22 Ağustos 2011 Pazartesi

Şehir fırsatları ile ilgili yeni bir keşif



Bana gelen bir mail sayesinde yeni bir site keşfettim ve sizlerle paylaşmak istedim. Bütün şehirleri içeren fırsatlar olması ayrıca dikkatimi çekti. Grup Satın Alma Sitelerinin  ve Özel Alışveriş Kulüplerinin Günlük Kampanyaları tek bir noktada toplanmış. Şehirlerdeki indirimler, fırsatlar tek tek yazıyor. Ben yurt dışında olduğum için şu ana kadar bu sitelerden pek yararlanamadım ama yararlanan pek çok arkadaşım var ve çok memnun kaldıklarını anlatıyorlar.Tatil fırsatları, restaurant, eğlence, aktivite, eğitim fırsatları, sağlık ve güzellik fırsatları, sevdiğiniz markaların indirimli ürün satışları gibi pek çok şey mevcut. 

Bence incelemenizde yarar var. Hem bir blog adresi de var. Blog olduğunu görünce daha memnun oluyorum çünkü orada detaylar mevcut. 


Bu siteyi bana haber veren ve tanıtan Yasemin Hanım da son derece sıcak kanlı bir bayan. Memnun kalacağınıza inanıyorum. Bence tatil için, yemek için, arkadaşlarınızla buluşmak için hala plan yapmadıysanız hemen göz atmanız da yarar var, hatta belki sizi değişik bir fırsat bekliyordur kimbilir:) Hayat süprizlerle dolu:)

Not: Eğer bu adresten yararlanıp güzel deneyimler edinirseniz benimle de paylaşırsanız çok memnun olurum. Zira ben de yakından takip etmeye kararlıyım. 

Mutlu kalın:)

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Beton Kıyamet

İnsan ne yazacağını bilemiyor, içinden, aklından geçen onca şey varken. Üzerinden yıllar geçmesine rağmen, acılar, anılar, yaşanan her şey dün gibi. Kimisi unuttu gitti tabi, sadece bir tarih kaldı aklında,bazen onu bile hatırlayamıyorlar ya, kimisi hala unutmaya çalışıyor, kimi yaşadı o anları; hayatı, benliği yarım kaldı, kimi de şükrediyor yaşamadığı için. Ben yaşamayanlardanım. Ama her şey aklımda kazılı; gördüklerim, duyduklarım, hatırladıklarım hep içimde. 

Otobüste gidiyorduk Bodrum'a doğru. Kulağımda walkman vardı Şebnem Ferah dinliyordum Bugün çalıyordu, O albümü çok sevmiş olmama rağmen bir daha hiç dinleyemedim. Radyodan duymuştu şoför. Bütün otobüs kulak kesildi, kimi ağladı, kimi hemen telefona sarıldı. Annem ve anneannemle gidiyorduk biz, babam İzmitteydi, babaannem halam, kuzenim, tanıdıklarım, arkadaşlarım, akrabalarım. Radyodaki adam İzmit haritadan silindi dedi hiç unutmuyorum. Pek idrak edememiştim ilk anlarda, küçüğüm de tabi. Babama ulaşamamış, İzmir otogarında bavullarımızı indirmiştik geriye dönmek için, o sırada telefon çaldı ve babam sakın gelmeyin gidin dedi. İyi ki dönmemişiz, zaten dönemezdik sanırım. Babam geldi yanımıza sonra ama ne zamandı hatırlamıyorum. Bodrumda bir gazinoda televizyon izlemiştik günlerce. Bir arkadaşımı görmüştüm haberlerde atv'deydi, annesi göçük altında kalmış başında bekliyordu sağa salim çıksın diye. O görüntüyü hiç unutamam. Tanıdıklarımız öldü o gece, arkadaşlarımız, yüzlerine aşina olduklarımız ve orada bir yerde olduğunu bildiklerimiz. En yakınlarımız sağ idi çok şükür. Eve hiç dönmedik, sadece uğradık, o yerle bir olmuş halini gördük eşyalarımızın, dağılmış kitaplarım, kırılan biblolar, düşen televizyon, çatlayan duvarlar. Neyse ki sadece bundan ibaretti bizim için. Kötü haberler ardından geldi zaten. Dönerken Yalova'da gördüğüm manzarayı da hiç unutamam. O koca koca binalar nasıl da yer ile bir olmuştu. Nasıl da kat kat dökülüvermişti. Hayalet şehir gibi, duvarların arasından perdeler sallanıyordu sadece, evlerin eşyaları dışarılardaydı, hayatımızın korku filmi çekilmişti. İç kısımları hiç görmedim, sadece binaların iskeletleriydi gördüğüm ama çok hikaye dinledim, çok ağlamaya tanıklık ettim. Bildiğimiz tanıdığımız insanların öldüklerini duyunca daha çok idrak ettim yaşanan şeyin tam bir felaket olduğunu. 

Yazlığa geçmiştik hemen. Yazlıkta bir arkadaşım vardı Kubilay. Son zamanlarda önceye nazaran daha da iyi anlaşıyorduk, yakınlaşmıştık. Eski arkadaşımdı zaten, çocukluktan. Gitmek istememişti Adapazarı'na o hafta. Annesi ameliyat olacaktı, denize girmek yazlıkta vakit geçirmek varken sıcakta Ada'da olmak istememişti ama gittiler. Yazlıktayken evleri hep kapalıydı. Ama herkes telaşta olduğu için sandım ki yakında gelecekler. Üç kardeştiler Kubilay, Tuba ve Altuğ. Hatta ben küçük Tuğba'ydım o da büyük olan. Öyle ayırırlardı sohbetlerde bizi. Bir zaman sonra arkadaşlarım beni yanlarına alıp o çok da hatırlamadığım konuşmayı yaptılar. Sadece belli noktaları aklımdadır. Meğer onlar ben bilmeden çoktan gitmişler buralardan, o korkunç gecede. Bazen düşününce hala inanamıyorum. İlk zamanlar köşeyi dönünce karşıdan çıkacak, evlerinin yakınından geçerken balkondan bakacak sanıyordum. Hatta bazen kalabalıklarda aradığım oluyordu. Öyle olmadı tabi. Şimdi düşündüğümde yüzünü bile zor hatırlıyorum arkadaşımın, üzülüyorum. Ben de bir fotoğrafı bile yok. Annesi hastanede olduğu için kurtuldu ama arkadaşım Kubilay, ablası Tuğba, kardeşleri Altuğ ve babaları o gece depremde öldüler. Bir aile yok oldu, geriye cılız bir yaprak gibi, kurumuş,yıpranmış bir kadın kaldı, artık anne bile olmayan.

Yazlıktan ayrılmadan evvel ne sohbetler etmiştik oysa onunla. Çok enteresan kelimeler çıktı ağzından, unutamadığım. Hani derler ya insan öleceğini hisseder diye belki o da anladı, istemedi gitmek o yüzden ama karşı gelemedi. Üniversiteyi kazanmıştı KATÜ Tıp. Hatta ben ona fal bakmıştım orada bile görmüştük:) Ayrılmadan önceki gece ne alakaysa helva yapmıştı annesi, balkonlarında oturup yemiştik gülerek, o sırada benim helvamı mı yiyoruz gibilerinden saçma sapan konuşmuştu, kızmıştık ona. Hatta beni eve bırakırken o hala hatırlayamadığım şarkıyı birlikte bağıra çağıra söylemiştik kısacık yolda, gecenin bir yarısı. Bolca gülümsemiştik, görüşeceğimize dair konuşmalar yapmıştık. Hatta çok sevdiğim ve ondan defalarca istememe rağmen bana bir türlü vermek istemediği gömleğini o gece durup dururken çıkartıp bana vermişti hatıra kalsın diye. Tüm bunları düşündüğümde irkiliyorum, üzülüyorum. Ben de git demiştim ona, bir hafta hemen geçer demiştim,annesi yalnız kalmasın diye. Demeseydim keşke diye düşündüm hep,çok ağladım. Annesinin perişanlığı da gözümün önünden gitmiyor, beni görmek bile istememişti, hele adımı duymak nasıl da içini acıtıyordu. Tanrım ne büyük yıkım, nasıl bir felaketti. Onunla olan tüm anılarım, konuşmalarım hepsi bir anda yok oldu sanki, bir daha yerine gelmemek üzere.

Yazlıkta kalıp bir müddet sonra Ankara'ya gittiğimizi hatırlıyorum. Dershaneye yazılmam gerekiyordu üniversite sınavı için, oysa her şey önceden hazırdı ama bir anda yok oluverdi, İzmit'te hayat durdu. Babam, babaannem, halam onlar bir süre çadırda yaşadılar. Babamın halleri gözümün önünden gitmez, o yüz ifadesi, o korku, o sesinin titreyişleri. Kuzenim yani Tuay Ablam o anın etkisinden kurtulamadığı için bir daha İzmit'e dönmedi. Ankara'da yaşadı. Teyzemler onlara birlikte Ankara'ya yerleştiler. Onların da hayatları yarım kaldı, arkadaşları, anıları geride kaldı, hep özlem duydular yıllarca. Kimi arkadaşımın evleri yıkıldı, amcamların evleri de öyle, çıkartabildikleri eşyalarıyla başka bir eve yerleştiler, arkadaşlarımın aileleri öldü, bir başlarına kaldılar hayatın ortasında. Biz şanslı olan taraftık bir bakıma, tüm olanların uzağında kalabildik, bir yanımız ama hep orada. Bizde Ankara'da bir deprem ihtimaline karşı hazırladığımız çantamız yanı başımızda uyuduk, uyandık bir zaman. Tedirginlik içimizden hiç gitmedi ki.

Şimdi bakıyorum şöyle etrafıma kimse benim gibi düşünmüyor, üzülmüyor, içinden ağlamıyor sanki. Bugün gazeteleri okurken de gördüm yazarların çoğu depremle ilgili bir şeyler yazmamışlar, bazıları tek kelime bile etmemiş hatta. Bazen uzun uzun bağırmak, ağlamak istiyorum tüm tanıdığım ve tanımadığım insanlar için ama yapamıyorum. Öyle bir acı ki aslında insanı ağlatamıyor bile. Ben yaşamamama rağmen bu denli etkilendiysem yaşayanlar ne yapsınlar.

İzmit'e ne zaman gitsem ürkek bir çocuk gibi oluyorum özellikle gece yarılarında. O anlatılan hikayelerin kahramanları rüyalarımı basıyor. Orada hayatı bitenleri düşünüyorum; ben üniversiteye gittim, hayatı öğrendim, çalıştım, okudum, aşık oldum, evlendim ya onlar, çocuk olanlar ama okula gidemeyenler, evli olanlar ama tadına varamayanlar, gençliğini yaşayamayanlar, evlatlarını göremeyenler; bir çığlıkla, belki de sessizce, yarı çıplak, belki sevdiğinin koynunda, hazırlıksız gittiler.Bir daha asla göremeyecekler sevdiklerini, havayı koklayamayacaklar, denize ulaşamayacak yolları, öpüp koklayamayacaklar çocuklarını çünkü çocukları olmadı hiç onların, bilemeyecekler o sevgiyi,annelerini anlayamayacaklar, sevdikleri yemekleri yiyemeyecekler, sinemaya gidemeyecek,sevdikleri yazarları okuyamayacaklar,çocukluk anılarını düşünüp hüzünlenemeyecek, yaz tatilini özlemle beklemeyecekler kışaylarında, baharda aşık olamayacaklar,dünyanın nasıl değiştiğini göremeyecekler, onlar bizim şu anda bildiğimiz pek çok şeyi hiç bilemeyecekler. Onları kaybettik ama kendimiz için olduğundan çok, kaybettikleri hayatları adına da üzülüyorum onlar için. Onlar hayallerini, ideallerini, geleceklerini kaybettiler.

Biliyorum ki yarın yine böyle bir felaket yaşasak göreceğimiz manzara aynı olacak. İnanmıyorum yapılanlara, düzeltilenlere çünkü hepsi yalan. Çatlaklar yamandı, badana yapıldı binalar, süslendi, hasarlı evlere sağlam raporları alındı, yıkılanların yerlerine yenileri dikildi, yeni yapılanlar yine uzun uzun binalar, hala gökdelen yapma derdinde millet, bir de Yalova'ya nükleer santral yapacaklarmış, olası bir depremde Marmara ortadan kalksın diye herhalde haince kurgulanmış bir senaryo bu başka türlüsü olamaz. Nasıl da kendi sonumuzu kendimiz hazırlıyoruz. Akıllanmayacağız. Sadece hatırlamak, anmak ve üzülmek de yetmiyor işte. Bir daha olduğunda hazırlıklı olmak, gücümüz yettiğince dayanmak, hayata tutunmak. Ne zaman anlayacak bunu milletimiz çok merak ediyorum, daha kaç felaket yaşamak gerekecek düzeltebilmek için bazı şeyleri. İçimizdekileri onarmak yetmiyor, hayat dokunduğumuz gibi, gerçek; ve onun gerçekliğinde beton binalar, ağır kolonlar, gri moloz parçaları, toz bulutları, kesif kokular, kısık iniltiler ve kocaman yalnızlıklar var..

17 Ağustos 1999 Marmara depreminde ölen herkese Allah'tan rahmet; yakınlarına da baş sağlığı diliyorum ve acılarının geçmediğini biliyorum. 

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Cezayir ekmekleri

Cezayir'den yeniden merhaba;
Günler yine aynı seyrinde devam ediyor bu kıta'da. Gündüzleri güneşin en yakıcı saatlerini, akşamsa kışa davet çıkartan rüzgarların özgürlüğünü ilan ettiği saatleri yaşıyoruz. Bir Cezayir klasiği diyebilirim. En azından bizim için. Bu ülkede yaşamanın nasıl bir şey olduğunu hala bilmiyorum. Kelime bulamıyorum ifade edecek. İnsanı huzurla ve durgunlukla sersemletiyor, bir anda karşınıza çıkarttığı güzelliklerle hayallere daldırıyor, hem acıtıyor hem avutuyor. Ben diyeyim bir yanı Ege bir yanı Karadeniz bu ülkenin. İçindeki iki ayrı ruh var, hatta belki de daha çok...

Cezayir'i daha açık ve tane tane anlatmaya karar verdiğimden beri bu yazıları yazmaya başladım. Her şeyi parçalar halinde anlatmak daha güzel oluyor. Cezayir'i bölümlere ayırıp belki de en sonunda yeniden bir bütün halinde ele alabilirim. Çok noktası var anlatılması gereken. Ufak notlar alıyor, unutmamaya çalışıyor ve araştırıyorum. Sadece tecrübelerimden yola çıkarak yazamıyorum çünkü dört senedir burada yaşamama rağmen, içinde bulunduğumuz koşullar nedeniyle, görmediğim çok fazla yer, tatmadığım bir sürü lezzet, ayak basmadığım bir süsü sokak, tanışmadığım bir sürü insan ve onların hikayeleri var. Fotoğraf da çekemiyorum epeydir. Zaten bu ülkede benim için en büyük sorun bu herhalde. Biraz cesaret eksikliğim var. Oysa burada da fotoğraf okulları var geziler düzenleniyor, bir sürü insan ellerinde koca koca makinelerle ortalarda dolaşıyorlar. Ben yine de yapamıyorum hem zamanım yok, hem yalnızım, hem de fransızcam henüz yeterince iyi değil. İnternet, bildiğim bazı şeyleri görsel olarak da size anlatmam için inanılmaz büyük bir yardımcı. Google'a bayılıyorum mesela. Bazen beni çileden çıkartsa da benim en büyük destekçim o. Genelde, bulduğum fotoğrafların adreslerini, çeken kişilerin bilgilerini paylaşıyorum ama bazen de atlayabiliyorum, tabi bunu da belirtiyorum beni emek hırsızı sanmasınlar diye. Ben sadece iyi bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Her fırsatta da bunu dile getiriyorum.

Şimdi başlıyorum bu yalnız ve uzak ülkenin ekmeklerinden bahsetmeye. Ekmekleri her zaman çok sevmişimdir, daha sevdiğim pek çok şey gibi. Bazen durup dururken burnuma taptaze ekmek kokusu gelir. Çocukluğuma gider orada dinlenirim. Ekmeği ve kokusunu sanırım bana geçmişimi hatırlattığı için seviyorum. 

Bu görüntüye bayılıyorum. Pazarları ve bunlar gibi sokak tezgahlarını çok seviyorum. Orada dolaşmak harika bir duygu. Ben böyle bir yeri Cezayir'de sanırım sadece iki defa gördüm ama unutamadım. Bu fotoğrafı Alger forumlarından birinde bulmuştum yanlış hatırlamıyorsam Cezayir ekmek pazarı adı altında. Tam olarak yerini kestiremiyorum. Bu yeri keşfettiğimde ilk işim soluğu orada almak olacak. Cezayir'de ekmekler fırınlarda, marketlerde, manavlarda, büfelerde satılıyor. Fırından sıcak ekmek alabiliyor olmak büyük bir lüks. Uzun zamandır ben bu lüksten mahrumum. Bir defasında ekmek hamuru almak istemiş, ne için istediğimi anlatana kadar akla karayı seçmiştim. En sonunda fırıncı yaşlı amca pizza yap bununla deyip elime tutuşturmuştu hamuru. Üstelik yabancı olduğum için para da almamıştı. Şimdi evimizde kalmadığımız için fırına da gidemiyoruz ne yazık ki. 


Bu el bir Tuareg eli. Onlar çölde ekmeklerini böyle pişiriyorlar. Bir keresinde Boumerdes sahilinde ekmek pişiren bir Tuareg görmüştüm umarım yeniden görebilirim günün birinde.


 Bazen pişirdikleri bu lavaş benzeri ekmeğin içine diğer fotoğraftaki gibi zeytin, nane, limon veya patates, acı kırmızı biberden yapılan sosları Harissa'dan da koyuyorlar. 


Bu fotoğrafta gördüğünüz ekmeğe tava ekmeği de diyebiliriz. Tencerede pişiriliyor. Hamur açılıp üzerine zeytinyağlı, karabiberli ve salçalı karışım dökülüp, şekil verilip tavada pişiriliyor. 


Soldaki fotoğrafta yine ev yapımı, badem taneleri ile süslenmiş ekmek görüyorsunuz. Yanında da yine adı Khobz El Dar  olan ev yapımı ekmek var. Khobz El Dar zaten yazıdan anladığım kadarıyla ev yapımı ekmek demek. Bu görseli çok severek takip ettiğim bu blogdan aldım. Ekmeğin içinde yine irmik var. Genelde un ile karışık irmik kullanıyorlar. Ayrıca anason tohumları, portakal aroması, tereyağ, süt, tuz ve tabi kabartma tozu. Maya kullanmamışlar. Piştikten sonra bal ile servis yapmak genel bir adet. Tatlıların şerbetlerini bile şekeri kaynatarak değil de bal koyarak yapıyorlar. 


Soldaki açmaya benzer ekmek ise oldukça lezzetli görünüyor , hiç tatmamış olmama rağmen fotoğraftan böyle hissettim. Bu ekmeğin adı Caak diye söyleniyormuş. Şekerli bir tadı varmış ve içerisinde rezene, susam taneleri, portakal çiçeği suyu denilen bir şey varmış. Bu,portakal çiçeği suyunu hep tariflerde okuyorum bir çeşit aroma diye düşünüyorum bizim keklere kattıklarımız gibi. Enteresan bir lezzeti olduğuna eminim. Cezayir ekmeği yapacağım ilk gün bu tarifi denemeyi düşünüyorum. Bu tarif için yine bu blog'a bakabilirsiniz. Yan fotoğraftaki ekmek ise M'semmen veya Mhajebs. Daha gözleme tarzında bir ekmek, biraz da kıtır olabiliyor. Yine de o zaman bile oldukça lezzetli. Yalnız yağlı olduğuna dikkat çekmek isterim. Hazır pakette satılanları da var. Denemeye değer. Acı salça, acı biber veya kıymalı yapılan çeşitlerini ben oldukça leziz buluyorum. 

Bu fotoğraftaki ekmeğin adı ise doğru anlamışsam eğer Kesra. Aşağı da da değişik fotoğraflarını göreceksiniz. Yeşil tabaktaki de onun incesi. Ben onu daha çok Katmer'e benzetiyorum, çünkü sıkı bir yapısı var. 



Yukarıdaki fotoğraflardaki ekmekler de Cezayir ev ekmekleri. Krep bile diyorlar:) İsimlerin çok fazla önemi yok sanıyorum onlar için. Çünkü bazen içinden çıkamıyorum neye ne ismi verdiklerinin. Bir ekmek ismini başka bir yerde değişik isimle gördüğüm çok oluyor. Cezayirli arkadaşlarıma sorduğumdaysa ikisi de olur diyorlar. Lavaş benzeri bu ekmekler, yine domatesli acı sos ile, meyve ile ve tereyağı ve bal ile de yenebiliyor.


Gözlemeye benzediği için ben en çok bu Mhajebs'i seviyorum. Evde istediğiniz malzemeyi içine koyarak yapabilirsiniz. Yan fotoğraftaki de susamlı çörekotlu beyaz ev ekmeği. O fotoğraf ve diğerleri için bu adrese göz atabilirsiniz. 



Bu yukarıda bahsettim Kesra isimki ekmek, böyle özel bir tabakta pişiriliyor. Bu tabağa da Tajine deniyor. Yani sadece üzerinde kapağı olan, televizyonda gördüğümüz desenli tabağa tajine denmiyor. Genele içine yemek konulan her kap için kullanılabiliyor bu kelime. 


Hazır olarak pakette satılanları da bunlar. İnce baklava hamurundan, milföy hamuruna kadar çeşit de bulabiliyorsunuz rahatlıkla..

Yeni yazımda börekler ve kreplerden bahsedeceğim. Mutlu kalmaya devam edin..
Norman Cousins şöyle demiş: Yaşamın trajedisi ölüm değil, yaşarken içimizde ölmesine izin verdiklerimizdir.

4 Ağustos 2011 Perşembe

Cezayir pastaneleri, çörekler, tatlılar ve kurabiyeler

Cezayir hakkında bilgiler vermeye devam ediyorum severek. Aldığım mailler de beni çok güzel motive ediyor. Daha fazla fotoğraf görmek ve Cezayir ile ilgili bir şeyler öğrenmek isteyen insanlar o kadar çok ki. Tabi Cezayir hakkında kaynağın az bulunması da büyük rol oynuyor bu durum üzerinde. Bana arkadaşlarım 'Cezayir Fahri Büyükelçisi' diyorlar. Açıkçası ben de çok keyif alıyorum bu durumdan, mutlu oluyorum siz güzel şeyler yazıp, yazdıklarıma ilgi gösterdiğinizde. 

Bu yazıda Cezayir'in geleneksel ve modern tatlılarından bahsedeceğim sizlere. Birbirinden renkli ve ilginç şekilleri olan tatlılar göreceğiz. Bir şehri, bir kültürü tanırken yemeklerini öğrenmek büyük bir adım bence. Hele değişik lezzetler keşfetmenin ve o muhteşem kokuları hafızalarımızda saklı tutmanın güzelliği tarif edilemez. 


Bu fotoğrafta çok sık karşılaştığımız geleneksel tatları görüyorsunuz. Soldan başlayarak minik çiçekli tabaktaki tatlının ismi Makroud, ortadaki tatlı ise yine makroud fakat şekil olarak farklı. Sağdaki ise Cezayir'de çok bilinen ve pek yerde karşımıza çıkan bir lezzet Kalb Louz. Cezayir'lilerin çok sevdiği bir tatlı. Ve bu kültürün demirbaşlarından. Makroud aynı zamanda Fas şehrinde de tüketilen bir tatlı. Kültürler benzeşik olduğu için yiyeceklerde de ortaklık fazla. Makroud irmikten yapılıyor, taneleri orta büyüklükte olmalıymış ama burada irmikler çeşitleniyor, kalın, ince ve orta olarak. Bal ve tereyağı da ana malzemesi. Kalb louz ise bizim revanimize ve aslında daha çok şambali tatlısına benziyor. Revani biraz daha yumuşak olabiliyor çünkü, şambali ise biraz daha ağdalı ve sıkı oluyor. Ben kalb louz'u seviyorum. Tabi güzel yapıldığı taktirde. İçine badem tozu da koyuluyor. O da farklı bir tat veriyor tabiki. Denemeye değer. 


Soldaki fotoğrafta gördüğümüz tatlı içi marmelatla doldurulmuş kurabiye. Bizim kurebiyelerimizden farkı yok, içine istediğiniz reçeli veya marmelatı koyabiliyorsunuz. Ortadaki ise milföy hamuru ile yapılıyor, yine içine marmelat koyulmuş hali de var. Aslında yaratıcılığınıza kalmış, burada hurma veya bal da koyuyorlar. Ben seviyorum. Gerçekten puf puf oluyor. Zaten tasty puff pastry deniliyor ki bu da leziz milföy hamuru demek. Milföy de puf puf oluyor:) Ben ama içinde tuzlu malzemeler olan milföy börekleri daha çok seviyorum. Yine de nutella ile de deneyin derim sıcakken süper bir lezzet. Sağ fotoğraftaki ise bir nevi ay çöreği. Üzerinde badem taneleri var incecik. Bizim ay çöreği kadar lezzetli bulmuyorum ama değişik bir tat uğruna denenebilir. 


Cezayir'de en çok sevdiğim tatlılar bunlar işte. Yalnız şu ana kadar yediklerim hep görüntüden ibaretti. Yani güzel görünümlerinin ve özenli duruşlarının dışında tatları pek damağıma hitap etmedi. Daha çok pastaların üzerlerinde süs amaçlı kullanılan şekerlere benzer bir tatları var. Ama istisnalar da vardır elbet. Yine de tüm bu süs, motifler insanda daha çok almaya yönelik hisler uyandırıyor. Her renkten her desenden almak istiyorsunuz. Bence Türkiye'de de böyle şekilli kurabiyeler, çörekler daha çok yapılmalı. Bu tatlıların özel isimleri var mı bilmiyorum ama geleneksel Cezayir tatlısı olarak anılıyor. Genelde de kutu içinde sunuluyor. Daha çok özel günlerde bunlardan tercih ediyorlar. Hem de renk renk kurdeleler ile süslüyorlar kutuları ve ufak da notlar oluyor içinde. Ben bayılıyorum. 


Soldaki fotoğrafta yine o sevimli kurabiyeleri görüyoruz değişik şekilleriyle. Kimisi bademli kimisi fındıklı ve üzerinde de kiraz şekeri var. Onun yanında sigara böreği var. Geleneksel bir ramazan tatlısı olarak sadece ramazan aylarında çıkıyor bu tatlı. Tatlı diyorum çünkü sigara böreği bizim yaptığımız gibi tuzlu değil. Üzerine tatlı şerbet döküyorlar. Ben sigara böreği delisi olarak her zaman yapılan peynir maydanoz karışımının haricinde bu yapılış tarzını bir türlü benimseyemedim. Pek yiyesim gelmiyor açıkçası. 

İkinci sıradaki ilk fotoğrafta yine milföy hamurundan bir tatlı görüyoruz. İçine elma, ceviz, hurma ve kıyma da koyuyorlar zaman zaman. Onun yanındaki tencerede ise bizim çok yakından tanıdığımız tel kadayıf var. Burada satılıyor genelde kasaplarda görüyorum ben. Özel bir zamanı yok ama her zaman bulunmuyor. Bazı marketlerde de zaman zaman rastlayabiliyoruz. 

Üçüncü sırada ise Zlabia ve Cezayir Baklavası var. Yayvan tepsideki yüksek dizilen tatlı zlabia. Tunus ve fas tatlısı olarak da anılıyor. Mayalı hamurdan yapılıyor ve içine boya katılıyor. Çok canlı renklerde olanları da var ve son derece sevimli görünüyor. Ama kızgın yağda kızartıldığı için fazla yağ çekiyor. Yine de buraya gelip tadına bakılmadan gidilmeyecek kadar dikkat çekiyor bana kalırsa. 


Bu fotoğrafları da alışveriş için çıktığımız sırada Tizi Ouzou'da çektim. Klasik bir pastane. Yalnız temiz ve arısız olanlarından. Kimi pastaneleri görmelisiniz, arı kaynıyor ve bu durum onlar için çok normal. Arılar yapılan tatlıların lezzetli olduğunu gösteriyormuş. Hatta bir keresinde paketlenen tatlıların içinden bile eve geldiğimde iki tane arı çıkmıştı. Türkiye'de olsa düşünemiyorum, hemen kapatırlardı herhalde pastaneyi. Sağ fotoğrafta stand'ta görülen pastalar da yine Cezayir pastaları. Güzel sunumlu olanları var. Ama pasta deyince aklıma ne yalan söyleyeyim bu pastalar gelmiyor. Kremaları çok acayip. Şu ana kadar harika ve hafif kreması olan bir pasta ne yazıkki sadece bir defa yedim. Genelde ya çok ağır ya çok yağlı ya da kokulu oluyor. 


Yine şekilli kurabiyeler, ayçörekleri ve milföyden marmelatlı tatlılar görüyoruz. Ben burada en çok satılan tatlıların altlarına koyulan danteli andıran kağıtları seviyorum. Ben de bolca edindim, servis yaparken son derece sevimli oluyor. Her renkleri var, pembesini bulduğumda sevinçten çıldırmıştım ve kocaman olanları da var hepsi mini mini değiller. Sanki masal kurabiyesi gibiler. 


Soldaki tombik kurabiyelerin ismi Ghribia. Tarçınlı veya bademli çeşitleri var ve yapımı da son derece basit. Bence asıl nokta onları öyle tombik yapabilmekte. Yine ortadaki fotoğrafta Zlabia var,  bu sefer üzerine beyaz susam serpilmiş haliyle. Sanırım onun da en zor kısmı şekil vermek. En sağdaki fotoğrafta ise tartları görüyorsunuz. Burada minik tartlar çok meşhur. Ayrıca çeşit çeşit tart kalıbı da bulabiliyorsunuz. 

Tart demişken; ben Cezayir'de en çok çilekli tart yemeyi seviyorum. Sidi Yahya'da çok güzel kafeteryalar var çilekli tart yapan. Sırf onlardan yemek için bazen onca yolu gidebiliyoruz. Evde de yaptım, hamurunu başardım ama içinin muhallebisi düşündüğüm gibi olmadı ne yazık ki.


Bu da bir Cezayir pastası. Yanındaki de çiğ yumurtadan yapılmış bir tatlı. Eşimin doğum gününde güzel bir restorant'ta servis yapmışlardı ben bayılmıştım. Bizde de yapılıyor aslında ama ismini bir türlü çıkartmadım. Bilen olursa bana yazın olur mu? Belki tarifini de bulabilirim böylelikle. 



Burada ise en başta bademler ile süslenmiş helva görüyoruz. Türkiye'de nasıl balık yendikten sonra sıcak helva yaparlar burada da aynısını yapıyorlar. Adı Temina. Yine orta büyüklükte irmikten yapıyorlar. Benim yediğim soğuktu ama sıcak da servis edileni var. Yalnız biraz kıvamlı oluyor sanırım içine tereyağını bolca koyuyorlar. 

Yanındaki fotoğrafta ise hurma tatlısını görüyoruz. İçine şam fıstığı veya badem yerleştiriyorlar. Onun yanındaki tatlı ise yine kalb louz. 


Bu da en sevdiklerimden. Normalde Türkiye'deyken fırından ekmek hamuru alıp bu süper leziz kızartmalardan çok yaparız kahvaltılara. Burada üzerine toz şeker serpiyorlar ve bazen şerbete de batırıyorlar. Tunus'a gittiğimizde de kaldığımız otelde sabah kahvaltısında servis yapmışlardı. Ben şerbete atılıp toz şeker ile tatlandırılmadan önce o ilk haliyle yemeyi tercih ettim alışık olduğum lezzetiyle. Yine de evde deneyebilirsiniz toz şeker ile de fena olmuyor. Bir de muffin var tabiki. Burada da yapılıyor, muffin kapları da her yerde bulunuyor, kağıt olanlarından tabiki. Üzümlü, çikolatalı, fındıklı pek çok çeşiti var. Ben sanırım iki kez yedim burada ama eminim pek çok pastane vardır başkentte muffin yapan. 

Çalışma arkadaşım benim için Cezayir yemekleri ve tatlılarının tariflerini içeren bir dosya hazırlamıştı. İlerleyen günlerde değişik tarifler de yazacağım. Bir başka yazıda da ekmeklerden, sulu yemeklerden, çorbalardan da bahsedeceğim. Umarım hoşunuza gider. Ramazan da da gelen misafirlerinize değişik tatlar ikram edebilirsiniz. Tariflere ulaşmak için verdiğim isimleri google'a yazmanız yeterli. Ben oradan da teyit ettim. Yine de isteyen olursa bana mail atabilir.