25 Haziran 2009 Perşembe

Yazlığa geldik

Geleli iki gün oldu bile. Çocukluğumdan beri vazgeçemediğim bir yer burası; Kefken. Nereye gidersem gideyim burası gibi olmuyor hiçbir zaman. Ne de olsa eski anılar, yaşanmışlıklar ve tanıdık kokular var. Biraz önce gazete almaya gittim burnuma gelen deniz kokusu, ot kokusu, evlerin önlerinden geçerkenki kendilerine ait kokuları hepsi tanıdık ve çocukluğuma ait. Bir anda bambaşka bir zamana götürüyor insanı. Yollarda yürürken kendimi görüyorum eski arkadaşlarımla top oynarken. Deniz yine alabildiğine mavi.

Dün ilk kez karadenizin serin sularıyla buluştuk. Özlemle beklenen bir buluşmaydı. Yalnız zor oldu o serinliğe dalmak. Uzun uzadıya yüzemedim ama açılışı yapmış oldum. Bir an önce ısınmasını bekliyorum ki doyasıya oynayayım dalgalarla ve sıcak kumla..

Öğlen çok sıcak olduğu için saatin biraz geçmesini beklerken bahçede oturduk. Kocaman bir bahçemiz var. Hamağımız, salıncağımız, elma ağaçlarımız, domateslerimiz, biberlerimiz. Öyle keyifli ki herşey. Çiçeklerimiz de insanın içini açıyor, rengarenk..

Güllerimiz rengarenk ve pek güzeller. Kokulu olanlardan da var. Gül şerbeti yapmayı denemek istiyorum hazır bulmuşken. Umarım güzel olur..



22 Haziran 2009 Pazartesi

Düğünümüz vardı

Türkiye tatilimi biraz erkene almıştım Cezayirdeyken. Çünkü babamın kuzeninin düğünü vardı yalova'da. Daha geldiğimin ertesi günü elbise arayışı içerisine girdiğimi yazmıştım önceki yazımda. Perşembe akşamından da yalovaya gittik kına gecesi için. Ardından da düğünümüz oldu. Gerçekten çok eğlenceliydi. Bizim düğünümüzden sonra yeniden bir düğünde bir araya geldik ve çok eğlendik. Bizim ailemiz maşallah pek şen şakraktır zaten. O yüzden bol bol güldük. Ben oldum olası kalabalık aileleri sevmişimdir. Hele böyle herkes de bir araya gelince o zaman işte değmeyin keyfimize.

Kuzenlerimle güzel bir hatıra fotoğrafımız da oldu. Sağımdaki kuzenim Batu ortada ben ve solumda da kuzenim Enver. Enver ile 20 senedir görüşmemiştik herhalde. Benim düğünümde de askerdeydi sonra istanbuldaydı. Yeni döndü Yalovaya. Çocukluk anılarımızdan bahsettik epeyce. Ne kadar çabuk da geçiyor zaman deyip durduk. Ben evleneli 2 sene olacak bile ağustosta. Mini mini çocuklarken bir anda kocaman insanlar olduk bile. Hayret ifadeleriyle bitti çoğu cümlemiz. Ama iyiki de birlikteydik. Batuyla daha sık görüşmüştük. O bizim düğün gecemizde askerden gelmişti. Ne güzel bir tesadüftü. Şimdi de yine bir düğün vesilesiyle bir araya geldik. Çok da mutlu olduk..

İşte bizim güzel gelinimiz Songül abla. Kuaförde saçlarını yaptırdıktan sonra duvağını taktırırken. Burada biraz ciddi bakmış ama ben bu fotoyu çok sevdim. Siyah beyaz olması da ayrıca güzellik kattı fotoğrafa. Tabi bu saatlerde gelin son derece heyecanlıydı artık..

Nikah salonunun önünde toplandığımızda durur muyum ben hiç. Çıt çıt çektim yine her anı. Bol bol da fotoğrafımız oldu bakıp duruyoruz. Biz dönmeden evvel de Enver bir slayt gösterisi hazırladı her çektiğimiz kareyi müzik eşliğinde izledik. İzlerken yeniden eğlendik..


Bunu da babam nikah bittiğinde çekti hemen sağolsun. Yoksa öyle az fotoğrafım var ki düğünde. Tabi devamlı ben çekim yaptığım için giremedim karelere. İyiki çekmiş babam. Pek hanım hanımcık çıkmışım sanki:)

Bu fotoğrafı da Batu çekti. Makina ile deneme yapıyordu. Ben çok sevdim. Aslında bu fotoğrafın devamı da var arka arkaya çekti ama hepsini koymaya üşendim. En beğendiğim kareyi seçtim ben de..
Gelin ve damat ilk danslarını yapaken renkli konfetiler attı Batu ve ablası Berna. Çok güzel oldu. Hepimizin en beğendiği fotoğraflar arasında yerini aldı bile bu fotoğraf. Kameraman da çıkmasaymış iyi olacakmış ama o telaşta ancak bu kadar yakalayabildim..

Gecenin sonlarına doğru herkes çakırkeyif oldu tabi. Şarkılar, türküler söylendi mutlulukla. Her günümüz böyle olsun inşallah bundan sonra da.

18 Haziran 2009 Perşembe

Memleketten

Nihayet yorucu uçak yolculuğu bitti ve evime vardım.Uçakta her zamanki gibi stresle geldim ama yanımda arkadaşlarım olduğu için güzel geçti. Birbirimizi sakinleştirmek adına durmadan konuştuk. Gece eve vardığımızda bitkin düşmüştüm adeta. İzmitin gece serinliğinden balkondan yazıyorum bu yazımı. Annem de karşımda gazete okuyor..Günümüz güzel geçti. Daha gelir gelmez koşturmacalı bir gün geçirdik. Bir akrabamızın düğünü olduğu için bugünü bana kıyafet aramakla geçirdik çarşılarda. Bildiğim sokaklarda;tanıdık simalarla karşılaşarak yürümek güzeldi. Güzel bir elbise de buldum aldım kendime nihayet. Yoruldum daha ilk günden ama tatlı bir yorgunluktu. Akşam da balkonda yemeğimizi yedik sohbet ettik ailemle. Şimdi de saat geç olmasına rağmen hala balkonda oturuyoruz. Hava cezayir'e göre oldukça serin aslında hırkayla oturuyorum. Gündüzse güneşliydi fakat boğucu bir sıcak yoktu tam istediğim gibiydi. İnşallah bundan sonra da hep böyle devam eder. Denize gireceğim günü de sabırsızlıkla bekliyorum. Yine fotoğraf çekmeye daha ilk dakikadan başladım. Yakında yeni fotoları da paylaşacağım. İyi dilekleriniz için hepinize teşekkürler.

Canım annem ve babamla birlikte akşam yemeğimizi balkonda yedik. Annem güzel mamalar hazırlamış benim için. Hepsi de pek güzeldi. Ellerine sağlık tombilinin..

İşte mamalardan görüntüler. Barbunyayı özlemiştim sipariş üzerine yapmış annem hemencik:) Ama en güzeli de sabah kahvaltıda yediğim kıymalı börekti herhalde. Nasıl da özlemişim yahu..

Eee gelmişken balkonda rakı sefası da yapmamak olmaz. Her ne kadar rakımı bitirememiş olsam da yine de keyiflenmeme yetti.

Çarşıda dolaşırken yaşlı bir teyze yeni topladığı dutları getirmişti satmak için ben tabi dayanamadım görünce. Vallahi pek de güzeldi. Senenin ilk dutunu da yemiş oldum. Nasıl da severim şu şeker şeyleri. Bal gibiydi gerçekten de teyze çok doğru söylemiş.

15 Haziran 2009 Pazartesi

Günün içinden




Yine yakıcı bir güneş eşliğinde başladım güne. Sabah erkenden uyanıyorum artık. Tabi yine de kendimi yataktan kaldırmam epey vaktimi alıyor. Klimayı açıp biraz uzanıyorum. Öyle uyku hali değil o anda yaşadığım, sadece bir bekleyiş düşler aleminde. Güzel tarafı da bu zaten. Öğlen yemek öncesi bekleyişi günün en sevdiğim zamanı. O zamana kadar güne karışmanın hevesiyle doluyor insan. Sonra da alabildiğine dakikalar vardır ya hani akşamın olması için, tümüyle benim. Yemek sonrası sigarası gibi tadı o anların işte.


Afrika sıcağı artık kendini gösterdi. Nasıl boğucu bir hava olduğunu ancak yaşayarak anlayabilir insan. Kafamda şapkamla dolaşıyorum günlerdir. Tabi bir de toparlanma telaşları yaşıyorum. Bavulumu hafta sonu epey toparladım. Son rötuşlar kaldı sadece. İçinden ayıklanması gerekenler ayıklanacak ve bir iki ayakkabı koyulacak. Zaten yazlıklarımın büyük bir kısmı türkiye de. Burdan çok birşey götürmem gerekmiyor. Yine de bavulum şimdiden dolduJ Bu sefer ufak bir tane aldım çünkü yanıma. Çek çekli bavulları taşımak rahat diye hep onlarla gidip geldim şimdiye dek; ama geçen sefer havaalanında boş olarak bir tarttım, kendisinin ağırlığı 6 kilo kadar geldi. Yani 6 kilo zarardayım gelirken. Onun yerine bu sefer normal çanta getireceğim ki daha fazla eşya alabileyim diye. Böylesi daha mantıklı. Ne kadar az koyuyorum desem de yiyeceklerle birlikte epey eşyam oluyor gelirken. Burada en kıymetli şeylerimiz yiyecekler ne de olsa.


Her seferinde yolculuk zamanı yaklaştığında çocuk gibi heyecanlanıyorum. Tabi bir de eşimi burada bırakacağım için burukluk yaşıyorum. Orada aileme, arkadaşlarıma, evime, memleketime kavuşmanın verdiği mutluluğun yanı sıra eşimin yanımda olmamasının da hüznünü yaşıyorum. Ne de olsa çok alıştık birbirimize. Yanımda olmadığında eksik hissediyorum. Şöyle uzunca bir tatil yapmak istiyorum onunla sevdiklerimiz de yanımızda. Geçen seneki yaz tatilimiz gibi aynı. Yazlıkta cümbür cemaat oturulan sofralar, deniz keyfi, bahçede huzurlu dakikalar, gece deniz kenarı sohbetleri ve daha neler neler...


İkimize kahve yaptım az evvel. Onun ki sade, benimki orta şekerli. O çalışıyor karşımda, ben de kahvemi yudumlayıp bu satırları yazıyorum. Aklımda yine binbir düşünce dolanıp duruyor. Neler yapacağımı planlamaya çalışıyorum. Biliyorum ki biz ne kadar plan yaparsak yapalım hayat da bizim için planlar yapıyor aynı zamanda. Ve ortak bir payda da buluşmaya çalışıyoruz çoğu zaman. Neler olacağını bilemesek de türkiyedeki günlerime dair planlar yapmayı seviyorum. Zaten planlı programlı davranmazsam günlerim kısıtlı olduğu için yapamadığım çok şey oluyor. Ama bilirsem ne yapacağımı, o zaman elimden geldiğince zamanı yettirmeye çalışıyorum..Ucundan köşesinden eksikler hep oluyor tabiki. Olsun; en azından bir dahaki sefere yapacak şeyler de kalıyor böylelikle. Yapamadıklarım için üzülmek yerine; yapabildiklerimin keyfini çıkartmaya bakıyorum. Öğreniyor insan zamanla..

Umarım yolculuğum göz açıp kapatıncaya kadar geçer ve memleketime varırım. Şu an aklımdaki en yoğun düşünce bu. Yazımı okuyan tüm dostlarım bana yolculuğum için şans dileyin lütfen...Herkese kocaman sevgileeerr...


11 Haziran 2009 Perşembe

Biz şarkı söylerken


Bu video uzun zamandır bilgisayarımda duruyordu. Bir türlü koyamamıştım bloga. Buraya ilk geldiğimiz sene yani 2007 Eylül de çekildi. Arada izleyip izleyip duruyoruz. Biz pek seviyoruz. Hatta yeni versiyonunu da yapmak fikri var bu sıralar kafamızda. Umarız siz de beğenirsinizz..Herkese sevgilerr..

Şehir, yaz ve getirdikleri

Daha sayfalar yazabilirim aslında.
satırlar, dizeler ,paragraflar ne biliym daha onlar bunlar şunlar..kara dutlar, kirazlar, kütür kütür erikler, mis kokulu şeftaliler, pespembe pamuk şekerler, rengarenk kağıtlar, silgiler, kalemler..daha neler neler..
hayata dönmek; yüzyılların kıvamıyla o eşsiz oluşumla dönüşmek, değişmek, başkalaşmak, güzelleşmek, ayırt etmek, varolmak, varolduğunu bilmek, aşmak ve hep gitmek..
bir ağacı anlamak, buz gibi bir suya dokunmak, çölde kavrulmak, deniz olduğuna inanmak, kendine bakmak, ruhuna erişmek gibi hayatla bütün olmak..
varlığına inanamıyorum bazen bütün bu güzel şeylerin..masal gibi herşey. şaşıyorum doğruluğuna..oysa tamamen yakında..çetin bir bulmacanın tam ortasında..
bir yerdeyim şimdi..
etraf hafif bulut! sanırım sıcaklıktan olsa gerek
arkası yok..
uzanmıyor hiçbir şehre..pamuk gibi bir sessizlik
belki oldum olası yalnızlık..yüzyıllardan beri şairin deyimiyle..
aşk olmalı burası..adı aşk olmalı..

Belki de adı aşkmış bir zamanlar bu şehrin. Sonra zaman içerisinden vazgeçmiş kendinden. Savaşlardan yıkımlardan geçmiş, bir de bakmış yalnız. Bir sürü insan var içerisinde ama hepsi birbirinden yalnız. Diyorum ya bu şehirde çocukların gözünde bile bir acı var sanki. Oturmuş kalmış. Adını değiştirmiş işte sonraları bu şehir şimdi adı hüzün olmuş. Her sokak, her bina eskiden yaşanmış bir aşkı anlatıyor adeta. Şimdi yaşayanlar içinse anılarla bir olmak gibi aynı. O yüzden belki de hep sokaklarda yürümek isteği var bende aşk ile el ele.

Elif Şafağın yeni kitabı Aşk'ı bitirdim geçenlerde. Pembeliğine vurulanlar bilirler. Hani bazıları almak istemezlermiş pembe diye o narin ellerine. Okudukça okuyasım var daha bir sürü sayfa. Ardından Umut'u okudum Ayşe Kulin'in. Zamana olan sevgim katlanarak arttı. Eskiye olan özlemim de. Yaz da geldi ya artık havalar hepten sıcaklaştı. Aniden hemde. Yerler asfalt olmasın taşlık olsun ;üzerinde yumurta kır, pişsin yine; hem de hiç ekmek banacak yumuşaklığı kalmamacasına içinde. Deniz çağırıyor bu günlerde. Serinliğinde can bulmak istiyor bedenim. Zaman geldi yine ne de olsa. Türkiye bekliyor. Keşke diyorum sevdiğim de benimle gelse. Her koşuldan sıyırıp kendimizi ıssız bir koyda sessizce uzansak. Maviyle, yeşille, turuncuyla buluşsak. Onu böyle delice biriktirdiğim ve en sevdiğim metal kutularımdan birinin içine koysam, çantama atsam, yanımda götürsem keşke. O zaman daha da anlamlı olurdu o kutucuk benim için herhalde. Üzerine de etiket yapıştırırdım sevdiğim içinde diye. Havaalanında kontrolden geçerken de deli diye düşünürler herhalde. Baksalar da göremezler ki onu içinde. Aşkla bakmak gerekir çünkü sadece.

Kefken'in ılık esintisi de beklermiş beni. Biliyorum. Her sene uğramadan edemem ki yanına. Ayrı kalsak ateş düşer içime. O da bir nevi aşk. Orada çocukluğumdaki benle buluşurum her gittiğimde. Kapının önünden geçen henüz kızarmamış ekmekleri tepside ilk ben görürüm. Dönüşte de yolunu gözlerim ellerimi yaksın diye. Bir sıcak kumları yakar insanın elini, bir de ekmekleri kefkenin. Onun dışında hep serin bir huzur verir insana. Naneli bir çikolatanın içinden akan o beyaz jel gibi. O olmasa var mıdır ki bir sebebi..Sebebi damağımızda kaybolmak olmalı. Herkes o naneli çikolata gibi sebebini bulmalı aslında. O zaman çook güzel oluyor şarkıyı dinlemek, gökyüzünü izlemek, tuşlara dokunmak bile.

Yaz gelirken yüklenip geliyor yanımıza herşeyini. Birer birer almak lazım hepsinden, bitene kadar;ki yenilerini getirebilsin bize yeniden. Yoksa ödünç alamayız hayattan ki başka güzellikler. Sadece yaz verir bize vereceklerini. Yeni hayaller, istekler...Seviyorum bu mevsimi. Herşeyi bir arada bulabiliyor insan. Oysa kışları ne çok şeye hasret kalırız düşünsenize. Cezayir iki kat veriyor insana herşeyden. Hem bütün sıcaklığıyla hem de çifter çifter. Özlem de o çift çift verdiklerinden, aşk da. Her şehir gibi karşılığını da alıyor. Onu tanımak, bilmek, anlamak yalnızca. Gerisi hep kendi seçimlerimiz. Şehirlere suç atmak boşuna.

"Yine yolculuk zamanı geldi ya taşmaya başladı sözcüklerim. Bir zamanlar adım sözcüklerin gizemli kadınıydı ne de olsa. Bütün eski mektuplarda öyle yazardı bana melda. O öğretti kelimelerle oynamayı aslında. Ardından Pınar. Kelimelerim onunla dile geldi, sonrada kendilerini buldular zamanla. Şimdi hepsinin bir hikayesi var. Hikayeler dolusu da kelimem. İyiki varlar. Bir de şu uçaklar yüreğinin hoplatmasa insanın. Sayfalara çizmek kadar kolay olsalar..O zaman herşey daha güzel olurdu herhalde:)"

Not: Fotoğraf Facebook'taki Kefken Grubundan alınmıştı yanlış hatırlamıyorsam..

10 Haziran 2009 Çarşamba

Cuma tatili ve kerem böcüğün birinci yaşı

Cuma günümüzden önceki yazımda bahsetmiştim. Sabah 8.00 da başladık güne. Hızlıca giyindik ve kahvaltı için mutfağa yöneldik. Henüz kimse yoktu ortalarda. Kendimize yumurta yaptık pek lezettli ve de karpuz kestik yanında da domates biber falan. Kendimizi masa sohbetinin güzelliğinden mahrum bırakarak acele tarafından yola koyulduk. Rouiba'ya gidecektik öyle karar almıştık. Öğlenden önce varmak istedik ki açık yerler bulabilelim diye. Çünkü burada öğlene kadar her yer açık öğlen ezan zamanı kapanıyor sonra tekrar 15.00-15.30 sıralarında açılıyor. Geçe kalmamak adına yola erken düştük. Nihayet oraya vardık ve gitmek istediğimiz yeri bulduk. Kapalı çarşı gibi bir yer. Ama tabi öyle çok harika şeyler yok. Ivır zıvır. Yine de istediğimiz birkaç şeyi aldık tabi. Ben bir de ayakkabı aldım kendime. Yazlık ve de pek cici. Elbiseler vardı göğsü lastiklilerden ki ben onları çok seviyorum ama fiyatları pahalıydı tipine göre. Öyle türkiyedeki kadar da rengarenk değildi. O yüzden almadım. Buraya gelmeden önce türkiyede yaz sezonu için çok güzel elbiseler vardı hem de uygun fiyata. Aklım onlarda kaldı.

Sabah kahvaltımızdan bir görüntü. Karpuzlar burdan seçiliyor vallahi..

Arkadaşlarımız Gülnihal ve Mahir ve tabi bir de Pambik Kereeemmm:) Rouiba'dan sonra La Madrak'a gittik yemek için. İyi de oldu. Hava da çok güzeldi. Gülnihal de görmüş oldu burayı:) Biz o gün onlara Lacoste ailesi diye isim taktık. Pambiğinki en güzeliydi tabiki:)

Semih abimiz de bizimleydi. Onu da özlemişiz çok. Çok güzel bir gün geçirdik. Bolca sohbet ettik.

Bu da bizim kocaman balığımız. Adı da Merou. Tavuk eti gibi löp eti vardı. Ama günün en güzel şeyinden biri pembe şarabımız ve yemek sonrası meyvelerimizdi:)

Yamuk da çekmiş olsam en azından rengi hakkında fikriniz olmuş oldu. Nedense bazen böyle yamuk çekebiliyorum aceleden sanırsam:)

Kavun benzeri ama kavun olmayan bir meyve. İçerisinde de harika çilekler vardı. Löp löp yuttum:)

Tabi yemek sonralarının olmazsa olmazı naneli çay. Ben çok seviyorum kendilerini. Yalnız biraz daha normal şekerli olsa daha iyi olacak. Çok bal gibi yapıyorlar yaa. Özelliği de oymuş tabi de.

O günün en önemli kısmı kerem böcüğün ilk yaşına giriyor olmasıydı. Madrak dönüşü Hydra da Pınar ve Devrim ile buluştuk. Bir cafe de oturduk. Hem arkadaşlarımız da tanışmış oldular. Bir süpriz yapıp kereme pasta aldık. Yiğit de mum buldu hemen marketten anında. Mumu üfleyiverdik güzelce. Ama kerem gezmekten oldukça yorulmuştu biraz şaşırdı da tabi çocuk. Akşamı da sayarsak iki kere mum üfledi pambik..


Bu da akşamki çilekli kutlama pastamız. Süslü mumumuzla birlikte. Nice yaşlara Pambik Kereeemm hep böyle güzel ve kalabalık doğum günlerin olsun, hep böyle kocaman gül sen emi:)

Keremcik güzel bir ilk yaş partisi yaşadı. Tabi çok daha güzellerini de yaşar inşallah böyle kamp ortamından uzakta sevdiği herkesle. Daha önünde bir sürü güzel sene var. Biz de keremin büyüdüğünü görmek için can atıyoruz. Bizimle büyüyor burda şirin şey. Zaman çabucak geçiyor. Yine de her anı güzel ve dolu dolu..

7 Haziran 2009 Pazar

Yeni haberler

Birkaç gündür yazamadım. Malum yine bir sürü engel çıktı. Tabi engel dememek lazım bunlara aslında. Tercih daha çok. Bazen canım odamda kalıp dinlenmek istedi, bazen kitap okumak, bazen ise motiflerimle oyalanmak, perşembe günümü pek hatırlamıyorum ama cuma günümüz çok güzel geçti. Sabah 8 de uyandık. Güne dinamik başladık, eğlendik ve yorulduk. O fotoları ayrıca başka bir yazıda koyacağım ve günümüzü anlatacağım.

Normalde Perşembe günleri akşam saatlerinde evimize doğru yola çıkıyoruz. Bu sefer arkadaşlarımızla cuma günü için plan yaptığımızdan burada kampta kaldık. Zaten biz ne zaman gitmeyip kalmaya karar versek bir olay çıkıyor. En son sefer doğalgaz hattına saldırı olmuştu. O gece de acayip bir fırtına başladı bir anda. Kum fırtınası. Göz gözü görmüyor. Biz de eşimle odamızda eski fotolara bakıyoruz. Merak edip pencereden kafamızı uzattık yine her yer tupturuncuydu. Toz toprak doldu odaya. Sonra eşim yanık kokusunu duydu ve bir de odaya vuran ışığı farketti. Önce otoyolun ışığı sandık ama sonra düşündük ki otoyol da ışık yok, karanlık. Dışarıya bir de çıktık ki o kızıl görüntü meğer yangınmış. Kaza oldu sandık. Biz duymamışız ama rüzgarı fena halde şiddetlendiği sırada elektrik direklerinin teli kopmuş ve aşağıya düşmüş. Karşımızdaki buğday balyaları duran tepecikler alev alev yanıyor. Tabi önce bir telaşlandık sonra makinaya sarıldık. Neyse ki köyden gelen halk gayretle yangını söndürdü. İtfaiye de her zamanki gibi olay bittikten sonra geldi.


İşte yangından görüntüler. Epey alev aldı balyalar. İkinci fotoğraftaki adamlar da yanmayanları kurtarmaya çalışan köy halkı..Ucuz atlattılar yine de kendileri de yanabilirdi allah korusun. Biz de heyecan yaşadık az buçuk tabiki. Ama burda alıştık artık bu tip heyecanlara..

Şimdi de gelelim kamptan gidenlere. Artık on kişi kadar kaldık kampta. İlk geldiğimde 25-30 kişi vardı. Yani bizim kaldığımız yerde sadece. Ben de artık burada eskilerden sayılıyorum. Çoğu gelen ve gideni biliyorum. Bu da güzel birşey tabi. Şahitlik etmiş oluyorum zamana. Gidenler oldukça daha da sessizleşiyor ortalık. Şimde herşey çook sakin. Akşamları yemekten sonra bahçede bir avuç insanız. Kuşların cıvıltılarıyla uyanıyor öğlenleri kalırsam eğer kampta yine kuşların cıvıltılarıyla etrafta dolaşıyorum. Gidenler başka bir sebepler yeniden buraya dönerler mi bilinmez. Şimdiden anılardan bahsetmeye başladık bile.

Gece Hüseyin abi için veda gecesi düzenledik. Muşambadan çiçek desenli dandik örtümüz ve sandalyelerimizle. Menüde de rakı ve kavun vardı hepsi o..Burası için büyük nimet tabi. Yani kamp ortamı için. Ben de köşede böceklerin içinde çiçek şeklinde oturuyorum yine..

Bu fotoğraftaki Hüseyin abi. Çok renkli bir insandır kendisi. Kampın neşe kaynağıydı. Kerem gelmeden önceydi aslında. Keremle renklenen kampta o da bizi pek eğlendiriyordu. Devamlı sesini duyardık. Şimdi o gidince sessiz kaldı ortalık. Çok da iyi bir insandır kendisi. Sanırım yeniden gelecek cezayir'e. Bekliyoruz yeniden görüşebilmeyi..


Bu fotoğraftakilerde de İsmail Usta ve Hasan abi. İsmail ustayı da önceden tanıyorum. Ben ilk geldiğimde buradaydı şimdi o da gidenler arasında. Sanırım yeniden gelmeyecek. Gözlüklü olan Hasan abi ise daha gitmedi. Sadece şu anlık Türkiye'de vize işleri için. Hüseyin abi ile Hasan abi epey şenlendiririlerdi ortalığı sağolsunlar. Hüseyin abi Hasan abi için çoğu zaman "10.000 fitte bu yine" derdi. Sağolsun Hasan abi içkiyi biraz seviyor da:)

Benim eşim de canım düşüncelere dalmış. Projenin durumunu düşünüyor herhalde. Yada sadece durmuş öyle. Ben de fırsattan yararlandım şip şakçılık yaptım hemen:)

Bu da bizim güzel pozumuz. Bunu da kamptan arkadaşımız Halil çekti.

2 Haziran 2009 Salı

Alttaki yazı için fotoğraflar

İşte sevdiğim motiflerim. Bir tanesi diğerlerine göre az daha küçük oldu ama artık olsun napalım. Onu çok sıkı örmüşüm herhalde..

Bu da etaminim. Ama tığ yapmak etaminden daha zevkli. Gördüğünüz gibi pabucu dama atılmış şekilde duruyor yazık..

Kamptan sevimli çiçeklerimiz.


Bu dut kurusuna benziyor vallaa..


Ortasındaki siyahlığı sinek sanmayın sakın. Ortası da çiçek açmış ama siyah..İronik bir durum.


Bunlar da hayata katılmayı bekleyen kısımları çiçeğimizin. Sonra patlayıp o kocaman pembe çiçeklerde olacaklar daha önce fotosunu gösterdiğim..


Bu da kapımızı evi bellemiş sümüklü böcek. Çok var onlardan etrafta. Ben yine de mavinin üzerindeki hallerini seviyorum. Bilerek poz vermiş gibi..

Kendimce

Biraz evvel çayımı yudumladım yanında da bir parça kek yedim. Kamptaki odamda biraz vakit geçirdim bugün yine her zamanki gibi. Günler bazen birbirinin aynısı gibi gelse de aslında öyle değil. Bunu bilerek uyanmalı her sabah. Yoksa hep aynı güne uyanıyor olmanın sıkıntısı gelir ansızın yerleşiverir insanın içine. Buraya ilk geldiğim günlerde şehrin heyecanına kapılıp gitmiştim. Çok da düşünmüyordum zamanın nasıl geçeceğini. Nasılsa geçerdi. Her zaman oyalanacak bir şeyler buluyor insan. Ama sonra yalnızlık rahatsız etmeye başladı beni. İçerden bir yerler kıpırdanmaya başladı. Bir anda onca arkadaşı, onca tanıdık yüzü bırakıp buraya gelmek zor gelmişti tabi. Her gün dışarda olmaya alışkın sosyal bir varlık olan ben ,birden hiç bir bayanın olmadığı yalnız bir dünyada bulmuştum kendimi. Gidebileceğim bir yer, görebileceğim değişik bir yüz ve konuşabileceğim kimse yoktu. Sonra yalnızlıkla yaşamayı öğrendim. Bundan sıkılmamayı, aksine yalnızlığı da eğlenceli hale getirmeyi. Sonraları kalabalıklarla olmak eskisi kadar eğlenceli gelmemeye, başladı. Kendi kendineliğimi özlemeye başladım. Bişeyler yapmayı kendi halimde, sonra sessizliği dinlemeyi, düş kurmayı..Arkadaşlarımı çok özledim tabiki burada. Sadece bir telefon uzakta olmayı kimilerine. Kimileriyle de sadece orada olduğunu bilmeyi. Şimdi herşey o ilk zamanlardan çok farklı. Artık yalnızlıktan sıkılmıyorum. Yapacak o kadar çok şey var ki aslında. Önemli olan ne istediğini bilmek hayatta. Ben hep biraz dağınık fikirli ve hayaperesttim. Hala daha öyleyim. Kesinlikler çok azdır bende. Terazi burcu olmamdan kaynaklı bunlar sanırım. Hayatta insanın bir amacı olması kadar güzel bir şey yok aslında. Burada o amaçları yakalamayı öğrendim ben. Kendi kendimin dostu olmayı. Birilerine ihtiyaç duymamayı, ayakta durabilmeyi. Kitap okumak hiç buradaki kadar zevk vermemiş meğer bana. Meğer ben boyalarla oynamayı bilmezmişim aslında, meğer insan sessizliğe kulak verip içindeki duyguları ayıklayabiliyormuş.

Bu sıralar beni mutlu eden yeni bir şey keşfettim. Eskiden beri bir türlü beceremediğim tığ işini burada öğrendim. Artık motif de yapabiliyorum. Her zaman heves ettiğim etamine da başladım heyecanla. Ve bir şeyler yapabiliyor, birşeyleri başarabiliyor olmak bu kadar mı mutlu eder miş insanı. Fotoğraf çekmeyi nasıl da sevdiğimi burada anladım. Önceden anlamış olmayı ve türkiyedeki olanaklarla kendimi geliştirmeyi isterdim tabi ama bu da iyi bir nokta benim için. Daha net kafamda bazı şeyler. Ama hala net olmayan çok şey var. Onların da zamanı gelecek elbet. Küçük şeylerden mutlu olmak gerçekten çok mühim. Artık insanlara eskisi kadar çok kırılmıyorum, ve eskisi kadar da çok umursamıyorum söylenenleri. Hayatım bir raya oturduğu için belki de böyle. Ama otuzlu yaşlarıma yaklaştıkça daha da başkalaşıyorum sanki. İçimdeki çocukla yaşamayı çekilir kılmayı öğrendim. Önceden onu sadece bir iç ses sanardım oysa. Yada başkaları için benim çocuk hallerim her zaman utanılacak bir durumdu. Kendimi sevmeye başladım. Sevmeyi öğrenmek gerekiyormuş meğerse. Öyle pat diye sevilmiyormuş herşey. Pat diye olursa pat diye de gidiveriyormuş bir anda. Sevgi gerçekten emek istiyormuş. Sevgi sadece bir insanı sevmek değilmiş aslında, şehirleri, yabancı yüzleri, sokakları, ağaçları, sesleri, ışığı sevmekmiş aynı zamanda.

Bir yere ait olma duygusunu kaybetmek insanı yoruyor. Ne türkiyedesin ne cezayir de. Bir tarafın hep başka düşlerde. Özlediklerin uzakta, sen burda yalnız. Ama öyle değil aslında. Ben zaten birşeylere aitim. Aileme, sevdiğim insana, arkadaşlarıma, kendime. Bir şehre bağlı kalmak özünde hep var insanların hep de olacak. Ne olursa olsun izmit doğduğum şehir benim, benim en özelim, en sevdiğim, hep arayacağım, nereye gidersem yanımda götüreceğim şehir. Önemli olan o şehrin hala beni bekliyor olması. Bir dost gibi. Yerinde duruyor olması. Hani aslında hiçbirşey olmamış gibi kaldığın yerden devam edersin ya. Bu aynı; sevdiklerinden uzakta olup yine de; hala hayatta ve sağlıklı olduklarını bilerek mutlu olmak gibi. Sevmek aynı zamanda başkaları için de mutlu olabilmek değil midir gerçekte?

İçimden geldi bugün bunlar. Döktüm tüm kelimelerimi eteğimden. Kimine anlamsız geldi belki ama ben sevdim yazdıklarımı. Perdeyi açtım dışarıda ilerleyen güne baktım. Birçok şey için minnettar olduğumu anladım yeniden. Karşıma baktım güzel bir yüz; sevgi dolu bir kalp kadar güzel bir yüz gördüm, ömrüm boyunca her sabah uyandığımda görmek istediğim yüz işte o yüz, beni düşünen bekleyen insanlar, okunmayı bekleyen kitaplar, renkli dünyalar, yeniden keşfedilecek bir sürü şey, zamandan çalınacak yeni anılar; mutluluk için yetmez mi?

1 Haziran 2009 Pazartesi

Çiçekli böcekli

Bir iki gündür yağmurluydu Cezayir. Hem de nasıl yağmak. Öyle hafif hafif yaz yağmuru değil, fırtınalı uğultulu patır patır bir yağmur. Elektriklerimiz de kesildi. Sonra çamaşırlarımı toplamayı unuttum onlar da yağmurdan nasibini aldı. Geceleri hala daha serin oluyor. Bu gece sağ kolum dışarıda kalmış yorganda, buuz gibi olmuş. Gündüzleri de kavurucu olmasa da yine de sıcak. Herhalde 27-28 derece vardır. Burası için az aslında. Bu sefer yaz erken geldi buraya da. Geçen sene daha başkaydı. Şimdideni temmuz ağustosu düşünemiyorum bile. Yaz geldi ya börtü böcek doldu her yer. Kocaman devasa karıncalar, arılar, örümceklerle artık kanka olduk zaten, hamam böcekleri. Geçen gün banyoda neredeyse çekirge büyüklüğünde antenli falan bir hamam böcüğü vardı. Elimi bile sürmedim dolandı durdu. Ayy nasıl ellenir ki o şey. Allahtan daha vozvoz böcekler piyasada yok. Ben en çok onlardan bir de çekirgelerden korkuyorum. Atlayıp zıplamayanlar bir yere kadar idare edilebiliyor ama zıpzıp böceklere kesinlikle tahammülüm yok. En çok da uçuç böceklerini seviyorum. Benek benek..Yazık onlara. O hamam böceklerinin yanında nasıl da zayır ve minikler. Öbürleri sanki egemenliklerini ilan etmiş gibi dolanıyorlar etrafta.

Kediciklerimizden biri yine hasta oldu. Sanırım buradan biri üzerlerine yağ dökmüş. Büyük ihtimalle zehirlendi diyoruz. Canım benim nasıl da o ufak bedeniyle savruluyor bir o yana bir bu yana. Ağzını açmaya mecali yok hayvanın. Dün penisilin yedi bir tane. Şimdi biraz dolanmaya başladı. Yiğit dün ona şırıngayla süt de içirdi zorla biraz. Anneleri de yine hamile. Yakında yeni bebişler gelecek. Biz burada işimiz bitince onları nasıl bırakıp da gideceğiz acaba.

Bugün yine eşimin isteği üzerine mozaik pasta yapmak için mutfağa girdim. Aşçımız da irmik tatlısıyla kek yapmış. Akşama tatlı ziyafeti var anlayacağınız.

Elimde makinamla dolanmaya başladım yine. Dünden kalanlar da işte bunlar;