24 Aralık 2012 Pazartesi

Trajikomik bir hikaye


Hikayenin kendisi aslında tam da şu anda yaşadığımız yer: Tizi-ouzou,Naciria. Pek çok kişiye bahsettiğimde burun kıvırdıkları, hatta burada yaşamaya nasıl tahammül edebildiğimi anlayamadıkları, köye bile benzemeyen bu yer. Şu anda internet kablolarımız yine , kaçıncı kez olduğunu bilemiyorum sanırım beşi bulmuştur, çalındı. Bu yazımı arkadaşımın mobil internetini kullanarak binbir zahmetle yazıyorum. Halen yaşadığımız bu çalınma olayına hayretler içerisinde kalarak kocaman gözlerle bakıyorum. Bir yandan sinir bozukluğu ile gülüyor bir yandan da bu halimize kimilerinin inanmayacaklarını düşünüp üzülüyorum. Yaşadığımız yüzyılda türlü teknolojik nimetler hayatımıza giriyor her yeni günde. Bizse bu çağda hala birkaç web sayfası açabilmek uğruna deliler gibi uğraşıyoruz. Tam anlamıyla yerinde saymak bu olsa gerek. Sürekli kabloları yeniliyoruz fakat bir süre sonra yeniden çalınıyor ve önünü alamıyoruz. Yerden giden kabloları alıyorlardı önceleri kesip, şimdi direklerle havada tutulan kabloları da çalmışlar. Ne zaman gelecek yeni bağlantı bilemiyoruz. Ben ne zaman daha sık yazmaya niyet etsem bir şey çıkıyor işte böyle. Eninde sonunda düzeliyor olması da güzel tabi ama daha önce olduğu gibi bir aylık bir kesinti olmaması için şu an hepimiz dua ediyoruz. Bu devirde bir ay internet olmadan yaşamaya çalışmak oldukça güç. Yazılacak yazılar, alınacak mailler, haberleşilecek insanlar var hayatımızda. Bir nevi hayatla bağlantımızı kaybediyoruz. Bu kablolar bizi yaşama bağlıyor. Onlar olmadığında sudan çıkmış balık gibi oluyoruz. Geldiğindeyse bir süre alışmaya çalışıyoruz çünkü her şeyin oldukça gerisinde kaldığımızı fark ediyoruz. Bu yüzyıla ait değil bu şehir adeta. İnsanlar pek çok şeyden yoksunlar, internetlerinin olmaması onlar için bir şey ifade etmeyebiliyor ama bizim gibi teknoloji hayatlarının bir parçası haline gelen insanlar böyle durumlarda hastalıklı gibi oluyorlar. İyi bir şey değil elbet bu söylediklerim. Bu derece bağımlı olarak yaşamayı ben de sevmiyorum ama bu zamanda her şeyi ile bizi kendine bağlamayı çok iyi biliyor bu kodlar. Nikotin gibi bağımlılık yapıyor. Geçmişi düşündüğümde, yani hayatımda bu denli bilgisayara bağımlı olmadığım dönemleri, nasıl oluyordu da bilgiye ulaşabiliyordum acaba? Nasıl oluyordu da hayatın o denli içinde yer alabiliyordum. Yoklukta insan fark edemiyor böyle şeyleri, ama içinize işlediğinde ona yeniden sahip olmak istiyorsunuz. Bitmek bilmeyen bir tatminsizlik yaratıyor içinizde. Komik bir durum gerçekten. 

Yazabilmem için okumam gerek. Kitaplarımın çoğu Türkiye'de olduğu için burada en iyi kaynağım internet. Keşke hepsini yanıma alabilseydim ama ne yazık ki bu mümkün değil. Harry Potter dünyasında yaşamıyoruz ne yazık ki çantalarımızda dünyaları taşıyabilelim. Okumadıkça köreliyorum, azalıyorum sanki. Bir şekilde bu kablolar bizi besliyor. Bağımlı yaratıklarız biz. Kabul ediyorum ben de öyleyim. Ama bilgiye bağımlı olduğum için affedebiliyorum kendimi. Dünya artık bu yönde ilerliyor. Mesafeler kısalıyor, kısaldıkça, adımlar eksildikçe insanlar da eksiliyor aslında ama bunu görmek için de dünyayı algılamak gerekiyor. 

Bazen kabloları çaldıklarını tekrar tekrar söylediğim için insanlar bana inanmıyorlar. En çok üzüldüğüm nokta da bu. Dünya üzerinde böyle bir yerin olduğunu tahayyül edemiyorlar. Biz de içinde yaşamamıza rağmen inanamıyoruz çoğu zaman. Zamana yetişmeye çalışıyoruz. 

Elimden geldiğince güzel düşünmeye çalışıyorum. Bu sefer o kadar uzun sürmeyecek diyorum. En kısa zamanda yeniden yazacağım umarım. Elinizdekilerin kıymetini bilin ve şikayet etmeyin. Bir noktada çok sinirlenirseniz eğer aklınıza bizi getirin veya sizden daha kötü durumda olan insanları. İşte o zaman ne kadar şanslı olduğunuzu daha iyi anlarsınız inanın!

2013'ten sağlıktan ve mutluluktan başka en büyük dileğim kablolarımızın bir daha çalınmaması olacak herhalde:):)

18 Aralık 2012 Salı

Fotoğraflar, mektuplar, kelimeler ve kalemler

Bakmayın burada uzun yazma araları verdiğime, aslında ben hep bir yazma halindeyim, gece gündüz. Hem işim hem de tutkum olduğu için bu böyle. Yine günlerdir bloga yazmak aklımda fakat zaman yaratamadım bir türlü. Bir de bazen ne kadar yazmak istersen o kadar yazamıyorsun, tuhaf oluyor. Böyle zamanlarda yazmayı düşünmüyorum ki yazabileyim. 



Havalar bir yağışlı bir bahar tadında buralarda. Biz de ona uyum sağlamaya çalışıyoruz. Hayat devamlı bir uyum süreci aslında. Ya bulunduğun yere, hayata; ya da işe, eve, insanlara uyum sağlamaya çabalamakla geçiyor. Bir şekilde hep arafta kalıp duruyoruz. 

Yoğun gri bulutlu günler geçip gidiyor. Böyle zamanlarda arkadaşlarımdan mektuplar almak gibisi yok. Ritmi de tutturduk mu o gidip gelen çeşit çeşit kağıtlar, pullar, zarflar, minik hediyeler hayata bambaşka anlamlar ve güzellikler katıyor. Çok seviyorum mektuplaşmayı çocukluğumdaki gibi. Pek çok mektup arkadaşım oldu. Okuldayken sıra arkadaşlarımla bile yazışırdım. Ne kadar da güzeldi. Ne zaman yeni bir zarf gelse yanıma o günlere dönüyorum adeta.


Bugünlerde bol bol fotoğraf inceliyorum. Bu aslında normalde de yaptığım bir şey ama son zamanlarda çok sıklaştı. Tanımadığım insanların çektikleri  fotoğrafları izlemek çok hoşuma gidiyor. Hele fotoğraflar üzerinde hayallere dalmak ve yeni hikayeler yaratmak insanı başka dünyalarda keşfe çıkartıyor. Ne zaman bir yerlerde daktilo görsem sesini duyuyorum gibi oluyor. Daktilomu ve onda heyecanla yazılar yazdığım zamanları özlüyorum. Hele yazları deniz sonralarında dinlenirken yazdığım yazıları bulup yeniden okumak hevesine kapılıyorum. 


Çayı ve kahveyi çok sevdiğim için böyle fotoğraflara bakmak da ayrıca güzel oluyor. Tanrım bu internet ne harika bir şey deyip duruyorum kendi kendime. İstediğin anda her türlü bilgiye ulaşabileceğin bu yerden geçmiş zamanda birilerine bahsetseydim beni ya aptal ya da büyücü sanırlardı herhalde. 


Bir de kışın vazgeçemediğim şu battaniyeler. Dolaplar dolusu battaniyem olmasını istiyorum, rengarenk ve türlü yumuşaklıkta. Her güne bir hikaye gibi her güne özel bir battaniyesi olmalı insanın. Battaniyeler beni hep mutlu etmiştir. 


Bir evim olsun, evimde de kedim olsun sloganını üzerimde bir yerlere yazıp devamlı yanımda taşımak istiyorum. Bir evde kedi varsa eğer o ev daha bir ev gibi oluyor sanki. Hani evde yemek pişmeli derler ya ev olduğunu anlamak için onun gibi bir şey bence. Mis gibi kurabiye kokusuna eş bir duygu. Bunu yaşamayan bilemez. Hele soğuk kış aylarında üzerinizde en sevgi dolu haliyle uzanmış, mutluluktan komik sesler çıkartan ve sıcacık, sevgi dolu, yumuşacık bir şeyin olduğunu nasıl olur da yaşamadan sadece hayal edebilirsiniz.


Günler öyle böyle geçiyor. Zaman yine en yavaş haline bürünmüş bu soğuk kış aylarında. Yazları hemen geçiyor ya kışın zaman da dinleniyor kendince. Oysa ben bir an evvel yeniden yaza kavuşmak ve hafiflemek, rahatlamak, durulmak ve yenilenmek istiyorum.

Şimdi yeni yazım için hazırlanayım. Cezayir'de gündelik hayattan kareler yazımı bekleyin, beğeneceksiniz!

5 Aralık 2012 Çarşamba

Cezayir'in Kedileri 1. Bölüm

İki gündür güneşli bir hava ile kendimize geldikten sonra şimdilerde yine soğuğa, kasvete ve yağmurlara teslim olduk yeniden. Tam da film izleme havası, patlamış mısır eşliğinde. Burada yiyecekler çabuk böcekleniyor veya bozuluyor. Üçtür patlatmak için mısır buluyoruz ama hepsi böceklenmiş oluyor. Bu yüzden filmlerimizi izlerken ne yazık ki hala mısır patlatamadık. Gelelim konumuz olan kedilere. Ben çocukluğumdan beri kedileri severim. Cezayir'e geldikten sonra bu kadar samimi olduk kendileriyle aslında. Daha evvel kedi beslememiştim hiç. Besledikten sonra kedi aşığı biri olup çıktım. Bilinenin aksine oldukça temiz hayvanlar. Hani evlerini kirleteceği gerekçesi ile kedi sahibi olmak istemeyenlere duyurulur. Kumunu da güzelce temizler bakımını yaparsanız bir koku da bırakmaz evde. Zaten kendisi dışarı bile çıksa eve girdiği anda yalanıp temizlenmeye başlıyor. Ben kedimle yaşayarak tecrübe ettim her bir detayı. Bizim kedimiz çok insan canlısı ve sempatik bir kedi. Daha evvel böyle bir kedi ile karşılaşmamıştım hiç. O hayatıma girdiğinden beri daha sorumluluk sahibi, daha mutlu, daha iyi ve daha anaç biri oldum. Evde kedi olması harika bir duyguymuş meğerse. Bunu önceden bilsem kesinlikle çok önceden kedi sahibi olmayı isterdim. Tabi sizi kısıtladığı bir gerçek ama yine de güzel bir şey. Hayvanları sevenler insanları da daha çok sever derlerdi, bu gerçekten böyleymiş. Hayvan sevgisine sahip olmak çok önemli bir şeymiş, uzaktan sevmenin yanı sıra bakımını üstlenmek ve ona evinizi, kalbinizi, sıcaklığınız vermek insanı son derece mutlu ediyor. 

Kedili sokakları hep sevmişimdir. Kedili yaşamları kabul eden ve güzellikle karşılayan her cadde, sokak, ev ve şehir bir başka oluyor. Bizler nedense hayvan sevgisinden biraz yoksun bir toplumuz ve onları hayatımıza kolayca dahil edemiyoruz, kıymet vermeyi de bilmiyoruz. İzmir'de hangi dükkana, mağazaya, eve baksam kedi görüyorum ya çok mutlu oluyorum. Kimse dükkanına kedi girdi diye can hıraş kovalamacılık oynamıyor, resmen mutlulukla karşılıyorlar o kedinin yanlarına gelmesini. Ayakkabıcı da kedi gördüğümde çok şaşırmış ve sevinmiştim örneğin veya İzmit'teki bir halı mağazasının vitrininde halının üzerinde iş yeri sahibinin kedisi uyuyordu o kadar mutlu oldum ki görünce. O kedi mütemadiyen orada uyuyor. Gelip geçen insanlar ve bilhassa hayvan severler vitrin camına yapışıyorlar deyim yerindeyse. 

Cezayir'de de çok fazla kedi var. Kimi evsiz, yalnız, aç, kimi de mutlu, bakımlı ve sevgi dolu. Kediler çok oyuncu hayvanlar, içinde bulundukları ortama neşe katıyorlar. Komikler ve sevgiye muhtaçlar. Keşke herkesin olanakları en az bir tane hayvan sahiplenebilecek kadar iyi olsaydı veya bu sorumluluğu üzerine alabilecek sevgi dolu insanlar daha fazla olsaydı. 

Kedili bir yazı yazmayı düşünmemin sebebi kedili bir hayata çok alışmış olmam ve bu sebeple gözümün her yerde kedi arıyor olması. Tazmanya canavarındaki Elmayra edasıyla her kediyi sevmek, koklamak ve mıncıklamak istiyorum:) Sokak kedileri ayrıca sevgiye, ilgiye hasret oldukları için onları ne zaman görsem kucağıma alıp ısıtmak, evime alıp bakmak ve onlara yemek yedirme iç güdüsü ile dolup taşıyorum. Hele evsiz barksız yalnız kedilere çok üzülüyorum. Mini mini yavruların sokaklarda bir çare dolaşmaları içimi acıtıyor. Çok param olsa dünyanın bütün kedilerine bakabileceğimi düşünecek kadar çocukça bir hayal kuruyorum:)

Fotoğrafları sıkça ziyaret ettiğim birkaç siteden aldım. Kullanıcı adlarını da genelde paylaşıyorum ama bazen almayı unutuyorum o zaman da sitenin ismini paylaşıyorum. Flickr, flickriver, tumblr, skyscrappercity, pinterest en sık kullandığım platformlar. 

Cezayir'den bir sokak kedisi. Kocaman bıyıkları ve miniş burnu ile poz vermiş.
flickr by Toufik Lerari

Pencere önü kedilerini ayrıca seviyorum zaten. Bu oturuşları ile de beni benden alıyorlar. 

 flickr by TemmyImages.com

Birbirlerine sokuluşları ve kuyruklarını toplayıp top gibi olmaları ne kadar da güzel öyle değil mi? Hiçbir kedi çirkin değil gibi geliyor bana hepsinin ayrı bir tatlılığı mutlaka oluyor:)

flickr by Karnevil

Bu miniş de sokakta yavrularını beslemekten yorgun düşmüş herhalde, yazık ona..

flickr by sa90b1

Bu maviş sarman da sanki her an bulduğu ilk kasaba dalıp ortalığı karıştıracakmış gibi bir izlenim verdi bana :) Adını Cezayir'de bir kasap delisi koymak istedim bir an:)

 flickr by Algerina( Amal. Kh)

 flickr by wsrmartre miau

Renkler ve kediler adlı şiir yazmalıyım sanıyorum. Fas, Tunus ve Cezayir'in renkleri ile kedileri buluşturunca ortaya harika kareler çıkıyor gördüğünüz gibi. 

flickr by Sun Spiral

Bunun da adı kapı önü kedisi olsun. Belki de onun evi vardır, sadece dolaşmaya çıkmıştır kim bilir. 

by flickr

Ahh nasıl da yumak bir kedi bu böyle. Yine geleneksel desenlerle süslü bir duvarın önünde biblo pozuyla hava atıyor bize kızımız. Dişi mi tabi bilmiyorum ama öyle hissettim nedense. Kocaman kuyruğu ile de bulunduğu yeri tertemiz yapmıştır sıpacık:) 

flickr by hamacle

Bu pozlarına da hastayım. Nasıl da rehavet çökmüş üzerine de kalıvermiş duvarın dibinde. Sanki gizlice bir şeyler yürütmüş, hızlıca yemiş ve şişmiş gibi:) Böyle göbeklerini açtılar mı sevmeden duramam ki ben:)

by minou

Bu da hdr tekniği ile çekilmiş bir fotoğraf, yine Cezayir sokaklarından. Duman kedi tozlu sokaklar ile adeta uyum içinde. Havaları güzel bulup bir güzel tembellik yapmış şimdi de geriniyor:)

by milliped

Sarman kedicik tanıdığı birini görmüş de ona beni al dercesine bakıyor sanki. Şu göğsünün beyazlığı nasıl da güzel. 


 by skyscrapercity

Bu bizim yaramaz kedi Behlül. Ufakken buradaki arkadaşım bakmıştı ona vermiştim. Gözleri yeşildi ve tüyleri sert ve kısaydı ama yine yumuşaktı. İsmini behlül koymuştuk:) Ofise gelmişti camdan bir yaz günü. Çaktırmadan içeri girerdi ve sonra ya koltuğumuza ya da dosya dolaplarının raflarına kıvrılıp uyurdu. Koltuğun arkasında kıvrılmış bir kedi ile bilgisayarda yazı yazmaya çalıştığım günlerdi:)

 by tugbatekeli- Behlül

Bu da Cezayir'e ilk geldiğimiz yıllarda Bouira'da iken şantiyemizin kedisiydi. Kaplan gibi olmuştu. Hatta sonrasında zehirlenmişti de doktora yetiştirmişti eşim. Penisilini yedikten sonra hafif paranoyak olmuştu ama sonra düzeldi. 

by tugbatekeli

İşte bu da benim prensesim Charlotte. O da bir Cezayir kedisi. Hayatımda gördüğüm en hamur kedi çünkü ne yapsanız ses çıkartmaz uslu uslu durur, sevgi manyağıdır kendileri. Bu tabi ufak hali. Şimdi hafif toplu, memeleri doğum yapmaktan biraz sarkık, azıcık pis ama yine de ilk günkü kadar güzel:) 

by tugbatekeli-Charlotte

Daha uzun seneler birlikte kalmak dileğiyle kedicim..

Not: Cezayir'in kedileri yazımın ikinci bölümünü yine güzel fotoğraflar eşliğinde en kısa zamanda paylaşacağım!

2 Aralık 2012 Pazar

Uyku kokulu pijamalarım ve yağmurlar



Kışla imtihanımız başladı. Soğuk, yağmur, çamur ve daha pek çok zorluk olacak bundan sonraki aylarımızda. Şimdiden kasvet her yanımızı sardı. En güzeli yumuşak battaniyelerin ve tatlı sıcak içeceklerin zamanının gelmiş olması herhalde, tabi yumuşak atkıları, eldivenleri, şapkaları ve sıcak tutacak kalın giysilerimizi de unutmayalım.

Uzunca bir süre internetsiz kaldık yine. Yoksa her gün yazma isteğim içimde aynen devam etmekte. Yazmak, kış aylarında bahara açılan pencereler gibi benim için.

Böyle zamanlarda kitap okumak en güzeli. Sıcak çikolatayı özlediğim zamanlar bu zamanlar. Şiire hasret kaldığım, sıcak bir sobanın başında oturmayı arzuladığım, kalabalık aile buluşmalarını hatırladığım güzel zamanlar. Bir de insan böyle kasvetli zamanlarda hep bir şeyler yemek istiyor, işte bu büyük bir sorun. Kışın tahin pekmez yemeği çok severim örneğin. Bizim ailede tahin ve pekmezli o büyülü karışım yemek sonralarında tatlı niyetine de yenir. Sabahları kahvaltıya yapıyorum ben bu sıralar. Ama yedikçe yiyesi geliyor insanın. Yemesem bile hep aklımda. Dolapta durdukça rahatsız oluyorum adeta. Bir de kışın kamufle edebiliyor insan yaza göre kendini bir nebze de olsa. O yüzden kilolar daha az fark ediliyor. Bu yüzden yemek istiyorsun, o kendinle savaşma haline bir süre ara vermek istiyorsun. Bu ara verme döneminde yeni kilolar geliyor yerleşiyor tabi insanın üzerine, şimdi ben de yeni bir savaşa hazırlanıyorum.

Bu sıra dergimizin yeni sayısı çıkacağı için işlerim her zamankinden biraz daha yoğun geçiyor. Bir de kışın gelişi ile üzerime bir yılgınlık çöktü. Havaların hala güneşli olmasını isteyen yanım kışı kabullenemedi bu yüzden isyanda. Sabahları kuş sesleri ile uyanmak varken buz gibi bir havanın yüzünüze çarpması hissi ne gıcık bir şeydir. Böyle zamanlarda battaniyeme sarılıp gün boyu o sıcacık yataktan çıkmadan içinde yuvarlanmak istiyorum.


Yağmurlar burada bir başladı mı bitmiyor. Birkaç gün önce başladı ya söylenene göre daha 10 gün devam edecekmiş. Ahh bu gürül gürül yağmurları yağarken izlemesi, izlerken hayale dalıp gitmesi, sesiyle birlikte güzel melodiler mırıldanması pek güzel de sonrasında şantiyede yürümeye çalışma çabası pek zor bir süreç. İşte bu yüzden de uyku kokan pijamalarımdan çıkıp soğuk kıyafetlerimi giyip en kalın botlarımla işe gelmek pek zor oluyor. Bu sıra hep kitap okumak istiyorum. Pek konuşmasam, sıcak bir ortamda kemiklerime kadar ısınmış şekilde durgun bir su gibi olsam ve kitabımın sayfalarına dalıp gitsem. 

Blog için yeni şeyler de yapmalıyım hazır internetimiz varken. Yeni yazımın taslağını allahtan kaydetmiştim de şimdi vakit bulunca yazısını tamamlayıp yayınlayacağım. Sevileceğini düşünüyorum çünkü yeni yazım Cezayir'in kedilerini anlatacak:):) Sonrasında da Cezayir'de günlük yaşamdan kareler sunmak istiyorum. Onun da hazırlığını yapmıştım o yüzden yayınlaması uzun sürmeyecek.

Bu biraz da bilgilendirme yazısı gibi oldu. Blog konusunda tembel değilim aslında sadece koşullarımız nedeniyle öyleymiş gibi görünüyorum. 

Hadi bakalım bu  hafta herkes için güzel bir hafta olsun; içimiz kasvetten sıyrılıp neşeyle dolsun:):)