23 Haziran 2012 Cumartesi

Hepsinden biraz

Web'den bir foto. Çekenin ellerine sağlık, bayıldım pisiciğe!

Yine uzun bir ara vermişim fark etmeden. Bazen zamanın ne kadar hızlı geçtiğini anlayamıyor insan. Ben herhalde bir hafta olmuştur yazmayalı diye düşünürken meğer bir haftayı çoktan geçmişim. Dergi hazırlıkları, gazete yazıları derken bir yandan da tabi diğer işlerle haşır neşirken zaman bulamıyorum. Bazı zamanlar sadece yazmış olmak için yazar ya insan ben işte onu da yapmak istemiyorum. Çünkü o zaman kelimelerime de haksızlık ediyormuşum gibi hissediyorum.

Malum artık yaz vakti. Her yer kuş cıvıltıları, börtü böcek, çiçek dolu. Havalar 42 dereceyi gördü çoktan. Akşamları, sabahları bahçe keyfi, çay ve ufak tefek mutluluk verici hobiler ile geçiyor zaman. Bir de tatil fikri kafada olunca işe yeteri kadar konsantre olamıyor insan kim ne derse desin. Elimden geldiğince takvime bakmamaya ve günleri saymamaya çalışsam da bazen kendime çaktırmadan hesap yapmaya başlıyorum şu kadar gün kaldı diye. Gözüm bavullara gidiyor, her sabah üst baş ararken seçtiklerime potansiyel Türkiye tatili yolcusu olarak bakıyorum aslında. Bu durumu seviyorum. İnsanın içini çiçekler kaplıyor sanki. Şu hasret bir bitse, evimize, ailemize, arkadaşlarımıza kavuşsak sağ salim, sıhhat ve mutlulukla başka ne isterim!

Hayatımız rutin olarak ilerliyor deriz ya hep aslında hiç de öyle değil. Her gün yeni bir başlangıç, yepyeni bir gün. Gülümsemek için öyle çok sebep var ki! Perşembe günü beni çok mutlu eden bir şey oldu paylaşmadan edemeyeceğim. Blogdan tanıştığım arkadaşım Saçaklı ile epeydir sanal olarak haberleşiyoruz. Fakat arkadaşlığımız sanal olmanın ötesine geçti bile, enerjimiz birbirimize yakın olmamızı sağladı ve tabi deliliklerimiz de:)Bir iki defa mektuplaştık, önceleri gitmez gelmez tedirginliği yaşasak da başardık. Burada türk kahvesi sıkıntısı çektiğimizi yazmıştım blog yazımda, zaten sık sık dile getiriyorum artık tiryaki oldum herhalde. O da bana sürpriz yaparak o çok sevdiğim sarı zarfların içerisine bir paket türk kahvesi iliştirivermiş. Hiç beklemediğim için böyle bir sürprizi mektubun ağırlığını hissedince bile tahmin edemedim. Bir de açtım ki mis gibi kahve. O anki mutluluğumu dile getirmem çok zor. Tabi bu mutluluğun asıl kaynağı kahve değil, bir arkadaş kazanmış olmak, düşünceli, sevecen, tatlı bir arkadaş. Henüz sadece sanal olarak tanışmış olsak da sanki yıllardır arkadaşmış gibi hissetmek harika. Bloğumu bu yüzden ayrıca çok ama çok seviyorum. Benim güzel saçlı, sevecen, sevimli, düşünceli arkadaşım çok teşekkür ederim yeniden:)Canlı canlı sohbet etmek için nasıl sabırsızım anlatamam!

Hayat böyle ufak sürprizlerle bizi mutlu ediyor ya işte o zaman iyi ki diyorum iyi ki nefes alıyorum, iyi ki sağlıklıyım, iyi ki kıymet biliyorum ve hala kıymet bilen arkadaşlara sahibim, iyi ki güzel bir ailem var ve beni düşünen insanlar var, iyi ki yazıyorum, iyi ki böyleyim ve mutluyum. Ahh bir de hep yaz olsa her mevsim. Kış gelecek diye şimdiden üzülmeye başladım bile ben. Rengarenk kumaşlar, cıvıl cıvıl kuşlar, tatlı telaşlar, suların sıcaklığı, pencerelerden genel ılık rüzgar, bahçe keyfi ne kadar da güzel anlar hepsi, masal gibi. Bir yaz gecesi rüyası tadında her biri!

Şimdi yine herkes tatilde biz çalışıyoruz, ama olsun. Artık buna da alıştık biz. Eskisi kadar koymuyor insana, ama her tatil bitimlerinde dilimizde yine keşke iki gün olsa şu tatiller cümlesi var. Biz böyle diye diye yine şu önümüzdeki seneleri çabucak atlatsak da inşallah kendi evimizin bahçesinde keyifle otursak anıları konuşsak.

Herkes için mutlu, keyifli bir hafta sonu olsun. Herkes özgürce gülümsesin ve hayal kursun. Dünya da her sn bir şeyler değişiyor. Hele son olaylar nefesimizi kesiyor ama yine de yaşamak en güzeli ve hala yaşıyor olmak. Bütün kötü haberler bitsin istiyorum ve hep güzel kelimeler kullanılsın sayfalarda. Bir yaz gecesi rüyası böyle bir şey olsa; mutlu kelimelerle dolu yepyeni bir dünya!

11 Haziran 2012 Pazartesi

Cezayir Soru-Cevap

fotoğraf: Phil Behan

Herkese bol güneşli ve kuş cıvıltılı bir günden merhaba;

Böyle bir günde deniz kenarında gölge bir yerde kitap okuyor olmayı çok arzu ederdim aslında. Cezayir'deki ilk yıllarımda ve tabi blog sayfamın da ilk yıllarında yazdığım Cezayir tanıtımı yazısına yeni bir yorum aldım. Sevgili Anıl birkaç soru sormuş bana. Çok teşekkür ediyorum öncelikle değerli kelimeleri için. Ben de sorduğu soruları hem uzun uzun açıklayarak yanıtlamak istediğim için, hem de okuyacak başkalarına da faydalı olacağını düşündüğüm için yeni bir yazı şeklinde hazırlamak istedim. Kafalardaki soruları bir nebze de olsa silebilmek dileğiyle yanıtlamaya başlıyorum:)


1. Cezayir halkı genelde hangi dili konuşur? İngilizce seviyeleri ne durumdadır?


Cezayir'de resmi dil Arapçadır. Yazışmalar ve pek çok resmi belge Arapça olarak yazılıyor ama Fransızcayı görmezden gelmek mümkün değil. Fransızca ikinci dil olarak kullanılıyor. Bazı yerlerde hala Fransızca konuşmayan, anlamayan insanlar da var. Arapça da yerel halk dili olan Kabyle'ce ve çeşitli yöresel diller ile de çeşitleniyor. Kuzeyde genelde durum bu şekilde ama güneye indikçe yerel diller artıyor bildiğim kadarıyla. İngilizce bilenler var tabi ama ben şu ana kadar kiminle karşılaştıysam İngilizce biliyorum diyen çoğu birkaç kelimeden öteye gidemiyor. Böyle sular seller gibi İngilizce konuşan birini henüz görmedim. Zaten turist alan da bir yer olmadığı için Cezayir fazla da ihtiyaç duyulmuyor sanırım. İstanbul'a gidiş geliş olduğu için Cezayirlilerde ticari amaçlı bazı Türkçe kelimeleri de biliyorlar. Yine de buraya gelirken bence Fransızca veya Arapça gerekli diye düşünüyorum, rahat etmek açısından. 


2. Hayat pahalı mıdır? Mesela bi kaç örnek verirseniz kıyaslama yapabileyim.

Bu aslında zor bir soru, yani çok uzun yanıtlayabilirim bu soruyu aslında pek çok örnekle. Şöyle söyleyeyim yerel halk için hayat zor ve pahalı. Çünkü halk fakir. Ama bizler gibi yabancı olarak burada iş yapanlar için Türkiye'ye kıyasla rahat ve iyi. Çünkü Cezayir ortalamasının üzerine çıkıyorsunuz aldığınız maaşlar ve yaşam kalitesiyle. Tabi beklentiler de çok önemli. Çok çeşitli ürünler mevcut aslında Cezayir'de. Öyle mahrumiyet bölgesi değil. İlk zamanlar biraz sıkıntı çekildiği doğru ama zamanla yeni yerler keşfettikçe ve şehri tanıyınca her istediğinizi bulabiliyorsunuz. Benzin ve doğal gaz çok ucuz bunu zaten duymuşsunuzdur. Türkiye ile Cezayir arasında hesaplamalarımıza göre 11 kat fiyat farkı var. Elektrik su da öyle. Yine de dediğim gibi yerel halk için pahalı bu söylediklerim, ben Türkiye ile karşılaştırma yaparak yazıyorum. Halk para sıkıntısı çektiği için onlar için ekmeğin fiyatı bile yüksek. Gazetelerde epey manşet olmuştu ekmeğin fiyatının artması. Sebze ve meyve fiyatları da yine ucuz. Yabancı marka ürünler bulabiliyorsunuz. Türk malzemeleri satan yerler yok yalnız, o büyük sıkıntı oluyor. Yabancı peynirler çok çeşitli ve fiyatları iyi, değişik meyveler zaman zaman ilk çıkış zamanlarında biraz artsa da sonradan bir seviyeye düşüyor. Ekmeğin fiyatını yazayım hemen burada ekmek 10 Dinar yani yanılmıyorsam 15 kuruşa denk geliyor. Su litrelik şişelerde satılıyor, 6 tanesi 125 dinara geliyor. Patates bir ara 100 dinara kadar çıkmıştı, normal fiyatı 40 dinardı yanlış hatırlamıyorsam. İthal ürünler yerli markalara göre daha fiyatlı tabi ama yine de Türkiye'de olduğu kadar çok değil. Bizim 300 dinara veya 400 dinara aldığımız yabancı marka çikolata ve gofretleri Cezayirliler fiyatlarından ötürü hiç yemiyorlar. Genelde sıkça telaffuz edilen devletin ve kaynakların zenginliğinin halka hiç yansımaması. Zaten biliyorsunuzdur ki Arap baharının burada da yansımaları oldu,hayat pahalılığı ana etkenlerden biriydi. 


3. Cezayir halkının turistlere yaklaşımı nasıldır? Biz Türkler gibi yolunacak kaz olarak mı görülür turistler? Ayrıca Türklere ayrı bi sempatizanlıkları varmış diye duydum, doğru mudur?

Turist olarak Türkleri düşünürsek yaklaşımları çok iyi diyebilirim. Evvelden belirttiğim gibi turistik bir ülke olmadığı için fazla yabancı nüfus yok turist olarak. Ortak tarihimizden ötürü Türkleri çok seviyorlar. Türk kelimesi geçtiğinde hemen Osmanlı tarihinden, onlara yaptığımız yardımlardan ve iyiliklerden söz etmeye başlıyorlar. Kökeni Osmanlıya dayanan aileler, Türkçe adları olan sokaklar, hastaneler var. Bizleri her ne kadar yakın görseler de yabancı olduğumuz için biraz fiyat artırımı yapıyorlar tabi. Yine de asla Türkiye'deki gibi insanları soymak değil bu. Henüz o kadar yozlaşmadıklarını düşüyorum. Bir sorun olduğunda, örneğin trafikte veya çevirmede Türk olduğunuzu görünce tavırları iyi yönde değişiyor, sohbet ediyorlar, bu sadece trafikte değil alışverişte de öyle, ticarette de öyle. Yalnız çok fazla gereksiz prosedürleri var insanı zor sokuyorlar fazlasıyla ve çok ağır işliyor her şey. Türkleri çok aceleci, sabırsız ve heyecanlı buluyorlar. 


4. Mesela alışveriş yaparken pazarlığa açıklar mıdır?

Pazarlık genelde yapılıyor. Ama büyük indirimler aldığımı hiç hatırlamıyorum. Bazen istisnalar oluyor tabi ama ben küçük parça alımlardan ve ufak indirimlerden bahsediyorum. Yabancı markalar örneğin Fransız markalar bizdekine oranla çok ucuz. Türk markaları çok pahalı. Nasıl biz de tam tersi ise burada da öyle. Fransa sömürgesinden çıkmışlar ama aslında hala öyle yaşıyorlar. Onların bıraktıkları alışkanlıklarla ve kültürle iç içe. Turiste açık olmamalarının sebebini de kültürel dejenerasyona uğramamak için olduğunu savunuyorlar. Ülke turistlere açılırsa eğer halk eğlenceye düşe ve tarihini unutur diyorlar. Ama bu durum ilerlemeyi büyük ölçüde engelliyor. Ama onlar hayatlarından gayet de memnunlar çünkü büyük beklentiler içinde değiller. 

5. Sizce araç ne kullanılmalı? Mesela 10km'lik bir yol gidilecek. Taksi, toplu taşıma aracı, (varsa) tren, motosiklet, bisiklet.. bunlardan hangisi daha mantıklı olur?

Toplu taşıma araçlarını hiç tavsiye etmedim kimseye şimdiye kadar çünkü kazalara çokça şahit oluyor, duyuyoruz. Ama başkentte kullanan tanıdıklarımız da yok değil. Taksilere de biniyorlar. Biz bir kere kalabalık bir grup olarak bindik çünkü tek başınıza binince yabancı olduğunuzu görüp para için kaçırabiliyorlar diyorlar. Riske atmamak gerektiğini düşünüyorum. Ama anlaşmalı taksiler bulabilir, taksi duraklarından faydalanabilirsiniz. Bu hiç binilemeyeceği anlamına gelmesin. Yine de en güzeli şahsi araçlar diye düşünüyorum. Tren de var gidip gelen tanıdıklarımız var ama biz kullanmadık o yüzden bilemiyorum. Bana pek iç açıcı gelmiyor. Riskli bulduğumuz için ne otobüs ne tren ne taksi sık kullandığımız bir ulaşım şekli değil. Araştırılıp öğrenilebilir tabi. 

6. Kış döneminde ortalama sıcaklık kaç derecedir. Soğuk oluyor ise nasıl ısıtma sistemi uygulanıyor?

Buraya ilk geldiğimde Afrika kıtasına geldim diye çok sevinmiştim. Kışları da sıcak olur diye düşünüyordum kendimce. Ama geldiğimde gördüm ki kışların Türkiye'deki kışlardan farkı yok. Bu sene 80 yıldır ilk defa bu kadar çok kar yağmış. Biz de buna şahit olduk. Herkes hayretler içerisindeydi. Kutupta gibiydik. Dereceleri pek hatırlamıyorum ama buraya geldiğim 5 senedir ılık bir kış geçirmedim hep atkılar berelerle doluydu kışlarım ve kalın kazaklar montlarla tipik kış mevsimi gibiydi. Çok keskin rüzgarlar ve yakıcı soğuklar hissetmedim ama mevsimlerini seviyorum buranın. Tipik Akdeniz iklimi denilebilir. Yalnız Akdeniz ikliminde kışların daha ılıman olduğu düşünülür ben üşüyen bir insan olduğum için bana kış her halukarda kış gibi geliyor inanın! Ama Cezayirliler pek üşümüyorlar, havalar onlar için pek ideal. Yazları 50 dereceleri gördüğümüz oldu, deniz kenarındaki ve iç bölgelerdeki şehirlerde değişiyor tabi ki bu durum. Yine de çöl sıcakları çok fena. Göğün turuncu oluşunu hep dile getiriyorum, çölden gelen kum taneleri kimi zaten fırtınayla etrafa yayılıyor görüntüsü pek güzel ama sonuçları kötü oluyor. Genelde klima kullanıldığını biliyorum. Biz eskiden doğal gaz sobası kullanıyorduk. Yine de evler büyük olduğundan ekstra bir ısıtmaya ihtiyaç duyuyorduk. Cezayirliler pek üşümüyorlar demiştim ya bazı evlerde kışın soba bile yanmıyor. Bunun maddiyatla da ilgisi var elbet. İnsanların yiyecek ekmeği zor bulurken doğal gaz yakmasını bekleyemezsiniz tabi ki. Yine de bu bölgeden bölgeye değişiyor. Klima, gaz sobası ve elektrikli sobaları kullanım için örnek gösterebilirim. 

7. İlk geldiğimizde Dinar ile gelemeyeceğiz. Bunun için dövizi nereden temin etmemiz daha mantıklı olur. Duyduğum kadarı ile sokak satıcıları varmış. Bunlara ne kadar güvenilir döviz konusunda? 

Bu gerçekten rahatsızlık verici bir durum. Kapalı bir ekonomisi olduğundan para değişimi yönünden sıkıntı çekiliyor. Belli bir miktarın üzerini getiremiyorsunuz, eğer getirirseniz işletmeniz gerekiyor pasaportunuza ve dönerken de onun yanınızda olması gerekiyor. Kontrol ediyorlar. Her seferinde çıkış yaparken de girerken de yanınızda ne kadar dinar veya dolar, euro var diye sorup görmek istiyorlar. Tunus ve Fas'ta olduğu gibi hava alanlarında para değiş tokuşu yapabilecek yerler mevcut değil. Şehir merkezlerindeki bilinen bazı yerlerden döviz değişimi yapabiliyorsunuz. Para transferi söz konusu değil. Kredi kartı kullanımı yaygınlaşmadı ama kullanılan yerler var. Genelde para alışverişlerde nakit olarak dönüyor. 

Kısa kısa aklıma gelen genel birkaç bilgiyi de eklemek istiyorum;

-Arapların yoğun olduğu bölgelerde yaşamak biraz daha sıkıntılı, kadınlar kapalı veya sokaklarda pek kadın olmuyor diyebilirim, daha baskıcı bir tutum oluyor. Kabyle bölgelerinde ise daha rahat gündelik yaşam. Daha kültürlü, okumuş, temiz ve medeniler. 

-Ufak ufak bakkallar her yerde mevcut. Genelde manav adı altında sadece sebze satılıyor. Sebze ve meyveyi bir arada belli yerlerde bulabiliyorsunuz çeşit olarak. Şimdi birkaç yeni süpermarket açıldı oralarda her şey var. Bir de alışveriş merkezi açıldı orası da diğer yerlere göre oldukça modern ve malzeme yönünden çeşitli.

-İçki her yerde satılmıyor ama özel olarak içki satılan tekel bayileri mevcut. Her restorant'ta içki yok. Bazı yerlerde de el altından meyve suyu verir gibi içki verebiliyorlar. Fransız kültürü hakim. Tuzlu çeşitler yok diyebilirim. Genelde tatlı mamüller satılıyor. Pek leziz olduklarını söyleyemem. Kremalar ve şekerli tatlılar vasat. Tabi belirli yerler var güzel pasta ve tatlı yapan. Ekmekleri çeşitli ve güzel. Tatlı olarak doğu kültürü ile fransız kültürü arasındalar. Değişik tatlıları var, çikolatalı baklava bile yapıyorlar ve inanır mısınız bizim harika baklavalarımızdan daha çok beğeniyorlar Cezayir baklavalarını. Tatlılarda şerbete tat vermek için bal kullanıyorlar bu da ağır ve yakıcı oluyor. 

-Su ve elektrik kesintisi çok oluyor. Bazı yerlere su çok nadir veriliyor. Şebek hattı kullanınca su yönünden çok sıkıntı çekiliyor. 

- Hırsızlık olayları var. Bazı yerlerde dikkatli olmak gerekiyor. Çok kalabalık yerlere girmemenin faydası var. Her zaman temkinli olmak gerekiyor.

-İnternet çok zayıf. Türkiye'de bile ilk internet kullanım zamanlarında bu kadar sıkıntı çekmemiştik. Buraya ilk taşındığımızda tam 4 ay internet bağlatmak için bekledik. Kablosuz ağ yok denecek kadar az. Öyle kafelerde falan yok, internet kafeler var tabi ama hiç gitmediğim için bir yorum yapamıyorum. Yine de acil işleri halletmek için yeterli olabilir. 

-Pizzayı çok seviyorlar. Bolca pizzacı var. Buradaki pizzalar pek güzel sayılmaz daha çok lahmacun veya pide gibi. Yine de başkentte güzel yerler de yok değil. Dediğim gibi neyin nerede güzel ve temiz yapıldığını bilmek, öğrenmek gerekiyor. Genelde hijyen diye bir şey yok. Bardaklar, tabaklar, şişeler restorantlarda hep kötü. Kaliteli yerler de var ama servis de çok yavaş. Zaten yavaşlık insanların içine işlediğinden her yerde. Yine de bu yavaşlığın içinde olmak bir nebze de olsa güzel. Sürekli bir koşturma halinde olmamak günümüzde insanların özlediği bir durum. 

-Kahvehane kültürü çok fazla. Erkekler genelde hep bu kahvehanelerde vakit geçiriyorlar. Türk kahvesi bulmak mümkün değil. Yerel halk genelde açık ve çok şekerli olan naneli çayı tercih ediyor. Alışılınca lezzeti aslında çok güzel ve hazmı kolaylaştırıyor. Genelde espresso tüketiliyor. Ufak bardaklardaki bu kahve oldukça sert ve acı olarak minik bardaklarda içiliyor. Genelde gün boyu bir bardak kahveyi içiyorlar veya pek çok kişi aynı bardağı paylaşabiliyor. Hamoud adında yerel bir gazozları ve kola benzeri Selecto adına bir içecekleri var. Kolaya hiç benzemediğini söylemeliyim. Fransız şarapları çok güzel. Kaliteli restoranlarda harika şaraplar bulmak mümkün. Gece hayatı için fazla alternatif yok, keyif alınabilecek, bayanların veya ailelerin gideceği çok nadir bir iki yer var. O da başkentte büyük otellerin barları diyebilirim. 

-Kadınlar başkentte günlük yaşama dahil olabiliyorlar, evlerinde kapalı değiller. Başkent Cezayir'in en modern en gelişmiş yeri. Pek çok şeyi bir arada bulmak mümkün. En büyük şans Cezayir'e gelip başkentte yaşamak. Uzak yerlerde kaldığınızda olanaklar fazlasıyla kısıtlanıyor, yaşam çekilmez bir hal alabiliyor. 

-Sosyal hayat için pek alternatif yok ama yapılabilecek güzel aktiviteler oluyor. Tabi araştırıp bulmak gerekli. Festivaller, konserler, sergiler oluyor. Sinema var ama açık olanına hiç rastlamadım. Tiyatro gösterileri yapılıyor yalnız onu biliyorum. Karaoke çok sevilen bir eğlence türü. Sokaklarda adını petang olarak bildiğim kumda metal topları uzaktan birbirine vurmak suratiyle attığınız bir oyunu neredeyse herkes oynuyor. Bir keresinde bende denemiştim oldukça zevkli bir oyun.

Şimdilik aklıma gelenler ve kısa kısa yazmak istediklerim bunlar. Her bir sırayı sayfalarca yazabiliriz aslında. Bu aşamada sizi uzun kelimelerle daha fazla yormak istemiyorum. Bana sorularınızı yorum yoluyla yazabilir veya mail olarak gönderebilirsiniz.

Hayatta herkes seçimler yapar ve bir yola girer. Cezayir'e gelmeyi düşünüyorsanız iyice düşünün. Pek çok artısı olduğu gibi eksisi de var. Birikim amaçlı bir müddet yaşanabilir, biz burada 5 sene kaldıysak inanın herkes kalabilir. Tabi sabırlı olmak, iyi taraflarını görmeye çalışmak, hayatı tanımak ve ona katılmak gerekiyor. Türkiye ile kıyas yapılabilecek bir yer değil. Burada gelen insanlar aslında kendi memleketimizde ne kadar da şanslı olduğumuzu yeniden anımsayacaklar. 

Yine de görüp tanımak gerektiğine inanıyorum. Fas ve Tunus'u görenler burayı kısır bulacaklardır ama her şehrin kendine has sihirli tarafları olduğunu düşünüyorum. Önemli olan hikayeleri duyup, ruhunu hissedebilmek. Hiç bir şey saf kötü olamaz içinde mutlaka güzellikler barındırır!

Umarım buraya gelen herkes için Cezayir güzel bir deneyim, güzel hatıralar ile dolu keyifli bir yolculuk olur. 

7 Haziran 2012 Perşembe

National Geographic France; Portraits d'Algérie


National Geographic France Haziran sayısında Cezayir'den manzaralara yer vermiş. Ben de tesadüf eseri gördüm ve inceledim. Her zamanki gibi çok güzel kareler var. Zaten National'ın fotoğraflarını beğenmemek elde değil ki. 







 Bu fotoğrafı da ayrıca çok sevdim. Arapça yazıların görselliğine hayranım. Nasıl da nakış işler gibi işliyorlar bir bir. Aslında buradayken Arap alfabesini de öğrenmek çok istemiştim, biraz başladım ama gerisini getiremedim. Bir çok şeyi aynı anda yapmaya çalışmak oldukça zor. Hele Arapça söz konusu olduğunda ise ayrıca zor geliyor tabi ki, bir de bir yandan Fransızca öğrenmeye çalışırken daha da zor oluyor. 

 Cezayir'de görülecek harika yerler var. Arşivimdeki fotoğraflara bakıp iç geçiriyorum. Yalnız mesafeler çok uzak olduğu için uzunca bir zaman ayırmak gerekiyor geziler için. Tatiller de az olduğu için ne yazık ki henüz uzak yerlere, çöle yakın yerlere gitme olanağımız hiç olmadı. Tamanrasset, Hoggar, Ghardaia merak ettiğim yerlerden bir kaçı. Zaten genelde o çok hayran olduğumuz fotoğraflar genelde buralarda çekilmiş oluyor çünkü oraların dokusu bir başka. Oradaki yerel halk, yaşam, giyim, yemek kültürü çok farklı. Göçebe Tuareg'leri görmek de muhteşemdir eminim. Sadece iki kez gerçek Tuareg ile karşılaştım buraya geldim geleli. Biriyle az da olsa sohbet imkanı bulmuştuk ama diğerini sadece çay yaparken uzaktan izleyebilmiştim. Koyu tenleri, yüzlerini kapatan peçeleri, sert bakışları ve cüsseleriyle insanı biraz korkutuyorlar açıkçası. Yine de bir daha fırsatını bulursam o kadar da korkmayacağıma eminim:)





Başkentte'de binalar ve sokaklar da çok etkiliyor insanı. Ben olsam evlere, mimariye de fazladan yer ayırırdım. Yazmakla bitmez ki buralardaki yaşam ve yaşamın izleri, izlenimlerimiz. 
Bu sayıyı bulursam eğer ben de almayı istiyorum. Eminim daha pek çok güzel fotoğraf bekliyordur beni o mis kokulu sayfalarda. 

Not: Tuaregler yazımı bitirmeme az kaldı. Heyecanla yayınlamayı bekliyorum. Umarım seversiniz!

3 Haziran 2012 Pazar

Ufacık tefecik mutlu detaylar


Havalar burada artık iyice ısındı. Her ne kadar çoğu zaman Afrika Kıtası'nda olduğumu hissetmesem de, yaz dönemlerinde ortaya çıkan kocaman böcekler ve fırında yaşıyormuş izlenimi veren sıcaklar sayesinde hissediyoruz artık. Entomolog(Böcek bilimci) olsaydım eğer burada pek çok çeşit bulabilirdim herhalde. İlaçlanmasına rağmen evimizde her gün kocaman siyah çekirgeler öldürüyoruz. Bunun yanında daha örümceği, kabuklu böceği, çiyanı ve yeşil çekirgesi de mevcut tabi. Bir de kene var ayrıca. Bu sıra en çok ondan korkuyorum. Kediciklerimi bile doya doya sevemiyorum. Kontrol ediyoruz tabi onları neyse ki yok da rahatız. 

Sıcakları hissetmeye başladığımızdan beri tatil günlerinde bahçede kahvaltımızı yapıyoruz güneş gelene kadar, sonra akşamları bazen yemeği bahçeye hazırlıyor veya yemek sonrası çay içiyoruz. En keyifli tarafı da işte bu; eve hapis kalmaktan nihayet kurtulduk! Zaten böyle havalarda içeri girmek istemiyor insan, ne diye girsin ki temiz hava almak varken. Böyle zamanlarda her şey daha zevkli hale geliyor. Kitap okumak ayrıca keyifli, yemek yapmak ve yemek ayrıca keyifli, bahçedeyken rüzgarı hissetmek bambaşka. 

Bu sıra yine kendimi kısaca fimo diye adlandırdığım hamurlarıma verdim. Aslında Sculpey marka kullanıyorum arkadaşım Gül'ün tavsiyesi üzerine ama genel olarak fimo demeye alışmışım. Öncekilere nazaran şimdi daha çok ilgiliyim ve daha büyük zevk alıyorum. Bir sürü de yeni obje ve yemek minyatürü yapmayı öğrendim. Her gün kendimi geliştiriyorum. Bazen yapamayınca üzülüyorum ama tekrar tekrar deniyorum. Minyatürlerin dünyası bir başka, hem rahatlatıyor hem ortaya çıkan sonuç çocuk gibi mutlu ediyor beni. Zaten oyuncakları hala sevdiğim için çocukluk günlerime geri dönüyor gibi hissediyorum. Yakında yaptıklarımı paylaşacağım. Yalnız malzeme sıkıntısı çekiyorum tabi, yurt dışından inanılmaz güzel şeyler var ama ne yazık ki Türkiye'de daha hepsi yok. Ama Tahtakale Hobi'nin internet sayfasında güzel şeyler buluyorum ve bu beni çok mutlu ediyor. Umarım daha fazla çeşidi de yakın zamanda getirirler. 


Şantiyedeki anne köpeğin yavruları oldu 9 tane. Bu eski bir fotoğraf şimdi büyüdüler bile:) Doğduklarında pek şekerdiler. Şimdi ben ellemeye korkuyorum ama o ilk zamanlarda sevebilmiştim.


Bunlar da benim minişler. Yemeğe hücum etmiş halleri tabii  ki:) Artık onlar da büyüyorlar. Önceden yanlarında gidince biraz korkuyorlardı şimdi hemen ayaklarıma dolanıyor viik viik diye bağırıp oynamaya başlıyorlar. Pek tatlılar:)


Benim pamuk prensesim Charlotte sıcaktan nasıl da bezmiş de yeni yıkadığımız serin betona uzanmış:) Onun bu hallerine bayılıyorum. Yandaki bana miyavlarken fotoğrafladığım da yavrusu Gırgır. O da ayrı bir şebek. Kendini sevdirmek için taklalar atıp duruyor. Kendi tabirimle aynı model olmalarına da bayılıyorum:)


Bu da arkadaşım Ayşe'nin bana ördüğü makrome saksılık. Bizim bahçe henüz renklenemedi ama şimdi iki tane çiçeğim var açmayı bekleyen. Bu sene yine geç kaldık domates falan ekemedik. Zaten makromenin arkasındaki fondan da anlayacağınız gibi taşlar ve beton kısım hala duruyor. Temizleyip toprak atma hayallerimiz vardı ama yine gerçekleştiremedik ne yazık ki. Bahçe işi biraz zor da olsa çok güzel ve dinlendirici. Bakalım, henüz geç kalmış sayılmayız, inşallah en azından kapımızın önünü seramikle kaplayabiliriz. 


Gırgır yer karolarını döşemek amaçlı eve getirilen çimento torbalarının üzerinde gölgelenip, şekerleme yaparken. Yeni moda olarak birkaç gündür evin çatısında yatıyor, bakalım ne kadar devam edecek. 


Bu da kahve keyfimize örnek oluştursun diye çektiğim bir kare. Bu  fincanlar Antep işi, hediye geldi bize ve kahve içmesi gerçekten çok keyifli. O şekerliğin içine koyacak lokumumuz da olsaydı harika olurdu ama şimdi kahvemiz bile kalmadı. Burada en çok kahve sorunu yaşıyoruz, gelirken getiriyoruz ama yetmiyor. Daha Türkiye'ye tatil için gitmeye neredeyse bir aydan biraz fazla var ama şimdiden kahvemiz tükendi. Keşke burada da Türk marketleri olsaydı da ihtiyaçlarımızı temin edebilseydik. 

Şimdilik bu kadar. Bugün pazar, herkes güzelce tatilin keyfini çıkartıyor, biz çalışıyoruz. En çok hafta sonları keyfini özlüyorum burada. Bir güncük cuma tatili hiç ama hiç yetmiyor. Her seferinde keşke iki gün olsaydı burada da tatil deyip duruyoruz. Ama buna da şükür tabi 15 günde bir tatil yapan şantiyeler de var, biz yine de bir nebze olsun şanslı sayılırız.

Yeni Cezayir yazımı hazırlıyorum. Tuaregler ile ilgili yazacağım. Zevkle okuyacağınıza eminim. Herkese güzel ve mutlu bir hafta diliyorum:)