27 Şubat 2010 Cumartesi

Bir cuma tatili daha geçti

Haftalar önceden plan yapmıştık arkadaşlarla ama fırsat bulamamıştık Alger'e gidicektik. Nihayet bu hafta sonu yazdan kalma havayı görünce apar topar da olsa yola çıktık. Epey geç vardık aslında oraya. Yine de çok güzel bir gün geçirdik. Hava ilerleyen saatlerde kapatmış da olsa biz günün keyfini çıkarttık. Yedik, içtik, sohbet ettik. Biraz yorucu oldu tabi aslında yol hali malum ama iki haftada bir de olsa bazı şeylerin keyfini çıkartmak lazım. En güzeli de dönüşe yakın plansızca yapılmış Aurassi Otel terasında bişeyler içmek oldu. Güzel bir martini ve Alger'in gece manzarası. Ahh tripodum ahh yanımda olsan neler neler yapardık senle o manzarada ama. Artık başka bahara...
İşte günün özeti:

 Arkadaşlarımız duygu ve ümit güzel bir poz verdiler arabada giderken.

 Sırayla Duygu, Ümit, eşim Yiğit, Devrim, Pınar, Emre, Olgu .. Bu fotoya ben giremedim yaa keşke ben de olsaydım tüühh.. Kendimi oraya adapte edebilir miyim acaba photoshopta falan:)

  Bu Tizi-ouzou Alger arasındaki yoldan çekildi. Arabadan takibi yine.İşe gelmek güzel oluyor sabahları sanki tatile gidiyormuş gibi hissediyor insan. Her yer yemyeşil. Buranın en sevdiğim tarafı işte. Baktıkça huzur buluyor insan..Yazın nasıl olacak çok merak ediyorum..
Bu da Tripotsuz gece çekimi. Aurassi otelin terasından. Valla ancak bu kadar oldu masaya dayayınca..Türkiye'den getirince tripodumu hemen iyi çekimlere başlayacağım..

Biricik eşim benim ördüğüm karpuzla güzel bir fotoğraf karesinde..
Bunu da bugün yemekten sonra çektim. Ofisin olduğu yerin bahçesinden. Yolun karşısındaki evler..


Bu bina geldiğim ilk günden beri hep ilgimi çekmiştir. Nasıl olmuşta böylesine geniş bir bina yapmışlar acaba? Ve acaba burda kaç daire var yahu?

 Otel El Aurassi terasında
 Pınarların evinde. Yemekler pek güzeldi ellerine sağlık valla pınarcım..
 Bunlar da otelin içindeki sevimli telefon kulübeleri..
 Pınar ve ben kaktüslerin dibinde:)
 Neden burda poz verdik bilmem ama yine de hatıra işte:)

Otelin içinde de birkaç foto çektim onları da artık yarın gösteririm size..Herkese sevgiler

24 Şubat 2010 Çarşamba

Canım babam

 

Geçenlerde düşündüm de babamla ilgili bişeyler yazmalıyım dedim kendi kendime. Onu pek anlatmamışım blogumda. Böyle uzun uzun anlatmak geldi içimden. Siz de biraz tanıyın diye. Tanısanız zaten anlattıklarımdan daha çok seversiniz eminim.

Babam; canım babam. Nasıl da özledim tombilimi. Ki tombili diyorum ama kilosu da yoktur hani o benim sevgimi ifade edişim bir nevi. Yakışıklım benim. Hani hep derler ya kız çocuklar babalarını bir başka severler ve daha sonra da evlendikleri erkeklerin babaları gibi olmalarını isterler diye. Ben inanmazdım aslında ikinci yazdığıma. Evet gerçekten anne ve baba sevgisi ayrı şeyler. Ama hani söz konusu evlilik olduğunda ne alaka derdim. Kızardım. Meğer gerçekten de öyleymiş. Bazen kendime uzaktan bakıyorum da babam gibi bir eş seçmişim kendime ben de. Hatta onda olanları arayıp duruyorum bazı durumlarda. Ve buluyorum da şükür ki. Bu yüzden şanslıyım. Eş hem arkadaş, hem dost, hem de baba olmalı yeri geldiğinde. Hala daha da burnunu öpmesi için babasına uzatan minik bukleli kızım aslında. Eski bir fotoğraftaki gibi gittiğinde arkasından ağlayan. Aslında birkaç fotoğraf da koymak istiyordum ama bugün pek mümkün olmayacak anlaşılan. Bir dahaki yazılarımda eskilerden gidelim bari o zaman..Nostalji günleri olsun bundan böyle. Mesela hayatımın tam ortasına gelip oturmuş anılarım benim için haftanın ortası olarak düşündüğüm Çarşamba günlerinde yazılsın bundan böyle. Çarşambaları nostalji günüm olsun yazabildiğim kadarıyla..


Ben babama çok benzerim. En çok da vücut olarak. Uzun boylu ve zayıftır babam. Eskiden babam bir adım atardı ben peşi sıra mini mini adımlar atardım ve yetişme çabalarım yorgun düşürürdü. Şimdi de yetişemiyorum pek ama arayı kapatıyoruz yavaş yavaş. Tepkilerimiz bile benzer babamla. O mesela kızamaz ki hiç bana. Sinirlenir ama hemen durulur ve yanıma gelir. İçinde kocaman pamuk bir kalbi vardır yere göğe sığmayan. Ben de kızarım çabucak ama hemen de durulurum. Sanatçı ruhludur babam. Benim resmimi çizmişti kaç defa ve daha başka resimler. Güzel de yazar. Kelimeleri sevmem de onun anneme yazdığı mektuplar sayesinde olmuştur hatta. İlk gördüğümde ve birkaç satır okuduğumda -ki annem hala saklar ama okutmaz- nasıl da etkilenmiştim. Duygusal, romantik ve aşık babam. Güzel de fotoğraf çeker Mamiya’sıyla. Ondan aldım fotoğraf tutkumu. Birlikte fotoğraf çekmek çok güzel..

Çocukken çektikleri ses kayıtlarımı dinlediğimde nasıl bir duygu kaplıyor içimi keşke anlatabilsem burdan, duyurabilsem size de. Anlatacak çok güzel anılarım var babamla mesela el ele dolaşmalarımız sokaklarda, bana çiğköfte sarışları, kokteyl hazırlayıp yanında çerezle ikram etmeleri, sokakta ooff adama bak diye yanımda babama laf atmaları, çılgınlıklarımız; mesela pazara çıkıyoruz diye elimizi kolumuzu sallaya sallaya tren istasyonuna gelince düşünmeden atlayıp adapazarına ıslama köfte yemeye gidişimiz, kapıya gonca güller bırakmaları, orgun başına oturup gitarımı da elime verip hadi bakalım çal demeleri ve benim agora meyhanesini gitarla çalmaya çalışma zamanlarım, gecenin ilerleyen saatlerinde eve geldiğimde “erkek olsan yanmıştık seni eve sokamayacaktık herhalde” diye bana takılmaları, düğünümde dans ederken beni sımsıkı tutup hüngür hüngür ağlaması, ve daha neler neler. Nasıl yazayım hepsini bir anda. İyiki diyorum annem ve babam onlar. Ben onlarsız onlar bensiz neye benzerdi, yapay çiçekler gibi olurduk. Dışarıdan güzel görünürken içimizde sonsuz bir boşluk taşırdık. Şimdi bunları okuyup da ağlar zuzularım benim. Ama mutluluktandır o gözyaşları ben bilirim. Bazen çekinip de dile getiremediğim şeylerin yansıması kelimelerim gibi. Sık sık söylerim ben sevdiğimi çoğu mesajda, mektupta, msn kapanışlarında. Gene de az geliyor bazen. Daha çok diyorum daha çok söylemeli. Söylendikçe yıpranan bir şey değil sevmek kelimesi ne de olsa aksine en muhteşem şey kullandıkça yenilenen, güzelleşen..


Eskiden asi bir çocuktum ben. Tek çocuk olmanın şımarıklığı olmamış üzerimde hiç anlatırlar. Sadece sarı inadım tutarmış bazı zamanlarda ki hala öyledir. O zamanlarda annem ve babamla gezmek dolaşmak veya onların yanında kalmak yerine hep başka şeyleri seçerdim şimdi ne kadar pişmanım. Önceliğim onlar olmalıydı diyorum kendi kendime. Birlikte bir plan yaptıysak o başka bir şey için ertelenmemeliydi. Neyse ki telafi etmeye çalışıyorum artık. Ne de olsa o zamanlar toyduk daha. Birilerinin anlatmasıyla kabul edilecek şeyler değil bunlar. Hep tecrübe.


Babam çok destek oldu bana. Hep çok sevdi beni. Annem de öyle tabi. İki pamuk beni de pamuk yaptılar. Hayat dolu olmam, ben olmam hep onlar sayesinde. Ne büyük emek, ne büyük fedakarlık. Canım babam, zaman zaman mahçup bir çocuk gibi bakan, üzüntüsünü içinde yaşayan, istedikleri için çalışan didinen bırakmayan, sohbeti keyifli, kelimeleri değerli, yerine göre ciddi yerine göre ortamı kahkahaya boğan, bara gidip bira içtiğim, yorulup omzuna yattığım, dans müziklerinde tek kavalyem, beni herşeyden çok seven, hayatımdaki vazgeçilmez parçam, hala gençliğinin ilk günlerinde bir delikanlı babam.

Hani şu reklamdaki küçük bilmiş çocuklar gibi oldum; benim babam doktor, benim babam mühendis, benim babam sanatçı, benim babam öğretmen... Benim babam herşey..Seni çok seviyorum babacım...

20 Şubat 2010 Cumartesi

Dünden geriye kalan kelimelerim

Bugün yine ofisteki masamdan yazıyorum bu postu. Hava bana inat yapıyor yanıma fotoğraf makinamı almadım ya. Birkaç gün önce çizgi filmden kaçan bulutları çekeyim diye almıştım yanıma ama o gün gerçekten kaçmışlar malesef.Oysa bir önceki gün ne de güzeldi gökyüzü. Bir gün ılık ama yağmurlu, bir gün soğuk ama güneşli..

Dün önemli bir gündü benim için. Canım anneciğimin doğum günüydü. Keşke birlikte kutlayabilseydik. Pastasını üfleyip kocaman dilimlerden yeseydik. Artık bir dahaki doğum günlerinde inşallah. Şimdi bir kere de burdan kutluyorum zuzumun doğum gününü.."Mutlu yıllaaar sana zuzuuumm iyiki doğğdunn seni çook seviyorum.." 

Doğum günlerini her zaman çok sevmişimdir. En çok da kalabalık olanlarını. Tüm aile birlikte olmalı böyle kocaman bir sofra ve güzel yemekler eşliğinde, çalınıp söylenmeli, anılardan bahsedilmeli, tabi bolca da fotoğraf çekilmeli. Annemi ve babamı artık daha iyi anlıyorum. Anladıkça daha çok şey bilmek istiyorum. Bana bir çırpıda yaşadıkları herşeyi anlatsınlar, onlarla yaşayayım bir kez daha ben de istiyorum.. Henüz çalışmıyorken bir gün Kayıp Gül adlı kitabı okudum. Tavsiye ederim. Orda bir kız ile annesinin hikayesi anlatılıyordu. Okuduktan sonra epey etkilendim. Ağladım bir süre. Kız annesini aslında o kadar da iyi tanımadığını, duygularını  o kadar iyi bilmediğini anlıyordu. Ben de düşünüyorum bazen onlar hakkında bilmediğim ne çok şey var. Sormak istediğim ne çok şey. Bana her şeyi teker teker anlatsınlar istiyorum. Ne de güzel olur. Konuşacak ne çok şeyimiz var. Gelince bir başlangıç yapalım şöyle tanışmanızın ilk günlerinden başlayarak..

Çoğu şey zaman geçtikçe farklı görünüyor insanın gözüne. Zaman bambaşka bir biçimde gösteriyor bize kendi yöntemiyle farklı zamanlarda olup bitenleri. Hani genelde deriz ya "şimdiki aklım olsa "diye ben de öyle diyorum eskiler için şimdiki aklım olsaydı diye. Neyse nerden geldik buraya hatırlayamadım kafam dağınık biraz bugün. Güneş de camdan gözüme vuruyor zaten. Demem o ki şimdi ailem çok da kıymetli benim için eskisinden olduğundan. Artık anladım, yaşadım, tecrübe ettim. Çok şey kazandım. Hayatımızdaki bazı şeylerin yerlerini zaman zaman değiştirmek gerekiyormuş bunu da öğrendim. Alışkanlıklardan da kurtulmalı, yeniden başlamalı, enerji depolamalı. Annemin doğum günü vesilesiyle ben de pek bir enerjiktim dün. O doğdu ya benim de içim içime sığmadı:) Benimle birlikteyken annemi de babamı da uzaktan izlemek isterdim ama küçük halimle olmalı. Nasıl da merak ediyorum o zamanları. Dün eski fotoğrafları gösterdim arkadaşlarıma sanırım ordan esti bu fikirler. Ara ara hayal kuruyorum böyle zamanla ilgili. Ne tuhaf hayat. 

Eskiden annemin yaptığı herşey bir çırpıda oluverir gibi gelirdi bana. Şimdi bakıyorum da nasıl emek nasıl çaba istiyormuş her biri meğer. Nasıl da yoruluyormuş benim zuzum. Anlamak, farketmek; önemini artırıyor, yakınlaştırıyor, yoğunlaştırıyor.  İyiki varsınız canım annem ve babacım bir tanem. Sizi çoook seviyorum..


Not: Foto ulus pazarı dönüşünde minibüs durağında çekilmişti...Kalpler hariç tabi:)


Not: Yarın da babamla ilgili bir post yazacağım duyurulur. Okumadan geçmeyin sakın:)

15 Şubat 2010 Pazartesi

Hayatın en zor olduğu 3.şehirde yaşamak üzerine

Bu başlığı Milliyet'in sayfasında okudum bugün ve üzerine yazmak istedim. Bakmak isterseniz tık. Demek iki buçuk yıldır biz; hayatın en zor olduğu üçüncü şehirde yaşıyormuşuz araştırmalar böyle söylüyor. Biliyorduk elbet gördük burada yaşamın sıkıntılı olduğunu, anladık, hissettik, tecrübe ettik. Ama bir yandan da alıştık artık fazlasını beklememeye. Neyse o dedik. Bu şehir, bu hayat böyle. Şimdi geçmişe baktığımda ne çok şey istemişim diyorum zamanında. Belki de sadece istemiş olmak için istenmiş onlarca şey. Bu şehre her baktığımda hüzünlenmemin, gözlerimin dolmasının nedeni de işte buymuş. Bana geçmişteki hatalarımı anlatması; izleriyle.


Hani aslında klişe bir laftır ya yaşamadan anlayamazsın derler. Büyükler tarafından söylendiğinde gıcık olunur hatta. Belki büyüdüm artık büyük oldum diye bilmiyorum ama doğru geliyor bu söz hemde fazlasıyla doğru. Nasıl da savunurdum oysa anlamak için illa yaşamak mı gerekir diye. Öyle olması gerekiyormuş. Bilhassa tecrübeler en kıymetli şeyler hayatımızdaki. Anneannem anlatırken eskileri hep hayatın zorluğundan bahseder. Bir zamanlar yiyecek ekmek bulamadığımız zamanlarımız olmuştu, askerler kapıya getirirlerdi bizim için der. Burda zamana yolculuk ediyor gibiyim adeta. Onun sözleriyle sınıyorum gördüklerimin doğruluğunu. Sanki anlattıkları masal gibi gelirdi bana. Gerçekliğini önce üniversitede görev aldığım bir projede anlamıştım aslında. Adana'ya gitmiştik Karataş'ta Pamuk işçiliğinde çalışan çocukların durumları ile ilgili bir projeydi. Sonra öğretmenlik yaptığım okulda farkettim bir kez daha yaşamın zorluğunu. Hem de birkaç mahalle yukarısında oturduğum evin. Arada sadece sokaklar yokmuş meğer birçok zorluk da varmış. Bir kere daha da burda anladım tekrar. 


İlk geldiğimde gördüğüm bir kız çocuğunun yüzünde. Çocuklara yakıştıramayız ya mutsuzluğu. Bu kız çocuğunun bulut bulut gözleri vardı ve bana onlarla keskin bir bakış atmıştı arabanın penceresinden. Sanki devirler öncesinden bakıyor gibiydi. Şimdi oturup düşündüğümde ne kadar güzel bir  hayata sahip olduğumu daha iyi anlıyorum. En çok da çocuklara baktığımda ama. Sonra gece yarıları tünelde çalışan insanları gördüğümde, sonra gözlerinin feri sönmüş, ailelerine para yollamak için senelerdir burda çalışan yaşlı adamları gördüğümde. Ve en son da bize uzaktan baktığımda. Türkiye'ye her gittiğimde bambaşka bir şehre adım atıyorum. O şehirde hayat günden güne farklılaşıyor. Zor orada da yaşamaya çalışmak ama burası daha başka. Buradaki çocukların aynı benim okulumdaki gibi cindy bebekli çekçekli çantaları yok, kalemleri çıtçıtlı değil azıcık kalmış kurşun kalem, kadınların giyimleri o kadar ince ki şaşıyorum bazen bu kışta nasıl durabildiklerine, çantaları bizim pazar çantalarımızdan, erkeklerininse çok olmuş vazgeçtikleri daha iyi yaşamaktan, daha iyi yaşamak uğruna çabalamaktan. Bir bitkinlik, bir durgunluk çökmüş üzerlerine. Bu kadar borçsuz harçsız, doğalgaz zengini bir ülke nasıl bu hale gelmiş. Bunu daha çok sokakta gördüğüm dilenciler ya da evsizler için düşünürüm aslında. Nasıl oldu da bu hale geldi bu insanlar diye. İşte bu şehir aynı böyle. Yeri olmayan, sokak insanları gibi çaresiz ve bitkin duruyor beynimde. Bizse tam tersiyiz bakıyorum da ülkede borç tavan yapmış, ama simitçimizin elinde son moda cep telefonu, amcanın 400 tl maaşı var ama aylık ödemesi 500 tl olan bir araba almaya gönüllü. (bunu da yaşadığım için söylüyorum Honda'da çalışırken biri gelmişti araba almak için benden) İşte hala kafam almıyor bu insanlık hallerini. Biz iyi yaşıyoruz aslında hemde çok iyi..Burdayken insan farkediyor elindekinin kıymetini, raflarda kitaplarımız, mutfağımızda yiyeceklerimiz, dolabımızdada giysilerimiz var ve mutsuz olmak için sebep yaratıyoruz. Bizler gerçek mutluluğun anlamını bilmiyoruz...Onu hep sahte olanda arıyoruz... 

Not: Fotoğraflar Alger ile ilgili izlediğim fotoğraf sitelerinden alınmıştır. Çekenlerin isimlerini kaydederken yazmamışım özür diliyorum.

14 Şubat 2010 Pazar

Kuuuuuutluuu olsun

Bugün sevgililer günü. Sevgili olanlar ve hala sevgili kalabilenler için mutlu ve önemli bir gün. Bazıları bu günleri önemsiz ya da klişe bulabilir ama ben seviyorum. Hayatımızda varolmaları ve küçük de olsa güne anlam katmalarını seviyorum. Gece saat 24.00 ı geçtiiğinde sevgilimin yanıma yanaşıp kutlamasını seviyorum. Beni sevdiğini her söylediğinde duyduğum mutluluğu yeniden tazelemiş oluyorum. Ekleniyor, ekleniyor ve büyüyor içimde sevgim böylelikle daha çok..Biz hiç birlikte bisiklete binmedik sevdiğimle bu ilustrasyondaki gibi ama bir gün onu da yapacağız biliyorum. Belki de bu resmi o yüzden bu kadar çok sevdim. Siz de dilediğiniz gibi sevin ve sevilin..Mutlu olun ve bugün de mutlu olduğunuzu bir daha hatırlayın...

Not: İllustrasyon google sayfasından alınmıştır zevkle sunulur..Çizenin ellerine sağlık..

13 Şubat 2010 Cumartesi

İş'te ilk günüm ve yeni fotolar

Uzun zamandan sonra çalışmaya başladım. Daha ilk günüm bugün. Haber de yeni geldi zaten. Hemen başlattılar. Şu anda pek de çalışıyormuşum gibi gelmiyor zaten daha adapte olmaya çalışıyorum. Personel de çalışmaya başlayacaktım ilk konuşmamızda fakat herşey ağırlıklı olarak fransızca olduğu için şimdilik Teknik Ofis'te çalışmaya başladım. Eşimin yanında yardımcı olarak. Bugün ilk gün olmasına rağmen hemen başladım ve excel de tablo oluşturdum. Hala daha da üzerinde çalışıyorum. Şu anda excel pek çekici gelmiyor ama zamanla seveceğimi düşünüyorum. En son üniversitede tez hazırlarken çalışmıştım excelle. O zamanlar daha aşinaydım tabi. Unutmuşum. Yine de bişeyler yapmayı başardım. Güzel geçiyor şimdilik günüm umarım hep de böyle olur. En son Türkiyedeyken Türkçe öğretmenliği yapmıştım evlenmeden birkaç ay evvel bıraktım o zamandan beri de ev hanımı olarak yani daimi miguel olarak çalışıyordum. Sıcacık yatağımı bırakıp erkenden güne katılmaya alışmak için biraz zamana ihtiyacım olacak ama başaracağım. Ne demişler erken kalkan yol alır. Ben de hayatımda bir yolda ilerliyorum ve bunun biraz değişmesinin zamanı gelmişti de geçiyordu bile. Herkes çalıştığın zaman ev hayatını özleyeceksin diyor evet ben de öyle düşünüyorum ama ona da alışırım. Şimdi çalışmayıp ne zaman çalışacağım söz konusu iyi bir gelecek hazırlamak ve geleceğe iyi hazırlanmak. Bir sürü şey aklımda kalakaldı kumaşlarım, kitaplarım, keçelerim, dikiş makinam vs ama olsun onlara da zaman ayırmanın bir yolunu bulmayı ümit ediyorum biraz daha sonra. En çok düşündüğüm yemek yapmak şu anda. Burda hazır yemeğe alışınca insan evde nasıl da zorlanıyor yemek hazırlarken yorgun argın. Yine de ev yemeği gibisi yok tabi. Çalışanları daha iyi anlıyorum şu anda onca zamandan sonra. Bakınca şöyle durupta uzaktan sanki hiç çalışmamışım gibi geliyor. Nasıl da uyanıyordum diyorum kendi kendime. Bugün epey zorlandım yastığımdan ve rüyalarımdan ayrılırken. Halbuki senelerce okula gitmek için sabahın köründe kalkıyorduk. O zamanlar herşey daha başkaydı belki de kimbilir. Gençlik enerjisi mi demeliyim acaba. Böyle çabuk yorulmuyordum. Yine de hala ruhumun genç olduğunu hissedebiliyorum. Yapmak istediklerimi geride bırakmaya niyetim yok. Biraz az uyuyup biraz daha fazla çaba göstereceğim hepsi bu. Sonuçta bildiğimiz bir tane hayatımız var öyle değil mi?

Kursta da dersler iyi gidiyor. Biraz fransızcamı ilerlettiğimde belki beni personel bölümüne geçirebilirler de. Yalnız konular git gide zorlaşıyor. Biraz tırsmaya başladım açıkçası. Yine de bu dili sevmek çok da zor olmadı. Oldum olası o ince konuşmalara hayran kalmışımdır zaten. Şimdilik aksan kullanamıyorum tabiki ama yine de alıştım sayılır. Söylenenleri anlıyorum rahatça. Sorun konuşmakta. O da aşılıcaktır zamanla. Bu sıra fotoğraf makinamla pek haşır neşir değilim ama geçen kurs dönüşü ofis makinasıyla bişeyler çektim az çok. Yürüyecektik ama arkadaşımın eşi almaya geldi bizi o yüzden çok da fazla şey çekemedim. Arabadan olduğu kadarıyla işte. Bir dahaki sefere daha güzellerini çekmeyi düşünüyorum. Havalar çook soğuk günlerdir. Resmen donuyoruz. Atkı eldiven bere sarıp sarmalıyor her yanımızı. Bir kez daha anladım en çok baharı seviyorum ben. Yazın o bunaltıcı sıcağı da çekici gelmiyor. Dubai de yaşasak başka tabi de. Ayşe Arman'ın işten çıkıp sahile uğradığını söylediği yazılarından olsa gerek içim gidiyor öyle bir yerde hayatımı devam ettirmek için. Umarım bir gün o da olur..Şimdi susayım ve fotoları ekleyeyim artık:)

Kurstan bir görüntü. Bir dahaki sefere sınıftakilerle de çekmeye çalışacağım. Şimdilik ne tepki vereceklerini bilmediğimden çekemedim. Şansımıza da hoca yazıları sildi oysa nasıl da heveslenmiştim yazı varken tahtada çekebilmek fotoğrafı..

Bu da buradaki tünele ilk gittiğim gün eşimle. Daha önceki tünelden biraz daha ufak ama daha az korkutucu olmasını sevdim. Daha ancak 70 metre ilerlediler ne de olsa..Biraz daha sonra bu tünel de korkutucu olacaktır eminim..

Burası da kurstan eve gelirkenki güzergahımız. Ne yazık ki arabadan ancak bu kadar çekebildim. Yine de yolların pisliğini ve binaların boyasız görüntüsünü farketmenize yetmiştir sanırım.

Bu Duygu. Kursa birlikte gidiyoruz. Buradaki en yakın arkadaşım. Aynı ben. Sanki benden bir tane daha yaratılmış. Birlikte çok güzel vakit geçiriyoruz. Arkadaşlığımızın uzun yıllar sürmesini diliyorum.


Veee en sevdiğim foto. Ben ve kepçeee..Keşke çalıştırabilip bir tur atabilseydim ama nerdee korkudan zor oturdum içinde..

6 Şubat 2010 Cumartesi

Nihayete erdik

Uzun zamandır heyecanla yeniden başlamasını beklediğimiz malum dizi Lost başladı. Dün gece önce son bölümü yeniden izledik hatırlamak amaçlı sonrada yeni bölümü izledik. Yine her zamanki gibi özür dileyerek söylüyorum ohaa demekten alıkoyamadık kendimizi. Adamlar yapmış. Bana kabak tadı vermeyen ilk dizi bu sanırım. O yüzden o kadar çok korkuyorum ki saçmalamalarından ve finalin abzürt bir şekilde oluşturulmuş olmasından. Yine kafamdan senaryolar yazmaya başladım. Yakında eskiden olduğu gibi rüyalarımda adaya yolculuklar yapmaya da başlarım sanırım. Bence izlemeyenler şu sezon bitmeden izlemeye başlasınlar.

Bu arada söylemezsem çatlayacağım bugün nette arkadaşım Anıl'la konuştum. Anıl da artık bir blog yazarı. Onun blogunu da zevkle takip edeceğinizi düşünüyorum. Yazdıkları bence çok keyifli. Okuduğunuzu bilmek onu yazmak için daha da çok tetikleyecektir. Anıl'ın blogu için sadece bir TIK yeterli..Nette losttan bahsediyorduk. O biraz önyargılı davranıp diziyi izlemiyormuş burdan ona çağrı yapmak istiyorum İZLEMELİSİN! Konuşma sırasında ben Anıl'a lost ile ilgili bazı şeyler söylerken bana "lostun müritlerin olmuşsunuz siz" dedi çok güldüm valla ciddi ciddi öyle olmuşuz da haberimiz yok. Bir de böyle lost hakkında izlemem falan diyenlere de kafa tutuyorum bunun farkına vardım:) Yaşasın Lost çılgınlığı.

Bu arada google dan çok süper çizimler buldum bunlar lost çizgi film karakterleriymiş. Ben çok sevdim en çok da Kate'i. Zira kendisinden pek hazetmiyorum böyle çizmelerine sevindim:) En çok da Faraday'i seviyorum ama Sayid'den sonra Sawyer'dan önce..:)

4 Şubat 2010 Perşembe

Evimden sevimli charlotte manzaraları

Şubat ayının ilk yazısını nihayet yazabiliyorum. Havalar burada epey soğudu. Güneş artık önceki günlerdeki kadar çok çıkmıyor ortaya. Ama tabi buna da şükür Türkiye'de neler oluyor görüyoruz hep tv de. Ayy bir yandan üzülüyorum buraya kar yağmıyor diye bir yandan da seviniyorum o kadar soğuk olmadığı için. Buranın soğuğu şimdilik yetiyor çünkü. Kursta sobamız da yok. Valla geçen derste nasıl dondum anlatamam üç kat olmama rağmen. Artık bu hafta battaniyemle birlikte gideceğim sanırım. Dersler şimdilik güzel ve eğlenceli geçiyor. Tahtaya bile kalktım geçen ders soru cevaplamak için. Epey bi heyecan yaptım tabi ama güzeldi. Genelde bir gün öncesinden hiç gitmek istemiyorum diye triplere giriyorum ama derse girince unutuyorum hepsini. Sanırım en zor kısmı okuma parçalarının aksanlarıyla okumaya çalışmak oluyor. Yine de ona bile alıştım diyebilirim.

Bu kadar havadis yeter. Başka da bir şey olmuyor zaten hayatımda enteresan denebilecek. Bir de işin güzel tarafı salı günleri kurstan sonra sokaklarda dolaşmak mağazalara falan bakmak oluyor. Geçen gün yine dayanamadım mutfak için bir iki bişey aldım. Sanki mutfağa alınacak şeyler hiç bitmiyor. Aynı bulaşığın hiç eksilmemesi gibi..

Kediciğimiz süper oyuncu bişey oldu büyüdükçe. O kadar komik şeyler yapıyor ki bazen bizi gülmekten öldürüyor. Benimle gündüzleri film bile izliyor patisini bilgisayarın kenarına koyup. Şu anda da yeleğimin fermuarı ile oynuyor. Bana süper arkadaşlık ediyor. Onun son çektiğim fotoğraflarını göstereyim şimdi size:

Benim şirin yaratığım dibimde puf puf uyurken..

Patileri o kadar yumuşak ve pembe ki bazen dokunuyorum ve seviyorum yumuş yumuş.


Severken mest oluyor kızım. Gözler kapanıyor. Bir de sekdoit halini görmelisiniz pörtlek gözlü onu da yakın zamanda çekip size göstereceğim.

Bu da arkadaşım duygunun kucağında uyurkenki fotoğrafı. Duyguyu çok seviyor. O geldiğinde kucağından inmiyor. Nasıl saatlerce kucağında durdu inanamadık. Sıcağı da buldu tabi. Polar battaniyenin içinde nasıl da huzurlu duruyor.
Ben mutfakta yemek yaparken veya bulaşık yıkarken genelde o da yanımda oluyor ve gördüğünüz gibi koltuğa kıvrılıp benim işimin bitmesini bekliyor. Tabi o sırada uyumayı da ihmal etmiyor tombiş.

Şimdi dersime dönüyorum sevgili arkadaşlarım. Biraz fransızca çalışmam, notlarımı temize geçirmem, paragraflardaki bilinmeyen kelimeleri bulmam gerekiyor. Bana yarın için şans dileyin. Yarın birkaç da Tiziouzou fotoğrafı çekmeye çalışacağım sizler için. Hepinize sevgiler.