27 Mart 2010 Cumartesi

Yaz, temizlik, ayakkabılar, baykuşlar, hayaller ve daha fazlası

Yaklaşık bir saattir blogdayım ama kelimelerimi bir türlü toparlayamıyorum. Ofisin tam karşısında iş makinası çalışıyor ve öyle çok gürültü çıkartıyor ki ne yazmak istesem anında kafamdan uçup gidiyor. Eskiden de bu kadar çabuk mu dağılırdı dikkatim acaba? Hatırlamıyorum.

Bugün yine hava yaz gibi. Hele dün burayı görmeliydiniz. Herhalde 25-30 derece vardı. Evde tişörtle dolaştık. Tam gezme ve piknik havasıydı ama evde kaldık. Dinlenmekti maksatımız oysa. Ama temizliğe verdim kendimi. Burada havalar açınca her yer öyle toz oluyor ki aklınız hayaliniz durur. Yok böyle bir şey. Ben bu kadar tozu toprağı türkiye'de görmedim inanın. Dün sildim ama eminim bugün aynıdır sanki hiç silinmemiş gibi. Dün de hazır başlamışken bütün evi temizledim. Bazı camlar da dahil ve üç balkon. Balkonumuzun giderleri de çok dandik olduğu için öyle zor oluyor ki yıkamak. Hep ev sahibinin kandırmacaları işte. Eve girerken herşey sorunsuz süper güzel falan dedi bize. Sonra balkonu yıkayacağım tam aaa o giderler çalımıyor diyor. Tanrım deli ediyor beni. Tabi bir yandan açmaya çalışıyorum her seferinde bir yandan da arkasından bezle kuruluyorum kalan yerleri. Tam bir eziyet. Halbuki balkon yıkamak nedir dök suyu kovayla süpürgeyle de ittir tamam. Ben öyle bilirim yani. Neyse o üç  balkon zaten beni delice yordu. Tam oturdum işler bitti evde yemek olmadığı geldi aklıma. Hadi dedim tuğba sen kalk. Bugün sana dinlenme günü değil. Kalkıp yemek yaptım. Biraz da söylenerek tabi. Oysa düne dair ne güzel planlarım vardı. Uyuyamamak da beni çok yoruyor. Cuma sabahları da kursum olduğu için o tek tatil günümde de şöyle öğlene kadar keyif yapamıyorum. Gerçi artık öyle eskisi gibi öğlenlere kadar da uyuyamıyorum malesef. 

Keşke bugün de tatil olsa burda. Hiç alamadık hevesimizi, atamadık yorgunluğumuzu. Aynen çalışmaya devam işte. Sanki dün hiç olmadı. Günü kendince, istediğin gibi değerlendiremeyince ne kadar anlamsız geliyor. Yaşanıyor ve bitiyor işte hepsi o. Bir gün daha eksildi hayatımızdan, öylece geçip gitti.

Deniz kıyısına gitme isteğim günden güne artıyor. Fotoğraf makinamı da almak bol bol fotoğraf çekmek istiyorum. Sonra çoraplarımı çıkartıp ayaklarımı denize sokmak istiyorum. Bir de taaa uzaklara dalıp bir sigara yakmak ve hayal kurmak..

Dün dışarı çıkamayınca dedim bari evde biraz fotoğraf çekeyim. Evde olunca ne çekerim ben yemek, çiçek böcek falan. Bu sefer yeni aldığım ayakkabılarımı çektim.Bir de baykuşlu eşyalarımı çektim size göstermek için. Zaten canım sıkılmaya görsün benim için çok zararlı bişey bu sıkıntı. Sürekl bişeyler yiyorum. Sabah çöp tenekemi görseydiniz anlardınız o kadar çok ıvır zıvır var ki. Elimden geldiğince bu sıkıntımı meyvalar ile gidermeye çalışsam da arada sakız, çikolata, şeker de yiyorum tabi. Kesmiyor meyveler:)

Bunlar en sevdiğim ayakkabılarım. Pembeyi, kırmızıyı ve çizgili babetleri geçenlerde aldım. Çok ucuzdu fiyatları çok da beğendim. Kırmızı botlarımı ve krem rengi cadı ayakkabılarımı da alger den almıştım. Şimdi artık havalar güzelleşti bol bol giyerim. Kampta biraz zor oluyor topukluyla dolaşmak ama yemekhaneye giderken falan. Yine de alıştım artık. Eski acemiliğimi attım üzerimden..

Bunlar da baykuşlarım. Sol üstteki kutuyu Ankara'dan almıştım. O önceden bahsettiğim pirinç handaki baykuş objeler satan dükkandan. Kolyemi de Ankara'dan aldım Clair's den. Arkası ve önü farklı olduğu için değişik değişik kullanılabiliyor ne güzel. Küpelerimi ve sweat'i izmitten almıştım gelmeden. Ve ortadaki tişörtü de bu gidişinde arkadaşım duygu benim için istanbul dan aldı. Çok sevdim. Aslında hep onu giymek, onunla uyumak onunla uyanmak istiyorum ama sonra bişey olur diye korkuyorum giymiyorum :)uzaktan bakışıyoruz. Yaz tam anlamıyla gelsin o zaman hep giyicem.

Bunlar da yeni aldığım kavanozlarım. Şu anlık mutfaktalar henüz kullanmadım. Belki hobi malzemelerimi koymak için de kullanabilirim. Daha karar vermedim. Çok beğenerek aldım. Böyle teneke kutulara bayılıyorum zaten. Daha çok bulsam daha çok alsam keşke..Koleksiyon bile yapabilirim. Kıyıp da atamam zaten asla. Artık annemler falan da alıştılar teneke bişey alırlarsa kutusunu benim için saklıyorlar..

İşte tüm yazacaklarım bunlardan ibaret bugünlük. Şimdi biraz mola vereceğim. Temiz hava alacağım biraz. Sonra dönüp fransızca notlarımı geçireceğim. Yarın da size yeni yaptığım taçlarımı göstereceğim ve başka şeyleri süpriz. Tabi eğer bitirebilirsem bu gece..Olmazsa bir sonraki gün falan artık. Mutlu kalmaya devam edin. Herkese kocaman sevgiler..Güzel havanın da tadını çıkartın hafta sonunda benim için. İki gün tatil yapmak büyük bir nimet gerçekten de sakın unutmayın...

24 Mart 2010 Çarşamba

Daha fazla Cezayir

Bugün bir de baktım ki kendimi öyle günlük hayatın koşturmacasına bırakmışım gidiyorum. Ben gidiyorum, günlerde benimle gidiyor. Benden daha hızlı, su gibi akarcasına..Anlayamıyorum nasıl böyle oluyor. Nedir bu acele? Yoksa ben mi ağırdan alıyorum hayatı diye sormadan edemiyorum kendime. 

Önceleri Cezayir'de zamanın yavaş aktığını düşünürdüm. Bazen hala öyle aslında. Türkiye'deki gibi asla olamaz herhalde. Yine de son zamanlarda, çalışmaya da başlamamın etkisiyle tabiki, yetişememeye başladım hiçbirşeye. Kendime vakit ayıramıyorum bir türlü. Öyle yoruyor ki beni gün. Bir şey yapmasam bile vücudumun yorulduğunu hissediyorum. Önceden uyumak için zaman geçirmem gerekirdi yattığım zaman yatağıma. Kitap okurdum, hayal kurardım, bazen bilgisayarımdan internete girer oyalanır hatta film izlerdim gecenin körüne kadar. Şimdilerde ne zaman gözlerimi kapattığımı bilemiyorum. Bir de bakmışım sabah olmuş. Ben nasıl atlatmışım uykumun o tüm evrelerini, hangi ara? Tıkırtıya bile uyanmayacağım neredeyse. 

Cezayir hergün gözüme başka görünüyor artık. Gün geçtikçe daha mı çok bağlanıyorum nedir. Şimdi artık eskisine nazaran daha güzel bir yerdeyiz, koşullarımız daha iyi, çıkıp dolaşabiliyorum sıkıldığımda, arkadaşlarım var, konuşup anlaşabiliyorum insanlarla. Yine Türkiye özlemim var elbet o hiç geçmeyecek bir sevda adeta, bir zehir gibi saran insanın içini. Burası da avuntularımızı özgür bıraktığımız yer oluyor. Yine de güzel bir dünya. Bundan sonra daha sık dedim ya hani önceki yazımda, daha sık Cezayir'i anlatacağım, yazacağım, göstereceğim diye işte bu ilk yazı olsun buraya dair;

Bu yazıyı etiketlerken biraz hasret, biraz bahar havası, biraz açlık, biraz tutku, bolca da yorulmuşluk yazmak isterdim aslında:) Ama kurallara uydum bulunması kolay olsun diye güzel etiketler ekledim..


 Bu binaların tiplerini çok seviyorum. Uzaktan bakılınca öyle değişik hissettiriyorlar ki insanı. Sanki iki yandan sıkıştırılmış gibi ama çok da sevimli..Bu binanın sol kenarının hemen ardı Grand Poste( büyük postane binası) oluyor. Ne yazık ki  içine de bir türlü girmeyi başaramadım. Fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla çok güzel, bir gün orasının da fotoğrafını çekeceğim inşallah.

Cezayir'deki bu kemerleri de çok seviyorum. Çoğu binada veya yolda görebiliyorsunuz. Ayrıca şahane kemerli köprüleri de var filmlerden fırlamış gibi. Hele de yeşille birleşince daha da güzelleşiyor o manzara.


Bu üstteki iki fotoğrafta da görebilirsiniz kemerli sütunları. Ayrıca binaların başka bir çekici özelliği de üzerlerinde kabartma figürlerin olması. Ayrıca onları da göstereceğim..


Bu binalar ise uzaktan biraz karmaşık olan yapısıyla dikkat çekiyor. Tabi her katta kurulan çanak antenler, asılan çamaşırlar, bazen pencereleri kapatan demirler ve tabi mavi renkli tahta panjurlar oluyor çoğu zaman. İşte orda anlıyor insan gerçekten nerede olduğunu. Cezayiri cezayir yapan başlıca şeyler bunlar herhalde. Zamanla seviyor insan. Antenler görüntü kirliliği yaratıyor orası kesin ama diğerleri apartmanların vazgeçilmezi. Özellikle de unutmadan ekleyeyim hemen mavi beyaz çizgili tenteli balkonlar ve pencereler de.

Daha sonra ayrıntılara devam edeceğim kaldığımız yerden..Siz de daha iyi tanıyacaksınız bu hüzün kokan mistik şehri..

22 Mart 2010 Pazartesi

Bö!2010

Ben de bu sene ilk defa Blog ödüllerine aday oldum. Bö!2010... İsmi çok eğlenceli. Söylerken hep mutlu mutlu gülümsüyorum. Zira normal hayatta bööö çok kullandığım bir ifade olup Blog Ödüllerinin kısaltmasını ona benzetiyorum ve seviyorum. Sıcak geliyor:) Bilmiyorum ki beni bilenler çok  mu, ya da bilenler oy verirler mi, bunun için farklı bir yöntem var mı, cümle aleme duyurmam mı gerekir blog ödüllerine başvurduğumu acaba? Belki önceden katılanlar varsa bana yazarlar?

Herkese kocaman sevgiler

Ps: Bundan sonra Cezayir ile ilgili daha çok ve detaylı şeyler yazacağım. Projemle ilgili de yeni fikirler geliştirmiş bulunmaktayım. Burada yazacaklarım da kafamdaki şeyleri netleştirmemde yardımcı oluyor..

Beni takip eden, okuyan, güzel kelimeleriyle destek veren herkese teşekkür ederim..

Bu bugünün son yazısı değil! Yeniden görüşmek üzere..

Mutlu kalın :)

20 Mart 2010 Cumartesi

Bu güzel havada neler neler yapılırdı oysa



(Bunlar benim ofis masamdaki çiçeklerim ama bugün bozuldukları için attım. Şimdi yeni kır çiçekleri toplayıp yerlerine koyacağım.)

Kocaman tombik sakız kutumdan sakızları ikişer ikişe ağzıma atıp şekerleri bitince çöpe atıyorum. Şekerli sakızları ancak bu kadar çiğneyebiliyorum. Eğer atmazsam yutarım çünkü. Ve eskiden olduğu gibi ya içimden sakız ağacı çıkarsa diye düşünüp dururum.

Havalar güzelleşti son günlerde burada. Hem de nasıl bir güzelleşme adeta yaz geldi oturdu böyle evimize, ofisimize, sokaklarımıza. Tişört giyip çıksam bile olur. Ki yarın öyle yapacağım. Bundan sonra artık güzel olur havalar diyoruz belki nisanda yağmur yağar tabi ama en azından donmayız. Böyle olunca da insanın canı hiç çalışmak istemiyor. Can sıkıntısından sürekli elim bişeylere gidiyor. Bu gidişle yaza kadar kilo vermek bir yana sanırım daha da alacağım. Bir türlü diyet falan da yapamıyorum zaten. Homini homini yiyorum. Neden böyle oldum ben anlayamıyorum. 

Havalar açtı her yer yemyeşil, insanlar sokaklarda, balkonlarda sereserpe çamaşırlar, mis gibi kızartma kokuları (nedense kızarma kokusu bana yazı hatırlatır, ona özgü gelir hep) çocuklar sokaklarda. Keşke ben de güne onlar gibi katılabilsem. Eve gittiğimde balkonum yıkanmış olsa da otursam orda şöyle havayı koklasam. Ya da şimdi burdan çıksam pöti kareli örtümü alsam içine de sandöviçlerimizi koysak deniz kenarına gitsek şarap da açsak dalga seslerini dinleyip uzansak, sonra ayaklarımızı denize soksak ve su ılık olsa.Ne güzel olurdu değil mi? Oysa şimdi ofisteyim, üzerimde sıkıldığım uzun kollum var, karşımda deniz yok metal çitler var etrafımızı çevreleyen ıyyyy ne kötü..

Dün kursum vardı yine. Fransızca. Güzel geçti. Türkiye'ye giden arkadaşım da döndü birlikte gittik kursa. Yollar pek bir boştu, her yer öyle tenhaydı ki çok şaşırdık. Normalde cuma günleri diğer günlere nazaran daha tenha olur zaten ama hiç bu kadar boş olmamıştı. Yürüyerek ve sohbet ede ede bize gittik. Türkiyeden getirdiği sucuklarla peynirlerle şöyle güzel bir kahvaltı sofrası hazırladık. Ben burdan aldığım uyduruk yufkayla kıymalı börek de yapmıştım o da vardı. Yedik içti dinlendik kedicikle oynadık biraz.  Sonra da eşlerimizin akşam toplantısı olduğu için birlikte kalalım yalnız olmayalım diye onlara gittik. Onlarda da oturduk sohbet ettik. Sonra ben biraz kestirdim o da işleri vardı onları halleti. Ve ardından üretmeye başladık. Ne mi? Tabiki ıvır zıvır şeyler..Bizim evden keçeleri, düğmeleri, boncukları aldık da geldik onlara. Eşler gelmeden başlayalım icraata dedik ama oo biz başlayana kadar onlar geldiler. Olsun onlar maç izlediler biz taç yaptık kendimize. Hatta burada satmaya karar verdik yaptıklarımızı. Şu anda düşünme ve planlama aşamasındayız. Netleştikçe yazarım burdan yeniden..

Unutmadan yazayım aslında bu hemen soldaki tacın üzerindeki tülün rengi harika bir mor. Ama fotoğraf makinam olmadığı için yanımda iphone ile çektiğim için böyle göründü rengi. Uzaktan bakınca da parlıyor çok güzel. Artık bol bol takarız birlikte.Zaten buradakilere değişik geliyoruz biz epey giydiklerimiz ve taktıklarımızla.Ama yakında onlara da aşılayacağız kokoşluğu..

Bu da bugünden bir hatıra karesi. Yani bir sürü kare:) Havanın güzelliğinden kendimizi bahçeye attık yemek sonrası. Hatta sıcak geldi de içeri bile kaçtık bir süre sonra o derede yani:)

14 Mart 2010 Pazar

Tatlı bir yazı


Eveeet şu mis gibi kokan ve taptaze bisküvi ile başlıyorum bugün yazımaa.Kim sevmez ki değil mi çaya bandırmayı bu minik tereyağları. Nedense çok haz verici bişey gibi geliyor bana. İnsan bir kere takıldı mı takılıyor.Ayrıca fotoğrafta gördüğünüz kupam en sevdiklerimden.Uçan mini mini insanlar var meşhur büyük yapıların  üzerinde..Baktıkça ona ben de diyorum elimde bir bavulla uçabilsem istediğim yere mary poppins gibi keşke..

Geçenlerde yaptığım mozaik pastadan sonra tekrar markete gidilip iki paket petit beurre alındı dün acil tarafından. Bulunsun çekmecede diye. Hem iş yerinde çayın içine banıp yemek bir harika oluyor. Ama iyice yumuşayıncaya kadar bekletmeyi seviyorum ben sadece ıslatmayı değil. Nasıl yapıyorlar bu bisküvileri merak ediyorum. Bu kadar ince ve bu kadar lezzetli..Bir nutella'nın iki de bu bisküvilerin nasıl yapıldığını görmek isterdim hem de çok. Hayalim diyebilirim:) Nutellayı görmek isteyişim reklamlarda kocaman nutella kazanını karıştıran adamdan kaynaklanıyor bir de eskiden izmitte doldurtmaya giderdik annemle Sagra vardı o zamanlar. Kavanoz götürürdün içine doldururlardı erişmiş çikolatayı çikolata çeşmesinden. (Bizim çeşmelerden de arada çikolata aksa yanlışlıkla) Şimdilerde var mıdır hala bilemiyorum. Bu arzumu en son Kahve dünyasına gittiğimde gördüğüm çikolata şelalesinde yeniden hissettim. Ahh dedim kimseye çaktırmadan ağzımı açıp altına dayayabilir miyim acaba ya da içine bir parmak çalsam. Herhalde o fabrikalarda çalışıyor olsam yapılan çikolatalardan yemeden edemezdim. Acaba ordakiler de çaktırmadan parmaklarını nutellanın içine daldırıyorlar mıdır ki ya da bunu istiyorlar mıdır? Bu bisküvilerin arasına nutella sürüp kat çıkmak da harika oluyor. Ama siz bisküviye kat çıktıkça yağlarınızda vücudunuzda size kat çıkıyor o ayrı konu. Uzun zamandır çok az nutella yiyorum. Eskiden sabahları uyandığımda bir kaşık kesin yerdim. Şimdi eğer canım çok ama çok istediyse bir çay kaşığı yiyorum. O da kırk yılda bir.  Eskiden kavanoz kavanoz tükettiğimizi düşündüğümde şu anda yaklaşık 2 aydır evde duran minik nutella kavanozu gözüme hiç batmıyor. Hem zaten minik boy, hem de irademe hakim olabiliyorum...Ama kafamdan da atamamışım anlaşılan üzerine kelimeler döktüğüme göre:)

Tefal de yine yapmış yapacağını pamuk şeker makinasından sonra bir de çikolata şalelesi makinası yapmış yaa olmaz ama ki insanı teşvik ediyorlar eve almak için. Haa sonra alalım hem pamuk şeker hem çikolata şelalesi yapalım 100 kilo olalım dimi:(:(

Tanrım ne kadar güzel bir şey ya. Evimde düşünemiyorum onun olduğunu. Kafamı içine daldırırdım herhalde. Tabi o kadar genişliği yok ama sanırım bilerek yapmışlar içine sokmayalım diye. Kullanma klavuzunda da yazıyordur allah bilir "kafanızı içine sokmayın, sadece dilinizi değdirebilirsiniz!"...

Keşke bu kadarla kalsa. O kadar çok şey var ki beni yee beni yee diye bağıran. Hangisine kulağımızı tıkayalım.


Off resimden görmek bile yetiyor sanırım insanın canının çekmesi için. Keşke bir parmak şaklatmamla içi bunlarla dolu bir sepet geliverse masamın üzerine..Harika olurdu!!!Neyse ki mars burada var ehh çakma bonibon da bulduk, nutella zaten tamam ama jelibon yoookk..Bir de canım ne zamandır lays istiyor sade olanından.Olsa şurda bir paketi anında yerdim. Ya da yok azar azar yerdim ki bitmesin hemen..Şimdi yazımı okuyup da canım isteyenler ne güzel gidip marketten hepsinden alacaklar ama bu haksızlııııkkkkk....

13 Mart 2010 Cumartesi

Yağmurlu çiçekli bir gün ve ananem



Dün epey güzel olmasına rağmen bugün yine yağmurluydu hava. Çizgi film bulutlardan eser yok. Dün balkonun kapısını bile açtık gün boyunca içeriye mis gibi hava doldu hatta taştı bile, yanan sobanın yanı sıra. Güzel bir kahvaltıyla başladık güne bol reçelli, sucuklu, zeytinli ve onlara eşlik eden mis gibi bir ekmek ve karanfilli çay. İlerleyen saatlerde lost çılgınlığına verdik kendimizi. Bu bölüm pek açmasa da yine sorularımız kafamıza hücum etmedi değil. Biraz uzanarak tv keyfi yaptık, sonra ben mutfağa yollandım körili kremalı tavuk, mısır çorbası ve tereyağlı pilav yaptım. Dayanamayıp mozaik pastayla sonlandırdık sefamızı. Ama sonra buzlukta unuttuk yemeden yattık artık bugün yemek gerek acil tarafından. 

Bu sabah yine yağmurla uyandık. Ve kurulmaya unutulan saat yüzünden tam bir saat fazla uyuduk. Bir de uyandık ki saat 8.30 olmuş. Fırladık tabi hemen işe gitmek için. Hızlıca bir toparlanma, kediciğin mama kasesini doldurma ritüeli ve kilitlenen demirkapılar..Şimdi iş yerindeyim. Öğlen yemeğinden kalma bir muz ve dünden kalma bisküvilerim yanımda. Çay keyfime, içinde yumuşayan petit beurre ile devam edeceğim. Keşke hava da bahar olsa daha da keyiflensek.. 


Çiçeklerim de sevgililer gününden kalma. Buzdolabımı süslüyorlar. Mini mini taneleri var pembe ve turuncu. Arada kedicik dayanamayıp patileriyle ittirmeye çalışsa da dolaptan ben yine sabırla aynı yere asıyorum onları. Baktıkça huzur bulmak için. Keşke daha çok olsalar kocaman bir buket süs çiçekleri. Türkiye'den gelirken renkli yapma çiçekler almaya karar verdim evime. Planlarımı yazmaya başladım bile daha 2.5 ay olmasına rağmen gitmeye. Eklendikçe eklenecek o zamana kadar maddeler bir bir. Ve yine toplamda 60 kilo olan yükümüz elimizde götüreceklerimizle bir 10 kilo daha artacak sanıyorum..Olsun ne de olsa gurbet insanıyız artık tamamiyle. Bana kalsa koca odamı getireceğim yanımda...
Dün meloşumun doğum günüydü. Canım anneannem benim. Yumuş yanaklım. Her daim ıslaktır gözleri. Titrek el yazısı, unuttuğu kelimeleriyle geçmişine üzülür hep. Ama o çok şanslı. Çocuklarını ve tüm torunlarını büyüttü sevgiyle. Biz de onun sevgisini büyütüyoruz her gün yeniden. Eski fotoğraflara bakıyorum özledikçe. Fotoğraflar hayatımın vazgeçilmezi. Sarı papatyam diye başladığı satırlarını okuyorum kartpostallarında. Hala saklıyorum. Kocaman yaşına rağmen hala hayata bağlı bir kadın o. Keşke onun için daha güzel hale getirebilseydim hayatı. Daha çok şey yapabilsem onun için. Uzaktan tek yapabildiğim onu bolca özlemek, düşünmek, anmak. Artık Türkiye'ye gidince yeni anılar, yeni fotoğraflar, yeni kelimeler eklerim hafızama. Yeni yaşında onun için herşeyin daha güzel olmasını diliyorum. Mutlu ve sağlıklı olmasını, gözyaşlarının azalmasını istiyorum.Çok seviyorum ben meloşumu..İyiki varsın ananeciğim..Seni seviyorum..

10 Mart 2010 Çarşamba

Yeni yaptığım cicilerim

Uzun zamandır vakit ayırıp da incik boncuklarım ve kumaşlarımla ilgilenemiyordum. Malum artık çalışıyorum. Yine de önceki yazılarım da da yazdığım gibi çalışma hayatına başladıktan sonra bir şeyler yaratma istediğim daha çok ortaya çıktı. Sanırım evde olunca insan daha pasif oluyor. Çalışınca hayata yetişmeye içinde yer almaya daha çok çabalar oldum. Sanırım bu biraz da bazı şeylerden geri kalacağım ve kendime zaman ayıramama korkusuyla orantılı olarak başladı. Şimdi akşamları çok yorgun olmazsam eğer ne yapsam diye düşünüp duruyorum. Elimde yeterli malzemem olmadığı için çok yaratıcı şeyler ortaya çıkartamıyorum. Türkiye'ye gidişimde biraz depolamam lazım. Burda çok güzel kumaşlar buldum. Tabi Türkiyedeki kadar çeşit olmasa da kendilerine özgü güzel şeyleri var. Bir de şöyle bir dezavantajı var buranın; çoğu malzeme  çok farklı olmasa da Türkiye'den geliyor. Elimi bazen bir atıyorum altında kocaman made in turkey yazıyor.. Son çarşıya çıkışımda yeni dükkanlar keşfettim. Danteller, boncuklar ( ama çok uyduruk ve plastik), taşlı ve renkli biyeler v.b. Aslında aranılan birçok şey bulunuyor. Bulamadığım tek şey şimdilik kalın tığ oldu yünlerden motif yapmak için. Burda hep ince tığ var. Belki yakında kalınları da gelir. Fiyatları da çok pahalı değil bulduğu şeylerin ama çok ucuz da sayılmaz. Yalnız düğmeler, kenar süsleri falan epey ucuza geliyor. En son türkiyedeyken bir minik torba düğmeye ki içinde 20 tane falan vardı 8 milyon verdiğimi biliyorum. Tabi izmitten aldığım için de öyle. Eminim istanbul'da daha ucuzları vardır. Neyse gelelim yaptıklarıma:

Elimdeki malzemelerle ancak bu kadar yapabildim. Taç takmayı sevdiğim için ki çok alışık da değilim aslında ama süslü taçları görünce çok beğeniyorum. Ben de deneyeyim bakayım nasıl olacak dedim. Fena da olmadı sanki..Daha güzel malzemelerim olsa mucizevi silikon tabancamla bir sürü şey yapıcam ama. Şimdilik ancak bu kadarı oluyor:)

Bu da kullanmayı çok sevdiğim tarak tokam. Ona uygun da elimde pek bişey olmadığı için ve kelebek hastası olduğum için minik kelebeklerimi yapıştırdım üzerine..Daha güzelleri de yapılabilir tabi..

Bu da yeni kapladığım defterim. Kumaşla defter kaplama işini çok sevdim ben. Hele elinizde güzel kumaşlar olursa daha da güzel oluyor. Ben kesinlikle tavsiye ediyorum. Kullanırken bile mutlu oluyor insan rengarenk desenli kumaşlar olunca..Daha çok var öyle defterim kaplayacak. Yakında onları da yaparım sanırım. Öncelikle cicili bicili kumaşlar bulmak almak gerek. Bir de kendime güzel bir dikiş makinası aldım mı tamamdır:) Sanırım onu da ilk maaşımla alacağım..

Herkese kocaman sevgiler..

8 Mart 2010 Pazartesi

Kadın olmak üzerine antropolojik bir yazı


Bugün Dünya kadınlar günü. Kadın olmak üzerine daha çok düşündüğümüz daha çok sorguladığımız bir gün belki de..Normalde anlamını bazen unutup hayatın içinde akıp gitsek de varlığımızın farkında olmadan bugün bize kendimizi hatırlatan bir gün bence. Zaman zaman keşke erkek doğsaymışım diyorum kadınların karşılaştıkları sorunları yaşadığımda. Sonra duruyorum ve kadın olmanın ne kadar güzel bir şey olduğunu anlatıyorum taa içimden kendime. Kadın olmak, daha çok irdelemek, derindekini görmek, içinde yeni bir hayat barındırmak, devamlı değişmek ve yenilenmek, hayatı sahiplenmek demek. Aslında daha çok; çoğu zaman erkekler tarafından anlaşılmayan zor bir yaratık olan kadın var ya ondan olmak demek. Binbir türlü kaprisi olan, saçma kıskançlıklara giren, durmadan isteyen, madden almaya aç varlık olmak demek. Günümüzde kadın olmak demek birçok şey olmaya çalışmak demek. Çalışmak ve hayatını güzelleştirmeye çabalamak aynı zamanda da kendine vakit ayırıp mutlu olmak , kadınlık rollerine  uymaya çalışmak mesela yemek yapmak, temizlik yapmak , evde düzeni sağlamak, iyi bir anne olmaya çalışmak, iyi bir eş olmak aynı zamanda, güzel olmak, genç kalmak demek. Bunları yapmaya çalışırken kadın olmayı unutmak, yorulmak, karışmak demek. Kadınlık zor zanaat.

Zaman insanlara hayatın veremediği bir şeyi verdi bence; iki yönlü bir kaderi: kadın olmayı ve erkek olmayı.

En başta Ana tanrıça vardı. Tanrılar Panteonunun tek gücü; kadının gücü. Kadın erkek üzerinde otorite sahibiydi. Sonradan; kadın avlanamadığı için otorite erkek tarafından sahiplenildi.  Herşey kadınla başladı ama erkekte sona vardık. O sonda da ilerliyoruz.

Kuzey Afrikalı Hristiyan Teolog Tertullious “sen” der kadına; “cehennemin kapısısın sen; sen Tanrı’nın suretinde olan erkeği kolayca mahvettin. Senin suçun yüzünden Tanrı’nın oğlu’nun bile ölmesi gerekti.”  Okuduğum  bir yazıda kadının halife değil melike (mülk sahibi) olabileceği sözünü duymuştum. Çünkü halife olmak için erkek ve arap olmak gerekiyormuş. Ve bildiğim üzere kadın;  hiç bir zaman  halife olamamıştır. Bu da dinde kadının yerinin anlaşılmasına olanak verir. Dindeki ruh ve beden karşıtlığı, yani kadın ve erkek, yeryüzüne de aynı karşıtlık içerisinde inmiştir bence. Kadın erkeğin bedeninden yaratılmıştır fakat eşit değillerdir. Oysa Tanrı onları yaratırken kadına farklı bir muamele yapmamıştır. “ Allah’a şirk koşmak, günaha girmektir. Tek bir yürekte iki aşka yer yoktur”. Yani Havva Ademi yoldan çıkarmıştır ve Tanrı’nın sevgisine bir başkasını ekleyip en büyük günahı işlemiştir. Ve lanetlenmiştir. Çünkü yeryüzünde o günah peşini bırakmayıp adeta gölgesi gibi her gittiği yerde onunla birliktedir. Eşitliği zaten en başta o bozmuştur. Bu hala daha böyle düşünülür.

  Bu ne kadar da nörotik bir tutum. Kadın hep kelimelerle vuruldu, arkada kaldı, ezildi, hor görüldü, küçümsendi. Daha sonra nesillerden beri süregelen kadının kadınlık rolünden farklı davranması problemi, kendisi için değil de başkaları için zamanını harcama özverisi eleştirildi. Zavallı olarak nitelendi. Yapmak istedikleri ertelendi, hayalleri cumbul cumbul sularda yüzdü ve kadın yenildi.Ve güçler geçmişten bu yana tam anlamıyla yer değiştirdi. Kadın kadınlığıyla eve hapis oldu. Düşünmemeli, öğrenmemeli, görmemeli ve duymamalıydı. Var olduğu bile anlaşılmıyordu. Sessizce duruyor sorgulamıyor, istemiyor, arzulamıyordu. Yaşamına yaşamak denilebiliyorsa eğer yaşıyordu işte hepsi o kadar.

           Avrupa’da 350 yıla damgasını vuran, 1430-1780 yıllarını kapsayan dönem “Cadı Avı Çağı” olarak nitelendirilir. Geç ortaçağ ve erken yeniçağı kapsayan bu  350 yılık dönem  ekonomik, toplumsal ve bilimsel alanlarda değişim ve dönüşüm sürecini yaşatmıştır insanlara. Cadı kavramına eş olarak düşünülen kadın; ve bu yolda uygulanan infazlar, büyücüden farklı olarak cadıyı, büyücü gibi bir birey olarak değil , dünyaya karşı (hristiyan dünya) yürütülen bir komplo olarak  görülmüştür. Cadı davalarındaki infazlarda sayısı on binleri bulan kadın katledilmiştir. İşte kadının sıfır noktası burasıydı! Erken yeniçağ ile belirginleşen toplumsal huzuru bozduğu düşünülen herkesin yargılanması fikri, cinsiyetler arasındaki bu katı ayırımı sona erdirmiş ve kadınların cadı davalarındaki ayrıcalıkları büyük ölçüde bitmiştir.

Yaşadığımız yüzyılda da kadın artık tam bir kadındır. Yaşadığı yarımlıklar, zaman içinde bir bütün oluşturmuştur. Kadın sıfır noktasından  uzaklaşmıştır bir kere. Gündelik yaşamda, sanatta, müzikte, ekonomide yer edinmeye başlamıştır yavaş yavaş. Adı her yerde duyulur olmuştur. İşte bu da kadının sıfırdan geldiği noktadır!

Erkekleri ezmek onlardan üstün olmak değildir kadınların derdi, eşit haklara sahip olmaktır, kadınlığının tanınmasıdır,cinsiyet ayrılıklarının yanıltmaması ve yollarını kesmemesidir hayatta. Cadı, şirret, baştan çıkarıcı, olarak bilinmemektir sadece. Yaptıkları güzel ve başarılı şeylerle de gündeme gelmektir, en baştan beri günahkar olmak yerine. Bu yapısal dezavantajın ortadan kaldırılmasıdır..Her iki cinsi de zalimleştirmek cinsler arası gerçek bir savaşıma neden olur her zaman. Ve bu en son istenen şey bile olamaz bence. Cinslerden birine korkaklığın, güçsüzlüğün, edilginliğin öğretilmesi çağı geriletir. Cinsler arası ayrımcılık erkekten yana bir özgürlüğü kamçılarken, kadının içgüdüsel olarak  zaten zayıf olduğunu vurgulanması geleceği değil;  yeniden geçmişi yazar.  Anatomi yazgı değildir!

Yaşam kadınları ve erkekleri ne tarafa yöneltirse yöneltsin , iki türde her zaman aslında pek de farklı olmayan yönlere doğru gidecekler. “Farklı olan şeyler sadece beyinlerde asıl yerini bulur”. Önemli olan da beyinlerdeki farklılıktır, yöndeki farklılık değildir. Ve değiştirilmesi gereken beyinlerdir, yaşamlar değil! Kadınlar için de, erkekler için de!

7 Mart 2010 Pazar

Keyifsizlik, yağmur ve kedicik üzerine

Bir iki gündür keyifsizdim o yüzden de yine blog yazılarıma ara vermek zorunda kaldım. Midemi üşütmüşüm sanırım. Ne kötü bir durum. Elimi kaldıracak halim yoktu. Cuma günü kurstan döner dönmez kendimi salondaki koltuğa attım ve tüm gün neredeyse hiç kalkmadım. Hatta kurstan eve gelene kadar süründüm resmen..Bir de evimizin yolu biraz yokuş çıkmak zor oluyor yorulunca. Şimdi nihayet daha iyiyim. Kendime çorba pişirdim dün pirinç çorbası diğer bir ismiyle hasta çorbası. Gerçekten hastalıklarda çok iyi geliyor limonlu limonlu. Bir de sonra ıhlamur kaynattım ki o da güzel oldu ama içinde elma kabuğu ve ayva eksikti ki ben ıhlamurda çok severim. Evde zencefil ve tarçın vardı onlardan koydum sadece ekstra olarak. Beni kendime getirdi..

Bu demliğimi çok seviyorum. Cezayir'e ilk geldiğimde ev hediyesi olarak gelmişti nasıl da sevmiştim. Türkiye'ye götüreceğim ilk mutfak eşyam bu olacak sanırım..Çok sevimli geliyor bana..Oldum olası severim böyle eski şeyleri..
Ohh mis gibi kokusu geldi burnuma şimdi ıhlamurun. Keşke termosa koyup getirseydim biraz yahu içerdim şurda sıcacık...

Yağmurlar yine geri geldi.. Tam da seviniyorduk. İçten içe biliyordum aslında henüz yazın gelmediğini ama yine de kabul etmek istemedim sanırım. Güzel havalara hasret kalıyor insan. Yağmur yağınca kışın insanın içine kasvet çöküyor resmen. Tüm umutların üzeri örtülüyor sanki bir perdeyle. Güneş varken yağmur yağsa öyle mi o sanki bir hediye gibi oluyor gökkuşağının geleceğini haber veren..İyiki sürekli yağmurlu ve hapalı havası olan bir yerde yaşamıyorum yoksa psikolojim bozulurdu herhalde.

 Amaaa gün içerisinde sıkılan canımı, bozulan moralimi, yağmurdan ötürü dağılan düşüncelerimi ve hayallerimi düzelten yegane şey bu ara kediciğim charlotte'um.. Nasıl da hergün diyorum iyiki almışız onu sokaklardan diye..Ayy nasıl güzel bir duyguymuş bu neden daha önce yaşamamışım hep korkmuşum .İlerde çocuğum olduğunda ve bir hayvan bakabilecek yaşa geldiğinde ona bir kedi alacağım. Sevmeyi, arkadaşlığı, yakınlığı, hayvan sevgisini öğrensin diye. Hani derler ya hayvanları sevmeyen insanları da sevmez diye ben inanırım buna. Biraz yabani oluyor bence hayvan sevmeyen kişiler. Biraz uzak ve donuk oluyor. Ama ben genel manada hayvan sevmeyenlerden bahsediyorum yoksa korkularından ötürü besleyemeyenlerden değil tabiki o tamamen farklı bir şey..


Burda charlotte pek minik çıkmış çekimden kaynaklı sanırım veya pozundan ötürü. Ama artık bu kadar bidik değil kocaman oldu.. Somonlu mamasını çok seviyor. Ondan aldıkmı bir günde neredeyse üç posta yiyor. Bir diğer maması da salsa diye bir şey sanırım içinde fasulye de var. Onu da yiyor ama ondan günde bir posta. O da eşime benziyor bu özelliğiyle onun gibi somoncu:)


Benim sevimli kızımın böyle saf bir ifadesi oluyor bazen gözlerini kocaman açıyor ve şaşkın şaşkın bakıyor. Son numarası da oyuncağını patilemek için açılıp açılıp ondan uzağa doğru bir anda üzerine zıplayıvermesi:) Bitiriyor beni o halleri. Çamaşır makinasıyla olan diyalogları da süper. Kameraya çektim onu bir ara koyacağım bloga.

  
Bu da sektoit charlotte. Yani uzaklı böcüğümüz.. Böyle ensesinden biraz tuttuk mu gözler kocaman açılıyor. Ve inanılmaz komik oluyor. Canı da acımıyor hiç bizi hayvana işkence ediyoruz zannetmeyin sakın sadece oynuyoruz. Onun da pek hoşuna gidiyor..

İşte bugünlük de bu  kadar. Bir sonraki yazımı şimdiden düşünüyorum ve buldum. Kadınlar gününe özel bir yazı yazmayı düşünüyorum kadınlardan bahseden bir yazı kadın olmaktan. Biraz zaman, biraz tarih, biraz gündelik yaşam, biraz da ikircikli bir yazı olacak gibime geliyor..Mutlu kalmanız dileğiylee...

4 Mart 2010 Perşembe

Zencefilli tarçınlı bisküviler, defter kaplama, yastık yenileme

Bugün yine yağmurlu ve soğuk bir güne uyandık. Malum Mart ayı. Yine kendini göstermese olmaz. Nisan da da burada epeyce yağış oluyor. O yüzden bir an evvel atlayıp mayıs'a varmak istiyorum ben..

Kurabiyelerim hemencik bitiverdi. Şirketteki arkadaşlara da ikram ettim. Onlar da beğendiler. Hatta mutfakta çalışan Salima benden tarifini istedi ben de ona yazdım sözlükten baka baka tarzanca. Bu vesileyle ilk fransızca yemek tarifimi yazmış oldum..Tarifteki bisküviler piştikten sonra eğer isterseniz onları kestiğiniz kalıplarla şeker hamurunu da kesip üzerlerine koyabilirsiniz. Öyle pek sevimli görünüyorlar. Ama badem hamuru olmasın bence zira onun tadı çok yoğun geldi bana belki burdakilerin öyledir tam olarak bilemiyorum. Siz şeker hamurundan kullanın bence. Ben bisküvilerime yapışması için çok azıcık bal kullandım. İnternetteki tariflerden faydalanarak. Gayet de güzel tuttu. Umarım seversiniz. Afiyet olsun şimdiden. Kahvenin yanında harika gidiyor bizce:)


Şimdide sizler için türkçe tarifim;

Şimdi de gelelim el emeği göz nuru işlerimize. Ofisten geldikten sonra epey yorulmuş oluyorum her ne kadar daha pek birşey yapmasam dahi. Sabah kalkmak günlük koşturmacayla karışınca insanın üzerinde etki yapıyor ister istemez hele bir de geç yatılmışsa gece. Mesela dün gece lost izleyeceğiz diye gece 02.10 da yattığımızı düşünürsek. İnternetimiz biraz yavaş olduğu için indirmek izlemek vakit aldı biraz.Yine de eve geldiğimde birşeyler yapmak ihtiyacı hissediyorum. Çalışmaya başladıktan sonra nedense daha enerjik oldum. Sanırım hayatım düzene girdiği için. Umarım bu düzen kilo olarak geri dönmez bana. Yapabildiğim kadarıyla yarım kalan örgümü örmeye, kumaşlarımla uğraşmaya veya fransızca çalışmaya özen gösteriyorum. Ama bu sıralar biraz aksattım fransızca olayını..Artık iyice asılmam lazım..İşte geçen akşam yaptığım yastığım ve eşimle birlikte yaptığımız yastığım. Bu arada yastığı da thy den almıştım buraya gelirken çok beğenip:)Bunları evdeki düz yastıklar için kullanabilirsiniz hatta kendiniz düz bir kumaştan yastık dikip üzerini motiflerle süsleyebilirsiniz. Ben netten bir sürü güzel örnek buldum şimdi aklım onlarda. Benimki burdan bakıldığından onlar kadar güzel görünmüyor belki ama yine de seviyorum sanırım fonun siyah olmasıyla da ilgili olabilir böyle durumlarda beyaz daha şık gösteriyor. Daha da renklendirebilirsiniz ayrıca mesela boncuktan süsler kullanabilirsiniz..Bu motifleri bana annem yapmıştı vermişti bir yerlere dikerim diye. İyiki de dikmişim..

 

 Bu da kapladığımız ajandam. Bu kumaşı izmitten almıştım patchwork yapıp defter kaplamak için ama yapamadım. Böyle düz kapladım. İlerde onu da yaparım inşallah:) kumaşın üzerine silikon tabancasıyla yapıştırdığım danteli de izmit perşembe pazarından almıştım. Burda da böyle bir sürü kenar danteli var. Ki gerçek adı nedir bilmem ama kullanma amacıma uygun olarak ben ona bu ismi verdim:) Şimdi zevkle kullanıyorum. Bir dahaki Türkiye ziyaretimde yenilerini alacağım, bir de ofisteki masam için bişeyler almayı düşünüyorum daha kalemliğim bile yok burdakiler de pek içi açıcı sayılmaz ben şöyle şirin bir masam hazırlayacağım kendime. O zaman tekrar fotoğrafını çeker gösteririm sizlere..

Türkiye'de  de havalar bozacak demişlerdi. Burda şimdi tam anlamıyla sağanak başladı. Eğer hava güzelse benim için de keyfini çıkartın lütfen...

3 Mart 2010 Çarşamba

Gün ve içindeki güzel şeyler

Dün sabah yine uyanmamak için ne kadar mücadele etsem de mecburen uyandım..Sabahları kalkmaya artık alıştım diye kendimi telkin ediyorum fakat ne çare; uyandıktan sonra bile bir müddet uyumaya devam ediyorum sanki içten içe.Kursa gideceğimiz günler eşim beni arkadaşım duyguya bırakıyor, birlikte kahvaltı ediyor saatin gelmesini bekliyor ve kursa doğru yola çıkıyoruz koşar adım. Yol aslında çok uzak sayılmaz. Hele hava güzelse o kadar kıs sürüyor ki. Üç saat boyunca ders görüyoruz. Hocanın anlatışından memnunum her ne kadar el yazısını  okumakta güçlü çeksem de.Söylediklerini çoğu zaman anlıyorum, anlamadığım yerlerde de sözlüğüm ve de arkadaşım yardımcı oluyor. Hiç ara vermeden iç saat fransızca görmek biraz yoruyor insanı. Kafam dağılmış bir şekilde çıkıyorum dersten. Biri bir şey söyleyecek olsa kafamda hem türkçe hem ingilizce hem de fransızca kelimeler geçiyor. Sonra toparlıyorum.

Salı ve cuma günleri kurstan sonra işe dönmüyorum şimdilik. Çünkü iş yeri ile mesafemiz 20-25 dak olmasına rağmen bizi götürecek vesait yok. Belki şehre gelen olursa alıp götürebilir. Genelde de o saatte kimse olmuyor. Dün de eve döndüm. Planım biraz dinlenmek sonra da yünlerimle oyalanmaktı aslında. Ama akşam için yemek yapmam ve aynı zamanda kediciğimizin de etkisiyle etraf tozlandığı, tüylendiği için temizlik yapmam gerektiği için  planlarımın hiçbirini gerçekleştiremedim. Kedicikle bol bol oynadım. Delirtim bile diyebilirim onu. Mutluluktan ama.Yorucu ama güzel bir gün geçirdim evimde. Nasıl da özlüyorum evde olmayı şimdi lerde. Mutfakta da epey oyalandım. Yoğurt çorbası, zeytinyağlı enginar, salçalı köfte ve bulgur pilavı yaptım. Sonra da hızımı alamayıp tarçınlı zencefilli bisküvi yaptım fırında. Aslında tarif kurabiye tarifiydi ama bisküvi gibi oldu benimkiler. İyiki de öyle oldu. Çok beğendik. Aynı ikea'nın tarçınlı zencefilli kurabiyelerine benzedi. Hatta onlardan daha bile güzel oldu tereyağlı mis gibi. Hele evi de bir kokuttu ki değmeyin keyfimize.Cuma günü alger'e gittiğimizde yeni bir markete uğradık. Kocaman ve bol çeşitli. Oradan şeker hamuru niyetiyle badem hamuru aldım. Daha önce kullanmadığım için aynısı olduğunu düşündüm. Kurabiyelerim piştikten sonra elimdeki tariflerden yola çıkarak hamuru tezgahta açmaya çalıştım. Sonra da kalıplarımla kesecektim kurabiyelerin şeklinde. Ama hamur badem hamuru olduğu için sanırım. Tezgaha ve elime yapıştı açamadım. Elimde kalıplarla şekil verdim. O yüzden de ince olmadı tabiki. Ama tadı çok güzeldi. Aynı badem ezmesi gibi. Daha önce şeker hamuru hiç kullanmadım. Türkiye'den gelişte malzemelerini getiricektim ama bavulum öyle doldu ki onları almak ve koymak içimden gelmedi. Hazırlarından da buldum bir dahakine hazır getireceğim. Bloglarda ve yemek tarifi sayfalarından gördüğüm kadarıyla pürüzsüz, yumuşak ve açılması kolay bir hamur sert olmasına rağmen. En azından badem hamuru gibi değil.O daha yoğun, şekerli ve pürüzlüydü. İnşallah daha sonra bir şeker hamurlu pasta denemem de olacak. Son derece hevesliyim bu konuda. İşte leziz bisküvilerimin fotoğrafları.( Homini homini yedik az daha fotoğrafını çekeceğim kurabiyem kalmıyordu:))


Valla daha güzelini çekmek isterdim ama ancak bu kadarını başarabildim yeme heyecanı ile..

Birkaç tane çerçeve almıştım marketten printer ile içine sevdiğim illustrasyonları çıkartıp basmak fikriyle. Basacak o kadar çok materyal varmış ki şaştım kaldım. Şimdilik deneme amaçlı üç tane bastım. Birinin kalitesi iyi olmadığı için çok güzel sonuç vermedi ama diğerleri harika oldu. Bir de fotoğraf kağıdına bastığım için güzel oldu tabiki. Mutfak için ayrı, yatak odası için ayrı ve banyo için ayrı çerçeveler hazırlamayı düşünüyorum. Bakalım siz de beğenecek misiniz?

Yarınki yazımda da yeni el emeği göz nurlarımı ve de zencefilli tarçınlı bisküvilerin tarifini vereceğim.
Mutlu kalın!

1 Mart 2010 Pazartesi

Cuma tatili fotolarına devam

Yeni bir aydayız artık. Aslında mart ayına özel bir yazı yazarak başlamak istiyordum ama artık gün içerisinde yeniden yazarım..Fırsat bulabilirsem..

Cuma günü Alger'e doğru yola çıktığımızda hava pek güzeldi heyecanlamıştık. Ama biraz da geç çıkmış olmanın etkisiyle hemencecik hava değişiverdi. Arkadaşlarla yemek ve sohbetten sonra Otel Aurassi'ye gittiğimizde çoktan vakit geçmiş ve akşam olmuştu. Oteli çok beğendim ben. Bu kadarını ummuyordum aslında ama oldukça güzel. Daha evvel El- Djazair oteline de gitmiştik orayı da çok beğenmiştim. Hatta oradaki Çin lokantasının yemekleri süperdi. Kıtır karides cipsleri yok  mu aahh ahh nasıl da canım istedi şimdi..


Fotoğrafları teker teker koymadım çünkü çok yer kaplayacaktı hepsini koymaya kalksam ben de kolaj yaptım. Pek net görünmedi nedense. Yine de en çok göstermek istediğim üç fotoğraf göründü. Üst ortadaki çay getirdikleri minik demlik, taze nane ile süslenmiş; altında son derece sevimli bulduğum sayıların olduğu kırmızı telefon kulübeleri, ve en altta da teras bar daki oturma gruplarının dizaynı, renkleri ve modern oluşu..Arka taraftaki metal yuvarlaklardan oluşan perdemsi şey için ise Cem Yılmaz'dan alıntı yaparak güldük "bunları yapan insan kör oldu" dedik:) Gora'dan hatırlasınız sanırım..

Bu biblolara bayıldım. Desenleri renkleri çok güzel. Fiyatlarına bakmayı ihmal etmişim güzelliklerine dalıp fakat arkadaşlarım bakmışlar epey pahalılarmış..


Şansımıza otelde resim sergisi de vardı. Sizin için iki tane savaş sahnesi çektim


Bunlar da yine Cezayir'e özgü eşyalar. Özellikle Fatma'nın elini ben çok beğeniyorum. En sağdaki. Bolluk ve bereketi simgeliyor..
Şimdilik fotoğraflarım bu kadar. Yarın kurs dönüşü yenilerini çekmeyi düşünüyorum. Umarım başarırım. Herkese sevgiler..