24 Aralık 2012 Pazartesi

Trajikomik bir hikaye


Hikayenin kendisi aslında tam da şu anda yaşadığımız yer: Tizi-ouzou,Naciria. Pek çok kişiye bahsettiğimde burun kıvırdıkları, hatta burada yaşamaya nasıl tahammül edebildiğimi anlayamadıkları, köye bile benzemeyen bu yer. Şu anda internet kablolarımız yine , kaçıncı kez olduğunu bilemiyorum sanırım beşi bulmuştur, çalındı. Bu yazımı arkadaşımın mobil internetini kullanarak binbir zahmetle yazıyorum. Halen yaşadığımız bu çalınma olayına hayretler içerisinde kalarak kocaman gözlerle bakıyorum. Bir yandan sinir bozukluğu ile gülüyor bir yandan da bu halimize kimilerinin inanmayacaklarını düşünüp üzülüyorum. Yaşadığımız yüzyılda türlü teknolojik nimetler hayatımıza giriyor her yeni günde. Bizse bu çağda hala birkaç web sayfası açabilmek uğruna deliler gibi uğraşıyoruz. Tam anlamıyla yerinde saymak bu olsa gerek. Sürekli kabloları yeniliyoruz fakat bir süre sonra yeniden çalınıyor ve önünü alamıyoruz. Yerden giden kabloları alıyorlardı önceleri kesip, şimdi direklerle havada tutulan kabloları da çalmışlar. Ne zaman gelecek yeni bağlantı bilemiyoruz. Ben ne zaman daha sık yazmaya niyet etsem bir şey çıkıyor işte böyle. Eninde sonunda düzeliyor olması da güzel tabi ama daha önce olduğu gibi bir aylık bir kesinti olmaması için şu an hepimiz dua ediyoruz. Bu devirde bir ay internet olmadan yaşamaya çalışmak oldukça güç. Yazılacak yazılar, alınacak mailler, haberleşilecek insanlar var hayatımızda. Bir nevi hayatla bağlantımızı kaybediyoruz. Bu kablolar bizi yaşama bağlıyor. Onlar olmadığında sudan çıkmış balık gibi oluyoruz. Geldiğindeyse bir süre alışmaya çalışıyoruz çünkü her şeyin oldukça gerisinde kaldığımızı fark ediyoruz. Bu yüzyıla ait değil bu şehir adeta. İnsanlar pek çok şeyden yoksunlar, internetlerinin olmaması onlar için bir şey ifade etmeyebiliyor ama bizim gibi teknoloji hayatlarının bir parçası haline gelen insanlar böyle durumlarda hastalıklı gibi oluyorlar. İyi bir şey değil elbet bu söylediklerim. Bu derece bağımlı olarak yaşamayı ben de sevmiyorum ama bu zamanda her şeyi ile bizi kendine bağlamayı çok iyi biliyor bu kodlar. Nikotin gibi bağımlılık yapıyor. Geçmişi düşündüğümde, yani hayatımda bu denli bilgisayara bağımlı olmadığım dönemleri, nasıl oluyordu da bilgiye ulaşabiliyordum acaba? Nasıl oluyordu da hayatın o denli içinde yer alabiliyordum. Yoklukta insan fark edemiyor böyle şeyleri, ama içinize işlediğinde ona yeniden sahip olmak istiyorsunuz. Bitmek bilmeyen bir tatminsizlik yaratıyor içinizde. Komik bir durum gerçekten. 

Yazabilmem için okumam gerek. Kitaplarımın çoğu Türkiye'de olduğu için burada en iyi kaynağım internet. Keşke hepsini yanıma alabilseydim ama ne yazık ki bu mümkün değil. Harry Potter dünyasında yaşamıyoruz ne yazık ki çantalarımızda dünyaları taşıyabilelim. Okumadıkça köreliyorum, azalıyorum sanki. Bir şekilde bu kablolar bizi besliyor. Bağımlı yaratıklarız biz. Kabul ediyorum ben de öyleyim. Ama bilgiye bağımlı olduğum için affedebiliyorum kendimi. Dünya artık bu yönde ilerliyor. Mesafeler kısalıyor, kısaldıkça, adımlar eksildikçe insanlar da eksiliyor aslında ama bunu görmek için de dünyayı algılamak gerekiyor. 

Bazen kabloları çaldıklarını tekrar tekrar söylediğim için insanlar bana inanmıyorlar. En çok üzüldüğüm nokta da bu. Dünya üzerinde böyle bir yerin olduğunu tahayyül edemiyorlar. Biz de içinde yaşamamıza rağmen inanamıyoruz çoğu zaman. Zamana yetişmeye çalışıyoruz. 

Elimden geldiğince güzel düşünmeye çalışıyorum. Bu sefer o kadar uzun sürmeyecek diyorum. En kısa zamanda yeniden yazacağım umarım. Elinizdekilerin kıymetini bilin ve şikayet etmeyin. Bir noktada çok sinirlenirseniz eğer aklınıza bizi getirin veya sizden daha kötü durumda olan insanları. İşte o zaman ne kadar şanslı olduğunuzu daha iyi anlarsınız inanın!

2013'ten sağlıktan ve mutluluktan başka en büyük dileğim kablolarımızın bir daha çalınmaması olacak herhalde:):)

18 Aralık 2012 Salı

Fotoğraflar, mektuplar, kelimeler ve kalemler

Bakmayın burada uzun yazma araları verdiğime, aslında ben hep bir yazma halindeyim, gece gündüz. Hem işim hem de tutkum olduğu için bu böyle. Yine günlerdir bloga yazmak aklımda fakat zaman yaratamadım bir türlü. Bir de bazen ne kadar yazmak istersen o kadar yazamıyorsun, tuhaf oluyor. Böyle zamanlarda yazmayı düşünmüyorum ki yazabileyim. 



Havalar bir yağışlı bir bahar tadında buralarda. Biz de ona uyum sağlamaya çalışıyoruz. Hayat devamlı bir uyum süreci aslında. Ya bulunduğun yere, hayata; ya da işe, eve, insanlara uyum sağlamaya çabalamakla geçiyor. Bir şekilde hep arafta kalıp duruyoruz. 

Yoğun gri bulutlu günler geçip gidiyor. Böyle zamanlarda arkadaşlarımdan mektuplar almak gibisi yok. Ritmi de tutturduk mu o gidip gelen çeşit çeşit kağıtlar, pullar, zarflar, minik hediyeler hayata bambaşka anlamlar ve güzellikler katıyor. Çok seviyorum mektuplaşmayı çocukluğumdaki gibi. Pek çok mektup arkadaşım oldu. Okuldayken sıra arkadaşlarımla bile yazışırdım. Ne kadar da güzeldi. Ne zaman yeni bir zarf gelse yanıma o günlere dönüyorum adeta.


Bugünlerde bol bol fotoğraf inceliyorum. Bu aslında normalde de yaptığım bir şey ama son zamanlarda çok sıklaştı. Tanımadığım insanların çektikleri  fotoğrafları izlemek çok hoşuma gidiyor. Hele fotoğraflar üzerinde hayallere dalmak ve yeni hikayeler yaratmak insanı başka dünyalarda keşfe çıkartıyor. Ne zaman bir yerlerde daktilo görsem sesini duyuyorum gibi oluyor. Daktilomu ve onda heyecanla yazılar yazdığım zamanları özlüyorum. Hele yazları deniz sonralarında dinlenirken yazdığım yazıları bulup yeniden okumak hevesine kapılıyorum. 


Çayı ve kahveyi çok sevdiğim için böyle fotoğraflara bakmak da ayrıca güzel oluyor. Tanrım bu internet ne harika bir şey deyip duruyorum kendi kendime. İstediğin anda her türlü bilgiye ulaşabileceğin bu yerden geçmiş zamanda birilerine bahsetseydim beni ya aptal ya da büyücü sanırlardı herhalde. 


Bir de kışın vazgeçemediğim şu battaniyeler. Dolaplar dolusu battaniyem olmasını istiyorum, rengarenk ve türlü yumuşaklıkta. Her güne bir hikaye gibi her güne özel bir battaniyesi olmalı insanın. Battaniyeler beni hep mutlu etmiştir. 


Bir evim olsun, evimde de kedim olsun sloganını üzerimde bir yerlere yazıp devamlı yanımda taşımak istiyorum. Bir evde kedi varsa eğer o ev daha bir ev gibi oluyor sanki. Hani evde yemek pişmeli derler ya ev olduğunu anlamak için onun gibi bir şey bence. Mis gibi kurabiye kokusuna eş bir duygu. Bunu yaşamayan bilemez. Hele soğuk kış aylarında üzerinizde en sevgi dolu haliyle uzanmış, mutluluktan komik sesler çıkartan ve sıcacık, sevgi dolu, yumuşacık bir şeyin olduğunu nasıl olur da yaşamadan sadece hayal edebilirsiniz.


Günler öyle böyle geçiyor. Zaman yine en yavaş haline bürünmüş bu soğuk kış aylarında. Yazları hemen geçiyor ya kışın zaman da dinleniyor kendince. Oysa ben bir an evvel yeniden yaza kavuşmak ve hafiflemek, rahatlamak, durulmak ve yenilenmek istiyorum.

Şimdi yeni yazım için hazırlanayım. Cezayir'de gündelik hayattan kareler yazımı bekleyin, beğeneceksiniz!

5 Aralık 2012 Çarşamba

Cezayir'in Kedileri 1. Bölüm

İki gündür güneşli bir hava ile kendimize geldikten sonra şimdilerde yine soğuğa, kasvete ve yağmurlara teslim olduk yeniden. Tam da film izleme havası, patlamış mısır eşliğinde. Burada yiyecekler çabuk böcekleniyor veya bozuluyor. Üçtür patlatmak için mısır buluyoruz ama hepsi böceklenmiş oluyor. Bu yüzden filmlerimizi izlerken ne yazık ki hala mısır patlatamadık. Gelelim konumuz olan kedilere. Ben çocukluğumdan beri kedileri severim. Cezayir'e geldikten sonra bu kadar samimi olduk kendileriyle aslında. Daha evvel kedi beslememiştim hiç. Besledikten sonra kedi aşığı biri olup çıktım. Bilinenin aksine oldukça temiz hayvanlar. Hani evlerini kirleteceği gerekçesi ile kedi sahibi olmak istemeyenlere duyurulur. Kumunu da güzelce temizler bakımını yaparsanız bir koku da bırakmaz evde. Zaten kendisi dışarı bile çıksa eve girdiği anda yalanıp temizlenmeye başlıyor. Ben kedimle yaşayarak tecrübe ettim her bir detayı. Bizim kedimiz çok insan canlısı ve sempatik bir kedi. Daha evvel böyle bir kedi ile karşılaşmamıştım hiç. O hayatıma girdiğinden beri daha sorumluluk sahibi, daha mutlu, daha iyi ve daha anaç biri oldum. Evde kedi olması harika bir duyguymuş meğerse. Bunu önceden bilsem kesinlikle çok önceden kedi sahibi olmayı isterdim. Tabi sizi kısıtladığı bir gerçek ama yine de güzel bir şey. Hayvanları sevenler insanları da daha çok sever derlerdi, bu gerçekten böyleymiş. Hayvan sevgisine sahip olmak çok önemli bir şeymiş, uzaktan sevmenin yanı sıra bakımını üstlenmek ve ona evinizi, kalbinizi, sıcaklığınız vermek insanı son derece mutlu ediyor. 

Kedili sokakları hep sevmişimdir. Kedili yaşamları kabul eden ve güzellikle karşılayan her cadde, sokak, ev ve şehir bir başka oluyor. Bizler nedense hayvan sevgisinden biraz yoksun bir toplumuz ve onları hayatımıza kolayca dahil edemiyoruz, kıymet vermeyi de bilmiyoruz. İzmir'de hangi dükkana, mağazaya, eve baksam kedi görüyorum ya çok mutlu oluyorum. Kimse dükkanına kedi girdi diye can hıraş kovalamacılık oynamıyor, resmen mutlulukla karşılıyorlar o kedinin yanlarına gelmesini. Ayakkabıcı da kedi gördüğümde çok şaşırmış ve sevinmiştim örneğin veya İzmit'teki bir halı mağazasının vitrininde halının üzerinde iş yeri sahibinin kedisi uyuyordu o kadar mutlu oldum ki görünce. O kedi mütemadiyen orada uyuyor. Gelip geçen insanlar ve bilhassa hayvan severler vitrin camına yapışıyorlar deyim yerindeyse. 

Cezayir'de de çok fazla kedi var. Kimi evsiz, yalnız, aç, kimi de mutlu, bakımlı ve sevgi dolu. Kediler çok oyuncu hayvanlar, içinde bulundukları ortama neşe katıyorlar. Komikler ve sevgiye muhtaçlar. Keşke herkesin olanakları en az bir tane hayvan sahiplenebilecek kadar iyi olsaydı veya bu sorumluluğu üzerine alabilecek sevgi dolu insanlar daha fazla olsaydı. 

Kedili bir yazı yazmayı düşünmemin sebebi kedili bir hayata çok alışmış olmam ve bu sebeple gözümün her yerde kedi arıyor olması. Tazmanya canavarındaki Elmayra edasıyla her kediyi sevmek, koklamak ve mıncıklamak istiyorum:) Sokak kedileri ayrıca sevgiye, ilgiye hasret oldukları için onları ne zaman görsem kucağıma alıp ısıtmak, evime alıp bakmak ve onlara yemek yedirme iç güdüsü ile dolup taşıyorum. Hele evsiz barksız yalnız kedilere çok üzülüyorum. Mini mini yavruların sokaklarda bir çare dolaşmaları içimi acıtıyor. Çok param olsa dünyanın bütün kedilerine bakabileceğimi düşünecek kadar çocukça bir hayal kuruyorum:)

Fotoğrafları sıkça ziyaret ettiğim birkaç siteden aldım. Kullanıcı adlarını da genelde paylaşıyorum ama bazen almayı unutuyorum o zaman da sitenin ismini paylaşıyorum. Flickr, flickriver, tumblr, skyscrappercity, pinterest en sık kullandığım platformlar. 

Cezayir'den bir sokak kedisi. Kocaman bıyıkları ve miniş burnu ile poz vermiş.
flickr by Toufik Lerari

Pencere önü kedilerini ayrıca seviyorum zaten. Bu oturuşları ile de beni benden alıyorlar. 

 flickr by TemmyImages.com

Birbirlerine sokuluşları ve kuyruklarını toplayıp top gibi olmaları ne kadar da güzel öyle değil mi? Hiçbir kedi çirkin değil gibi geliyor bana hepsinin ayrı bir tatlılığı mutlaka oluyor:)

flickr by Karnevil

Bu miniş de sokakta yavrularını beslemekten yorgun düşmüş herhalde, yazık ona..

flickr by sa90b1

Bu maviş sarman da sanki her an bulduğu ilk kasaba dalıp ortalığı karıştıracakmış gibi bir izlenim verdi bana :) Adını Cezayir'de bir kasap delisi koymak istedim bir an:)

 flickr by Algerina( Amal. Kh)

 flickr by wsrmartre miau

Renkler ve kediler adlı şiir yazmalıyım sanıyorum. Fas, Tunus ve Cezayir'in renkleri ile kedileri buluşturunca ortaya harika kareler çıkıyor gördüğünüz gibi. 

flickr by Sun Spiral

Bunun da adı kapı önü kedisi olsun. Belki de onun evi vardır, sadece dolaşmaya çıkmıştır kim bilir. 

by flickr

Ahh nasıl da yumak bir kedi bu böyle. Yine geleneksel desenlerle süslü bir duvarın önünde biblo pozuyla hava atıyor bize kızımız. Dişi mi tabi bilmiyorum ama öyle hissettim nedense. Kocaman kuyruğu ile de bulunduğu yeri tertemiz yapmıştır sıpacık:) 

flickr by hamacle

Bu pozlarına da hastayım. Nasıl da rehavet çökmüş üzerine de kalıvermiş duvarın dibinde. Sanki gizlice bir şeyler yürütmüş, hızlıca yemiş ve şişmiş gibi:) Böyle göbeklerini açtılar mı sevmeden duramam ki ben:)

by minou

Bu da hdr tekniği ile çekilmiş bir fotoğraf, yine Cezayir sokaklarından. Duman kedi tozlu sokaklar ile adeta uyum içinde. Havaları güzel bulup bir güzel tembellik yapmış şimdi de geriniyor:)

by milliped

Sarman kedicik tanıdığı birini görmüş de ona beni al dercesine bakıyor sanki. Şu göğsünün beyazlığı nasıl da güzel. 


 by skyscrapercity

Bu bizim yaramaz kedi Behlül. Ufakken buradaki arkadaşım bakmıştı ona vermiştim. Gözleri yeşildi ve tüyleri sert ve kısaydı ama yine yumuşaktı. İsmini behlül koymuştuk:) Ofise gelmişti camdan bir yaz günü. Çaktırmadan içeri girerdi ve sonra ya koltuğumuza ya da dosya dolaplarının raflarına kıvrılıp uyurdu. Koltuğun arkasında kıvrılmış bir kedi ile bilgisayarda yazı yazmaya çalıştığım günlerdi:)

 by tugbatekeli- Behlül

Bu da Cezayir'e ilk geldiğimiz yıllarda Bouira'da iken şantiyemizin kedisiydi. Kaplan gibi olmuştu. Hatta sonrasında zehirlenmişti de doktora yetiştirmişti eşim. Penisilini yedikten sonra hafif paranoyak olmuştu ama sonra düzeldi. 

by tugbatekeli

İşte bu da benim prensesim Charlotte. O da bir Cezayir kedisi. Hayatımda gördüğüm en hamur kedi çünkü ne yapsanız ses çıkartmaz uslu uslu durur, sevgi manyağıdır kendileri. Bu tabi ufak hali. Şimdi hafif toplu, memeleri doğum yapmaktan biraz sarkık, azıcık pis ama yine de ilk günkü kadar güzel:) 

by tugbatekeli-Charlotte

Daha uzun seneler birlikte kalmak dileğiyle kedicim..

Not: Cezayir'in kedileri yazımın ikinci bölümünü yine güzel fotoğraflar eşliğinde en kısa zamanda paylaşacağım!

2 Aralık 2012 Pazar

Uyku kokulu pijamalarım ve yağmurlar



Kışla imtihanımız başladı. Soğuk, yağmur, çamur ve daha pek çok zorluk olacak bundan sonraki aylarımızda. Şimdiden kasvet her yanımızı sardı. En güzeli yumuşak battaniyelerin ve tatlı sıcak içeceklerin zamanının gelmiş olması herhalde, tabi yumuşak atkıları, eldivenleri, şapkaları ve sıcak tutacak kalın giysilerimizi de unutmayalım.

Uzunca bir süre internetsiz kaldık yine. Yoksa her gün yazma isteğim içimde aynen devam etmekte. Yazmak, kış aylarında bahara açılan pencereler gibi benim için.

Böyle zamanlarda kitap okumak en güzeli. Sıcak çikolatayı özlediğim zamanlar bu zamanlar. Şiire hasret kaldığım, sıcak bir sobanın başında oturmayı arzuladığım, kalabalık aile buluşmalarını hatırladığım güzel zamanlar. Bir de insan böyle kasvetli zamanlarda hep bir şeyler yemek istiyor, işte bu büyük bir sorun. Kışın tahin pekmez yemeği çok severim örneğin. Bizim ailede tahin ve pekmezli o büyülü karışım yemek sonralarında tatlı niyetine de yenir. Sabahları kahvaltıya yapıyorum ben bu sıralar. Ama yedikçe yiyesi geliyor insanın. Yemesem bile hep aklımda. Dolapta durdukça rahatsız oluyorum adeta. Bir de kışın kamufle edebiliyor insan yaza göre kendini bir nebze de olsa. O yüzden kilolar daha az fark ediliyor. Bu yüzden yemek istiyorsun, o kendinle savaşma haline bir süre ara vermek istiyorsun. Bu ara verme döneminde yeni kilolar geliyor yerleşiyor tabi insanın üzerine, şimdi ben de yeni bir savaşa hazırlanıyorum.

Bu sıra dergimizin yeni sayısı çıkacağı için işlerim her zamankinden biraz daha yoğun geçiyor. Bir de kışın gelişi ile üzerime bir yılgınlık çöktü. Havaların hala güneşli olmasını isteyen yanım kışı kabullenemedi bu yüzden isyanda. Sabahları kuş sesleri ile uyanmak varken buz gibi bir havanın yüzünüze çarpması hissi ne gıcık bir şeydir. Böyle zamanlarda battaniyeme sarılıp gün boyu o sıcacık yataktan çıkmadan içinde yuvarlanmak istiyorum.


Yağmurlar burada bir başladı mı bitmiyor. Birkaç gün önce başladı ya söylenene göre daha 10 gün devam edecekmiş. Ahh bu gürül gürül yağmurları yağarken izlemesi, izlerken hayale dalıp gitmesi, sesiyle birlikte güzel melodiler mırıldanması pek güzel de sonrasında şantiyede yürümeye çalışma çabası pek zor bir süreç. İşte bu yüzden de uyku kokan pijamalarımdan çıkıp soğuk kıyafetlerimi giyip en kalın botlarımla işe gelmek pek zor oluyor. Bu sıra hep kitap okumak istiyorum. Pek konuşmasam, sıcak bir ortamda kemiklerime kadar ısınmış şekilde durgun bir su gibi olsam ve kitabımın sayfalarına dalıp gitsem. 

Blog için yeni şeyler de yapmalıyım hazır internetimiz varken. Yeni yazımın taslağını allahtan kaydetmiştim de şimdi vakit bulunca yazısını tamamlayıp yayınlayacağım. Sevileceğini düşünüyorum çünkü yeni yazım Cezayir'in kedilerini anlatacak:):) Sonrasında da Cezayir'de günlük yaşamdan kareler sunmak istiyorum. Onun da hazırlığını yapmıştım o yüzden yayınlaması uzun sürmeyecek.

Bu biraz da bilgilendirme yazısı gibi oldu. Blog konusunda tembel değilim aslında sadece koşullarımız nedeniyle öyleymiş gibi görünüyorum. 

Hadi bakalım bu  hafta herkes için güzel bir hafta olsun; içimiz kasvetten sıyrılıp neşeyle dolsun:):)

10 Kasım 2012 Cumartesi

Yağmurlu bir gündü

Dün yağmurlu bir gündü yine, her yer çamur içindeydi. Bugün güneşli ve 28 derece bir hava var. Aslında yazımı dün yazacaktım ama internetimiz yine hüsrana uğrattı bizi. Bu gelip gitmelerin nedenini bir anlayabilsek! 

Yağmur yağdığında hep yağmurlu şarkılar söylüyorum dün dilime Nilüfer dolandı ''yağmurlu bir gündü tıpkı bugün gibi kaybetmiştim seni taştı gözlerim karıştı yağmuraaaa'' diye dolaştım hep. Sonra da bolca yazdım ve yazdım.


Eskiden pembe rengi sevmeyen ben şimdi özellikle tercih eder oldum. Hayret ediyorum kendime. İnsanın zevkleri nasıl da değişiyor, başkalaşıyor. Pembe renk bana enerji veriyor sanki ve elbette sarı. Bu yüzden bu çiçeğin tohumlarını da pek seviyorum.



Kedimiz dayı. Bu fotoğraf ile oynadım. Aslında biraz daha oynayacaktım ama vakit yoktu ve yine internet gider de yükleyemem diye alelacele koyayım diye düşündüm. Bu kadar psikopat göründüğüne bakmayın kocaman olmasına rağmen hala süt emmek için ufak kediler ile itişiyordu. Ruhu çocuk, sessiz, masum ve biraz da ürkek bir erkekti. Umarım şimdi güzel şeyler yaşıyordur. 


Bu çiçeğin beyazlıkları çok ilgimi çekti. Artık kış geliyor ve doğa kendini dinlenmeye bırakıyor. Bu çiçek de yapraklarını dökecek ve yazın daha da güzelleşmiş olarak karşımıza gelecek. Yine de şu haliyle bile el emeği tığ işi motifleri andırıyor bana. 


Ve işte en sevdiğim top çiçekten bir kare. Nasıl da özenle yapılmış gibi muntazam ve ilgi çekici. Hele o pembeliğinde kaybolasım geliyor. Daha yakına gelip en inca detayına tanıklık etmek gibi bir istek uyandırıyor bende. 


Ahh bu da beyaz bir ateş damlası sanki. Öyle minik ve narin ki. Yine de dışarıya karşı korunaklı ve mağrur. Yeşillerin arasında sanki kendini orkide zannediyormuşçasına dik duruyor:) 


Bu da halı dokulu bir çiçek. Mavi gökyüzü ile pek uyumlu. Yerin onu çekişine boyun eğiyor hep aşağı gidiyor dalları. Bilge ve durgun. 


Hep yeşil bilirim çiçeklerin gövdelerini, pembesi de pek güzel oluyormuş meğerse. Dikenlerin beyazlığı pembenin içinde şeker gibi göründü gözüme. Kadifemsi bir dokunuşu vardı. Yaza kim bilir ne güzellikler verecek bize. 




Bu sevimli kozalağı bir piknik sırasında bulmuştum ormanın içinde. Bozulmadan öylece duruyor öyle güzel ki kat kat gül gibi. Sanırım onu broş olarak kullanacağım:)


Bunlar da bahçedeki mini güllerimiz. Normal güllerden daha çok seviyorum bu minyatür gülleri. Kokuları kocaman güller kadar cezbedici olmasa da yine görüntü bakımından gönlümü kazanıyorlar. 


Bu da komşumuzun bahçesinin kenarına örülü bambu çubuklar. Onları da çok sevmişimdir her zaman. Burada yolda kavun satanlar o derme çatma yerlerin üzerini ve etrafını bu bambularla kaplıyorlar. Bir keresinde nasıl yapıldığını da görmüştüm çok güzel bir uğraş. Görüntü bakımından da çok güzel bana kalırsa. Hele çiçekler ve yeşille de birleşince daha estetik duruyor. 

Not: Bu yazı tatil günümüzden bir gün evvel yazıldı ama sonrasında internetimiz gittiği için ancak yayınlayabildim. Cuma günü hava gerçekten çok güzeldi bahar gibiydi. Bahçede oturup havanın tadını çıkarttık. Bugün yine yağmura teslim oldu buralar. Kocaman yağmur botlarımla çocuklar gibi su birikintilerine basa basa yürüyorum yollarda şarkı söyleyerek. Yağmuru en çok ayağımda renkli su geçirmez botlarım varken seviyorum. Bundan sonra artık güneş yüzünü çok nadir gösterecek gibi görünüyor ama olsun yağmur sonrası toprak kokusu da yetiyor mutlu olmaya:)

Herkese mutlu hafta sonları:)

4 Kasım 2012 Pazar

Pastırma yazı


Pastırma sıcaklarına ne zaman varacağımızı düşünüp duruyordum uzun zamandır ve artık ümidi kesmeye başlamıştım. En güzel tarafı da bu oldu sanırım. Tam ümidi kestiğim anda hayatıma giriverdi ve hem heyecanlı bir bekleyişin sonunda mutlu oldum hem de sıcağın etkisi ile yeniden neşe ile hayal kurmaya başladım. 

Yazın, doğa ile bir olmasını hep çok sevmişimdir. Çiçeklerin kendini yaz için hazırlamalarına tanık olmak, yeşilin coşması, mavinin asıl rengine bürünmesi hep büyük bir mucize olarak görünmüştür gözüme. Bu yüzden renklere aşık oldum sanırım. 



Kapılar da bambaşka hayatlara açılan gizli geçitler gibidir ya o yüzden de o dönüşümü yaşayabilmek adına kapı tokmaklarına tutuldum. Cezayir'de, Fas'ta ve Tunus'ta beni en çok etkileyen şeylerdi onlar. Bu aslanlı kapı tokmağını Alger merkezde çektim.



Bunlar da kamp alanımızdaki en sevdiğim top çiçekler. Öyle göz alıcılar ki bence insan her bir noktasını incelemek için büyük bir istek duyuyor. 


Tabi bulutları hiç unutmamalı! Elimle dokunabileceğim kadar yakınımda olabilseler keşke. Hatta bazen kafamı göğe kaldırdığımda başımla onlara değebilsem. Bir masaldan ibaret bile olsaydı dünya ben o masalı her gün yeniden yaşamak isterdim. 



Benim minik Safranım. Boncuk gözleri ve kocaman kaşları ile nasıl da masum ve sevimli. Oyuncu bir kedi. Zaten hangi kedi yavrusu oyuncu değil ki. En sevdiğim tarafları da bu zaten. Hem iyi bir arkadaş hem en soğuk anlarda sıcak bir dokunuş ve  hem de yalnızlıklarda o mırıldamaları ile eşsiz sevgi yumağı kedilerim benim.  



Bu çiçek bende yakıcı bir his uyandırıyor. Sanki dokunduğumda batacak gibi ama öylesine yumuşak ve pufidik. Mayalı ekmek misali dokunduğun anda ellerinde sönüveriyor o pufluğu. Kırmızı dalları ile de can alıcı bir güzelliği var. Yeşille yan yana durdu mu doğa öyle güzel poz veriyor ki o anı yaşamdan çalmamak için deli olmak lazım.


Ve işte en sevdiklerimden. Evimdeki bütün yünlerden ponpon yapabilirim. Bir defasında bir oyuncakçıda koca bir paket ponpon satıldığını görmüştüm, içim gitmişti almak için ama öğrenciydim o  zamanlarda ve onu almak için param yoktu. Çünkü saçma bir fiyatı vardı. Bir de ne göreyim kenarından delinmiş meğer ve bazı ponponlar kendilerini dışarı bırakmışlar. Hemen en renklilerinden iki gün tanesini kapmıştım. Elimde oynaya oynaya, yumuşaklığı ile mest olarak orayı terk ettiğimi hatırlıyorum. Utanmıştım ama o ponponları çok da sevmiştim. Hala saklarım:) Aradan tam tamına dokuz sene geçti. 


Ahh o dün içtiğim portakal suyu ne kadar da güzeldi. Yarısı taze sıkılmış yarısı hazırdı. Tatlılığı, kokusu ve taneleri ile mest etti beni. Meğer portakal suyunu özlemişim. Kış geldiğinde en çok sabahları portakalı taze taze sıkıp içmeyi seviyorum. Okula gittiğim zamanlardaki gibi hissediyorum kendimi. Gözümü kapatsam evimizdeki mutfak masasında bulacağım sanki kendimi. 


Benim pozcu tostosum. Öyle çok seviyor ki fotoğraf makinesini, görür görmez yanıma gelip öylece duruyor, titresin istemiyor özenle verdiği pozu. O kuyruğu da yana kıvırıvermesi yok mu, minik patilerinin büküldüğü yerleri ve minik pamuk göğsünü saatlerce sevmek istiyorum. Gölgesi bile muzur çıkmış sanki bıdığımın. 


Charlotte'um ve ben. Yıllar sona bu fotoğrafa baktığımda onu ne kadar da çok özleyeceğimi düşünüyorum. Yıllar evvel aldığım ayımın yeşil kazağını giydirdim ona. Freddy gibi oldu ama çok sevdik ikimizde. Kocaman gözlerini öyle açtığına bakmayın o bir yandan yavrularını kesiyor da ondan:) Patisini bileğime oturttu mu rahattır benim pamuğum. Canım kızım senin o şapşirik bakışlarına bayılıyorum. 

Heyy yaz! Sana diyorum! Gidiyorsun ya sen şimdi, hemen gel yine olur mu? Fazla özletme kendini. Arada bir görünüp kaybolsan bile yeter. Yeter ki çok uzaklaştırmasın bizi mesafeler. Pastırmanın kendi de çok güzel ama yazı bir başka:)

28 Ekim 2012 Pazar

Cezayirde kadınlar ve takıları

Cezayir'de bir günü daha bitirirken yazmaya koyuldum. Soğuklar artık kendini göstermeye başladı. Gün bitimlerinde öyle bir atılıyorlar ki ortaya bir anda nasıl kendimizi kışın ortasında hissettiğimizi tarif edemem. Yine de her mevsimin kendine has güzellikleri olduğunu hatırlatıyorum kendime zaman zaman ki benim için işkence haline gelmesin. Oysa içimden ne çok istiyorum yazın yeniden bizimle olmasını.  

Blogda uzun süreli aralar vermeyi hiç sevmiyorum. İki gün bile yazmasam ilk yazacağım yazıda kocaman uçurumlardan atlayacakmış gibi oluyorum. Sürekli kendime söz veriyorum hep yazacağım diye ama bazen fırsat yaratamıyorum. Sadece yazmış olmak için yazmayı de zaten hiç bir zaman istemedim. 

Cezayir kadınlarından ve onların takılarından bahsetmiştim daha evvelki yazımda. Bu yazımın öncekinin devamı niteliğinde bir yazı olmasını istediğim için takıları kadınların üzerinde göstermek istedim size. 

Görseller için yine Cezayir ile ilgili bilgi veren değişik pek çok siteden faydalandım. Tumblr, flickr, flickriver, skyscrapercity  ve çeşitli forumlar. Umarım hoşunuza gider. 


Cezayir kadınlarının takıları yaşadıkları bölgelere göre farklılık gösteriyor elbette. Kullanılan renkler, motifler ve mücevherlerin türleri farklılaşıyor. Yine de genel olarak takıyı çok sevdiklerini ifade etmeliyim. Hele evlilik seremonisi içerisinde o ruha özgü büyük ve gösterişli takılar kullanmayı seviyorlar. Makyajları da son derece abartılı ve koyu, biraz da eski moda oluyor. Düğün ve evlilik konusu ile ilgili yazacağım ayrı bir yazıda size daha ayrıntılı bilgiler vereceğim.


Geleneksel Kabyle giyimi ve takıları ile Cezayirli bir kadın. Renkler ve motifler tipik kabyle tarzı. Benim de çok sevdiklerimden. 



Bu fotoğrafta da yine gümüş ve mercan takıları ile geleneksel giyimli bir Cezayirli kadını görüyoruz. Elbiselerinde de rengarenk desenler var. Aslında pamuklu kumaş olmadığı için özellikle yaz aylarında sıcak tutacağı için pek kullanışlı bulmuyorum bu elbiseleri ben ama gündelik kıyafet olarak çok kullanılıyor, bilhassa da yaşlı kadınlar tarafından. Ama bu fotoğraftaki kişi bir kutlama için hazırlanmış belli ki. 




Başlarına taktıkları bu takılar da yine mineli ve mercan ağırlıklı gümüş takılar. Takıların nasıl yapıldığına dair birkaç video da buldum yakında onları da sizinle paylaşacağım. Kadınların kutlamalarda ve düğünlerde çok takı takmaları da bir statü göstergesi.  Çok kıyafet değiştirip, bolca takı kullanırsa çevredeki insanlar kızın ailesinin veya eşinin sosyal durumu hakkında fikir sahibi olmuş oluyorlar. Gösterişi seviyorlar açıkçası. Gittiğim birkaç düğünde de bunu bizzat gördüm. Gelen takıları sergilemenin yanında hediye edilen ev eşyalarını bile göstermişlerdi. 




Burada da yine evlilik seremonisi için hazırlanmış Kabyle(Berberi) elbiseli bir kadını görüyoruz. Başlarında kullandıkları mücevherler sadece evlenen kişiye özgü olmayabilirmiş öğrendiğime göre. Gelinin bir arkadaşı veya sevdiği bir kişi de bu takıları kullanabilir ve düğünde sergileyebilirmiş. 


Bu fotoğrafı uzun zaman önce bulmuştum ve çok severek sakladım. Yaşlı bir Kabyle kadını. Kareli desenli elbisenin üzerinde taşıdığı kumaşlar ve renkler çok hoşuma gidiyor. Ayrıca dövmeleri de son derece ilginç. Bu dövmeler şekillerine göre farklı anlamlar taşıyorlar ama bunu da başka bir yazıda size anlatacağım henüz çok yeterli bir donanımım yok, araştırmaya devam ediyorum.

Bu yazının devamı niteliğinde yeni bir yazı daha yazacağım görselleri ile birlikte, o zamana kadar mutlu kalınJ