21 Nisan 2013 Pazar

Paris: Palais de Justice- La Conciergerie

Paris'te yolculuğumuza devam ediyoruz kaldığımız yerden. İkinci günümüzde Saint Chapelle'i gezdikten sonra kocaman bahçesinde turlamaya devam ettik.

Palais de Justice yani Adalet Sarayı Saint Chapelle ile aynı yerde bulunuyordu. Biz aslında orada olduğunu bilmeden gitmiştik ama bize güzel bir sürpriz oldu. Yine her zamanki gibi işlemeler, altın varaklar ile çok ihtişamlı görünüyordu. İçerisine girmedik açık mıydı onu bile şu an hatırlamıyorum herhalde ziyarete gelen insanlar yoktu. Sadece merdivenlerinde fotoğraf çektiriyordu turistler. Biz de turist olarak bir  hatıra fotoğrafı çekilmeyi ihmal etmedik.



 Saint Chapelle için sıraya girmeden evvel bu kapıyı görmüştük fakat adalet sarayının kapısı olduğunu bilmiyorduk. Biraz acemilik yaptık elbette ki :)



Paris'te çok sevdiğim bir diğer şey ise bu sokak lambaları oldu. Hele mavi gökyüzündeki beyaz bulutlarla  muhteşem yapılar bir araya gelince hep güzel görüntüler elde ediyor insan. 

Şu yaprakların, kral tacının ve çiçeklerin güzelliğine yakından şahit olmak büyük bir şans gerçekten de. Kalkan görünümdeki yuvarlak kısmın içindeki arma'da yine çok sevdiklerimden biri.



Melekler her yerde. Sanırım daha evvel bu kadar çok meleği bir arada görmemiştim. Bu estetik ve ruhla aynı gökyüzünün altında buluşmak insana her daim ilham veriyor. İnsan Paris gibi bir yerde yazar ya da şair olmaz da ne olur acaba?



Şimdi sıra La Conciergerie'de. Burası Mary Antoinette'in idamını beklediği yer olarak biliniyor. Eskiden hapishane olarak kullanılıyormuş. Şimdi büyük bir sanat galerisi. Notre Dame Katedraline çok yakın. Zaten metro kullanarak her yere ulaşmanın çok kolay olduğunu yazmıştım ama Paris'te yürümek de büyük keyif. Biz hayatımızda hiç bu kadar çok yürümemiştik. Pek çok birbirine yakın yere, ara sokakları da görmek niyetiyle hep yürüyerek gittik. 

Gördüğünüz gibi La Conciergerie kocaman bir yer. Gerçi içerisindeki harika eserlere takılıp bu kadar büyük olduğunu idrak edemiyorsunuz ama yine de büyük bir yapı olduğunu anlıyor insan duvarlarından, yüksekliğinden ve yürüme mesafesinden.


Tavanı özellikle benim çok ilgimi çekti. Biraz da Yerebatan Sarayına benzettim bu fotoğraftaki haliyle. Oraya gittiğimde epey küçüktüm ama içeri girdiğimde direk çağrışım yaptı. 




Burada da Marie Antoinette'in canlandırmasını görüyorsunuz. Biz bu hali ile görmedik ama beklettikleri özel yeri gösterdiler. 


İçeride hayran kaldığım pek çok eser vardı. Masal kitabından fırlamış gibi görünen kocaman kocaman kaleler, minik şatolar, şövalyeler vardı. Projektör ile tablolara yansıtılan görüntüleri özellikle çok beğendim. 


Kitaplar cam bölmeler ile korunuyordu. Çok da iyi oluyor böylesi yoksa benim gibi kitap delileri kendilerini alamayıp kesin koklamaya dokunmaya kalkarlardı. Yazılar öylesine büyüleyiciydi ki. O devirlerde yaşamak çok isterdim. Evimdeki bütün kitaplar böyle olsaydı keşke. Sayfaların kenarlarında altın varaklar vardı. Altın yaldızlar ile yazılan kısımlar vardı. Resimler zaten çok ilgi çekiciydi. Sayfaların inceliği ve yumuşaklığı baştan çıkartıyordu insanı. Yumuşak olduğunu nereden mi anladım? Hissettim. Sayfaları öyle inceydi ki insan dokunmaya kıyamazdı. O camın arkasından bile buram buram eski kağıt kokusu geldi durdu burnuma. 

Bu kitaplara da bayıldım. İkinci kitap bir masal kitabıydı Bluebeard (Mavi sakal). Charles Perrault tarafından 1697'de yayımlanan bir kitapmış. Detayları linkten okuyabilirsiniz. 


Burada da yine altından muhteşem bir kale, içinde de görebildiğim kadarıyla Paris'teki ünlü yerlerin (Notre Dame, Sacre Coeur , Saint Chapelle ) minik tasvirleri yer alıyor. 


Deniz manzaraları virane şatonun hayranı oldum. Yağlı boya bir tablo ve o kadar canlıydı ki. Denizin dalgaları insanı kendine çekiyordu. Renkler ve doku mükemmeldi. Aşağısındaki şatoyu da çok beğendim. O da bir el çizimi, renkleri ve muntazam çizgileri ile harikaydı.


Sanırım burada beni en çok büyüleyen ve dakikalarca başında kalmamı sağlayan şey bu Harry Potter'dan çıkmışçasına önümde duran kitaptı. Kitabın sayfaları aslında boş sadece yazılar var üst fotoğrafta görüyoruz. Alttakinde ise projektör ile resmin yansımış hali ile kitap bambaşka bir hal alıyor. Böyle bir şeyi ilk kez gördüğüm için öyle heyecanlandım ki anlatamam. Sayfaların geçmesini bekledim ve izledim çocuklar gibi. Çizimler de oldukça güzeldi. 






Bir de bu kaleleri ve şatoları çok beğendim. Ayrıca başka değişik evler, saraylar, şatolar, bahçeler vardı. Sindy bebek evleri, disney şatoları, legodan şatolar bahçeler de vardı. 



 Buradan da ayrılma vakti geldi de çattı çabucak. Daha bizi bekleyen bir sürü yeni yer olduğu için heyecanımızı koruyarak ilerlemeye devam ettik.


Bir sonraki yazımda yine bolca fotoğraf eşliğinde Paris'i gezmeye devam edeceğiz. Durağımız Louvre Müzesi olacak. Orada çektiğim fotoğrafları on ayrı postta yayınlasam yine de yetmez sanırım :)

Herkese mutlu bir hafta diliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız ve paylaşımınız için teşekkürler. Mutlu kalın:)