13 Aralık 2010 Pazartesi

Ankara Ankara karlı Ankara

Ankaradayız. Uzuuuun zaman oldu geleli..Yine her zamanki gibi yazmakla cebelleşiyorum. Hep bu akşam yazacağım diyorum olmuyor. Ankara tam gaz devam ediyor soğuğa kar'a. İki senedir ilk kez kar gördüğüm için mutluyum. O pamuk görüntüyü çok özlemişim.Ama soğukla hiç aram yok. Hep aklımda bahar var yaz da değil..Zaman pek geçmek bilmiyor burada.Annemin ameliyat olduğu 15 günden fazla oldu. Şimdilerde daha iyi. Yavaş yavaş da daha iyi olacak inşallah. Zor zamanlar bunlar. Bütün aile bir arada olmak güzel oluyor. Burada iyiki teyzemler var. Düşünüp duruyorum böyle imkanımız olmasaydı izmitte napabilirdik diye. Biliyorsunuz İzmitteki doktorlar anlamadılar annemin hastalığını. Oyüzden pek de güvenim kalmadı açıkçası. Bu işler zaten epey çetrefilli. Herkes ayrı telden çalıyor. Hastanelerin halini görseniz herkes hasta herkes kanser. Özellikle de göğüs ve kolon (bağırsak)kanseri en çok görünenleri. Bir de kime sorsak sigara içmiyor. Tuhaf yani..Hani bangır bangır ya televizyonlar. Yine de tabi içmemek lazım hemen bırakmak lazım hatta yanından geçmemek lazım. Dünyaya dert yağmış diyorum ben.İçinde olmadan kimse anlamıyor. Doktorlar hastaneler bir alem. Tanıdık falan yoksa kimse suratınıza bakmıyor. Hele biraz sessiz çekingenseniz vay halinize. Cabbar olmak lazım böyle durumlarda, tuttuğunu koparmak hatta bazen cırlamak gerekiyor ki istediğiniz yapılsın. İlk hastane deneyimim oldu benim. Zor oldu tabi. İnsan tedirgin oluyor oysa her yer doktor hemşire. Yine de en yakınından biri olunca hasta insanın içi sızım sızım sızlıyor. Hele bir de elden birşey gelmemesi durumu olunca daha bir kötü. O üzülüyor acı çekiyor siz de kelimelerle avutmaya çalışıyorsunuz. Nasıl da zor bir şey. Hemencik geçsin gitsin bu zor zamanlar. Herşey eskisinden daha güzel olsun inşallah.

Karlı zamanlardan sonra İzmite dönüş planımız var ama henüz netleşmedi tarih. Ben bu sırada 22 sinde gelecek olan eşimi beklemedeyim. Ayrı kalmak pek zor hele birbirimize bu kadar alışmışken..Bir alışkanlık bu kadar mı güzel olur. Zaman buldukça ve teyzem de evde oldukça dışarı çıkmaya ve birkaç arkadaşımı görmeye çalışıyorum. Ayça ile zaman geçirdik birkaç kez. Nasıl da iyi geldi. İyiki var diyorum o. Bana çok yakın çok yardımcı ve çok da tatlı :) Gitmeden yine yeniden görüşmek için can atıyorum.

Yeniyıl da geliyor.Nasıl da kıpır kıpır içim. Her yerde kıpkırmızı şeyler var; noel babalar, geyikler,kurabiye adamlar, kar taneleri en çok sevdiklerim. Aaaa ama daha daçok kar kürelerini seviyorum.Kendime bu yılbaşında içinde melek olan kocaman bir kar küresi almak istiyorum ama henüz bulmuş değilim.Vitrinler nasıl da insanı cezbediyor.Özel bir çekim güçleri var sanki. Herşey sanki beni al diye bağırıyor bana. Ama herşey bir o kadar da ateş pahası.. Bazı şeyleri hele aklım almıyor. Düdük düdük şeylere inanılmaz etiketler koyuyorlar deli oluyorum. Bir de böyle bizim gibi dar zamanlı geliş gidişleri olan insanlar daha iyi bilirler tabi insanın herşey alıp yanında götüresi geliyor. Nasıl da sığdırır ki insan o her istediği şeyi almış olsa bile 30 kilocuk bavula. Zaten iki kazak iki pantalon iki ıvır zıvır hemencik 30 kilo ediyor. Sonra da ayıkla pirincin taşını..Rakamları hiçbir zaman sevmedim şimdilerde ise nefret ediyorum. Memleketimi özlüyorum. Hele Ankarayı ayrıca. Karı da gördüm ya Ankara'da ooohh bi mutluyum bi mutluyum. Bir de gitmeden fotoğraf çekmeye çıkabilsem yeniden daha da neşeleneceğim. En çok da neşeye ve minik mutluluklara ihtiyacım var şu anda..Kediciklerimi de çok özlüyorum.Artık hiç kediciğim yok. Hepsini eşim ben yokken kampa götürdü yani ofisin oraya. Zira evde üçüne bakmak inanılmaz zordu..Charlotte kalıcaktı aslında ama ben minişleri yalnız bırakmak istemedim aklım onlarda kaldı. Hiç olmazsa anneleri göz kulak olur dedim ama duyduğuma göre minişler pek mutlularmış çimenlerde sekiyorlarmış tombalaklarım benim.Charlotte şu anda nerede tam olarak bilemiyorum. Ama nasıl özledim anlatamam. Her gün fotoğraflarına bakıyorum. Miniklerden bir tanesini sanırım dönünce dayanamayıp alacağım. Tv de her whiskas reklamı çıktığından ağlamaklı oluyorum. Bir daha o yumuş gövdelerini sevip okşayamayacak olmak, o şebekliklere gülemeyecek olmak ve o sıcaklığı hissedemeyecek olmak beni çok üzüyor. Nasıl da alışmışım. Off offf yaşamayan anlayamaz. Umarım kediciklerim hep iyi olurlar. Umarım evlerini özlemiyorlardır ve bana kızmıyorlardır. Kediciklerim bekleyin geleceğim ben yanınıza:(

Şimdilik bu kadar. Yeniden yazacağım aklıma koydum. Yazmak en sevdiğim şey, bana en iyi gelen. Keşke her aklıma geldiği an aklımdayken düşüncelerim ve kelimelerim yazabilsem.Aynı gözümün hergördüğünü anında fotoğraflamak isteyişim gibi. Böyle bir teknoloji olmalı.Bir gün olmalı!

Herkese sağlıklı, mutlu ve umut dolu günler diliyorum..

25 Kasım 2010 Perşembe

Türkiye yolcusuyum

Bugün yine suratsız bir hava ile karşı karşıya kaldık. Artık kış geldi diyebiliyorum. Ama tabi pek memnun sayılmam bu durumdan. Bahar aylarını seven biri olarak. Türkiyede de havalar bozuyor artık yavaş yavaş. Yine eziyetli günler bizi bekliyor, soğuk, bitmek bilmeyen yağmurlar, hatta belki kar, trafik. Kışın en güzel tarafı soğukta sıcacık şeyler içmek, battaniyeye sarılmak ve kitap okumak herhalde. Daha da aklıma bir şey gelmedi inanın. 

Annemin rahatsızlığından daha evvel bahsetmiştim. Dün doktorla görüşmüşler ve cumartesi günü ameliyat olmasına karar vermişler. Zaten ameliyat olacağı kesindi ama zamanı belli değildi. Bir an evvel olması iyi olacak inşallah. O yüzden ben de hemen biletimi aldım anneciğimin yanına Ankaraya gidiyorum. Zaten bu söylediklerim hemencecik oldu. Bir anda ameliyat oluyoruz dediler ben de hemen bugün bilet işlerini hallettim. Ankara'nın soğuğuna doğru yol alacağım yarın sabah. İstanbulda da yağış falan varmış haberlerde duyduğuma göre umarım  uçak rötar falan yapmaz da gayet güzel bir şekilde inerim memleketime. Oradan da gelişmelerle ilgili yazmaya çalışırım. Kemoterapilerimiz iyi gelmiş çok şükür o bizi memnun etti sevindirdi. Şu ameliyat stresini de atarsak üzerimizden herşeyin daha güzel olacağına inanıyorum. Benim pamuk şekerim zuzucum bir an evvel iyi olacak inşallah. Ben şimdiden uçak stresine girdim yine her zamanki gibi:) Kafamdan dış hatlardan iç hatlara geçmeye çalışıyorum:):) Ne bitmek bilmez stresmiş bu yahu:) Bana bir pasiflora şart oldu artık.. Ya da yanima daimi bir arkadaş. Yanımda kediciklerimden birini mi götürsem acaba:):)

Akşam bavul hazırlama seramonisi var tabiki. Bu sefer kalınlar girecek çantaya. Tiril tiril şeyler koymak daha bir keyifli oluyor halbuki ama napalım. Yumuş kazaklarımı ayırırım önce sonra sonra pantalonlar atkı bere falan ayırmaca. Aslında bavul hazırlamayı boşaltmaktan daha çok seviyorum sanırım. Bir bir yerleştirmek oyun gibi geliyor. Daha doğrusu oyunmuş gibi düşünmeye çalışıyorum..Dönerken de en güzel tarafı yiyeceklerin olduğu çantayı açmak oluyor ve o sucuklar peynirlerle başbaşa kalmak...
Umarım o kadar soğuk olmaz Ankara. Yine de ümit ediyorum napayım. Umarım herşey çok ama çok güzel gider. Sonrasında sağlığımıza kavuşur yine anne kız gezmelere çıkarız puf puf:)

Şimdilik bu kadar yazıyorum. Yeniden ankaradan haberleşmek dileğiyle. Hepinize sevgiler..


24 Kasım 2010 Çarşamba

Öğretmenim canım benim

(Belki okumayanlar vardır diye okur okumaz yazmak istedim ben de. Yine harika anlatmış. En önemli olanı, yerinde yazmış Yılmaz Özdil...Mutlaka okuyun

Bir zamanlar bende öğretmen oldum kısa bir süre için. Öğrenme sürecinin hiçbir zaman bitmeyeceğini bilen biri olmamın haricinde öğretme imkanı da buldum taze beyinlere o en değerli bilgileri tarihi, coğrafyayı, edebiyatı, matematiği, ama sadece bunları mı körü körüne. Tabiki hayır. Biz de herşeyi ezberledik zamanında, nasıl söyleniyorsa biz de öyle söyledik. Düşünmedik bu neden böyle diye. Benim tek şansım çok soru soruyor olmamdı. Hep neden böyle derdim. Belki de çok detay düşündüğüm için neden nasıl diye matematiğim hiçbir zaman iyi olmadı hep sözele çalıştı kafam aradığım yanıtları kelimelerde buldum. Bana da çocuklarım hiç soru sormadılar ilk başta sadece dinlediler. Ben onlara sormayı öğrettim, korkmamayı, bir zamanların söylencesiyle parmak kaldırmayı, derse katılmayı ve istemeyi. Bizim kafamıza vurulurdu yapamadık diye okulda, parmak kaldırıp anlamadım deyince kızılırdı bağırılırdı yine mi anlamadın denirdi ya da işte onun gibi azarlamalar olurdu. Herkes soru sormaya korkardı, anlamadan geçer bir daha da üzerinde durmaz , sadece ezberlerdi. Ben her defasında inatla parmak kaldırırdım. O zaman bana hep gülerdi arkadaşlarım laf işitiyorsun ama hala parmak kaldırıyorsun diye. Şimdilerde bile hala söylerler o zamanlar böyle yapardın diye. Ama o benim şansımdı. Üzülür bozulurdum biraz ama yine kaldırırdım parmağımı; ben anlamadım, neden böyle derdim. Şimdi iyiki de yapmışım diyorum. Soru sormayı, düşünmeyi, irdelemeyi, eleştirmeyi öğrendim ben taa o zamanlarda. Şimdinin çoğu gencinde olmayanı. 

Öğretmenlik yaptığım okulda gördüğüm manzaraya nasıl da şaşıp kalır kızardım içten içe. Bir şey de yapamazdım söylenmekten başka. İlkokul öğretmeni bir kadın bütün gün masada oturur çocukları sadece susturmaya çalışır yada tahtadakileri yazdırırdı. İki kelam konuşsanız konuşamazdı gel gelelim öğretmen olmuş kendisi. Çocukları sevmezdi bile. Çocuk sevmeyen insandan öğretmen mi olur allah aşkına. Bir kere kendini sevmeyen başkasını sevebilir mi? Bana çocukları seviyorum, çabalıyorum, değiştirmeye çalışıyorum, onlarla oyunlar oynuyorum diye lakap takmışlardı sevgi kelebeği derlerdi. Ama o ortamda yadırgandığım içindi bu belki de. Benim gibi 3 arkadaşım vardı onlardan öğrendim ben de tabi pek çok şeyi. Birlikte birşeyler yapmaya çalıştık. Gerisi hep hikaye. Bir kere öğretmene saygı denen şey artık yok. Kandırmayalım kendimizi. Ben hala öğretmenlerimi görünce bir kelimemi bin defa tartar öyle söylerim, saygıda kusur etmem, yanlarına gideceksem yakamı başımı düzeltir kendime çekidüzen veririm. Anne gibi bir şey bence öğretmen. O zaman bunu öğrendim ben taa ilkokul zamanlarındaydım, üniversite de bile öyle hissettim. Hep değer verdim ve onlar da bana değer verdiler. Çok şanslıyım bu konuda. Ve bu yönümle kendimi hep sevdim. 

Herkes öğretmen olmamalı bence. Bir bilince sahip olmak gerekiyor öğretebilmek için. Kendi doğrularını çocuklara iğneyle deşer gibi akıllarına sokmamalı öğretmenler. Sadece türkçeyi matematiği öğretmemeli kuralları şifreleriyle; kelimelerin büyüsünden bahsetmeli, rakamların ihtişamından, hayatı sorgulamayı, düşünmeyi, yaşamı sevmeyi, insan olmayı öğretmeli. Şimdi onlar da tembellik peşinde, diğerlerini evde ana baba öğretsin ben dersimi öğretirim müfredatı uygularım çeker giderim mantığındalar. Çocukların içinde bulundukları dünyaya hapsolmalarını istiyorlar adeta ve onlara ümit vermiyorlar orayı terkedebileceklerine dair. Çoğu çocuk -ki bunu gerçek bir örnekten alıntılayarak yazıyorum- hayal kurmayı bilmiyor. Çünkü onlara zaten sen okusan nolur, burdan bir yere gidemezsin, gitsen de adam olamazsın işte ancak ya çırak olursun ya serseri diyorlar kızlardan da sadece ev kadını olabilir zaten. Onların içindeki isteği de öldürüyorlar. Hep hayal olsun da demiyorum hayatları. Hayalden hayatı ne yapsınlar..Çocukların büyük hayalleri olup onlara ulaşamayınca da bedbaht olmalarını istemiyorum. Sadece yapabileceklerini bilsinler istiyorum, onlara olanaklar sunulsun. Hani derler ya ne oluyorsa bu hayatta çocuklara oluyor diye ne kadar da doğru. Biz çocukken oluyor ne oluyorsa sonra da onlar bizimle birlikte büyüyor. Hep yanımızda dibimizde tüm hayalkırıklıklarımız, tüm yanlışlarımız, eksiklerimiz, yapamadıklarımız. Ama bilmeleri lazım ki sadece yaşıyor olmanın kendisi bile güzel. Hayatı ufak şeylerle güzelleştirmeyi beceremiyorsak ne anlamı kalır ki tüm yaşananların. 

İçinde sevgiyi barındıran gencecik ve toy bir öğretmenin, kriz geçiren bir kıza söylediği sadece iki kelimesi ona iyi gelebiliyorsa ve ona tüm gücüyle sımsıkı sarıldığında korkmadan herşey iyi olacak diyebiliyorsa işte o zaman bir şeyler yoluna giriyor demektir. Ve tabi onda o bilinç varsa.

Öğretmenlerimi hep çok sevdim, hala da sevgiyle anıyor, özlüyor ve seviyorum. Hepsinin öğretmenler günü kutlu olsun bütün öğretmenlerimin ve öğretmenlerin. Hala bazı şeyleri düzeltmek için yapılabilecek çok fazla şey var. Unutmayın ve unutturmayın!


20 Kasım 2010 Cumartesi

Kedisiz ev ne kadar güzel olsa da; ev sayılmazmış

Bu ünlü sözü Mark Twain söylemiş. Geçenlerde bir tv programında duymuştum. Gerçekten de öyleymiş diyorum şimdilerde. Önceleri kedileri sadece uzaktan severdim veya kedilerle ilgili şeyleri severdim örneğin fotoğraflar, resimler, objeler. Daha sonra çalışmadığım dönemde yalnız olmayayım evde sıkılırım diye bir minik kedicik aldık. İlk gün halimi görmeliydiniz. O nereye giderse ben ters istikamete gidiyor, o bakarsa gözümü çekiyor, minicik şeyden korkuyordum. Sonra birbirimize alıştık. Evde olduğum tüm günler boyunca kucağımdan inmedi bebek gibi hep benimle oturdu, uyudu. İlk zamanlar tutamıyordum bile ama bir iki denemeden sonra alıştım. Şimdi istediğim zaman mıncırabiliyorum. Bu çok güzel bir duyguymuş meğer. Hem beni sevmesi, hem benim onu sevmem, hem mırnav mırnav yanaşmaları, kucağıma geldiğinde beni sıcacık ısıtması, dilinden anlaması, patilerinin yumuk yumuk halleri ve otururken onları kıvırması harika bir şey. Hele kurabiye gibi kokusu yok mu insanın çok hoşuna gidiyor. Bir de tabi gece üzerinde uyuması :) Eskiden yatak odasına gelecek yanımıza girecek diye ödüm kopardı. Ayak sesini duyar irkilirdim. Sonra dibimizde uyudu bir gece nasıl da mutlu ve huzurluydu. Zaten gırrr gııır yapmasından da anlıyor insan. Hayvan sevgisi bambaşka bir şeymiş bunu anladım ben bu yaşımda. Şimdi diyorum neden bu kadar geç kalmışım. Herkes hayatının bir döneminde bir hayvan bakmalı diye düşünüyorum.
 Şu keyfi görüyormusunuz :) Pufumuzda annelerinin memelerinden süt emiyorlar..Kocaman oldular ama hala memeciler..


 Burda biraz çirkin bakmışlar ama aslında çok masum, toparlak, badi badiler. Hiç de öyle sert ifadeleri yok.

 Safran artık bizde değil. Şimdilerde yeni adı gözlerinin maviliği, erkek olması ve de sarı olması sebebiyle Behlül..Yine de bizi güldürmeye devam ediyor ve tabiki yaramazlıklarına..

Bu şebeği de sanmayın ki kızmış. O sırada esniyordu ağzını kocaman açmış. Ben de hemen çıkırt diye çektim fotoğrafını biraz sinirli gibi çıkmış ama bu esneme pozu aslında :) kendinden geçercesine ve tabi gerinerek..
 Eve geldiğinizde koşarak kapıya gelmeleri. Ayaklarınıza dolanmaları, sonra hemen yanınıza gelip sev beni demeleri inanılmaz güzel. Yemek yerken bizi izliyor bazen karşıdan. Öyle yaparmış kediler, ne kadar enteresan. Hasta olduklarında sana muhtaç olmaları, keyifsizlikleri insanın nasıl da canını sıkıyor. Bizim bebeklere alıştıktan sonra sokaktaki kedilere de ayrı bir gözle bakar oldum. Sanki hepsini sevmeliyim, oynamalıyım onlarla diye içimden geçiriyorum. Bir de oyuncu tarafları yok mu inanılmaz güldürüyorlar insanı. Resmen neşe geliyor insanın hayatına. Komik komik hareketleri, bir anda irkilmeleri, yaramazlık yapmaları çok sevimli..Bizim minişleri büyüdüler de evin içinde bir o tarafa bir bu tarafa koşturuyorlar pıtır pıtır. Ama şu da bir gerçek evde bir kediden fazlasına bakmak zor. Şimdi daha çok yiyor daha çok ilgi istiyorlar daha çok yaramazlar. Yine de insanın yüreği el vermiyor artık ev kedisi olmuş minişleri güvenli ortam da bulsan dışarıya bırakmaya..


İşte bizim şebeklerimiz böyle keyifçiler gördüğünüz gibi. İnsan kıyamıyor da..Yarın öbürgün bırakmamız gerekecek o zaman ne yapacağız ben şimdiden kara kara düşünüyorum. En büyük sorun da zaten 3 tane olmaları. Bir tane gene idare ediliyor da. Sanırım bu saatten sonra kediciksiz de yapamayız. Resmen insanı rahatlatıyor bu minişler. Bakalım az daha büyüsünler de sonra bir yol bulacağız. Şimdi önümüzde yıllık tatilimiz var bir onbeş gün tabi bir de annemin ameliyat durumuna göre gitme zamanımız değişebilir. O zaman kediciklerimizi bırakacak birilerini bulursak bir müddet daha idare edeceğiz..

Mutlu kalmaya devam edin. Ve hiç hayvan beslemediyseniz bence bir tane edinin sizi nasıl da değiştirdiğini göreceksiniz. Yalnız çok abartmayın sonra işin içinden çıkamıyorsunuz..

11 Kasım 2010 Perşembe

Ankaradaki zamanlar

Uzun bir zamandır Ankara'ya gitmek isteği vardı içimde.Özlemiştim.Bu sefer bir gün İzmitte kaldıktan sonra ertesi gün Ankara'ya gittik. Bu fotoğrafı da Bolu'da çektim.  Hava ilk gittiğimizde pek güzeldi hatta o gün evde şortla bile dolaşmıştım. Ama sonra nasıl soğuk yaptı anlatamam. Tabi bünye hala yaza ayarlı benim. İnanamadım o soğuğun gerçekliğine. 7 dereceye kadar düştü. İnsanlar hani nasıl güneşi görünce hemen kabakçiçeği gibi açılırlar, soğuğu da görür görmez berelerini atkılarını takıvermişler. Bir an neye uğradığımızı şaşırdık. Ben tabi tabiri caizse:) zibidi gibi ince bir mont ve konversler ile gittiğim için anında ortama ayak uydurabilmek adına lahana moduna döndüm.Kendi kendime soğuğu unutmuşum deyip durdum hep.Sanki onca zaman orada yaşamamışım üniversiteyi orada okumamışım gibi. Keskin bir soğuk vardı havada, hele otobüse binince klimalardan ötürü sıcağa girmek ee tabi onca zamandan sonra otobüsün keyfine de varmak pek güzel oldu inmek istemedim. Sanki her gittiği yere beni de götürse gibi geldi. Eskiden hatırlarım kış günü o minibüslerin otobüslerin demirlerine tutunmak soğuk soğuk ne kötü olurdu. Ayy hiç sevmem. Ama şimdi o demirin kokusunu, hatta poşetlerin bile kokularını özlüyorum. Koku demişken artık bez torbalara da geçiş oldu ya pek memnunum. Tabi her yerde yok daha ama bazı yerlerde harika dizaynlar vardı. Yalnız bazılarının fiyatları da öyle uçuk ki insan hadi be ordan diyor. Şaşırmış bunlar. Şu eski kafalı cezayir de bile bez torbalar var. Hatta pazar çantalarından satıyorlar eski tip kalın çizgili olanlardan. Neticede onlar da plastik ama olsun diğerlerinden iyi ve hiç olmazsa uzun ömürlü. Geçen gün marketten devasa bir tane bez torba aldım malzemeleri koymak için. Burada 100 Dinar'a satıyorlar. Yani 1tl ye geliyor. Oldukça da büyük nerdeyse dolu poşetten 6 tane alır sanıyorum. Yalnız genelde onu burada taşıma amaçlı kullanıyorlar fazlalık olmasın ellerinde diye. Yoksa amaçları doğaya katkı yapmak değil, poşet her yerde aynen kullanılmaya devam ediliyor..

 Annecik ile babacık ankarada teyzemlerde mutfakta otururken çektim bu fotoyu..Ankara'ya geldiğimizin ilk günüydü.
Misbah ablam ve Engin abi'nin evlilik yıldönümleriydi sonra kutladık birlikte..Daha nice mutlu seneleri olsun bizlerle birlikte diyorum yeniden..
 Bu fotoğrafta da bizim minik nil ve leziz yani kısaca les teyzemi görüyorsunuz. Tuay ablamın küçük kızı. Ayy nasıl da büyümüş güzelleşmiş, şirinleşmiş. Bayıldım bayıldım. Pıtı pıtı yürüyor, sevimli ama güzel konuşuyor insanın hep dinleyesi geliyor ne diyor diye. Hatta bazen kelimeleri de tekrar ettiriyoruz sıkılıyordur çocuk bizden:)
 Bu da bizim kokoş defne :)Ona parlatıcı pembe ruj aldık çantasında taşıyor ve her fırsatta çıkartıp sürüyor:) Pek şeker o da tadına doyulmuyor valla. Nasıl da seviniyor anaokulundan gelip de bizi yine evde görünce. Hele okula almaya gittim ben bir iki defa o zaman deli oldu. Sonra gidemediğim zamanda da Tuğba ablam niye gelmedi diyormuş.
 Bu da benim doğum günü pastaaaamm. Bu sefer de güzel bir doğum günü geçirdim. Keşke hepimiz bir arada olabilseydik tabi Yiğit de olsaydı ama artık başka bir zamana inşallah..

 Burada da Disney on ıce dan fotolarımızı görüyorsunuz. Bizimkiler minişlerle gidelim diye bilet almışlar. Pek de güzel oldu. Bütün masal kahramanları oradaydı. Sanki gerçek gibi. Ben bile bayıldım ki tüm çocuklar ağızları açık izlediler özellikle de defne :) kimbilir hayal dünyasında neler vardı..Eğlenceliydi fakat konuşmalar ara sıra pek anlaşılmadı. Ben en çok stitch e bayıldım. Favorim o tüylü yaratık..Herkes zaten akın etmiş nasıl kalabalıktı anlatamam. Fotolarda boş gibi duruyor ama ilk girdiğimiz an çektim diye sanırım. Yoksa doldu da doldu..Hele satılan oyuncakları görmeniz gerekiyordu. Bayıldık.Böylece değişik ve güzel de vakit geçirmiş olduk iyi oldu..

Arada zaman buldukça da tabi biraz dolaştık değişiklik olsun diye. O kentucky de yediğim tavukların tadını unutamıyorum öyle güzeldi ki. Bir gün de teyzemle döner yedik o da epey büyük etki yarattı uzun zaman sonra bende:) Geçen türkiyeye gidişte döner yiyememiştim aklım kalmıştı şimdi yedim rahatladım:)

Daha bir sürü fotoğraf var elbet. Yavaş yavaş onları da yükleyip koyacağım. İlk sırada tombik kediciklerimiz var. Daha sonrada biraz daha toparlanınca buradaki yeni evimizi göstereyim diyorum sizlere. Onun dışında havalar bir güzel bir kapalı. Biz de anlamadık bu nedir böyle. Aslında tam hastalık havası. Çok dikkat etmek gerekiyor. Güneşe aldanıp dışarı çıktın mı incecik güneş gittiğinde kendini kutupta sanıyorsun.Özellikle de ben çok üşüyen bir insan olarak yorgan battaniye ikilisine talim ettim artık. Hem sobalar da harıl harıl yanıyor bir hışım. Kedicikler de sobanın karşısında oynuyorlar. 

Herkese kocaman sevgiler gönderiyorum. Bir dahaki yazıda görüşmek üzere. Mutlu kalın!

9 Kasım 2010 Salı

Tam da zamanı

Kış geliyor koştur koştur. Artık bir türlü gitmek bilmeyen yağmurlar var burada. Bir başlıyor ve durmak bilmiyor. Hani damardan akan kan nasıl durmaz derler ya öyle. Tam da tembelliğe çağırırcasına. İnsanı hep yazmaya iten bir hava..En azından benim için böyle. Evde kalmak, kediciklerimle sıcacık uzanmak, sıcak çikolatamdan yudumlamak film izlemek istiyorum. Yada alternetif olarak kitap da okuyabilirim sayfalarca. Hatta mis kokulu kurabiyeler pişirmek ve sevdiğin bir arkadaşınla günü geçirmek de ne iyi olurdu.

Bir türlü bloga yüklemeyi başaramadığım fotoğraflarıma bakıyorum yine. Pek de güzel şeyler var aralarında. Bu sefer büyük makinayı yanıma almadığımdan tıfıl nikonuma düştü iş. O da tabi hakkıyla üstesinden gelemese de görevinin idare etti. Yine de gözünü seveyim Canon'umun. Nasıl da özlemişim ama onu tok sesini, ağırlığını, dokusunu...Hep çıkmak gitmek isteği oluyor insanda, ne zaman Cezayir'e yeniden dönse. İki gün evvel epey dolaştım, sokakları arşınladım yumuşak bir havanın eşliğinde. Ama sanki yürümeyi mi unutmuşum nedir. Ayaklarım söylendi durdu bana sabaha kadar vıyıl vıyıl. Bütün insanlar sokapa dökülmüştü burada. Malum bayram geliyor herkes alışverişte. Cezayirlileri her daim böyle görmek ne mümkün! Normalde çok az şey alırlar, hatta bize şaşıyorlar ne çok alıyorsunuz diye. Bu sefer onlar aynı biz gibiydi. Biz de şaşırdık..Herkes da şimdiden bayram heyecanı,coşkusu. Bayramlar güzel, hele ki herkes bir araya geldiğinde ve kocaman kalabalıklar olduğunda...

Kaynak: http://www.stumbleupon.com/

4 Kasım 2010 Perşembe

Cezayir'den

Herkese Merhaba;

Bu kez epey uzun boş kaldı bloğum..Çoğu zaman yazasım vardı. Hep bir sürü kelime biriktirdim ama yazamadım. Annemin rahatsızlığıyla hemen Türkiye'ye gittim 1 Ekim tarihinde. Ankaraya gittik tedavi için. Şimdi hala benim güzel annem Ankara'da teyzemlerin yanında. Herşey umuyorum ki zamanla çok çok daha güzel olacak bu günler atlatılacak ve pamuğum buraya yanıma gelecek bol bol gezeceğiz onunla. Hatta bana bir sürü güzel mamalar yapacak..

Birkaç gün evvel döndüm aslında tam tarihi hatırlamıyorum bile..Hemen bir taşınma telaşı başladı. Eşyaları toplamak, yerleştirmek zaman aldı. Bulduğumuz evde problem çıkmaması beni çok sevindirdi. Şimdilerde kediciklerimiz ve biz evimize alıştık bile.. Hatta bir kedimizin artık yeni bir evi bile var. Çok sevdiğim bir arkadaşım onu almak istedi biz de verdik. Sarı olan Safran artık o ve eşi ile yaşıyor. Hayatından da pek memnun. Bizim iki oyuncu kedimiz de iki gündür kuma tuvaletlerini yapmayı öğrendiler o yüzden çok mutluyum. Artık havalar biraz düzelene kadar bizimle gönül rahatlığı ile kalabilirler.

Bundan sonra bir dahaki Ankara'ya gidişime kadar elimden geldiğince yazmaya çalışacağım. Şimdiden neler yazacağımı düşünmeye başladım. Havalar yine karalara büründü. Şu kış mevsimini keşke biraz daha fazla sevebilseydim. Kışın en çok sevdiğim yumuşak battaniyemin altında oturmak, sıcacık kahvemi yudumlamak, kitabımın kelimelerini yudumlamak oluyor hepsi o.. Yoksa her mevsim bahar yaşanan bir yerde olabilmeyi ne çok isterdim. Burada bir başladı mı dinmeyen yağmurlar şimdi başrolde..Bugün ilk kez de minicik ve yere çok yakın olan bir gökkuşağı gördük. O kadar sevimliydi ki anlatamam. 

Şimdilik bu kadar yazabiliyorum. Birazdan eve gitmek için yola çıkacağız. Canım çilek istiyordu önce manava uğrayıp çilek bakacağız sonrada evimizin yolunu tutacağız. Miniş kedilerimizle biraz oynar sonrada günün yorgunluğunu atmak üzere uzanırım diye düşünüyorum. Sonra da yarın tatil olduğu için film keyfi yapabiliriz geç saate kadar. Yeni fotoğraflarla cumartesi günü kaldığım yerden yazmaya devam edeceğim. Çünkü evimizde henüz ne internet ne de tv bağlantısı var. Buralarda yokken beni merak eden, mail yazan herkese çok teşekkür ediyorum. Burada olmayı, yazmayı ve sizi özledim..

Mutlu kalın ve sağlığınızı ihmal etmeyin...

Herkese sıcacık, bol kahveli, bol kitaplı günler diliyorumm...

P.S: Fotoğraf  http://vi.sualize.us/ adlı siteden alınmıştır..Çok da severek paylaşıyorum bence çok şeker :):)

28 Eylül 2010 Salı

Sonbahara özel

Buralarda hava birkaç gündür bozdu artık. Kocaman gri bulutların istilasına uğradık. Tam da sonbahara adım atarken kışın soğukluğunu hissediyoruz. Artık akşamları ince pike yetmiyor. Yaz hayallerimiz rafa kaldırıldı. Fotoğraflarda yaşıyoruz denizi, güneşi, kumu, pikniği, eğlenceyi. Şimdi ateş önü sohbetleri zamanı artık. Onun da tadı ayrı tabi ama yine de yaz gibi hayaller kurdurmuyor ki insana. Belki bu sene buralara kar yağar diyorum ama düşük bir ihtimal. Kışlık kıyafetlerimi de özlemişim aslında. Çaktırmadan beni izliyorlar gibi geliyor. Örme hırkalarım atkılarım daha bir yumuş yumuş geldiler bugün gözüme. Ve ilk defa dünden önceki akşam banyo yaptıktan sonra üşüdüğümü hissettim ve kediciğimle ısıtmaya çalıştım kendimi. Bu sonbahar zamanlarında en çok istediğim şey kahvemi yudumlayıp böyle renkli ve pufidik bir koltukta birkaç sayfa kitap okumak hem de en sürükleyicisinden..Sonra sıcak ve mis kokulu yemekler yapmak, mis gibi tarhana örneğin, ya da fırından yeni çıkmış kek, kahvemin yanında. Belki biraz örgü örsem diyorum en renklilerini yanıma alıp. İyiden iyiye kış moduna giriyorum artık. Kışı da güzel ve umutla karşılamak lazım tabi ki bize küsmesin diye. Küstüğü zamanlarda en kötü tarafını bize dönüp olabildiğince yalnız bırakıyor insanı ve üşütüyor üşütebildiği kadar. Onu güzel şiirlerle, yumuşak battaniyelerle, kalın çoraplarla karşılamak gerekiyor, kendisine uygun bir törenle..

Bir de nedense kışın özlemlerim de artıyor soğukların artması gibi. Daha çok hasret kalıyorum memleketime, aileme, arkadaşlarıma. Kalın iskoç battaniyemi özlüyorum. Raflar dolusu kitaplarımı ve yumuşak dokulu olanları bir de en resimli olanlarını. Zaten hikayeler okumak da çok istiyorum bu sıralar. Fransızcamı ilerletmek için minik hikayeler buldum onlara başlayacağım yakında. Derslere de devam ediyorum, eskisinden daha iyi gidiyor.Sevmeye başladım sanırım. Bir ara epey uzak kaldım kendisinden ama şimdi bayağı sıkı fıkıyız..Bir sürü de yeni fotokopim var bol bol çalışıyorum, mantar panomu da dolduruyorum her gün yeni bir parça renkli kağıtla.

Bu sıra bir de taşınma telaşına düştük. Henüz hiçbir şeyi kutulamış değilim. Ama bir iki güne başlayacağım sanıyorum. Herhalde ekim 5 gibi en geç yeni evimizi temizlemeye girişiriz. Sonrada gitsin kutu kutulaaarr..En son da tabi kediciklerimiz ve biz gideceğiz. Umarım minişlerim de yeni evimizi severler ve hemen alışırlar. Artık hole kadar da yürümeye başladılar zaten. Sabah uyandığımda iyiki dikkat etmişim uyku sersemi, hemen yatak odasının önünde duruyorlardı. Bir de dün gece annemiz minik bir kertenkeleyi höpürdetti hiç acımadan kıtır kıtır.Bakakaldım. Böyle yaratıkları yemek olarak çıtırdatmalarına ve tür ayırt etmemelerine hala akıl erdiremiyorum :)

İşte yeni bir mevsime başlarken günlerimiz yine hızlıca akıveriyor uzaklarda. Türkiyeye gidince ilk işim yeni yeni kitaplar edinmek olacak ve en kalınından da bir şiir kitabı. Her akşam daha fazla okumak istiyorum. Sayfalarım için minik bir lambaya da ihtiyacım var sanırım gittiğimde yine ikea ya da uğramak şart oldu. Bahanem de var nasılsa :) Yeni evimizde de artık hobi odamı iyice düzenleyeceğim ki orada yeni ve güzel işler yapabileyim. Bu yüzden epey heyecanlıyım. Herkese güneşli günler diliyorum daha vaktimiz varken..

Mutlu kalın!

Ps: İllustrasyon yine bilgisayardaki arşivden ama nerden aldığımı yazmamışım google sağolsun güzel şeyler buluyor bana..

Cezayir'de bir gelin

Geçtiğimiz günlerde karşı komşumuzun kızları evlendi. Biz de çok sık görüşmesek de tanıştığımız için davet edildik. Çok ilgilendiler, sevindiler gittiğimiz için. O kadar kocaman bir evdi ki şato diyebilirim kendisine. Epey de kalabalık yaşıyorlar içinde sanırım. Tam sayıyı kestiremedik henüz. 

Gelin olacak kız çok tatlı ve güleryüzlüydü. Bu fotoğrafların çekildiği gece, tam olarak isimlendiremesem de kına gecesi gibi bir şeydi. Geleneksek kıyafetler eşliğinde gelin konukların arasına çıktı, kına yakıldı, gelinin çeyizi herkese gösterildi ve bir de katkı amacıyla olduğunu sanıyorum evin büyüğü tarafından konuklardan para toplandı.

Ertesi gün de gelin alması oldu ve gelin beyazlar içinde uğurlandı. Ama malesef ben o anları çekemedim. Onları da komşumuzdan aldığım zaman sizinle paylaşırım..Şimdi gelelim kısa anlatımlı, seramoninin fotoğraflarına.










Burada evin büyüğünü konuklardan para toplarken görüyorsunuz. Üstteki fotoğraflarda da gelin'in sergilenen kıyafetleri var ki bunlara iç çamaşırlar da dahildi. Tabi o sırada orada bulunan erkekler kafalarını başka yöne doğru çevirdiler. Ben hangi birini çekeceğimi şaşırdığım için atlamışım erkekleri o durumdayken yakalamayı :)

Kıyafetlerden de detay göstermeye çalıştım ama genelde çok abartılılar. Bu yukarıdaki bayan'ın üzerindeki geleneksel cezayir kıyafeti. Sokakta bile bu tarz elbiselerle dolaşıyorlar. Hemen hemen çoğu mağazada bulunabiliyor. Saçlar ve makyajlar da oldukça abartılı. Yine de kendilerine özgü güzel adetleri var. Böyle yakından güzel bir güne şahit olmak da oldukça güzeldi. Tabi bir de zılgıt çekişleri var ki bayramlarda ve özel günlerde işte o insanı özellikle yorgun zamanlarında delirtiyor :) Yine de bu sesi nasıl çıkartıyorlar diye düşünmeden edemiyorum. Bu işin da püf noktasını sorup öğrenmek lazım. Bakalım becerebilecek miyim?

23 Eylül 2010 Perşembe

Gölge oyunu

Geçenlerde film izlemek için projektörü kurduğumuzda uzun zamandır aklımda olan bir şeyi nihayet gerçekleştirdik. Normalde film izlerken önünden geçerken oluşturduğumuz gölgeler beni güldürür, mutlu eder, çocuk gibi oyunlar yapmak gelir içimden. İşte yine böyle bir günde bu kareleri yakaladık. Ve devamını da getirmeyi düşünüyoruz. İlk sefer için bunlar yeterli geldi. Yalnız bu kelebeği bir türlü yerine oturtamadım o ayrı. Yine de uzaktan bakınca fena görünmüyor. Lütfen yakından bakmayınız :):)

Burda ne mi yapıyorum?  Hehe tabiki Yoga..Yok yok canım sadece gölge oyunu işte..

Burada da dağılmış saçlarım ve patlıcan burnumla bendeniz..
Yiğite koştur koştur odadan şapkamı getirdim. Eline de bir sigara tutuşturdum. Bakalım daha ne şekillerde çıkacağız önünüze..Artık bir saksı mı olur, abajur mu olur, hatta çeşitli objeleri ve kedicikleri de bu şekilde çekmek istiyorum..
Bu da eşimin en sevdiğim marifetlerinden. Dumandan halkalar yapmak. Bir sonraki de ağzıyla su sesi çıkarmak yani suyun damlarken çıkarttığı ses..
Yeni blog yazımda görüşmek üzeree..Mutlu kalın!

19 Eylül 2010 Pazar

Tunus Tatili Bölüm 3: Otel ve çevre

Bu bölümde size otelimizden biraz bahsetmek istiyorum. Umarım böyle uzun partlar halinde yazarak sıkıntı vermiyorumdur. Tek amacım Tunus'a gitmek isteyenlere güzel bir kaynak oluşturabilmek; elimden geldiğince. Belki de Tunus'u çok sevdiğim ve pek de dönmek istemediğim için bahaneyle o günleri fotoğraflarla yeniden yaşıyor ve anıyorumdur :)

Daha önce de yazdığım gibi Otelimizin adı Paradise Palace'tı. Hamammet de bulunuyor. Ayrıntılar için buraya bakabilirsiniz.Şimdi benden birkaç fotoğraf:

Bu fotoğraf Tunus'a ilk ayak bastığımız dakikalarda çekildi. Solda Tunus bayrakları, ortada bangır bangır turist olduğumuzu bağıran mavi plakamız ve bana İzmir'i hatırlatan saat kulesi..
Burası otelimizdeki odamız. Ben odayı çok beğendim. Çok huzur verici bir mekandı. Özellikle bahçeye açılan bir balkonun olması da harika bir olaydı. Geceleri orda oturmak, kuşları dinlemek, şarap yudumlamak ve tabi bir de efkarlanıp sigara tüttürmek gibisi yoktu..Ayrıca hemen dibimizdeki hamak da çok rahattı. Özellikle denizden geldikten sonraki yorgunluğu atmakta en büyük yardımcımızdı. Bir de odamızın banyosuna değinmeden edemeyeceğim. Yere gömülü olmasına bayıldım. Dizayn olarak da güzeldi. Ev için güzel bir fikir olurdu bence tabi az daha büyük olsa fena olmaz..
Başlangı. fotoğrafı ilk akşam yemeğimizden. O akşam Japon mutfağı konsepti vardı. Sonra yanlış hatırlamıyorsam İtalyan ve Tunus mutfaklarının lezzetlerini tattık.

Buradaki fotoğraflar da otelin içinden. Kafeslere ilk görüşte bayıldım. Zaten bir kafes almadan geldim ya yuhh olsun bana diyorum..
Otel hemencik denizin kıyısında olduğu için gidip gelmek çok zevkli oldu. Dalgalarda da pek eğlendik. Düşünün ki siz olağanca gücünüzle suda duruyorsunuz ve kocaman bir dalga üzerinizden atlıyor. Harikaydı. Ayrıca kumlar, ahh tabi kumlar nasıl da pamuk gibiydi. Aynı eşimin bana ilk defa getirdiği çöl kumları kadar pürüzsüz ve güzeldi, parıldıyordu adeta. Zaten epey oynadık kumlarla, kaleler yaptık, en pürüzsüz halini tanımaya çalıştık şezlongdan elemek kaidesiyle :) Ve tabi şemsiyeler. Meksikalıların şapkaları gibi sevimli ve kocamandı. Tur düzenleyen yatlar ise her an bir korsan çıkartması olacak gibi insana heyecan katıyordu..
Tunus böyle güzeldi işte bizim için. Kumları, mis kokan yaseminleri ve begonvilleri, her yerde gördüğümüz rengarenk küpleri, mavi beyaz bir içim su evleri, muhteşem kapıları ve tabi vazgeçilmezi olan mozaikleriyle. Tabi çeşit çeşit hediyelik eşyaları da unutmayalım..

Hepiniz güzel bir pazar geçirin. Ve tüm haftanız pazar gününün güzelliğinden minik parçalar içersin..Zamanın, güzel dakikaların ve sevdiklerinizle olmanın kıymetini bilin. Bol bol da gezin ve yeni yerler keşfedin. Unutmayın ki her yenilik, bambaşka bir hayata açılan yeni bir kapı!