31 Mart 2013 Pazar

Pazar pazar ne bu özlem


Bugünü Jay Jay Johanson günü ilan ettim gibi bir şey oldu. En sevdiğim ve benim için özel olan Poison albümü sayamadığım kadar çok dakikadır kulaklarımda çınlıyor. Tam da bugün için yapılmış sanki tüm şarkıların hepsi. Bilse beni tam da şu anda ne kadar iyi ettiğini, önemser miydi acaba?

                              fotoğraf: Miquel Pancorbo

 Bugün pazar. Herkes için pek manalı bir gün. Benim içinse gayet sıradan. Ama Türkiye'de pazar keyfi yapanları düşünmeden edemiyorum. Ne mutlu onlara diyorum. Şu an kendilerinin yerinde olmak isteyen biri var burada. Hava yağdı yağacak gibi bugün, karar veremedi. Artık o kadar benimsedim ki yağmuru yağmadığında sanki en kıymetli arkadaşım araması gereken anda aramıyormuş gibi hissediyorum. Oysa şimdi bu güzel coğrafyanın göbeğinde olabilmeyi çok isterdim. Şehrin o mavi beyaz sokaklarında dolaşmak, minik kafelerinde tuhaf tatlı kahvelerinden yudumlamak, biraz deniz havası almak ve insanların yüzlerine bakmak isterdim. İnsanın istediği zaman istediğini yapabilmesi mühim şeymiş, kısıtlı özgürlük diye bir şey de varmış bunu da öğrendik, tecrübe ettik. Bu özgürlüğün adı özgürlükse bilmem gerçeği için hangi kelimeyi kullanmalıyım. 

 fotoğraf: tugbatekeli

Paris hayatımda bir dönüm noktası oldu. Ama fazlasıyla değişik. Fas veya Tunus gibi değil. Orada kelimelere dökemediğim bambaşka bir şey hissettim ve o hissi çok özlüyorum. Sessizce, etrafı dinleyerek, rahatça dolaşmak istiyorum sokaklarında ve kimseyi umursamadan, gülümseyerek, insanlarla selamlaşarak ve sanatsallığı karşısında ağzımı kocaman açarak!

                                                                    fotoğraf: tumblr

Kitaplarımı böyle günlerde daha çok özlüyorum. Her birine dokunmak, koklamak istiyorum. Hepsinde parça parça satırlar okumak ve kafamdakilerle yoğurarak sevdiğim defterlere renkli kalemlerle notlar almak istiyorum. Çimen kokusu içinde, tabiri caizse güneşin alnında, üzerimde tiril tiril elbisemle kitapların o sihirli dünyasına varmak istiyorum.

fotoğraf: tumblr

Bilmem ki ne kadar oldu bisiklete binmeyeli. 3 sene? 5 sene? Oysa ben bisiklet tepesinden inmeyen bir çocuktum. Çok özlüyorum bisiklete binmeyi. Bugün özellikle o istek azı veriyor bana çünkü binebileceğim hiç bir yer yok ne yazık ki etrafımda. Sırf bu yüzden bile gitmeyi isteyebilirim! Neden geldin derlerse sadece bir tur atmak için diyeceğim...


Yollarda olma halini özlüyorum bugün. Bir otobüsle varmayı heyecanla arzuladığım yere varacakken üzerinde yol aldığım asfaltın kokusunu, hızlı hızlı geçen güzel manzaralara daha çok bakma isteğini, otobüslerde ikram edilen dandik yiyecekleri, molada heyecanla karıştıracak bir şeyler bulmak için kendimi hediyelik eşya dükkanlarına atmayı özledim. Otogarları daha çok seviyorum hava alanlarından. Hava alanları daha robotik çünkü ama tren ve otobüs garlarının ayrı bir ruhu bir hikayesi var. 


Bir de canım ne isterse yapabilmeyi özlüyorum. Dilediğim malzemeleri bulabileceğim marketlerin ulaşabileceğim kadar yakınımda olmasını, imkansız yiyecek diye bir şeyin olmaması halini yaşamayı, bol yeşillik ile günü geçirmeyi, gerekirse dibine kadar abanmayı ve ağzımı kocaman lokmalarla doldurmayı, o kadar tokluğa rağmen yine de burnuma gelen waffle kokusunun beni cezbetmesini özlüyorum. 

 fotoğraf: tumblr

Kelimelerimi o çıtırtı eşliğinde hayata geçirmeyi ne çok seviyorum. Çocukken annem beni iş yerinde götürdüğünde bile masanın başından kalkmak istemezdim ki sırf daktiloyu elleyebileyim diye. Yazları denizden geldiğimde duşumu aldıktan sonra ya da bazen vücudumdaki tüm tuza rağmen yatağa uzanıp daktilomda yazılar yazmayı özlüyorum. Sonra delicesine bir çocuklukla, oyuncak hayvanlarımı da plaja götürüp insanların maskarası olmayı da özlüyorum. Çünkü mutluluk böyle zamanlarda daha çok sarıyor insanı en saf haliyle.

 fotoğraf: tumblr

Minik bir kedinin büyümesini izlemeyi özlüyorum. Onun kurabiye kokusunu, pembe ve yumuşak minik bezelyeler gibi patilerini, o pamuk göbeğine dokunmayı, gece viyaklamaları ile uyanmayı, annesini emerken çıkarttığı cok cok ses ile mutlu olmayı özlüyorum. O koruma iç güdüsünün verdiği iç gıcıklamasını, o dopdolu saf sevgiyi ve hayatın ne büyük bir mucize olduğunu görerek kavramayı özlüyorum. 

Özlemek hayatı her anında var. Şiir yazdığım günleri de özlüyorum elbet ama en çok da gecelerin içinde olmayı özlüyorum. Şimdi istesem de geç vakitlere kadar oturamıyorum, otursam da yaptığım şeyler eskisi kadar yaratıcı olmuyor nedense. Sanırım  yaşlanıyorum. İçimde bitmek bilmeyen bir açlık var, hayat katılma açlığı ve bildiğimiz açlık, her bulduğunu yeme halindeyim. Bilmem yakında balon balığına döner miyim. Bende birazcık hırs olsa ahh Tanrım neden bu kadar hırssız biriyim ki ben!

Bu sıra beni en çok mutlu eden şey arkadaşlarımdan gelen kartlar, mektuplar. İlaç gibiler, mutluluk veren renkli güzel haplar sanki her biri. Ne çıkacak diye içinden o zarfı hem bir an evvel açmak istiyor hem de olabildiğince ertelemeye çalışıyorum büyüsü bozulmasın diye. Bir garip hallerdeyim yani. Şimdi çooook sevdiğim turuncu saçlı arkadaşım bir güzel etkinlik başlattı. Detaylar için Saçaklı'nın Not Defteri  adresine tıklayın hemen. Hazırlanın! Panolarımız harika objeler, resimler, fotoğraflar v.s ile dolacak. Panosu olmayanlar edinsinler hemencik. Benim panomda biraz yer açmam gerekecek anlaşılan. Olsun açarım ki...

25 Mart 2013 Pazartesi

Karma

Yine uzun mu uzun bir ara verdim. Aslında hep açık duruyor blog sayfam önümde fakat bir türlü yazamadım. Bu sıra ruh halim bir acayip. Pek çok şey yapmak istiyor, önüme kocaman listeler yapıyor ama bir tanesini bile yapmayı başaramıyorum. Biliyorum bir başlasam gerisi gelecek ama işte o ilk adımı atmak pek zor geliyor. Havaların üzerimdeki etkisi de büyük. Ne zaman yağmur yağsa, ki bu sıra hep yağmur ve rüzgar var, hep yatak beni çekiyor. Kocaman bir camın önünde oturup etrafı izlemek, sıcacık çayımı veya kahvemi yudumlamak, bir yandan da kitaplarıma dalıp sayfalarında kaybolmak tüm derdim. 


Havalar güzelleştiğinde bu kocaman bulutlara bakmak ve griliklerin ardında aslında havanın hep açık olduğunu düşünmek hoşuma gidiyor. Bu bulutları neden bu kadar çok sevdiğimi düşünüyorum da bir türlü bulamıyorum. 


Sis sabahları karşılıyor bizi erken saatlerde. Artık ben de sevmeye başladım kendisini. Kasvet habercisi gibi gelse de yine de ısınıyorum ona yavaş yavaş. Sisli fotoğrafları da çok seviyorum. Keşke daha çok zaman ayırabilsem fotoğraf için. Baharı bekliyorum bunun için. Bahar gelsin ve yanında bir sürü yenilik de getirsin diye umut ediyorum. 


Babaanneciğim benim. Onun kurabiyelerinin kokusu yine burnumda son günlerde. Bir özlem gelip vuruyor insana işte zaman zaman. Bu fotoğrafı en sevdiklerimden. Türkiye tatilimde amcamlardaki fotoğrafından cep telefonumla aldım bu kareyi. Ofisimdeki panoda aile fotoğraflarımız duruyor, onların arasına koymak istiyorum bunu da. Ne zaman bu fotoğrafa baksam onun hakkında ne kadar az şey biliyorum diye düşünüyorum; keşke onu daha da yakından tanıyabilseydim, keşke daha çok zamanımız olsaydı. Nur içinde yatsın. 


Prensesim hala ortada yok. Cezayir'e geleli bir aydan fazla oldu, onun da gittiği neredeyse iki ay olacak. Ben hala bir ümit dönecek diye bekliyorum. Bazen düşünüyorum beni bırakıp gittiğini düşünmek mi daha kötü yoksa öldüğünü düşünmek mi. Ölmesi düşüncesi de ağır gelmesine rağmen onca sevgiye emeğe rağmen bırakıp gittiğini düşünmek bana daha çok koyuyor. Hep sesi kulağımda. Zaten ne zaman kedi sesi duysam kapıya fırlıyorum ki bazen duyduğum ses çok alakasız bir ses de olabiliyor. Acaba vazgeçsem mi beklemekten, belki o hiç beklemediğim bir anda çıkagelir. 


Plaklarımı dinledim tatil için gittiğimde. Yazlıktaki tavan arasından geldikleri için kapları da yok. Onlara bir dahaki gidişimde koruma kılıfı yapacağım. Çok güzel  her biri. Dinlemeye doyamıyorum. Plak çalarım, plaklarım ve daktilolarım ile ilgili ayrıca bir nostalji yazısı yazmak istiyorum en kısa zamanda. Daha yazacak öyle çok mevzu var ki. Bakalım sırası gelecek hepsinin. 


Paris. Ne çabuk geçti oradaki günlerimiz. Delicesine özlüyorum sokaklarını, binalarını, o huzurunu, masalsı dokusunu ve seslerini. Yeniden gitmek istiyorum. Paris seyahatimiz ile ilgili de dokümanlarım hazır onları da en kısa zamanda paylaşacağım. Fotoğraflarla da olsa orayı yeniden yaşamak iyi gelecek eminim. 

*Hepsinden önce istek üzerine Cezayir ile ilgili birkaç yazı yazacağım bol fotoğraf takviyesi ile. Sonrasında da Paris yazısı. Umarım uzun aralarım sizleri benden kopartmıyordur. Ben her zaman heyecanla yazmaya devam edeceğim. 

Cezayir'den sevgiler

6 Mart 2013 Çarşamba

Dinmek bilmeyen yağmurlar

Tam güneş açıyor diye sevinirken yağmurla karşılaşıyoruz yeniden. Tatil için gittiğimizde bir ay yağmurlar hiç dinmemiş. Geldiğimizden beri devamlı yağış olmadı ama her gün mutlaka az da olsa yağdı. Hele buranın rüzgarlarına akıl sır erdiremiyor insan. Öyle bir esiyor ki bazen ben de yaprak gibi uçup gideceğim herhalde diye düşünüyorum.


Yağmur yağarken evde olmayı, sıcak bir ortamda olmayı ve sadece pencereden yağışın izlemeyi seviyorum. Bir de sonrasındaki toprak kokusunu. Eskiden yağmurları daha çok severdim. Çünkü benim bildiğim yağmurlar böyle delice değildi sakin yağışlar etkilerdi beni. Bardaktan boşalırcasına ve büyük bir hışımla yağıyor burada yağmur, döver gibi. 


Böyle havalarda en çok kediciklere üzülüyorum. Tabi sokaktaki yalnız insanlara ve diğer hayvanlara da ama kediler ayrıca içimi acıtıyor. Bu fotoğraftaki kediciğe çok acıdım onu alıp kurulamak, elmayra edasıyla beslemek, ısıtmak, mıncırmak ve sevmek istedim. Kedisiz bir yaşam zor. Alışamadık gitti. Ortada sevilecek başka kediler de yok. İzmir'in en çok bu yönünü seviyorum. Her yerde kediler var. Köpeklerden hala korkuyorum bu yüzden ısınamıyorum sanırım. Ama kediler konusunda çok tecrübe kazandım buradaki yıllarımda, bilmediğim, tanımadığım bir sokak kedisini bile çocukça, korkusuzca sevmek okşamak istiyorum. Çocukluğumdan beri yumuşak dokulu şeyleri severim. Kimisi dokunamaz ya öyle içi hoş olur bende tam tersi içime sokasım gelir yumuşacık şalları, battaniyeleri, çorapları, yünleri, hırkalar v.b Kediler bana bu hissi yaşatıyorlar. Hep en sevdiğim oyuncağımın canlanmasını isterdim çocukken kediler bende oyuncağımın canlandığı hissini yaratıyorlar. Onları görünce mutlu oluyorum.


Yağmurda sırılsıklam olmak arzusu vardır hep içimde. Ama ıslanmak sanırım sadece mecbur kaldığımda sevebildiğim bir şey. Bu yüzden tercihen çıkıp da yağmurun altında sucuk olmadım. Günün birinde yapmam gerekenler listesinde bu seçenek de olacak eminim. 

Bahar aylarını seviyorum. O ayların getirdiği huzuru seviyorum. Doğanın canlanmasını, her gün yeni bir çiçeğin güne hazırlanışını izlemeyi seviyorum. Enerji dolmayı, bir şeyler üretmek için heyecanlanma hissini bana getirmesini seviyorum. Yağmurlar olduğunda hep evde kalmak, uzanmak, kitap okumak, sıcak bir şeyler içmek ve tembellik yapmak istiyorum. Ama en güzel yazılarımı da böyle günlerde yazabiliyorum. 

Kafamda birikmiş bir sürü şey var. Listeler yazabilirim, bir yerden başlamak için biraz şevke ihtiyacım var. Her gün yazmak istiyorum ama başaramıyorum hep bir engel çıkıyor. 

Yağmurlar dinsin ve bahçemizde kahvaltı yapmaya başlayalım artık ve hayatımız hep masal tadında geçsin.