30 Ekim 2013 Çarşamba

Ekim geçerken

Günler günleri, aylar ayları kovalayıp duruyor, tüm gücüyle. Biz de zamanın hızına alışmaya ve hayata katılmaya çabalıyoruz her yeni günde. Anılar ve yaşanan güzel günler de olmasa hayatın anlamı olmuyor. Sürekli bir koşturma içerisindeyiz, durup şöyle bir havayı koklayan kaç kişi var?

Ekimin gelişini sabırsızlıkla bekleyen ben, böylesine hızlı gidişi karşısında çok şaşkınım. Bir yandan burada günlerin çabuk geçmesine seviniyorum çünkü memleketime gideceğim zaman yaklaşıyor, bir yandan da günleri böyle tüketmeye gönlüm razı gelmiyor. 

Her gün yazacak tonla şey yaratıyorum kafamda. Hikayeler ve fotoğraflar iyi ki bitmiyor, çoğalıyor biz yaşadıkça. Bazen ne kadar çok anlatıyorum diyorum bazense sanki kelimeler yetmiyor yaşanılanların yanında. Her şeye rağmen; uzak da olsak pek çok şeyden hayat her zaman  yaşamaya değer...

Son zamanlarda bu fincanda yudumluyorum leziz kahvelerimi. Kimin olduğu konusunda bir fikrim bile yok ama ne zaman kahve istesem çaycımız da hep bu fincanda getiriyor bana. O da anlamış herhalde fincanı sevdiğimi. Bana epey nostaljik geliyor ve içerken mutlu oluyorum.


Minik evimizde de her şey aynen devam ediyor. Kedimizle oyunlar oynuyor, üşüyünce onunla ısınıyoruz. Çocukluktan beri yumuşak şeylerle yatmayı seven ben, mesela peluş oyuncaklar, battaniyeler gibi, şimdilerde kedime sarılıp uyuyorum. O da patisiyle beni tutuyor uyurken sanki bir yere kaçacakmışım gibi. Bu siyamlar gerçekten çok farklılarmış, bunu yaşayarak öğrendik. Ama tabi diğer kedi türleri de zaten benim için hep ama hep harika. Bazen çocukken çok korktuğum o yalnız, yaşlanmış, evinde bir sürü kedisi olan kadınlara dönüşmekten korkuyorum.


Bu patiler beni bitiriyor. Narin patileri var yeni kedimizin, Charlotte'umuza oranla. O tabi sokak kedisi olduğundan farklıydı. Tüyleri böyle yumuşak değildi ve daha haşindi. Bu kedimiz pamuk şeker gibi. Tüyleri zaten battaniyeden farksız. Elbette hiç dışarı çıkmıyor oluşunun da avantajları bunlar. Zaten dışarı bir adım atmaktan ödü kopuyor, gözleri açılıyor, kalbi güp güp çarpıyor ve omzumun üzerinden patilerini eve uzatıyor beni eve geri götürün diye.. Kapının önüne hava alsın diye bazen kucağımda çıkartıyorum o da en fazla 3 dk sürüyordur eminim. 


Bu kareyi çok sevdim. Biraz yorgun olmamıza rağmen içten bakmışız. Geçenlerde arkadaşımız duygu'nun doğum gününü kutlamıştık bahçede, o zamandan kalma güzel bir fotoğraf oldu. 


Dün Cumhuriyet Bayramı olması vesilesiyle büyük yemekhane'de bir gece düzenledik. Bilgisayardan fotoğraflar çıkartıp bastım, bayraklar hazırladım küçüklü büyüklü, öyle büyük bir keyifle yaptım ki. Böyle önemli bir günde Türkiye'de olabilmeyi çok isterdim. Hele andımız okunurken İzmir'de ben de tüm kalbimle avazım çıktığı kadar bağırarak okumayı dilerdim. Şimdi ağlayarak dinliyorum her bir kutlamanın videosunu. 


Gecemizden güzel bir kare. Daha nice 90 yıllara inşallah Atamızın izinde ve çağdaş bir zihniyetle. 


Cezayirli çalışanımızın bizim için hazırladığı pasta. Yazıyı sığdıramamış ama olsun bu koşullarda ancak bu kadar oluyor, ellerine sağlık.


 Son derece de lezizdi pastamız. Hele üzerindeki mini kremaların lezzeti bir harikaydı. 


Uyandığımdaysa bol bulutlu bir gün beni karşıladı. Bugünün yağmurlu olacağını okumuştum ama henüz yağmur yok. Kocaman pofuduk bulutlar her yeri sarmış durumda. Akşama iyi bir yağış olacağa benziyor. Yağmur öncesindeki bu berraklığa ve bulut yoğunluğuna bayılıyorum. En sevdiğim zamanlar bunlar. 


Evimizden çıkıp da ofise kadar yürüdüğüm zamanlarda bol bol fotoğraf çekiyorum bazen telefonumla bazen de fotoğraf makinemle. Bunlardan bir seri yapma hayalim var umarım gerçekleştirebilirim. Ağaçları çok seviyorum ve ilerde çocuğuma da ağaçları çok ama çok sevmeyi öğretmek istiyorum. Bu ağaç şu anda rüzgarla şarkılar söylüyor. 

Mutlu kalın:)

22 Ekim 2013 Salı

33 derecelik bir hava

Havalar harika gidiyor şu sıra. Bir de internetimiz harika olsa ne mutlu olurdum. Ne yazık ki bağlantılar yine hüsrana uğratıyor insanı. 

Bayramı da yedik bitirdik. Kurban bayramının en üzüldüğüm kısmı kurbanlıkların gözlerindeki hüznü ve telaşı görmek. Ama en sevdiğim kısmı da leziz kavurmaları mideye indirmek. Kendimle büyük çelişkiler yaşıyorum hal böyleyken. Ne de olsa zamanında sabah kahvaltısında kavurma yiyen bir çocuktan geldim bu günlere. Alışkanlıklar hele de bu kadar lezzetliyken vazgeçilmesi zor oluyor. 


İnternet berbat haldeyken blog yazmak çok sıkıntılı oluyor yazıyı ne istediğin formata sokabiliyorsun ne de kayıt edebiliyorsun. Bazen böyle durumlarda yazdığım pek çok şey silinince de yeniden en başa dönüp anlatmaya çalışmak insanı delice bir sinire boğabiliyor. 


  fotoğraf:skyscrapercity

Havalar kışa varmamıza ramak kala böyle güzel olduğunda tuhaf bir hisse kapılıyorum. Sevineyim mi üzüleyim mi karar veremiyorum. Havalar güzel olunca insanın aklı hep dışarda oluyor, Gönlümce gezmek, dolaşmak ve güzel havanın tadını çıkarmak istiyorum ama bunun için ne zaman da ortam da müsait değil ne yazık ki. Havalar kötü olduğundaysa insanın içini bir kasvet, keder, hüzün kaplıyor ki o zaman hiç bir şeye odaklanamıyor. Bunların hepsinin bulunduğumuz ortam itibari ile hayata geçtiğine inanıyorum. Çünkü ben eskiden kışlardan bu kadar nefret etmezdim, bu denli karamsarlığa kapılmazdım geçiş dönemlerinde ve yazlar bu derece cazip de değildi. İşin aslı gezgin bir ruha sahibim ve bunca senedir yaşadığım tembel hayvan hayatı artık fazlasıyla rahatsız etmeye başladı. 


Şehri keşfetmek, renklli sokaklarda dolaşmak, insanları izlemek, denizi koklamak istiyorum. Fotoğraf çekmek istiyorum. Yeni yerler keşfetmek ve hayattan zevk almak istiyorum doyasıya. Şimdilik bunların hepsini bana internet denen şey sağlıyor sanal olarak. Bu sanallık bir süre sonra robot olduğumu düşünmeme sebep olacak diye korkuya kapılıyorum. 


Sidi Fredj Cezayir'de sevdiğim yerlerden biridir. Seneler oldu gidip görmedik. Artık zorluklarla boğuşmaktan yorulduğumuz için yoklarmış gibi davrandığımız bir dönemdeyiz. Eskisi kadar sık dışarı çıkma isteği hissetmiyorum. Bazen sadece durmak yaptığım en rahatlatıcı şey oluyor. Yine de içimde bir yerde saklı tuttuğum büyük gezme hayallerim, planlarım var. Hele hele böyle fotoğraflara rastlayınca ofisin koridorlarında bağırarak dolaşmak istiyorum kaptan mağara adamı misali. 

Geçen haftalardan birinde ofisten erken çıkmayı başardık ve başkentteki bir kırtasiyeyi açık yakaladık. Mutluluğumu görmenizi isterdim. Burada her yer erken saatlerde kapandığında iş çıkışlarında görmek istediğim yerlere ulaşabilmek imkansız gibi bir şey. O sırada porselen kalemi buldum kırtasiyede. O anlık gafletle sadece siyah ve kırmızı aldım niyeyse. Şimdi yapmayı amaçladığım şey için başka renklere de ihtiyacım var ama gitmek ne mümkün. Düşünün bir kalem için bile yaşadığımız bir çabamız var. O kırtasiyeyi açık olarak bir daha ne zaman görebileceğim acaba. Bir de sevdiğim dekoratif objeler satan hemen dibindeki dükkan sorunsalımız mevcut. Ona da sanırım 2 senedir gidemedik. Düşününce gerçekten çok acayip geliyor. Kimse bilemiyor yaşamadan.

 fotoğraf: tumblr

Şu renkler nasıl olur da insanı cezbetmez. Böyle güzel havaların olduğu günlerde bu renklerin içine hapsolmak istiyorum adeta. Daha keşfedilecek o kadar çok yer var ki. 

fotoğraf: flickr by bigbadi

Başkentin sokakları güneşli günlerde ayrıca güzel. O maviler ve küçük altın rengi detaylar güneş ışığıyla şahane görünüyor. Diledikleri gibi sokaklarda dolaşan insanlara hayranlıkla bakıyorum. Güne katılmak gerek, her günü son günmüş gibi yaşamak. Hangimiz yapabiliyoruz ki bunu? Neresinden başlayacağımız bile meçhul!
O yüzden en güzeli hayal etmek. Çünkü böyle bir yerde insan ancak hayal ettiği müddetçe yaşayabiliyor. 


fotoğraf: akkadi-rachid

Bu fotoğrafa bayıldım. Çekenin ellerine sağlık. İçimdeki yollara düşme isteğimi alevlendiriyor her bakışımda. Yolda olmak hep iyi gelmiştir, hele ki varılacak güzel yerler varsa yolun sonunda. 

Havanın böyle olmasının en iyi tarafı bahçede oturmaya imkan veriyor olması. Belki fırsattan istifade bir yazı daha yazarım güzel havaların etkisiyle. Tabi evde internetimiz düzgün bir şekilde çalışıyorsa. Hem bugün yeni bir kavanoz turşu daha kuracağım domateslerden. Yaptığım büyük kavanozdaki turşu harika oldu ve şimdiden yarıya geldi. Kışa da yetmesi icap ettiğinden ufak bir kavanoz daha kurmaya karar verdim. Bir de haşlanacak kestanelerim var. Bakalım yine yoğun tempolu bir akşam beni bekler. Sabahları neden yorgun uyandığım ikinci nedeni de bunlar olsa gerek...

14 Ekim 2013 Pazartesi

Eğlenceli, renkli bir hayata köprü: Tizayn

Yine günler günleri kovaladı ve geçti gitti çabucak. Doğum günüm için gün sayarken çocuk gibi heyecanla şimdi bir de bakıyorum bayram kapımıza dayanmış. Bayram tatilimiz hemen geçmese bari diyorum ama o da geçecek işte. Bu bayram Cezayir'deyiz. Vizesiz olarak gidilecek yerlere gidildi ve vizeli olanlar için de zaman sorunu oldu. Şimdi bu önümüzdeki dört günü dinlenerek, mis kokulu yemekler yaparak, kitap okuyarak ve hobilerime vakit ayırarak geçirmeyi düşünüyorum. Bir de uzun süredir yazılmayı bekleyen kartlarımı hazırlamak için ideal bir zaman. 

Ana konumuz bu değil ama. Sevgili arkadaşım Gökçe'den bahsetmek istiyorum biraz size. Biliyorsunuz ben öyle pek fazla reklam yazısı yazan birisi değilim ama bundan sonra sevdiğim beğendiğim işler yapan arkadaşları size anlatmak istiyorum. Çünkü gerçekten büyük bir emek ve sevgiyle yapılan işler var ortada ve daha çok kişi görsün duysun istiyorum.


Sayfasınının logosunu da gösterdikten sonra biraz yaptıklarından bahsedeyim. Facebook sayfasına da tıklayın lütfen ve daha çok detay görün. 


Günümüzde herkes her şeyi yapıyor kimisi yürekten büyük bir tutkuyla kimisi de laf olsun diye. Ben yine de bir şeyler yapılması durumunu sevinçle karşılıyorum. Üretmek muhteşem bir eylem. Birtakım öne çıkan işler de oluyor elbet çoğunluğun arasından. İlla ki bazılarını kayırıyoruz, bazılarını daha çok beğeniyoruz.  Her yapılan şeyin hitap ettiği bir çoğunluk oluyor. Ne mutlu onlara, bayılıyorum üreten mutlu insanlara. 

Gökçe boyama yapıyor. Tişörtler, çantalar, yastıklar ve daha neler neler. Öyle güzel ve muntazam ki işleri hayranlıkla izliyorum. Bir defasında heves edip tekstik kalemleri almıştım sonuç hüsran oldu. O kalın tekstil kalemleri kumaşta dağıldı ve hoş olmayan bir görüntü ortaya çıktı. Bunu neden anlatıyorum çünkü tişört boyamanın veya kumaş boyamanın diyelim öyle uzaktan göründüğü gibi çok kolay bir iş olmadığını da anlatmak istiyorum. Gökçe fırça ile boyuyor her birini ince ince. Ben yakından görünce çok etkilendim çünkü öyle düzgün boyamıştı ki sanki baskı gibiydi. 



Benim için bir tişört boyamış hediye etti bana görünce bayıldım. Elledim kokladım inceledim çok ama çok beğendim yaptığı işi. Tam da sevdiğim gibi kocaman sevimli bir kedi:) Gökçe'de kedici benim gibi :) İzmir'de yaşadığı için çoook şanslı. İzmir benim gözümde kedi cenneti:)


Söylemeden geçemeyeceğim bir diğer güzel nokta da tişörtlerinin kalitesi. Ben her bluzla rahat edemem ne yazık ki kiminin boynu çok kapalı gelir kimininki de rahatça hareket edilemeyecek kadar açık olur. Ben benim için tercih ettiği bu kesime, yakasına, boyuna, dokusuna bayıldım. Kedim de şahane öyle değil mi?

Bence deneyin, bağlantı kurun ve özenle boyadığı güzelliklere şahit olun canlı canlı:)

Bayram için ayrı bir yazı hazırlıyorum ama yine de şimdiden kutlamak istiyorum. Herkese mutlu bayramlar. Sevdiklerinizle, ailenizle daha nice nice güzel bayramlar geçirmeniz dileğiyle. 

Cezayir'den sevgiler

7 Ekim 2013 Pazartesi

Eskiye dair anılar



Bugün güneşli bir güne başladığımız için mutluyum. Sabahları uyandığımda kuşlar cıvıldıyorsa o günün güzel gideceğine dair bir işaret diyorum kendi kendime. Kasvetli ve karanlık bir havaya uyandığımda güne katılmak hiç içimden gelmiyor. Bu fotoğrafı birkaç gün evvel bilgisayarımı temizlerken buldum. İnternet sıkça gidiyor yine ben de o sırada fırsattan istifade dosyalarımı düzenliyor bilgisayarımdaki fazlalıkları hard diske atıyorum. Çünkü delicesine fotoğraf kayıt ettiğimden hemen doluyor alanım. Nedense unutmuşum bu fotoğrafı, çektiğim günü bile pek hatırlamıyorum, hayal meyal. O aradaki renkli ışığa bayıldım. Ağaçların dallarını hep çekerim, bulutlar eşliğinde olurlar genelde. Bunu kocaman basıp gözümün rahatlıkla görebildiği bir yere asmak isteği duyuyorum içimde. İnsanı rahatlatan bir tarafı var.


Bu fotoğrafım da biraz yalnızlığa ithafen çekilmiş gibi. Ereğli'de çekmiştim. O günü tamı tamına hatırlıyorum. Bazı zamanlar masa üstü fotoğrafı olarak kullanırım, özellikle de sonbahar aylarında. 


Balığa gidenleri yakalamak hep hoşuma gitmiştir. Büyük bir sabır işi doğrusu. Ben de hep o büyük balıkçı tekneleri ile sabahın ilk ışıklarında denize açılmak isterim ama cesaret edemedim hiç bir zaman. Bu minik tekneler de beni pek korkutuyor. Baksanıza sanki yarısı denizin içinde gibi. Hem de beş kişiler bir de balıklar gelince offf gözümde korku filmi gibi sahneler canlanıyor. O teknede demleneceksin akşam güneşine nazır, bence balığa çıkmaktan daha güzel bir fikir. 


Bizim mahallenin ayvacısının taptatlı ayvaları bunlar. O amca hep gelir. Şimdi pek canım istedi. Cezayir'e ilk geldiğimiz zamanlarda hiç bulamıyorduk ayva. Ama son birkaç senedir buluyoruz. Hatta bir keresinde marmelatını bile yaptım. Bir kere de ayva tatlısı yaptım harika oldu. Bu sene de bulursak yapmayı düşünüyorum. Bu tartıları da çok severim. Çılgın fikirlerim arasında kendime bu tartılardan bir tane edinmek de var artık ne yapacaksam :) Evdeki sebze meyveleri tartarım arada..


Ahhh şu güzel kitap eklerim. Bir zamanlar ne kadar da çok alırdım. Şimdi gazetelere dokunmak bile hayal oldu. Tabi burada gazete yok değil. Kimi zaman alıyoruz. Daha çok o kokuya özlem duyduğumda. Fransızca olması da güzel tabi, o mürekkebin kokusu bile bir başka. Buradan hatıra kalsın diye bir iki tane biriktirdim. Bu kitap eklerimde fotoğraftan pek anlaşılmamış ama epey fazla. Onları döndüğümde ciltlettirmeyi düşünüyorum. Zira bunca sene beklettikten sonra atamam. Zaman zaman açık okumak pek keyifli oluyor. Belki gittiğimde de biriktirmeye devam ederim. İlerde çocuklarıma hatıra olarak bırakmak niyetindeyim. Umarım benim gibi kıymet bilirler. 


Cezayir'e gelirken etraftaki fazlalıkları kaldırma çabası içerisine girmiştim. O sırada çekilmişti bu fotoğraf yanlış anımsamıyorsam. Birkaç koli tuttu kitaplarım ki hala kitaplıklarım da dolu. Annem için kolaylık olsun diye ıvır zıvırları ortadan kaldırmıştım. Çoğunu açar bakarım her gittiğimde ama birkaç seferdir zamanım olmuyor. Çoğunda neler olduğunu açıp bakmadıkça unutuyorum. Şimdi bu fotoğrafa bakınca unuttuğum birkaçını gördüm mutlu oldum. Keşke her birini yanımda taşıyabilsem. Kitaplarım en kıymetlilerim. Bir çoğu üniversite yıllarımdan kalma. Mezun olduktan birkaç sene sonra bile hala kitap taksiti ödediğimi söylersem sanırım çokluklarını kafanızda canlandırabilirsiniz.


Bu fotoğrafta yine o dönüş zamanlarından birinde çekilmişti. İskoç battaniyem fonda olduğuna göre kış aylarıymış. Bu pikap annemin gençlik yıllarından kalma. Eski fotoğrafların çoğunda yer alır. Denize giderken bile götürürlermiş o zamanlar. Diyorum ya her şey eskiden güzelmiş diye. Bunu teyzem yazlığı temizlerken atmaya kalkınca hemen el koydum. Baktım çalışmıyor babamı aldım birkaç yer dolaştım yaptırmak için. Bit pazarında pikapları çok seven bir amcayla tanıştım, yalvar yakar kabul etti. Çok cüzi bir paraya kablosunu değiştirdi, iğnesini yeniledi ve çalışır hale getirdi sağ olsun. Şimdilerde yine biraz elden geçmeye ihtiyaç duyuyor, sesinde ufak bir cızırtı var. Plaklar da yine teyzemin elinden kurtarıldı. Kapları yok ama içinde de yok yok. Beyaz kelebekler, Zeki Müren, Nilüfer, Bülent Ersoy ve daha neler neler. Şu anda korunaklı bir kutuda duruyorlar ama hepsine tek tek kap yapacağım döndüğümde. Şimdiden bir sürü plağım var ne güzel. Anılar içeriyor olmaları da bir başka mutluluk nedenim. 


Bu masum bakışlı köpeği de İzmit Seka Park'ta çekmiştik bir bahar mevsiminde. Görünce hemen hatırladım. Bu bakış insanı mest ediyor. Kim bilir neler söylüyor içinden bize. Keşke bütün hayvanların evleri olsa, onları seven sahipleri olabilse. Şu dünyada en tahammül edemediğim insan tipi içinde hayvan sevgisi barındırmayan insan. 


Henüz bu mis kokulu oralet için erken bir vakit ama olsun. Kışın bazen çok canım istiyor. Burada bulduğumuz birkaç çeşit olsa da ben nedense Türkiye'de içtiklerimin tadını yakalayamıyorum. Bu oraleti Adapazarına gittiğimizde bir çay bahçesinde içmiştik arkadaşım Gamze ile. Tadını bugün bile hatırlıyorum. 


Ahh güzelim ay çiçekleri. O tarlada uzanmış göğü izlerken hayal ediyorum kendimi. Yalnız tarla o kadar sessizdi ki içlerinde fotoğraf çekmeye bile korkmuştum bırakın uzanmayı. Bir de yılan vardır dediler korkuttular o zaman koştur koştur çektim tüm kareleri. Bazen hayaller hayal olduklarında güzel, gerçeğe adım attığında beklediğin gibi olmuyor ne yazık ki. Ben hala o yılan mevzusunu unutup içlerinde uzanma hayalini kurmaya devam ediyorum inatla. Kefken yolunda çekmiştim bu kareyi unutmadan söyleyeyim. Ağustos aylarında pek güzel olur oralarda tarlalar. 


Bu pisicik Ereğli'deki yazlığın duvarında oturuyordu. Pek üzgün, bezgin bir havası vardı. Mama verdim yemedi. Hayata küsmüş gibi geldi sanki. Belki çok yalnız belki bıkmıştı. Belki de tüm bunların dışında fotoğrafının çekilmesinden hoşlanmıyor da olabilir elbette. Bu oturuşları beni benden alıyor. Bütün kediler mi güzel olur yahu. Keşke hepsi için büyük bir alanım olabilse ve mutlu mesut yaşayabilseler.


Bu fotoğrafı da pek severim. O zamanlar evli değildim. Sanırım 2006 sonları falan. Kız kıza Sapanca'ya gidelim dediğimiz bir gündü. Otobüse binmek için ilerlerken yolda bu eski pembe koltuğu görmüştük. Ben hadi oturalım da bir fotoğraf çektirelim deyivermiştim. Yollardaki yalnız koltukları çok severim ve hemen yanlarına gitmek isterim. Güzel bir hatıra oldu o günden. O zamanlar ne kadar zayıfmışım :) Neyse konumuz koltuklardı. İzmir'de aldığımız yeni evimizin yolunda iki taraflı tarlalar var. Şehrin dışındayız 23 km kadar. Bazen o tarlalarda böyle eski koltuklar görüyorum ama ne yazık ki durup fotoğraflarını çekemedim. Belki temelli dönüş olduğunda ve bir şeylere koşturmayı bıraktığımızda çekebilirim. Öyle ki çoğu zaman bu terkedilmiş yalnız koltuklar hakkında koca bir kitap yazabilirmişim gibi bir hisse kapılıyorum.


Bu da yine eski ben ve çocukluğuma dönüş fotoğrafım. Burası Kefken. Işılların arka bahçe kapısı. Şimdi açılma sesi bile geldi kulağıma. Çocukken orada çok otururduk. Buluşma noktamız bu kapını önüydü. Voleybol oynama sonrasında dinlenme yeriydi. Gelen geçeni izler, bisiklete biner, çekirdek çitler, denizden çıkınca soluklanır, tombik oynardık bu kapının önünde. Eminim dili olsa anlatacağı benden çok anısı vardır. Bu fotoğrafı seviyorum. O günlerden geriye kalan nadir fotoğraflardan kendisi. Keşke o zamanlarda da fotoğraf makinemi bu kadar çok kullanıyor olsaydım. Kim bilir ne kadar çok anı biriktirmiş olurdum. Şimdi çoğu hafızamın karanlık dehlizlerinde bekliyor. Şu anda orada bisiklete binmek için arkadaşımın gelmesini ve turu bana devretmesini bekliyor olmak isterdim. 

Ekim ayı hüzün ayı dememiş miydim?

2 Ekim 2013 Çarşamba

Sonbahar ve hüznün dışa vurumu

 Pinterest

Sonbaharı severim. Ama en çok Ekim ayı sonbaharı yaşatır bana. Belki de Ekim doğumlu olduğum için bu kadar yakın hissediyorum kendimi bir aya. Ekim'in ruhunu içimde taşıdığımı hissediyorum. Hep sonbahar yaprakları gibi renklidir hislerim ve biraz da sonbahar gibi hüzne meyilliyimdir. Ama yine de çok severim sonbaharı ve ekim ayını. 

Pinterest
Ağaçlarda görürüm en çok bu güzel duygularımın yansımasını. Kuruma zamanlarında hep onlara yeniden su vermek gelir içimden ama bilirim de bir işe yaramayacağını. Artık bahçedeki domateslerimizin de yaprakları kurumaya yüz tuttu. Ama bu mevsim böyle bir mevsim işte. Onun getirdiği renkler ise kuruyan tenimize mis kokulu kremler sürmek gibidir adeta. 


Hep yaprak toplamak isterim bu aylarda. Kızıl kırmızı yaprakların çevremde olmasından mutluluk duyarım. Burada gerçek anlamda yaprak şeklindeki yapraklardan hiç göremiyorum ne yazık ki. Hep ince uzunlar akdeniz iklimine özel olanlardan. Pek ısınamadım kendilerine yıllardır. Çam ağaçlarının da en çok kozalaklarını seviyorum. Şimdi meşe palamutu zamanı geliyor heyecanla bekliyorum hem lezzetini özledim hem de o mini mini şekillerini çok seviyorum. 

 Pinterest

Sonbahara kahve kurabiye olarak bakıyorum biraz da. Bünyem otomatik olarak istiyor. Yazları limonata ve sahilde yenen mısır, midye, dondurma olarak gören ben sonbaharı da kurabiye zamanı olarak görüyorum. Kış'ta sıcak çikolata. Böyle yaprak motifli kekler yapmak fikri var bir süredir kafamda. Bu motifli kalıp bulamayacağım için kendim bir kalıp yapmaya karar verdim. Bakalım ne zaman gerçekleşecek.

 Pinterest

Artık elmaların da tatlanma zamanı geldi. Burada elmayı tüm mevsimlerde bulabiliyoruz. Ama her meyve sebze kendi mevsiminde güzel tabi. Geçenlerde dayanamayıp aldığım yeşil elma şu ana kadar yediğim en ekşi ve kötü elmaydı sanırım. Elmaların tornadan çıkmış gibi muntazam olanları göze çok hoş görünse de ben yamrı yumru olanlarını seviyorum ve tabi kütür kütür olmalarını. Şimdi manava gittiğimde hep minik, azıcık yamuk ve sepesert olanlarını alıyorum, öğrendim artık.. 

 Pinterest
Pinterest

Kitaplarımın çoğuna yaprak yerleştirmeye başladım. Bu sene gelincik koyamadım ama sayfalara çünkü gelincikle hasret gideremedik. O kan kırmızı çiçekler kuruyunca öyle güzel bir hal alıyorlar ki, deneyin mutlaka. 

Pinterest

Bu mevsim turşu ve ev yapımı sosların, eriştelerin de mevsimi aynı zamanda ve tabi zihnimde. Uzun senelerden sonra ilk kez turşu kurdum, halen de yeşil domatesim var. Sanırım onları kızarmış yeşil domatesler olarak listeme ekleyeceğim. İlk kez yeşil domatesleri kızartmayı deneyeceğim. Çocukken bilhassa hasta olduğum zamanlarda minik parmaklarımda kırmızı ojelerimle salatalık turşusu yemeğe bayılırdım. O zamanlardan belliymiş renklere hassasiyetim. Bu kocaman kavanozlardaki renkli turşulardan keşke evimin her  yerinde olsa. Henüz erişte de kesemedim, erteleyip duruyorum yine. Olsun nasılsa sonbahar bende hiç geçmeyen bir mevsim. Ben bahar çocuğuyum artık kesinlikle eminim. 

Bir de doğum günüm geliyor, sayılı günler kaldı. Yine heyecanlıyım tabi ama çok plan yapmıyorum kafamda. Burada doğum günleri pek doğum günü gibi geçmiyor çünkü. Beklenti içine girince hayal kırıklığına uğruyor insan. O yüzden sadece güzel bir yaşta olduğum ve bu yaşa gelebildiğim için mutlu olmakla yetiniyorum. Ama şunu biliyorum ki 80 yaşıma gelebilirsem eğer o zaman bile doğum günümü mutlulukla kutluyor olacağım. 

Ekim ayı özellikle Ankara'da daha başka güzeldir. Parklardaki renk cümbüşü insanı alır götürür masal diyarlara. Ankara'nın en çok sonbahardaki halini özlüyorum. Şimdi orada olsam ne çok fotoğraf çeker ne çok gezerdim sokaklarda kimbilir. Sıhhiye'deki okulumdan o zamanlar teyzemlerde kaldığım Ayrancı'daki evime yürümek, o yaprakların arasında oyalanıp gezinmek ne harikaydı. O yıllar hayatımın en güzel yıllarından biriydi. İçimde bitmeyen deniz özlemi gibi Ankara özlemi de bitmiyor ve öylece yerli yerinde durmaya devam ediyor. 

Ankaralılar, Ankara'da yaşayanlar o renkli yapraklarda sonbaharı gönlünüzce yaşasın benim için de, sokaklarda bol bol yürüyün, kahvelerinizi yudumlayıp kurabiyenizden benim için de bir ısırık alın ne olur :)


Bu fotoğrafı yani sonbahar delisi yaprak sever beni arkadaşım Anıl Tamer Yılmaz çekmişti yıllar evvel. Hala en sevdiğim fotoğraflardan biridir. Sonbahar için olsun bu fotoğraf o zaman...