29 Ağustos 2012 Çarşamba

Sıcak bir öğleden sonra

Cezayir yine kuru sıcağı ile beni epeyce yordu bugün. Serin bir ağaç gölgesinde az da olsa nefeslenip, ılık rüzgarla hafif bir uykuya dalıp, sonrasında nazikçe çevirdiğim kitabın sayfalarını duyacağım kadar yalnız bir ortamda olmayı hayal ettim bütün öğleden sonra. Böyle bir havada en çok soğuk şeyler içmeyi seviyorum ve tatlı meyveler yemeyi. Öğlen pek de tahammül edemediğim türlü tarzında bir yemek çıktığı için yemekhanemizde; evde atıştırmalık bir şeyler yapmayı düşündüm. Bir süredir de canım peynirli yumurta isteyip duruyordu. Eve kadar öyle zor geldim ki anlatamam. İki dakikalık yolda eriyip suya karışacağımı sandım. Kedim Charlotte ne kadar da haklıymış meğer yorulmakta, o yokuşu çıkarken. 

Kendime özenle peynirli yumurta yaptım, tereyağlı. Bir de hevesle her bir hazırladığım yiyeceğin fotoğrafını çektim. Uzun zamandır pek kare çekemediğim için üzülüyordum. Bolca yemek fotoğrafı incelediğim için hep ilk başta yemek fotoğrafı çekmek geliyor aklıma. İyi de oluyor. Kendime ufak bir stüdyo yapsam artık fena olmaz. 


Bu sıra acıyı pek seviyorum. Normalde yemeyeceğim şeylerin yanında bile acı olsun istiyorum. Bu yüzden peynirli yumurtaya kuruttuğumuz acı biberlerden serpip üzerine yine çok sevdiğim acı turşu biberden koydum. 


Bu börek artık favorilerimden biri. Elde açma reyhanlı, patatesli börek. Lezzeti çok güzel ve yapımı da kolay. Türkan abla sağ olsun bu lezzet ile tanıştırdı beni. Bundan sonra canım börek istedikçe ve reyhan oldukça yaparım sanırım. 



Bu da Antep usulü bir lezzet. Daha çok Antep'in yaşlıları bilirlermiş, adı Tenekatması. Kısıra benziyor ama bu köftelik değil pilavlık bulgurdan yapılıyor. Biraz diri kalıyor ve ev yapımı salça ile harika oluyor. İçine sonrasında bol yeşillik ve baharat koyuyorsunuz. Bir ara tarifini de yazacağım tatmak isteyenler için. Ben artık kısır'dan daha çok seviyorum bunu, bence mükemmel bir lezzet! Üzerine bolca limon sıkılıp, haşlanmış asma yaprağına da sararak yenince daha güzel oluyor. 


Yemeğimi afiyetle yedikten sonra yeni aldığım yemek dergilerine göz attım ve yapabileceklerimi kestirdim. Artık yavaş yavaş yeni tarifler deneyebileceğim için mutluyum. İlk başta şeftalilerim bozulmadan şu reçelimi bir yapabilsem harika olacak!


Bu güzel illustrasyonları olan fransızca hikaye kitaplarına bayılıyorum. Her bir cümlesini anlamasam da okuyabiliyor olmak harika bir duygu. Elimden geldiğince okuyorum anlamasam bile yine de okuyorum. Sözlük de çok yardımcı oluyor. Aslında resimlere bakmak bile öyle zevkli ki. Önceden aldığım iki taneyi okudum. Bu biterse başka bir tane daha var sırada bekleyen. 

Yavaş yavaş alışmaya başladım buraya. Tatil dönüşlerini atlatmak biraz zor oluyor. Ama buranın da güzel tarafları var elbet, bunları ortaya çıkarttıkça daha kolaylaşıyor her şey. Bir de şu yaz bitmeden yine suyla kavuşabilsek süper olacak!

Mutlu kalın:)

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Mantar ve Denizanası

Uzun süredir böyle bir konu silsilesi oluşturmuştum kafamda. Görüntü veya formlarını sevdiğim ama gerçekte pek hoşlanmadığım iki benzer şey seçiyorum, ne olursa. Zamanı geldiğini düşünerek dün yazmak için kolları sıvadım fakat bitiremedim. İş sonrası evde devam ederim desem de her seferinde yapmam gereken diğer işlere yenik düşüyor kelimelerim. Akşamları daha çok yazardım eskiden sabahlara kadar uğraşırdım sayfalardaki düşüncelerimle, ama şimdi sabahları erken mecburen uyandığım için kelimelerim gece yanıma pek uğramıyorlar. 

Mantar formu en sevdiklerimden. Duruşu, sevimliliği, gözenekleri, dokusu, renkleri, dokunulduğundaki pürüzlü veya pürüzsüz yüzeyleri, keserkenki kolaylığı, şahane türleri ile insanda tutku yaratabiliyor. Kokusuna da bir yere kadar katlanabiliyorum aslında ama iş tatmaya gelince hiç sevmiyorum, hem de her seferinde. Bana her seferinde ''gerçekten bayılacaksın, harika, bu sefer güzel pişmiş, bak hiç anlamayacaksın mantar gibi değil'' denmesiyle yanılgıya düşüp denesem bile bir kere sevdiğim olmamıştır. Çünkü ben bu sevimli türden bana daha farklı bir tat vermesini bekliyorum, sanırım kafamda oluşturduğumla tadı tutmadığı için hayal kırıklığı yaşıyorum. Bana ağzımda plastik çeviriyormuşum hissi veriyor, bir nevi sakız gibi. İçine ne tür baharat, peynir, sos girerse girsin mantarı mutlaka ayırt ediyorum. Geçenlerde gittiğimiz Pekin Restoranında siyah mantar yedim çünkü neredeyse seçtiğimiz tüm yemeklerde kullanılmıştı, yine de zevk aldığımı söyleyemem. Mantarın kendine özel bir tadı olduğunu bana kimse kabul ettiremedi, çünkü kendine özel bir kokusu, dokusu var ama tadı yok gibi geliyor bana. Oysa şunların güzelliğine bir bakın, böyle bir tat nasıl bu güzellikten çıkıyor anlamıyorum!


Bu mantardan şu yazıyı yazdığım an itibari ile nasıl bir tat bekliyorum bilmiyorum ama kesinlikle gerçek tadından farklı olduğuna eminim.


Önyargılı biri olmayı hiç sevmem, yerine göre inat ederim. Mantarlar hususunda son derece açık görüşlüyüm, genelde hep teklif edilen yeni mantar türlerini denerim ama sanırım daha güzellerini de denemem gerekiyor kesin bir yargıya varmak için. Yine de fikrimin ucunu açık bırakacağım, söz konusu mantarlar olunca onlara kıyamıyorum bir türlü.   



En çok merak ettiğim mantar türlerinden biri Portobello mantarı. Home Tv'de sürekli kullanıyorlar ve muhteşem görünüyor. 
Mantar alıp güzelce dilimleyip yemeğe katmak fikri harika. Doğranırken çıkarttığı sesi de çok seviyorum. Ben sanırım mantarı hep başkalarına yedirmek için yapacağım:(


Bu mantarlara bakarken kendimi masal dünyasında gibi hissediyorum. Fotoğrafları bulduğum yerde dev mantarlar da gördüm, inanamadım. Günün birinde onlarla da tanışmayı arzu ediyorum. Şirinlerden sonra kim mantarları daha yakından tanımak istemez ki? Hele dev mantarların olması fikri bence muhteşem!

  Gerçek mantar fotoğrafları google'dan alıntılanmıştır. 

 club-crochet.com

 marie claire

Bir de bu güzellikleri hayatımızın içinde çoğaltmak gibisi yok. Mantar şeklinde yapılan her şeyi seviyorum. Hele el örgüleri bir harika. Neyse ki bulunabiliyor artık böyle objeler veya yapmak için örnek bulabiliyorsunuz ya da ihtiyacınız olan materyali. Takılar, kırtasiye, mutfak, dekorasyon ve keyif verici diğer hobiler adına kendimize mantardan bir dünya yaratabiliyoruz. Belki uslu olursak hala şirinleri görebilme şansımız vardır kimbilir?


Diğer bir konu da denizanaları. İngilizce ismine de bayılıyorum jellyfish. Bende hep jelibon veya jöle kaplıymış hissi uyandırıyor. Tiplerini, renklerini ve dokularını çok seviyorum. Kendilerine has hareketleri de inanılmaz etkileyici. Büyük denizanaları görünce onlara daha çok hayretle yaklaşıyorsunuz. Hem dokunmak istiyorsunuz hem de korkuyorsunuz. Yine de bana verdiği tüm korkuya rağmen ona dokunmak isteğinden kendimi alamıyorum. 


Bunları yakından görebilmeyi ne çok isterdim. Ama yüzerken değil, sadece yakından izleyebileceğim bir akvaryumdan!





Sanki evrenin tüm sırlarını içinde barındırıyormuş gibi bir havası var. Hem havalı hem de masum:)Belki ilerideki hayatlarımdan birinde denizanası olmak isteyebilirim:)


 Denizanası fotoğrafları mymodernmet.com, vi.sualize.us ve littleowlgirl.tumblr.com adreslerinden alıntılanmıştır.

Bu bölüm devam edecektir zevkle ve özenle. Umarım siz de seversiniz!

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Yansımalar



Bazen bir anda gelip oturuyor insanın içine sıkıntı, öylesine ve fark ettirmeden kendini. Git desen sanki gidecek ama söylemeye dermanın yok ki. Böyle zamanlarda bir kahve gibisi yoktur derim ve hemen kahve yapmaya koyulurum ama hakkını vererek. Ağır bir ateş üzerinde, bakır, minik bir cezveyle, güzel düşüncelerle. En sevdiğim fincanımı çıkartıp, minik örtüleri üzerine koyup, EL işlemesi tepsimle cam önü keyfi yaşamak isterim. O güzelim dantellerden yoktur tabi bulamam, tepsiler de hiç öyle Türk kahvesinin ruhuna uygun değildir aslında ama ben her şeyin yolunda olduğunu varsayarım. Böyle ritüeller derinden mutlu eder beni, bilmem neden? 

Türk kahvesi kanımca virüs gibi bir şey. İnsana bedenine konuşlanıyor resmen. Şimdilerde onsuz yapamaz bir haldeyim. En çok da deniz sonrası kahve içmeyi seviyorum. O serinleme hissi ile kahvenin yakıcı tadı buluştuğunda içimdeki tüm güzel anıların bir yerde buluştuklarını hissediyorum. Hani çok uzaklardayken tanıdık kokular veya tatlar keşfetmek gibi. 


Kefken'i ne kadar anlatsam yetmez bana. Çünkü orayı anlatmak kendimi anlatmak gibidir, öyle rahatlatıcı ve bir o kadar da zor. Kayalara gün batımında eşlik ettiğimde, denizin içinde gördüğüm manzara buydu işte. Sadece bir parçasıydı o muhteşem yeşilliğin. Bana derin bir kavuşma arzusu yaşattı. Şimdi baktığımdaysa elimi uzatıp dokunmak istediğim tanıdık bir ten gibi hissettiriyor. 


Siyah beyaz fotoğraf anlatabilirdi o anı sadece. Hem güzel bir anı parçası olduğundan hem de geçip gitmiş olduğundan. Minik, ojeli parmaklarımla denizin uyumunu nedense hep çok sevmişimdir. Aynı turşu yiyeceğim zamanlarda kırmızı oje sürmeyi sevdiğim gibi. 



Ufak bir balık tutma macerasına atıldı eşim. Ben bir yandan o nefis ekmeği kemirdim, bir yandan sigaramdan rüzgarla nefesler çekmeye çabaladım, bir yandan da yeni fotoğraf kareleri ekledim anılarımıza. Balıklar o gün ekmek yemek istemediler. Bir süre bekledikten sonra biz de acıkmaya başlayınca vazgeçtik. Zaten herhalde tutsak bile bırakırdık balıkları. Denizden kefal çıkmayacaktı ya!


Kefken limanını ziyaret ettik kısa adımlarla. Çünkü herkes çalışma halindeydi, yorgundu ve biraz da umursamazdı. Bu yüzden rahatsızlık vermeyelim dedik. Bu kulübe hemen dikkatimi çekti. En çok da içini merak ettim aslında ama görmeye yeltenmedim bile. Sanırım bunu yapsaydım çıldırmış olduğumu düşünürlerdi. Yalnız o minik masayı kendime sehpa yaparak ve yüzümü denize dönerek soluklanmayı çok isterdim. 


Bu bir mercan. Arabistan'dan seneler evvel getirilmiş eşimin babası tarafından. O kadar güzel ki, insanı kendine hayran bırakıyor. Özenle birleştirilmiş gibi parçalar birbirine. Her baktığımda hareket edecek bir deniz canlısı olduğu hissine kapılıyorum. Oysa sert, donuk ve ölü. Yine de bunca kötü özelliği üzerinde barındıran muhteşem bir şey. Günün birinde bu kötü üçlüyü bir araya getirecek örnek vermem icap ederse mercan diyebilirim. 

Detaylar hayatın ufacık parçaları. Onları biriktirdiğimde ve gözümün önüne getirdiğimde birleşip yeni bir dünya yaratıyorlar. O dünya daha kim bilir içinde ne büyük güzellikler ve sırlar taşıyor. Günün birinde bu fotoğraflara yeniden baktığımda hissedeceğim duyguyu şimdi yaşayabilmeyi çok isterdim aslında. Ama yine zaman canı istediğinde bize kendini gösterecek, biz de bekleyelim ve görelim o zaman!

İyi ki bu kadar çok fotoğraf çekmişim. Bütün duygularımın yansıması oluyor her biri. Bitmek bilmiyorlar...

14 Ağustos 2012 Salı

Güzel bir rüyadan geriye kalanlar

Bugün 9. günümüz burada. Her şey eski seyrinde ilerliyor, sanki kısa süreliğine de olsa bırakıp gitmemişiz gibi. Yavru kedilerim  büyüdüğü için, onlara baktıkça idrak ediyorum burada olmadığımızı. En güzeli de onları böyle büyümüş bulmak oldu. Özellikle kedi yavruları insana neşe getiriyor, karşı koyamıyorsunuz. 

Havalar böylesine sıcakken çalışıyor olmak zor. Durup düşününce bazen, keşke kışları çalışsak yazları dinlensek ve tatil yapsak diyorum:) Aklım hep denizde, maviliklerde, rahat koltuklarda, mis kokan kitap ve dergi sayfalarında, rengarenk, tiril tiril elbiselerde. 

Ofisten ramazan dolayısıyla çıkış saatlerimiz erkene alınınca kendime ayıracak bir saat daha fazla zamanım oluyor. Bu yüzden eve gidince ilk işim, çantamı okul çocukları gibi kapıdan içeri bırakıp, üzerime ıslanmaya müsait bir şeyler giyip hortuma doğru ilerlemek oluyor. Terliklerimi ayağıma geçiriyorum, çeşmeyi açıyorum, oyalana oyalana ve tabi kendimi ıslatarak verandayı yıkayıp ortalığı serinletiyorum. Kedilerim zaten sıcaktan fenalık geçirdikleri için taşların serinlemesi onlara harika geliyor. Anne kediyi de serinletmek amaçlı su bardağına doldurduğum suyla yüzünü ıslatmadan yavaş hareketlerle ıslatıyorum, pek rahatlıyor yavrucak. Minikler de henüz kelimenin tam anlamıyla çok minik olduklarından ıslatamadığım için serin taşın üzerinde dolaşarak ve uzanarak rahatlıyorlar. Bir nebze de olsa hem ben hem de onlar sıcağa karşı durmuş oluyoruz.



Bu şemsiyeleri çok ama çok seviyorum. Bir de havlu asma demirli olanlar var ki onlar tabi daha ağır, düzgün ve kullanışlı. Bu şemsiyenin altında gölgede uzanmak, bir şeyler okumak, sohbet etmek veya sadece denizi izleyerek durmak öyle güzel bir duygu ki. Şimdi fotoğraflara baktıkça gözlerimi kapatıp o anları yeniden yaşamaya çalışıyorum. 


Yaza en çok yakıştırdığım çiçeklerdendir zakkumlar, kokuları olmasa bile. Renkleri ve dokularıyla beni benden alıyor ve çocukluk günlerime götürüyorlar. 


Dondurma delisi olup çıkacağım hiç aklıma gelmezdi doğrusu. Normalde bir külah dondurmayı bile yarım saatte yeyip çoğu zaman hepsini bitiremeyen ben bir seneden fazladır dondurma ile yatıp kalkan biri haline geldim. Çeşme'nin karadutlu ve sakızlı dondurmasından her gün olsa yerim. Karadut gerçekten bir aşk. Burada carte d'or bile bulmak zordu ama şimdi devamlı alışveriş yaptığımız markete gelmiş hem de karadutlu varmış. Benim için harika bir haber. Bu sefer herhalde en çok dondurma yediğim tatillerden birini geçirdim. Burada da yemeğe devam etmek istiyorum. Olmadı taze meyvelerden dondurma tadında sorbe yaparım yine!


Ahh bu biberler de yok mu! Her sabah kahvaltıda yedim. Dalından tazecik kopartıp yemek büyük bir keyif. Hem domates hem biber hem de böğürtleni dalından yemeğe bayılıyorum. Biber için acı çıkması gibi bir risk olmasına rağmen bunu büyük bir iştahla göze alıp ortasına kadar ısırıyordum çocukça bir muziplikle. 


Biraz hüzün karışsa da o anlık mutluluğuma yine de sevdim bu fotoğrafımı. Arkamda kayalara çarpan dalga sesleri, gün batımının renkleri ve ılık bir esinti ile orada olmak muhteşemdi. Kefken her zaman başkaydı, yine o başkalığını koruyor. Oradaki en ufak detay beni mutlu ediyor. Akşam yürüyüşleri, sokaklardaki köpekler, balıkçıları izlemek, fırından gelen taze ekmek kokusu, pazarda bağrışan insanlar, denize bir mayo, ayaklarında terlik, omuzlarında bir havlu, bir de yüzlerindeki kocaman gülümsemeleriyle gidenler ve tabi büyük bir gürültüyle yüzen çocuklar kefken demek. 


İskeleler her şeye tanıklık ediyorlar. İnsanların ve hayatın bütün değişimlerine. Orada, denizin ortasında, bir balığın şıp diye suya atlayışını dinlemek, keyifle bulutların şekillerini bir şeylere benzetmeye çalışmak, renk silsilesinde anılara yolculuk etmek büyük bir huzur veriyor insana. Sonra annemin hadi yemek hazır diye sesini duyup mis kokular eşliğinde eve ilerlemek de en güzel hediye. En çok kalabalık sofraları seviyorum ben; tüm sevdiklerimin bir arada olduğu o şen sofraları. En çok da o zamanları arıyorum. 

Daha yüzlerde fotoğrafım var dosyamda. Her biri için ayrı ayrı satırlar yazabilirim, yazacağım da. Biraz düzenlemek, biraz boyutlarını ayarlamak gerek hepsi o. Bundan sonra her güne bir yazı yazmak niyetindeyim ama umarım başarabilirim. İnternet böyle hayallere pek imkan vermiyor çoğu zaman. Ama olsun anılarla mutlu olmaya ve hayal etmeye devam!

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Rüzgar gibi geçti


Daha güzel bir başlık düşünemedim içinde bulunduğumuz duruma uygun olan. Genelde kullandığım bu benzetmeyi kullanmayı tercih ettim çünkü gerçekten aynı yaz aylarında kısa süreliğine bizi serinletmeye gelen bir rüzgar gibi geçti tatilimiz ve güzel zamanlarımız. 

Şimdi yine hiç gitmemiş gibi hissediyorum. Bir rüya gibi aynı. Bugün yine önceden durduğum yerde özlemlerim ve hayallerimle duruyorum sadece tenimin rengi biraz değişmiş ve giysilerim yenilenmiş olarak. Teknolojinin nimetleri için her gün şükrediyorum, bir yandan kendime gülüyorum bir yandan iyi ki var diyorum şu bilgisayarlar, yoksa nasıl çekilir olurdu bu uzaklık bu gurbet. 

Buralar yine çok sıcak ama Türkiye kadar rahatsız edici değil çünkü nem yok. Kediciklerim büyümüşler bile 20 günde. 5 tane yavrumuz var pıt pıt dolaşıyorlar. Hele bir tane tüy yumağı var ki evlere şenlik, yemeden duramaz insan. Etrafta kediler olunca daha çok mutlu oluyorum bir kere daha anladım. İzmir'de ve Ereğli'deki yazlıkta da çok kedi vardı onlarla da hep oynadık hasret giderdik, iyi geldi. 

Denizi hep mi özler bir insan. Balık gibi yüzmek, yüzmek ve suyun tadını almak istiyorum her gün. Sabah denizin seriniyle güne başlamak sonra güzel bir kahvaltı yapmak ve güne katılmak istiyorum. Bir ay bile kalsa insan doyamıyor ki hiç bir şeye. En çok da bir zaman sonra gitmemişlik hissi daha da içini kapladığında zor oluyor. Şimdi yine oturmak zamanı, oysa memlekette hayat var, akıyor ve yaşanıyor. Burada devamlı bir kendini tekrardasın, hareketsizlikten kemikleri ağrıyor insanın ve biriktirdiklerin ağır bir yük oluyor. 

Bir de dönüşlerde unutulanlar sinir bozuyor. Bir çubuk kraker paketi için bile üzülüyorum veya az getirdiğim taze fındık için; keşke daha çok alsaydım diyorum. İşte bu deyişler bitmiyor da bitmiyor. En güzeli fotoğraflara bakmak sıkıldıkça ve güzel zamanlar ve sevdiklerimiz için şükretmek ve bundan sonra da böyle güzel zamanlar yaşayabilmek için de dileklerde bulunmak. 

Fotoğraflar bilgisayara yüklendi bile artık yavaş yavaş paylaşmanın zamanı geliyor:)Daha çok yazmalı ve anlatmalı. Uzaklığa ve özleme en çok iyi gelen yazmak, dillendirmek duyguları..

Hoş geldim!