10 Nisan 2013 Çarşamba

Paris: Montparnasse-Jardin du Luxembourg

Paris seyahatimi anlatmak üzere fotoğraf dosyalarını toparladım. Ama yaklaşık olarak 3000 tane fotoğraf olduğu için kafam epeyce karıştı. Tabi zamanla insan unutuyor da istikametleri, sokakları; bir de karman çorman anlatmayayım diye sıraya dizmeye çalıştım. Umarım başarılı olabilmişimdir. 

Yılbaşı için bir seyahat düşünmüştük. Öncesinde İspanya rotası aklımızdaydı ama sonra ben yeni yılı Eyfel kulesinin ışıltısı ve ihtişamı altında karşılamanın daha güzel olacağını düşündüm ve arkadaşlarımız da sağ olsunlar bize katıldılar. Böylece Paris için hazırlıklara başladık. Ben sayfa sayfa listeler yaptım, bir sürü detayı araştırdım, haritalar, adresler öğrendim ve bir program yaptım. 5 günde çok fazla yer gezemeyeceğimizi söyleseler de ben inatla listeme her görmek istediğim yeri yazdım. Paris'te olmak fikrinin sadece kendisi bile o kadar ilham vericiydi ki. Vize işlemlerini de hallettikten sonra yola çıktık. Yolculuk güzel geçti. Charles de Gaulle havaalanına indik. Pasaportta üçüncü sınıf insan muamelemizi de gördükten sonra bavullarımı aldık. Hava alanında internetin olmaması benim için büyük bir hayal kırıklığı oldu. Var olan internet de ya şifreli ya da kendi vatandaşları için özel bir kodla ayrılmıştı. Planladığımız üzere çoklu metro kartlarımızı, müze kartlarımızı ve Paris Visit kartlarımızı aldık. Bu aşamayı kesinlikle atlamamak gerekiyor. Bu kartlarla metroya inip binerken çok rahat ettik hiç sıra beklemedik, müzeler için de keza öyle oldu. Sadece bu kartın kabul edilmediği Eyfel Kulesinde  ve Versailles sarayında ekstradan bilet aldık ve sıra bekledik. Hava alanında daha iner inmez sanat bizi karşıladı. Bu çeşme bayanlar tuvaletinin hemen yanındaydı. Ben de gördüğünüz gibi tuvalete bile makinem ile girecekmişim neredeyse :)


Sonra metroya bindik ve hava alanından aldığımız haritamızla rotamızı belirledik. Paris metrosu öyle güzel ki her şey detaylıca açıklanmış. Kaybolmanız mümkün değil. Paris'te en kolay ulaşım yolu metro. Biz ekstradan zevk için otobüse ve trene de bindik, tavsiye ederiz eğlenceliydi. 


Montparnasse'ta konaklayacağımız için Denfert-Rochereau durağını yakın bularak indik. Ama sonra keşfettik ve Montparnasse durağında da indik birkaç kez. Zaten caddeler harika yürümek büyük keyif veriyor. 




Caddeler boyu yürüdük metrodan indikten sonra otele ulaşmak için. Harita pek iyi geldi bir de tabletimizdeki navigasyon da bayağı işe yaradı. Mutlulukla etrafı izleyip bavullarımızı çekiştire çekiştire yürüdük :)


Binaların mimarisi Cezayir'dekilerle neredeyse aynı. Zaten Cezayir'dekiler de fransızlardan kalma. Yine de epey ilgimizi çekti. 



Saat çok erken değildi ama sokaklar tenha sayılırdı. Sonrasında hemen dolmaya başladı zaten.


Otelimiz Montparnasse mezarlığının hemen arkasında kalıyordu. Tabi ben bunu da görünce epey memnun oldum çünkü orayı ziyaret etmeyi çok istiyordum. Montparnasse'ta kalmak sanırım en doğru karardı. Oraya bayıldım. Hatta sürekli burada yaşanır deyip durduk. 




Özellikle otelimizin bulunduğu sokak bir harikaydı. Pastaneler, butikler, manavlar, restorantlar ne ararsanız vardı ve hepsi bir o kadar şıktı. Bayıldık. O sokakta yürürken hissettiklerimi yazsam da yeterli gelmez. Bir kar küresinin içinde masal diyarında gibiydim adeta. 


Bu kırmızı şirin pastaneye bayıldık. İçerideki her şey de son derece lezzetliydi. Bunun gibi pek çok pastane vardı biz her gün bir başkasını denedik merak ettiğimiz için. Yine de çoğunluğumuzu çalışanlarının epey güler yüzlü olduğu diğer pastaneyi seçtik.



Donutlar, kruvasanlar, tartlar, kurabiyeler hepsi çok lezizdi. Sabahları vakit kaybetmemek adına otelde kahvaltı yapmadık, sandviçlerimizi aldık gideceğimiz yerlerdeki parklarda, cafelerde, banklarda oturup etrafı izleyerek yedik. Bence harika bir seçimdi iyi ki öyle yapmışız. 





Deniz ürünleri satan dükkanlar da bir harikaydı, gözlerimizi alamadık. O kadar büyük karidesler vardı ki hayran oldum ve tabi pek çok da çeşit deniz ürünü vardı. Kimileri yerlerde dolaşıyorlardı yengeçler falan. İstiridyeler de süperdi. 




Burası da şarküteri gibi bir dükkandı ve ön kısmını  sadece makarnalara, raviolilere ayırmıştı. Birbirinden renkli ve çeşitliydi peynirlisi, ıspanaklısı v.b


Çiçekçileri de es geçemezdim tabi. Her yerde benim çok sevdiğim minik top çiçeklerden vardı adını hatırlayamıyorum şu anda. Fotoğrafta biraz az görünmüş çiçekler ve durdukları raflar oysa epey uzundu. Bu arada eldiven ve bere taktığıma bakmayın sonrasında hemen soyundum çünkü hava soğuk değildi. Beklediğimizden güzel geçti havalar. Sadece yılbaşı gecesinde yağmur yağdı o da tam otele dönerken:)


Arkamda gördüğümüz kafeye biz kısaca fareli kafe diyoruz. Bir gece kahvemizi içerken ayaklarımızın altından minik bir fındık faresi geçti. 




Otelimizin adı Hôtel Clairefontaine. Göz atmak isterseniz web sayfası burada ve booking. com sayfası da burada,  yorumları da son derece olumlu. Ne yazık ki giriş kısmından görünümünü çekmemişim. Otelden son derece memnun kaldık. Gayet temizdi, ufaktı. Yer olarak da oldukça merkezi, metroya da çok yakın. Burayı seçmemizin nedeni kayın biraderimin eşinin babasının oteli olmasıydı. Bizi çok güzel ağırladılar, son derece memnun kaldık. Yeniden gitsem orada kalırım herhalde. Hem fiyatları uygundu hem de sevimli bir oteldi. Otelin büyük olması gerekmiyordu bizim için çünkü sadece yatmak için kullanacaktık ki nitekim gerçekten de öyle oldu. İyi ki de böyle bir tercih yapmışız. Tanıdık olması da güvenlik açısından çok iyi oldu. 


Eşyalarımızı otele bırakıp zaten hemen akabinde yollara vurduk kendimizi. Plan doğrultusunda gidip sokakları hayranlıkla izledikten sonra Lüksemburg Bahçesinden (Jardin du Luxembourg) kapısından içeri girdik.



Eminim bu mevsimde daha da harika olacaktır. Zaten web'den fotoğraflarına bakarsanız hayranlığımı daha iyi anlarsınız. O kadar güzel bir bahçeydi ki. Herkes büyük bir şuhu içerisinde yürüyor, kitap okuyor, dinleniyor, sohbet ediyor veya spor yapıyordu. Şöyle de bir özelliği var fotoğrafta görmüş olduğunuz kum artık nasıl bir kumsa ayağınıza kesinlikle yapışmıyor. Bahçeden çıkarken ayaklarımızın altında tek bir tane bile yoktu. 





Bahçedeki heykellere bir heykel delisi olarak bayıldım. Hepsine ayrı ayrı dokundum, hissettim. Zaten bir masalın içinde hissediyordum kendimi. Bu kadar sanat dolu bir şehirde olmak beni şaşkına çevirdi doğrusu. Hep sanki bulutlardaymışım gibi gezdim durdum ve içimden bitmesin, bitmesin dedim. 





Sanki az önce birileri sohbetlerini bitirip şu sandalyelerden kalkmış gibi bir hava var değil mi. Orada oturup kitap okumak ve okuduklarım üzerine arkadaşlarımla uzun sohbetler etmek çok isterdim. Baharda veya yazın mutlaka gidip görülmesi gereken bir yer. 


Çıkışında bizi bir sokak sergisi karşıladı. Pek hoşumuza gitti doğrusu. Sonrasında yine kendimizi yollara vurduk ve bir sonraki durağımız olan Pantheon'a doğru haritamızın gösterdiği istikamette ilerledik. 



Her yerde heykeller, sütunlar, melekler, çiçekler, renkli yapılar v.b şeyler görmek büyük bir mutluluk veriyor insana. Bir acayip huzur ve gülümseme gelip yerleşiyor insanın içine. Gerçekten çok acayip bir duyguydu. 


Bir kitapsever olarak da bu kitapçıya hayran kaldım. Victor Hugo'nun Sefiller'i harika ciltleri ile karşımda bana gülümsedi. İçerisi de tam bir cennetti. Saatlerce oradaki bütün kitapların sayfalarını karıştırabilirdim ama ne yazık ki zaman çabuk ilerliyordu. 

Sonraki yazılarımda da eminim bahsetmeden edemeyeceğim ama şimdi yeri gelmişken söylemek isterim. Paris gerçekten bir çırpıda gezilecek bir yer değil. Uzun zaman ayırmak gerekiyor. Ama kimin o kadar zamanı oluyor ki. Turist edasıyla koştur koştur gezmek aslında hiç akıllıca değil ama bizim ancak ona fırsatımız olabildi. Şimdi bir dahaki seyahati planlıyorum durmadan ama durmadan. Her seferinde bir dahaki gezimde Paris'in daha çok tadına varacağım onu sindireceğim diyorum ama eminim yine beni telaş saracak ve her yere yetişmeye çalışacağım. Paris'e her fırsatta gitmek gerek. Ben seveceğimi biliyordum ama bu kadar takılı kalacağımı düşünmemiştim. Şimdi yeniden gideceğimiz o zaman için bile heyecanıma engel olamıyorum. Yılbaşı zamanı epey kalabalık oluyor ama yine de bu yönüyle de kendisini görmek gerekiyor. Bahar'da, karda ve yeni yıl zamanında. Paris ayrıca her mevsim ve her koşulda güzel bir yer. Orada gerçekten yaşadığını hissediyor insan ve nefes alıyor, gülümsüyor. 

Fotoğraflar ve gezilen yerler çok olduğundan parça parça yazmam gerekti. Bir sonraki post'ta Pantheon, Notre Dame kilisesi ve Saint Chapelle ve La Consiergerie var.

2 yorum:

  1. Aslında aklımda pek Paris yoktur (Louvre hariç). Hem "nasıl olsa gidilir" duygusu, hem de gidenlerin -tıpkı senin söylediğin gibi- girişte 3.dünya ülkesi vatandaşı muamelesi görmelerinden dolayı:( Ama o kadar güzel bahsetmişsin ki, Paris'i görmek istedim ben de:)

    YanıtlaSil
  2. yaaa bu lüksemburg bahçesi'nin fotoğraflarını her yerde görüyorum ama neresi olduğunu bi türlü öğrenememiştim! ben de istiyorum yapışmayan kumunda yürümek :)

    YanıtlaSil

Yorumlarınız ve paylaşımınız için teşekkürler. Mutlu kalın:)