28 Mayıs 2012 Pazartesi

Cezayir'den güzel kareler

Sisli ve sıcak bir günden merhaba herkese;

Günlerimiz yine çabucak geçip gidiyor. Hayatımızda hem telaş, hem yorgunluk, hem de bolca hasret var. Bazen rutin diye nitelendirdiğimiz hayatımızı, başka hayatlara dair hikayeler duyduğumuzda nasıl da hoyratça yargıladığımızı fark ediyoruz. Bugün hayata dair iç gıcıklayıcı bir hikaye duydum arkadaşımdan ve bir kere daha ne kadar şanslı olduğumuzu hatırladım.

Gelelim fotoğraflara. Yine uzun zamandır Cezayir ile ilgili yeni yazılar ve fotoğraflar ekleyemediğimden yakınıyorum. Aldığım mailler hep güzel hep beğeni dolu. Bu beni inanılmaz mutlu ediyor ve daha çok yazmak için motive ediyor. Fotoğraflar benim için her zaman kıymetliydi, hala da öyle, aslında büyüdükçe daha da kıymetlendiler. 

Fotoğraflar bazen çok aldatıcı olabiliyor bazen de gerçeği tokat gibi yüzümüze vuran bir el gibiler. O yüzden seviyorum sanırım her birini. Çeken ruhunu yansıtıyor ve emeğini, anılarını, hayallerini. Sevgi dolu yemekler yapabilen anneler gibi, hani kimsenin yemeği kendi annemizinki kadar lezzetli ve güzel olmaz ya!

Bu fotoğrafları çeken kişi Nassim Kasdali. Sanırım Cezayirli bir fotoğrafçı. Web'de pek bilgi bulamadım kendisi ile ilgili ama fotoğraflarını beğendim. Siz de Cezayir'i farklı bir gözden görün istedim.

Fotoğraflar yanıltıcı olabilirler. Burayı Fas veya Tunus gibi sanmayın sakın.Ama her biri gerçeği yansıtıyor aynı zamanda, sadece biraz makyajlı binaların, sokakların yüzleri. Yaşlı ama güzel bir kadın gibi düşünün her birini. Sonra yaşı ile orantılı olarak yaşadıklarını da düşünün, hikayelerini, hüzünlerini ve acılarını. O zaman anlarsınız demek istediğimi. 

Bazen şehirlerin fotoğraflarına bakmak daha güzeldir yaşamaktan, öyle bir durum aslında. Fotoğraflar Alger yani Başkent odaklı olduğu için daha estetik ve güzel. Ahh bir de bizim yaşadığımız bu yere gelseler de çekseler:) Olsun, güzeli ortada olarak görmek başka, çirkinin arasından çekip alarak görmek başkadır her zaman. Eminim buralarda da güzel kareler yakalarlardı. Zira insanların hayatlarında olmayan güzellik kalplerinde oluyor ya bazen öyle bir şey işte, onları da fotoğraflamak imkansız. 











Binaların hemen hemen hepsini fotoğraflarda görünce hatırladım ama tabi yerlerini tam kestiremediğim için yanlış bilgilendirmemek adına yazmadım. Son fotoğraf Grande Poste binasının giriş merdivenleri ve kapısı. Üzerindeki fotoğraf ise bildiğim kadarıyla Casbah yolundaki büyük bir cami'yi gösteriyor ama adını hatırlayamadım. Çeşme ve kapıda oturan adamın fotoğrafları Casbah'ta çekilmiş. Zaten orası büyülü bir atmosfer, zamanın ruhunu yansıtıyor. En üstteki fotoğraf liman yakınları Alger merkez ve otobüs durağı, onun altındaki yani ikinci fotoğraf da yine Casbah'a giden yol kenarını alttan ve üstten gösteriyor. 

Fotoğraflarda gördüğüm Cezayir'e çoğu zaman hayran kalıyorum. Bu tarihi yapılar, kapılar, Fransızlardan kalma binalar öyle güzel ki, keşke daha iyi korunabilse, keşke daha temiz olabilse ve keşke turistler için de görülmeye değer yerler arasına girebilse.  Daha çok da eski sayılmayacak zorlu bir geçmişe sahip oldukları için ve tarihlerini unutmamak için turistik olmasını istemiyorlarmış Cezayir'in. Zevke, eğlenceye dalarlarsa gençler yaşadıklarını unuturlarmış. Böyle duydum bir Cezayirli tanıdığımızdan, onlar böyle olacağına inanıyorlar. Bana çok anlamlı gelmedi, bence hala o zamanların izlerini taşıyorlar ve o travmayı atlatabilmiş değiller, zaten çok değişime açık ve istekli de değiller. Şu koşullarda ülkenin turistlere açılması zaten imkansız ama bir gün o sürece sürükleyecek hayat bence Cezayir'i ve o zaman biz de Cezayir'in bu eski zamanlarına tanık olduğumuzu anlatacağız çocuklarımıza. 

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Yaz ve anımsattıkları

Ne şahane bir mevsimdir bu yaz! Ne kadar çok güzelliği içinde barındırır. Çoğu zaman hayat koşuşturmacasından farkına varamayız tüm bu bize sunduğu güzelliklerin ama mutlaka bir şekilde bize gelmeyi başarırlar. Bir akşam üstü dinlediğimiz şarkıda, uykuya dalmadan önce hissettiğimiz iç gıcıklamasında, sabahın erken saatlerindeki rüzgarda onun varlığını duyumsarız. 

Ben en çok yazları severim. Yaz, benim çocukluğumdur geride bıraktığım. Tozlanmasına izin vermediğim anılarımdır. Yaz benim ruhumdur cıvıl cıvıl. Yemek yemek, kitap okumak, nefes almak, yürümek, susmak, dinlemek, uzanmak, şarkı söylemek, temizlik yapmak bile hatta; bu söylediklerimin hepsi yazları daha güzeldir. Kışın kızartmalardan tat almam ben yazın yaptıklarımda aldığım kadar, kış meyveleri yüreğime dokunur kışın tam tersine, kitapların sayfaları yazın daha güzel kokar, yazın yakıcı sıcağı düşündüğümüzün aksine bizi daha yakınlaştırır insanlarla ve sevdiklerimizle, aşk yazın daha tutkulu yaşanır.

Yaz deyince aklıma gelen öyle çok şey var ki şimdi buraya yazmaya kalksam onlarca sayfa eder. Şimdi zihnimi çağrışımların serpintisine bırakıyorum ve içimden geldiğince yazıyorum bana ilk  çıkartabildiğim kelimeleri;

Karpuz; ahh o tatlı ve sulu meyve. Bir dilimini çocukken olduğu gibi alıp sularını boynumdan aşağı akıta akıta yemesi en harika şey. Sonra da karpuz kabuklarını ineklere verirdim ben onlar da doysun diye ki ben vermesem zaten zorla alırlardı!


                                                          fotoğraflar: Pinterest

Kitap okumak sahilde bir başkadır. Deniz serin sularını üzerinize akıtır, rüzgar sıcaklığının dost çağrısıyla sizi kucaklar, insanlar hep bir ağızdan konuşur ama plajlarda hep daha güzeldir o karmaşık sesler. Onca dikkat dağıtıcı unsura rağmen siz sükunetle okursunuz sayfaları ve gülümseyerek. Bazen taze bir mısır yerken sahilde, bazen bir kağıt helva, bazen de soğuk bir biraz eşliğinde okuruz, kendimizi kaptırırcasına.

   fotoğraflar: Pinterest


Hamaklar; hele böyle bol yastıklı ve yumuşacık olanlar öyle güzeldir ki yaz aylarında. Onun kucağından inmek istemezsiniz. Hele bir de hafif serin bir rüzgar eşlik ediyorsa size keyfinizi kimse bozamaz büyük olasılıkla! Yazlık dönüşü hamağı geride bıraktığım için hep üzülürdüm, şimdide kavuşmayı bekliyorum.

   fotoğraflar: Pinterest

Burada hiç binemiyorum bisiklete. Öyle çok özlüyorum ki. Yaz demek benim için bisikletle turlar atabilmek demek. Birinin size 'bir tur binebilir miyim' diye sormasını özlemek demek. Bazen düşsekte yine de kopamadığımız bir çekiciliği olan boyanabilen, rutin olarak lastik şişirmek gereken, ziline deliler gibi basılan, sepetine mütemadiyen yiyecek içecek veya oyuncak konulan, benim için özel bir şey bisiklet. Nesilden nesile geçen o mavi pinokyo bile hala duruyor bir de arkadaşımın kırmızı pinokyosu ile olan anılarım, ikisi aynı yerdeler:)

   fotoğraflar: Pinterest

Plaj şemsiyeleri;
Nasıl da zor iştir onlarla o sıcakta mücadele etmek. Rengarenk kumaşları ile taa uzaklardan el sallarlar bize. Eskiden dibindeki su alanları yoktu direk kuma çukur açar kenarlarına da taş bulurduk en kocamanından. Biliyor musunuz ben hala o eski şemsiyeleri çok seviyorum ve onları plaja kadar taşımayı da. Hasır olanları da ayrıca güzel çünkü onlar mayo ve havlu kurutmak için ideal oluyor:)

 fotoğraf: annemmutfakta.tv

İşte yazlarımın vazgeçilmesi, erik suyu. Ama dalından kopan sarı sarı tatlı eriklerden olanı en çok severim. Ben çocukken bahçemizdeki erik ağaçlarından sepet sepet toplardık da anneannem onları hemen kaynatır bize içelim diye getirirdi. Posalı ve az pütürlü olunca güzel olur zaten, yanında da mutlaka yiyecek bir şeyler hazırlanır ve sıcak yaz aylarında buz gibi içimi gönlümü her daim fethetmiştir. 


fotoğraf: google

Çiğ börek;
Diyeceksiniz ki çiğ börek sadece yazın mı yeniyor. Tabi ki hayır. Ama ben Bodrumda Karaincir'de Bal Mahmut'un Yerinde yediğim devasa çiğ börekleri kastediyorum. Adına Bomba diyorlardı o zamanlar, hala öyle mi bilmem ama lezzeti harikadır. Hele kabak çiçeği dolmasına da yetişirseniz bir tabağı midenize indirmeniz saniyeler sürer. Üzerinize çöken yemek sonrası rehavetini plajda biraz dinlenerek geçirdikten sonra dayanamayıp temkinli temkinli girersiniz denize. Yine de o da güzeldir. Ama en güzeli yemeği yiyip gölge altına kaçıp orada şekerleme yapmak veya dergi ya da kitap okumaktır şişkinliğiniz geçene kadar. 

  fotoğraf: pinterest

Aaa plaj çantalarını unutmayalım. Yaz deyince büyük, bir sürü gözlü, hasır olan plaj çantaları gelir aklıma. İçi güneş yağı kokar, genelde kum dolar ama her şeyi sizin için saklar. Onu yüklenip plaja gitmek bazen eziyet gibi gelse de daha sonra içinden çıkanlarla sizi uzun uzun gülümsetmeyi başarır. Keşke kışın da kullanabilsek o hasırdan plaj çantalarını. İyi ki varlar. 

  fotoğraf: pinterest

Lunaparklar, yazları lunapark'ın açılmasını dört gözle beklerdim. Genelde hep aynı şeye binmek isterdim ama olsun, orada olmak bir masala dahil olmak gibi. Kısa sürse de bu mutlu masal yine de harikadır. Bangır bangır çalan müziklerle döner döner dururlar, pamuk şekerler, patlamış mısırlar, balonlar her köşede sizi bekler. Bazen cesaret istese de birine binmek yine de o büyüye kapılır dayanamaz binersiniz içinizden kendinize söylene söylene. Ama sonradan o anları hatırlayıp halinize gülmek harika olur!

                                                            fotoğraf: pinterest

Taşları unutmak olmaz. Yaz denince plajdan toplanan rengarenk taşların güzelliği gelir benim aklıma. Mutlaka her gittiğim yerden taş alırım. Özenle seçerim, suda dakikalarca ararım. Bazen kış geldiğinde bile karıştırdığım çantalarımdan ufak tefek taşlar çıkar. Bir de şeffaf olanları vardır ki o taşların onları bulduğum zaman elmas bulmuş kadar sevinirim. Sanırım şimdiye kadar topladıklarımı bir araya getirebilseydim, kaybettiklerimi de dahil ederek, bir sahil boyu ederdi:)

   fotoğraf: pinterest

Ve düğünler;
Yaz aylarının olmazsa olmazları. Yaz deyince mutlu insanlar gelir aklıma ve aşıklar. Bütün sevdiklerinin bir arada olması gibisi var mıdır? Düğünler büyülüdür. Yaz düğünleri renkli olur ya hani, düğündeki insanlardır o renklerin büyük çoğunluğu aslında, masalardaki çiçekler değil. Onlar o büyüye kapılırlar, gülümserler ve kendilerini bırakırlar. Düğünleri seviyorum. Yaz düğünlerini düşündüğüm zaman kendi düğünüm başı çekiyor tabi ki, hatırlamayı her zaman çok ama çok seviyorum. 

Daha yazamadığım öyle çok şey var ki. Şimdi bir bir aklıma üşüştüler ama bu yazıyı daha da uzatamayacağımın farkındayım. Belki ikinci bölüm yaparım birkaç gün sonra. Ben de yaz'ı anlatma isteği hiç bitmez!

Güzel bir yaz geçirmeniz dileğiyle...

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Yağmur, kahve ve geri kalanlar

Yine yağmur, yine yağmur… Sağanakları pek sevmem ama atıştırmasına bayılırım. Bir de çatır çatır evin önündeki saçlara vurmasını çok seviyorum. Cezayir'e ilk geldiğimde kaldığımız konteynerde çok rahatsız olmuş uyuyamamıştım, sonraları o sese öyle alıştım ki Türkiye'deki yağmurlar bana sessiz geliyor. Akşamları genelde güneşli oluyor ama geceleri serin. Tam da yaza hazırlanıyorken böyle olmasına üzülmüyor değilim ama bu sene yaz serin geçecek diyorlar, sanırım ondan bu durum.

Günlerdir yine yazamadım. Her gün yeni yazı ekleme sayfasını açıyorum ama yazamadan çıkıyorum. Ne güzel rutine bağladım yazıyorum diyordum ama olmadı. Sanırım kendiliğinden olduğunda daha güzel, her gün yazmak istiyorum deyince olmuyor. 

Bugün öğlen yemeği sonrası yine kahvemi yudumladım, pek iyi geldi. Burada büyük sıkıntı türk kahvesi. Gelirken getirdiklerimiz yetmiyor, yeni gelecek olanların söyledikleri de yetmiyor. Hele bir de alışkanlık yapmıyor mu şu kahve, o zaman içmeyince nasıl canı istiyor insanın. Resmen burnuma kokusu geliyor misler gibi. Fincanımda beni gülümseten bir ayrıntı vardı bugün. Sonradan fark ettim. Bir y harfi bir de kalp. Baykuşu ben koydum oraya:)Böyle minik mutluluklar günümü güzelleştiriyor. Hiç yıkamak istemedim fincanımı.


Keşke istediğimiz her şeyi biriktirebileceğimiz kendimize ait alanlarımız olsaydı. Mesela bu kahve fincanını olduğu gibi bırakmayı çok isterdim. Biriktirme huyum çook eskilere dayanıyor. Koleksiyon yapmayı da seviyorum. Peçete koleksiyonum hala durur. Sanırım 700 tane vardır, belki daha fazla. Uzun zamandır yenisini eklemedim ama yavaş yavaş ona da başlasam iyi olacak. Eskilerden kalma bir de pul koleksiyonum vardı, bana hatıra kalmıştı annemden ama onu çocukken okula götürdüğümde bir arkadaşım çalmıştı. Hala sızısı içimdedir. Üç defterdi kocaman. Sonuncu olanı da yine eve gelen biri araklamış. Zaten böyle şeyler hep beni buluyor. Anneannemden kalma bir ağustos böceğim vardı, öyle güzel muhafaza edilmişti ki hayrandım ona. Onu da okula götürdüğümde tuvalete atmıştı arkadaşlarım. Şimdi düşününce çok üzülüyorum, onun hala bende olmasını çok isterdim. O günlerden sonra ve bunca yaşanılan talihsizlikten sonra şimdi bana ait olanlara daha çok kıymet veriyorum. Her bir parçanın bende manevi değeri oluşuyor gün geçtikçe. İlerde sevdiklerime hayatımı göstermek, paylaşmak istiyorum, içindeki ufak detaylarla ve neşeyle. Zaten her birimizin amacı hayatta izler bırakmak değil mi? Eğer bunları yapmazsak gün geldiğinde bizi tanıyan herkes gittiğinde ne de olsa hiç var olmamış gibi olacağız!

13 Mayıs 2012 Pazar

Casablanca: Hassan II Camii


Casablanca fotoğrafları ile anıları yad etmeye devam ediyoruz. Havaların güzelleşmesiyle birlikte bu fotoğraflara da tekrar tekrar baktığımda yeniden gezip görmek istiyorum oraları. Üstelik daha da büyük dikkatle ve özenle. Gözlerimi kocaman açarak ve en ince ayrıntıya dikkat ederek. 


 Casablanca’nın göbeğindeki Hassan II camii Kuzey Afrika'nın en büyük camisi olma özelliğinde. Kocaman avlusu ile insanı şaşkınlığa sürüklüyor. Mimari olarak da çok etkileyici. Minaresi göğü kucaklıyor sanki olağanca ihtişamıyla. İnsan ağzını açarak dolaşıyor avlusunda, hayretle.
 

En çok burada dolaşmayı sevmiştim ve camiyi karşıdan izlemek hoşuma gitti. Neredeyse Casablanca'nın her yerinden görülüyor büyüklüğü. Kafamı yukarı kaldırdığımda korktuğumu hatırlıyorum. 


Aslında fotoğrafların orijinal halleri daha güzel ama buraya koyarken küçültmek durumunda kaldığım için biraz tuhaf çıkmışlar, sanki titrek gibiler. Oysa hepsi netti. 

Normal bir günde gitmemize rağmen öyle kalabalıktı ki. Daha az insanın olduğu bir zamanda gitsek eminim harika fotoğraflar çekebilirdik. Yine de o kalabalığı da görmek güzeldi. Rengarenkti insanlar kıyafetleriyle ve o kadar farklıydı ki hepsi birbirinden, zannedersiniz tüm insanlar burada toplanmış o gün. 



Çeşmelerini, çeşmenin içindeki çocuklarını, çeşmenin mozaiklerini, kocaman kapılarını, kapılarının harikulade tokmaklarını, duvarlarının dokusunu çok sevdim. Duvarlara tek tek dokundum. Çeşmeye ben de oturdum çocuklar gibi. Kapıların önünde durup hayal kurdum başka dünyalara açılabilme olasılığı üzerine. 


Bu sadece görebildiğimiz kadarı. Geniş açım olmadığı için çok da iyi yansıtamadım fotoğraflarda büyüklüğünü. Ama yine de sanırım bu fotoğraf biraz anlatıyor. Avlusunun genişliğine de hayran olmamak mümkün değildi. Cami'nin içini gezemedik, kapalıydı, sonrasında da namaz vakti için açılacaktı çok kalabalık olacağı için girmeye cesaret edemedik. Ama içerideki devasa avizeleri gördüm. Muhteşemdi!


Bu da koridorların tepelerindeki kabartmalar. Özenle bir bir işlenmiş. O kadar güzeldi ki keşke evimde de böyle kabartmalar olsa demeden edemedim :)




Bu kadın çok uzağımda değildi. Herkesin olağanca gülümsemesine karşı o epey düşünceliydi. İnsanları izliyordu. Kim bilir aklından neler geçiyordu, neler yaşıyordu? Ben de rahatsız etmeden uzaktan sessizce bir süre onu izledim, sonra da dayanamayıp fotoğrafını çektim. Bir an görecek diye tedirgin oldum ama neyse ki görmedi. Görse de bir şey der miydi bilmiyorum ama bazen çok agresif tavırlar ile karşılaşıyoruz o yüzden temkinli olmak gerekiyor. 


Geleneksel kostümü ve çarıkları ile Cami'nin avlusunda bir erkek.


Yine çeşmenin içinde şen şakrak çocuklar. Onlara kalkın da ben oturayım diyemedim ne yazık ki. Onların da zaten kalkmaya pek niyetleri yoktu. Oysa çok istemiştim orada bir fotoğrafım olsun.



Burası da cami'nin avlusundan deniz ve plaj manzarası. İnsanlar çılgınca yüzüyorlardı taaa açıklarda bile büyük cesaretle!


Bu da sevdiğim bir fotoğraf, sevdiğim mozaikler ve ben :) İyi ki fotoğraflar var...

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Gecikmiş bir yazı: Casablanca



Casablanca; dillere destan bir aşk filminin şehri. Sanki kahramanlarının hala orada olduğunu hissettiğim,‘Tekrar çal Sam’ demekten kendimi alamadığım o büyülü ortamın yegane sahipleri. Tarihe; aşk eşliğinde yolculuk yapılabileceğinin en büyük kanıtı!



Yazacak o kadar çok şey var ki. Söze Rick's Cafe'den başlamak istiyorum. Casablanca filmini seyretmeden evvel teyzemden çok duyardım. Sonra izleme şansı buldum ve sevdim. Onun hayali olan bir gün Rick'in yerine gidip içkisini yudumlarken ''Tekrar Çal Sam'' demek istemesi, bir de baktım benim de hayalim oluvermiş. Casablanca'yı en çok bu yüzden görmek istiyordum. Biraz zorlu da olsa yeri bulduktan sonra kapıdan adımımı attığımda hissettiğim heyecanı tarif edemem. Ortam harikaydı. Piyanonun başında olmak, hayal etmek, müziği duymak ve tekrar tekrar oynatılan karelerle her anı yeniden yaşıyor olmak çok büyüleyiciydi. 


İçkimi yudumlarken teyzem için kadehimi kaldırıp; '...tekrar çal Sam' dedim ve ardından telefona sarılıp onu aradım. Bir yandan onunla konuştum bir yandan ağladım. Hatıralarımda Casablanca bu yönüyle hep oraya dair en güzel anım olarak kalacak. 



Otelimize yerleşirken ve oteli bulmaya çabalarken geçtiğimiz yolları da fotoğraflamıştık fakat henüz elime ulaşmadılar. Bu iki fotoğrafı sizin için internetten buldum. Saat kulesi çok hoşumuza gitmişti, kocaman ve etkileyiciydi. İkinci etkileyici şey de Kuzey Afrika'nın en büyük camisi olma ünvanını alan Hassan II camisiydi. Böyle büyük bir yapı karşısında heyecanlanmamak elde değil ki! Onu ayrı bir blog yazısında anlatacağım zira buraya sığdıramayacağım. 


Casablanca şehrinin merkez kısmını pek sevmedim diyebilirim. Çünkü oldukça pisti, sokaklar amonyak kokuyordu. Turistik bir şehir olmasına ve etrafta onlarca turist olmasına rağmen neden böyle olduğunu çözemedik. Sevmedim desem de orada olmanın verdiği his bir başka. Yollar, sokaklar, insanlar, evler, dükkanlar, kısacası her şey kendine has. Zaten o dokuya hayran olmamak mümkün değil. Kemerli kapılar, desenli mozaikler, fenerler, insanların geleneksel kostümleri ve ayakkabıları, evlerin renkleri insanın içine işliyor adeta. Hayat orada başka bir surete bürünmüş; çekici ama daha çekingen.



Kilimleri her zaman çok sevmişimdir, Casablanca'daki kilimler de hemen ilgimi çekti. Zaten göz ardı etmek imkansız. Her sokak köşesinde sizi desenleriyle mest ediyorlar. O deri puflar, vazolar, seramik tabaklar, çantalar; her şey mi güzel olur dedirtiyor insana. Bilmiyorum, bana mı güzel geliyor her biri acaba diye düşünmeden de edemiyorum. Çünkü ben bu coğrafyanın tüm renklerine ve dokularına hayranım. 


Bu dükkanın içinde ne güzellikler olduğunu tarif edemem size. Kolyeler, taşlar, deriler, kapılar, halılar, lambalar ve daha neler neler. Oradan çıkmamız epey zaman aldı. Bana kalsa her birini teker teker inceleyebilirdim fakat zaman kısıtlı olunca bir parçanızı orada bırakıp dönmeniz gerekiyor. Casablanca da iki gün geçirdik ama yetmedi. Cezayir'de genelde bayramları değerlendirdik iznimiz olduğu için ama dört günden fazla olmadığı için iki gün Casablanca iki gün Marakeş gezisi yaptık. Arabayla Marakeş'e gitmek de ayrıca güzeldi. Gidecek olanlar böyle bir yol tercih ederlerse pişman olmazlar. Yol çok güzel, mola yerleri ve benzinlikler var, ayrıca molalarla üç saat sürüyor. Toprağın rengini ve kerpiçten evleri görmek için bile değer. 






Şimdi bile alamadığım her şeyde aklım kalmış bir şekilde fotoğraflara göz atıyorum. Oradayken her şeyi almak istiyor insan. Türkiye'deki evimiz hazır olsaydı herhalde bir iki bavul doldurup öyle dönerdim geriye. Ama burada da koyacak yer sıkıntımız olduğu için fazla bir şey alamadık ne yazık ki. 



Yağlı boya ve kara kalem tablolar satan çok yer vardı. Özellikle geleneksel kadın figürlerini çok beğendim ben. Kendim de bir tane yapmayı kafama koydum. 


Bu fotoğraf da netten. (Benim olmayan fotoğrafları özellikle belirtiyorum ki hırsızlık yapmış olmayayım.) Çarıkları gündelik olarak kullanıyorlar. Çok ince oldukları için ben pek rahat edemedim ama hatıra amaçlı alınabilir. Sokaklar çok düz değil malum, taşlar çöpler falan var. Hem alışık olmadığımız için hem de ayağıma bir şey batar korkusuyla giymeyi tercih etmedim. Yine de oraya gidince geleneksel kostümlere bürünmek gerektiğini düşünüyorum. Zira öyle keyfinin çıkacağı su götürmez bir gerçek!




İşte Casablanca’nın olmazsa olmazı leziz yiyeceklerden görüntüler. Suda haşlanmış salyangoz içlerinde en meşhur olanı daha sonra mergez, kalamar, ciğer ve çeşitli ızgaralar kokusu ve dumanıyla ziyarete gelenlerin iştahını kabartıyor.

Sözün özü; Casablanca dokusuyla, insanlarıyla, mimarisiyle, sokakları ve renkli çarşıları ile görülmeye değer bir yer. Turist açısından da zengin ve küçük bir yer olduğu için gezmesi oldukça kolay. Detaylar insana başka diyarlarda olduğunu hatırlatıyor. Keyfini çıkartın, değişik lezzetler deneyin ve hatıra eşyaları almayı ihmal etmeyin!