvi ve ceviz karışımı toplar. Ben adını elmalı çikilop koydum. Öyle geldi içimden..

Bu da son hali. Üzerine çikolata ve vanilya sosu döktük bir de hindistan cevizi. Bu arada benim Mozaik pasta da dolapta soğumakta. Onu yaparken gülnihal yeni gelmişti bir telaş çekmeyi unuttuk ben akşam yerken çekerim hepsini yeniden. Onları da yarın gösteririm artık sizee..Umarım herkes beğenir hapur hüpür yer:)