29 Temmuz 2013 Pazartesi

Restaurant Le Bon Gibier

Cezayir'e artık iyice yaz geldi. Her yer kavruluyor. Kampımızın bulunduğu rakım yüksek olduğundan hava şehre oranla bir nebze de olsa serin sayılır. Ne zaman alışveriş için şehre gitsek havanın yakıcılığı karşısında şaşkınlığa uğruyoruz. Kışı sevmememize rağmen ve sürekli artık yaz gelsin deyip durduğumuzu düşünürsek bu şekilde fırında yaşamak da açıkçası bize fazla geliyor. Her şeyin fazlası zarar gerçekten.

İki hafta oldu aslında başkente gittiğimiz. Yazı için biraz geç kaldım sanırım. Le bon gibier burada en sevdiğimiz restoranlardan biri. Açık havada yemek yiyebilmek mutluluk verici oluyor. Yemekleri, tatlıları da son derece lezzetli ve çeşitli. Restoranın adının anlamı av hayvanları demek. Pek çok et çeşiti var, tavşan, kaz, dana, koyun v.b Ramazan da serviste pek gecikme olmadı ama normalde yemek için buraya geldiğimizde saat 22.00 den evvel yemeğe başlayamıyoruz diyebilirim. 

Restorant fotoğraflardan da görülebileceği gibi Makam El Chahid'in yakınında. Hava aydınlık olduğundan yemeğe gitmeden önce biraz etrafı turlayıp fotoğraf çektik. 


Makam el chahid'in içine buraya geldiğim ilk yıllarda girmiştim. İçinde güzel bir müze de bulunuyor. Bahçesi de çok güzel. Gayet ihtişamlı bir yapı. Ben o kocaman yapının altında durup büyüklüğü karşısında şaşkınlığa uğramayı seviyorum. 


Bu da anıtın hemen yakınındaki jandarma binasının içinden bir kesit. Bu bina ne olarak kullanılıyor bilemiyorum ama gerek motifleri gerek mimari özellikleri ile hoşuma gidiyor. Cezayir'de en çok sevdiğim şeylerin arasında binalara özenle yerleştirilen bu motifli seramikler oluyor çoğu zaman. 


Yüksek bir alana kurulduğu için manzarayı izlemeye de doyum olmuyor. 



Hemen binaların önünde gördüğünüz bahçe de son derece güzel aslında, buradan pek belli olmasa da. İnsanlar oraya yürüyüşe gidiyorlar. Etraf hoş çiçekler ile bezeli. En çok beğendiğim yerler arasında yer alıyor bu park. Adı da Jardin d'essai. Orası ile ilgili de ayrıca bir yazı yazacağım sizler için.


Bu fotoğraftaki binalar da tam Cezayir ruhuna uygun. Tepelerindeki çanak antenler öyle çok ki görenleri hayretler içerisinde bırakıyor. Binaların kendine has özelliklerini geride bırakıp görüntü kirliliği yaratsalar da yine de ilgi çekiciler. Bu binaların içlerini çok merak ediyorum aslında. Belki bir gün görme imkanı bulurum. 


Giriş kısmında çürümeye bırakılan güzel bir paravan. Haline pek üzüldüm. Türkiye'de olsam hemen evime almak için isterdim.


Bunlar da sandıklara çıkan yolun kenarındaki motifli seramikler. 



 Ahhh bu sandıklar. Umarım Türkiye'de de bulurum da alırım evime. Ne kadar da güzeller öyle değil mi? 



 Neden bilmiyorum ama en çok bu sandığı beğendim ben. 


Restoranın girişini de ayrıca beğeniyorum. Bu sefer farklı bir kapıdan girdiğimiz için ana kapıyı çekemedim. Çıkarken de hava iyice kararmıştı. Aslında daha önce fotoğraflayıp bloga eklemiştim. Yazısı ve kapı fotoğrafı burada. O ahşap ve motifli kapı her gördüğümde beni benden alıyor. Bu yine ahşap, motifli ve boyalı sandıklar da çok güzeller. Her birini yüklenip eve götüresi geliyor insanın. Deniz kızlı ufak çeşme ve yanındaki telden geyik de alıp götürmek istediklerim arasında:)


 Biraz erken gittiğimiz için masalar boştu ama iftar saatine yakın doldu.



Tuvaletten de bir kare alabildim bu sefer. Cep telefonu olduğu için ancak bu kadar çekebildim. Tuvaleti temiz olan nadir mekanlardan biri burası. Bir de Restaurant Le Tantra var orası da son derece şık ve temiz. Orayı da yenilenen son hali ile başka bir yazı da anlatacağım. 


Ben orada olurum da bir kedicik beni bulmaz mı, tabi ki bulur. Önce bu kedicik yanıma yanaştı, çok açtı. Sonra da annesi geldi. Zaten benim yemeğimin çoğunu bunlar yedi :) O kadar sıcakkanlıydı ki çok sevdim miniği. Hem böyle bir restoranda kedi olup hem de nasıl aç kalıyor bu hayvanlar anlamıyorum. Artıkları bile vermiyorlar herhalde. 

 Ana kapının kilidi. 


 İçerideki dolapların kulpları, lavabo kapısı,ve giriş kapısının motifi.



Yemeğimizi yedikten sonra da sahil kenarına doğru sürdük arabamızı. Her yer delicesine kalabalıktı. Ramazanda iftardan sonra sahura kadar her yer açık oluyor, mağazalar, marketler. Sokaklar insan seli. Arabayla hızlıca geçerken ancak bu kadar kare çekebildim hava da karanlık olunca telefonla çekim yapmak deli işi. Alt kısımdaki elbiselerin sıra sıra dizili hali ilk gördüğümde beni epey ürküttü. Hayalet gibiler. Zaten insanlar da karanlıkta öyle görünüyorlar.

Le Bon Gibier maceramız da burada sona erdi. Artık Türkiye tatili dönüşü başka restoranların tanıtımlarını yazmaya devam ederim. Tatil yaklaştığı için herhalde bundan sonraki yazılarım biraz tatil odaklı olur. Ama onlardan evvel kediciğimle ve Cezayir ile ilgili de birkaç yazı yazacağım. 

Herkes için mutlu bir hafta olmasını diliyorum.

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Kamp hayatımızdan detaylar

Bir süredir bahçeyi hale yola koymaya çabalıyorum. Bir yandan da verandamızı güzelleştirme çabam aynen devam etmekte. Lakin burada en ufak şeyler için bile büyük çabalar harcamak gerekiyor. Misal; banyonuzdaki ayna önündeki ışığın patlaması durumunda Türkiye'de yenisini almanız ne kadar sürüyor bir düşünün. Bizim lambamız bozuldu ve neredeyse bir aydır alamadık. Çünkü kendimiz çıkıp alamıyoruz, söylediğimiz kişiler de bir türlü bulmayı başaramıyor. Bu lamba mini bir lamba çünkü. O yüzden de her uygulama hayali kurduğumuz fikri uygulayamıyoruz. Sedir olayı da bunlardan sadece biri. Ben de artık plastik koltukların tepelerinde oturmaktan bunaldığım için eski evimizden gelen ve bu eve sığmayan pufumuzu temizleyip sanki ufak bir okuma köşesi gibi kapının hemen girişine koymayı düşündüm. Çok rahat oldu, iyi ki de düşünmüşüm. Şu anki haliyle çok da cezbedici görünmüyor biliyorum biri tekir, biri bekir modundayız ama bugün biraz güzelleştirmeyi planlıyorum. Şantiye hayatı malum, bulunduğumuz çevre de malum, her şeyimiz öyle biri tekir biri bekir ilerliyor. 


Benim pamuk kızımın uyuma hallerinden bir parça görüyorsunuz. Onunla ilgili hala yeni bir yazı yayınlayamadım. Fotoğraflarını biriktiriyorum. Zaten her gün çekim halindeyiz. Şebek kızımız bizi pek eğlendiriyor. Onu bu kadar seveceğimi düşünmemiştim ki bu kadar çok sevebildiğim için deli gibi mutluyum. Charlotte nadiren aklıma geliyor. Bazen onu çabuk unuttum diye üzülüyorum ama biliyorum ki unutmadım çünkü onun yeri bende hep bambaşka olacak ve öyle de kalacak. Uslu kedinin uslu yatış pozu koydum bu fotoğrafın ismini.


Bunlar da bezelerimiz. Biz beze deriz. Şimdilerde daha çok mereng olarak biliniyorlar, yabancı ismiyle. Ne zamandır deneyecektik, denedik nihayet. Gıda boyası da kullanınca pek şahane oldu. Bugün yeniden yapacağım. Tarifte 20 dk pişirin yazıyordu. Ben de fırınımın normal bir fırın olduğunu düşünerek 20 dkyı bekledim. Lakin yanıldım çünkü altları biraz yandı, kazımak zorunda kaldım yanıklarını. Benim fırınım sadece alttan pişirdiğinden bugün yapacaklarımı 10 dk dan fazla bekletmeyeceğim. Zaten püf noktası çıkarttıktan sonra kendi kendine soğuyup kıtırlaşmasında. Pastanedekilerden hiç bir farkı olmadı. Bence seviyorsanız kesin deneyin. 



Uzun zamandır bir diğer düşündüğümüz şeyde havaların güzelliğini fırsat bilip veranda da açık hava sineması yapmaktı. Nihayet onu da başardık. İlk denemeydi. Perdeyi kurduk, artık hep orada asılı kalacak. Ben hep romantik filmler izleme taraftarıyımdır ama işin içine beyler de girince bir aksiyon filminde karar kıldık. Şansımıza filmin yarısında kocaman kocaman dolu yağmaya başladı. Son kısmını evde izlemek zorunda kaldık. Ama bu fikir mükemmelmiş. Bundan sonra ara ara böyle açık hava sineması günleri yapmayı planlıyoruz. Çamaşır askısı görüntüyü bozuyor o yüzden görmezden geliverin lütfen, ev hali işte bir nevi :) 


Bu yolu pek seviyorum. Ofisten çıkınca hemen karşımıza gelen yol bu işte. Baharda etrafında pembe pembe minik güller oluyor işte o zaman yürümesi pek keyifli.



Bu fırçalar da ofisin hemen çıkışında duruyordu çekmeden edemedim. Renklerini ve puf puf olmalarını seviyorum. Yazları verandayı yıkarken kullanıyorum. Deterjanı veya çamaşır suyuyu yahut arap sabununu döküp foşur foşur suyla oynayarak yerleri temizliyorum. Burası çok toz toprak oluyor bildiğiniz gibi değil. O yüzden en güzeli serin serin yıkamak ve fırsattan istifade ıslanıp rahatlamak.

İnstagramda paylaştığım fotoğraflarımı beğenen arkadaşlarım o kareleri buradan da paylaşmamı istemişlerdi. Ama çok fazla olduklarından Fotoğraflar Yaşamın Aynaları adı altında açtığım fotoğraf blogumda paylaşıyorum. Bilmeyenler varsa linkten geçiş yapabilirler. Ayrıca ana sayfanın hemen sol kolonunda da zaten linki var. 

Bir müsait zamanda Alger'deki Le Bon Gibier Restorant hakkında yeni yazı yayınlayacağım. Şu anda hazırlık yapıyorum. Beğeneceğinize eminim. Cezayir yazılarına devam etmek lazım öyle değil mi?

Herkese mutlu bir hafta diliyorum. 

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Kurşun asker, atlı karınca, dev çiçekler ve rengi bilinmeyen ojeler


Rüyalarım her zaman birazcık tuhaf, birazcık şenlikli, nadiren de olsa kasvetli ve sıkıcıdır. Çoğunlukla fantastik bir film edasında olurlar. Belki de fazla hayal kurduğum içindir, yahut masallara inandığımdan da olabilir. İki gün oldu bir rüya gördüm ve delicesine gülerek uyandım, güldüğümün de farkındaydım. Ne manaya geldiğine bakmak istemedim çünkü ben içimden iyiye yordum öyle olsun istedim. Zaten okuyunca göreceksiniz, dandik rüya yorumu sitelerinden de bulamayacağım figürler içeriyordu rüyam :)

Büyük bir mağazadaydım. Birisi bana hediye alacağı için orada bulunuyordum. O kadar çok şey istemediğimi anlatmaya çalıştım fakat çalışanlar torbalara kıyafetleri doldurup durdular, bedenlerine, renklerine, tarzlarına bakmadan. En sonunda devasa bir kot pantolon dikkatimi çekmişti poşetlerin birinde. Buna ne gerek var, hem kim bana bu kadar çok şey almak ister ki diye sordum. Onu yaşlı bir amcaya vereceğimi söylediler. Hediyeyi alanın da kim olduğu belli değildi. Sonra mağazanın içinde dolaşmaya başladım. Bir sürü ojelerin olduğu yere geldim. Ojelerin rengi daha önce hiç görmediğim renklerdi ve isimleri de belli değildi. Sadece parlak ve açık renk olduklarını hatırlıyorum. Sanki sihirli bir yerlerden alınmış gibilerdi. O sırada bana bir Türk kahvesi ikram ettiler. Kahve her yere öyle çok dökülmüştü ki ve krema kıvamındaydı, doğrusu böyle güzel bir mağazaya hiç yakıştıramadığımı anımsıyorum. Bu duruma şaşıp kalmışken kenarında duran keçeden küçük süs çiçeği gördüm. Çok şık ve sevimliydi. Onu aldım ve saçlarıma iliştirdim. Sonra mağazanın diğer ucunda beni bekleyen eşime doğru döndüm ve çiçeğime bak ne kadar da güzel değil mi diye sordum? O sırada aynadan kendimi gördüm ve o kafamdaki minicik çiçek kocaman olmuş, devasa bir heykele dönüşmüştü adeta. Eşim ise koltukta üzerinde kurşun asker giysisiyle oturuyordu. Aynı oyuncaklarında olduğu gibi. Yalnız kafasında kocaman bir şapka vardı. Şapka ise büyük bir çimenlik alanın ortasında duran atlı karıncaydı. Atlar dönüyordu ve sirklerdeki eğlenceli ortamı hatırlatıyordu insana. Ona baktım ve benim çiçeklerim daha güzel dedim. Sonra mağazadakiler eşliğinde gülmeye başladık ve kocaman kahkahalarla güldük.

Rüyam işte böyleydi. Kafamdaki kocaman çiçek, rengini bilmediğim ojeler, eşimin başındaki atlıkarınca şapka çok enteresan ve güzeldi; gizemli ve sihirliydi. Mutlu ve eğlenceliydi rüyada her şey. Böyle rüyalar görmeyi seviyorum. Genelde fantastik filmler izlemişsem böylelerini görüyorum ama o günün gecesinde de film falan izlememiştim. Umarım güzel şeylere işarettir her bir detay..

Mutlu kalın.

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Masal bahçe

Bizim buralara yaz geldi nihayet. Korka korka söylüyorum aslında ya yine rüzgarlı günlere dönersek endişesi taşıyarak. Sanıyorum bundan sonra daha yüksek derecelere ulaşırız. Sıcaklığın yüksek olması ama nem olmaması en büyük sevincimiz. Denizle henüz kavuşamasak da seviyoruz havanın bu hallerini. 

Dün iş sonrası yemekte ne var acaba diye bakmak için yemekhaneye indik. Bu arada bizim burada ramazanın ilk günü bugün. Türkiye'den bir gün farkla başladık ramazan ayına. Yemeğin henüz hazır olmadığını öğrendiğimizde bekleyelim dedik. Bir süredir harika sebzelerin olduğu bir bahçenin yapıldığı herkesin dilindeydi. Gidelim de biz de görelim bari dedik. Aman tanrım bir de ne görelim kocaman ay çiçekleri, sırık gibi domatesler, yemyeşil kıvırcıklar, kocaman tombik karpuzlarla dolu bir masal bahçe adeta. 


Ay çiçeklerini hep çok sevmişimdir. Nasıl da şahane görünüyor ya şuna bakın!


Ayçiçeğinin açmamış halini görmemiştim ilk kez burada gördüm. Fotoğrafta çok belli olmuyor sanırım ama açmayan hali bile güzel geldi bana. 


Bunlar da kıvrım kıvrım kıvrık marullar. Lezzetleri öyle güzel ki, tazecikler. Birkaç sefer yemekhanede ikram etmişlerdi. Meğer kimse toplamıyor diye bozuluyorlarmış. Yapan kişi gelin alın dedi istediğiniz kadar. Ahh ben önceden bilsem kesin biraz toplardım, çünkü marul çok severim. 



Hobi olarak ilgilendiğini söyledi Ramazan Bey. Akşamları gidip televizyon izleyip kağıt oynayacağıma bahçemle ilgileniyorum dedi pek hoşuma gitti. Çabalarının karşılığını almış ama fazlasıyla. Harika bir bahçe yaratmış. Bayıldık. 


Bu da soğanmış. Ben böyle soğan hiç görmemiştim. Bu arada sürekli onu görmedim bunu görmedim diyorum işte buradan anlayabilirsiniz toprak, bitki ve bahçe konusunda ne kadar tecrübesiz olduğumu. Bu bildiğimiz soğan.  Toprağa ektiğimizde, eğer yeşillenen kısmını hiç toplamazsak böyle uzuyormuş. En sonunda da bu sırık gibi halinden çiçekli bir sürü kısım çıkıyormuş. Sonra bu minik yerlerinden bir sürü soğan veriyormuş. Değişik bir tür tohum mu diye sordum ama yok dedik normal soğanı aldım toprağa ektim dedi Ramazan Bey. 


İşteeee bu da sera. Görünce inanamadım. Sera var dediklerinde ben minik böyle sevimli bir sera yaptılar sanmıştım bu epey büyük içi de genişçe bir sera. Çok emek verilmiş belli ki. İşte severek yapılan iş kendini nasıl da belli ediyor. 



Karpuuuuz.. Kocaman bir karpuz olmuş baksanıza. Pek de güzel olur yemesi taze taze. 


Domatesler şu anki halleriyle tam da turşuluklar. Epey bir süredir canım domates turşusu istiyor. Türkiye'ye gittiğimde de telaştan yiyemeden geldim. Bu sefer not aldım ama gidelim ilk işim domates turşusu almak olacak şöyle güzel bir turşucudan. Bu domatesler kıpkırmızı olduklarında görelim bir de bakalım nasıl da resim gibi olacak bu tarlalar uzaktan. 


Bu da Ramazan Bey, bahçe sahibi. Belki fotoğrafının çekilmesini istemez diye düşünerek sormadım. 


Veeee bize iki tane tazecik salatalık kopartıp verdi sağ olsun. Yemek öncesinde tuzlayıp çıtır çıtır yedik. Ne zamandır böyle tazecik salatalık yememiştim. Burada salatalıklar hiiiiçç güzel değil; acı ve yumuşak. O yüzden alışverişlerde neredeyse hiç salatalık almıyoruz. Çok nadir bazen yemekhaneden istiyorum cacık falan yaparken. O yüzden kahvaltılarda da salatalık yemeğe alışkın olduğumuzdan çok özlüyoruz. Gurbette olmak gerçekten çok zor. Şöyle diyeyim olanakların az olduğu yerlerde gurbette olmak zor. Cezayir de olasılıksız bir ülke diyebilirim. Bunca şeye rağmen bazen hala nasıl oldu da 6 koca sene dayanabildim diye düşünüyorum. 


Bahçe keyfi sonrasında kendi bahçemizi düşünüp üzüldüm. Biz bir iki cm büyüyen domateslere seviniyoruz iki adım ötemizde neredeyse göğe değecek uzunlukta domatesler var. Biz gerçekten bu işi bilmiyormuşuz. İlerde çocuğum olursa ona öğretmek istiyorum, toprağı işlemeyi, ürünleri yetiştirmeyi ve sevmeyi. Toprağı seven ona alışan insan başka oluyor. Keşke zamanında bize de öğretselermiş. Olsun hiç bir şey için geç kalmış sayılmayız. Öğrenmeye devam!


Bu arılar geçen sene bizim yatak odamızın camına kovan yapmışlardı. Ama üzerlerinde arı olmadığından kurtulmamız kolay olmuştu. Eşimin arıya alerjisi olduğundan hemen icabına baktık bir arkadaşın yardımı ile. Bu sefer de o bize yardım eden arkadaşımız Ümit ve eşi Duygu'nun yatak odalarının camına kovan yapmışlar. Bu sefer gördüğünüz gibi üzerinde bir sürü arı var. Bakalım onlar bu işi nasıl halledecekler. Zira böyle durumlar tehlike arz edebiliyor özellikle de yaz günlerinde kapı pencere her dakika açılıyorken. 

Şimdilik bizlerden haberler bu kadar. Kedimle ilgili yazımı hazırlıyorum internet bağlantımız el verdiğinde onu da yayınlayacağım. 

Haftayı bitirmemize bir gün kaldı. Cuma günü tatil. Bir an önce tatil gelsin de bahçede keyif yapalım istiyorum. Bahçe bir başkaymış, tecrübe ettik öğrendik. Umarım Türkiye'de de bu kadar keyif alırız. 

Not: Gezi parkı ile ilgili yazmıyorum diye unuttum sanmayın. Her daim gözümüz haberlerde. Her daim üzüntümüz artıyor yaşanan olaylar sonucunda. Bekliyoruz ki her şey bir an önce yoluna girsin gencecik insanlar ölmesinler. Daha neler olacak bakalım, neler görecek bu gözler, neler duyacak bu kulaklar. Bazen gerçekten sarf edilen sözleri aklımız almıyor. Allah onların hepsini bildiği gibi yapsın demekten başka bir şey söyleyemiyorum. Rahmetli babaannem hep böyle söylerdi ben de şimdi onun gibi söylüyorum işte.


6 Temmuz 2013 Cumartesi

Mutlu anlar, anılar


Havada böyle puf puf bulutlar olduğunda hemen mutlu oluveriyor insan. Gökyüzü ne kadar mavi ve güzelse gün öyle güzel geçiyor sanki. Buralara yaz daha yeni geliyor. Akşamları hala serin. Gündüzleri ise sıcaklar yakmaya başladı. Yine de bir gün güzelse ertesi gün mutlaka ortalama bir sıcaklık oluyor. Bugün 38 derece. Artık Türkiye tatilimize az kaldı. Şimdiden gün saymaya başladım bile ben her zaman olduğu gibi. 


Evdeki kedili haller aynen bu şekilde devam ediyor. Bin bir türlü şebeklikle eğleniyoruz. Pamuk kızımızı nasıl yalnız bırakıp da gideceğiz diye düşünmeye başladım bile ben. Gerçi yalnız kalmayacak yiğitin kardeşine bırakacağız ama yine de bizi özleyeceğinden eminiz, üstelik bu kadar birbirimize alışmışken. 


Akşamları bahçe sulamak gibi bir rutinimiz var artık. En kötü ihtimalle iki akşamda bir suluyoruz. Pek umduğumuz gibi olmadı bu bahçe işi, göründüğünden daha zormuş ve epey de emek istiyormuş. Biz pek bu işlerin insanı değilmişiz herhalde diye düşünmeye başladım. Yine de bari birkaç adet domates çıksın da yiyelim, uğraştığımıza değsin diyorum. Nedense paket halinde aldığımız tohumların hiç biri çıkmadı. Aşağıda göreceğiniz domateslerde sonradan fide olarak alınıp ekildiği için büyüdüler. İnşallah bir izne gitmeden biraz çıkar da emeklerimiz heba olmaz. Yine de ısrarla onlarla konuşmaya, onlara şarkılar söylemeye, sevmeye ve sulamaya devam ediyorum. 


Bu minik çilekler de bahçe mahsulleri. Biz bahçeye çilek ekmedik ama komşu bahçeninkinden biraz otlandık. Mis gibi kokuyor ve şeker gibi. Yalnız pek fazla mahsul vermedi. 



Ben ve ofisteki hallerim. Masamda kar küremi, kalemlerimi, lisede aldığım ying yang takvimimi ve hemen kolumun kenarındaki tığ işi kırlent yastığımı görebilirsiniz dikkatlice bakarsanız. Benim kısım zaten bir alem. Odaya her gelen bir kafasını çevirip bakıyor. Daha da bir şeyler koyasım var ama kendimi tutuyorum. Bana kalsa öğlen aralarında kitap okumak için raf bile çakardım herhalde duvarlara. Ben de böyle seviyorum işte ne yapayım. Şimdilerde bilgisayarın altındaki karton takvimin üzerini çiçekli kumaşla kaplayasım var. Penceremizin önünde minik bir bankımız da var onun da üzeri sadece sünger kaplı. Ona da bir kılıf uydursak fena olmaz :)


Bu harika çiçekler tabi ki bizim bahçeden değiller. Komşu bahçeden kareler paylaştım sizinle. Ben de içimi çeke çeke gidip bakıyorum birbirinden güzel bu minik çiçeklere. Lavantaya benzeyenleri çok seviyorum. Bahçem için aldığım çiçek tohumlarının da hiç biri çıkmadı. Fide olarak almak için seraya gitmeye vaktimiz olmuyor. Ama olur da bir gün gidebilirsek en azından 4-5 adet çiçek alayım da ekeyim diyorum.


Bizim burada börtü böcek eksik olmuyor. Afrika olması sebebiyle de daha önce hiç görmediğim acayip böceklerle karşılaşıyorum. Bu sol üstteki fotoğraftaki sanki omurgası çıkmış gibi görünen böcek bildiğiniz çekirge. Ama kuyruğunun ucunda kocaman bir iğnesi var. Öyle korkunç ki anlatamam. Geçenlerde ofise gelirken resmen yolumu kesti. Minik köpüş de misafir olarak geldi bizim verandaya. Kamptaki anne köpek yine doğurmuş. Onun yavrularından birini alıp getirmiş arkadaşlar sevelim diye. Pek tatlı bir kız. Şimdi yeniden annesinin ve kardeşlerinin yanında. 


Can sıkıntım tavan yaptığında veya canımız illa ki bir şey istediğinde çılgınca mutfağa koşuyorum. Koşuyor dediğime de bakmayın zaten minicik evimiz :) Peremeç ne zamandır istiyordum. Bir akşam yemek yokken kahvaltı yapalım diye düşündük bahçede. Genelde sabahları hamur kızartırım ama bu sefer akşam yapalım dedik. Sarımsaklı yoğurtlu ve salçalı pek güzel oldu. Pazı dolması tarifini de teyzem vermişti. Sumaklı nar ekşili değişik ve oldukça lezzetli bir tarif. Yaprak kadar da zor değil sarması bu yüzden hemen yapıverdim. Afiyetle yedik. 


Bu gaz lambalarını her zaman çok sevmişimdir. Renkli renkli almış arkadaşım bahçesinde yakıyor geceleri. Biz henüz göremedik. Bulursak almak istiyoruz. Çocukluğuma gidiyor aklım ne zaman baksam. Bu gaz lambalarının kokusu bile bir başka oluyor. Hatta bitlendiğimde anneannem gaz yağını pamuğa döküp saçlarımı yağlar tarardı, o kokuyu hafızamdan çıkartamadım gitti :)


Bu da arkadaşım Ayşe'nin köpeği,adı Oğlum. Uyumasına hasta oldum. Biraz hareketli bir köpek olduğu için çoğunlukla korkuyorum ama bu halleri bambaşka, insanın koynuna alıp yatası geliyor. Yine de ben kediye alışkın olduğum için köpekler bana kocaman geliyorlar. Patileri ağzı öyle büyük ki sanki beni kırmızı başlıklı kız masalındaki gibi yutacaklar zannediyorum. O yüzden uzaktan uzağa seviyorum diyebilirim. En çok da kocaman sarkık kulaklarını ve tüylerle kaplı patilerini seviyorum, aaa bir de bilgece bakışlarını..

Yine yazacak pek çok şey var. Dünkü cuma tatilimizde dışarı çıktık yine elimden geldiğince fotoğraflar çektim. Onları da bir müsait zamanda düzenleyip buraya ekleyeceğim. Herkese mutlu bir hafta sonu diliyorum.