30 Kasım 2013 Cumartesi

Paris: Marais'de bir bit pazarı

Hazır vakit bulmuşken yazmak en güzeli diye düşünerek yarına kadar beklemekten vazgeçtim. Hem heyecanla bekleyenleri merak ettirmek de iyi bir şey değil. Ben de hazır Paris'in büyüsüne yeniden kapılmışken yazmaya devam etmeliyim dedim. Bir süre daha bu masaldan çıkmamak iyi gelecektir.

Huzurlu sokaklardan geçtikten ve her seferinde iç geçirdikten sonra pazar meydanına vardık. Epeyce geniş bir alan. Yalnız bölge itibari ile sanırım tekin bir yer izlenimi vermiyor insana. Biraz tedirgin olmadık değil. Yine de Paris'te olduğumuzu kendimize hatırlatıp ilerledik. Zaten tezgahtaki güzellikleri gördükten sonra da tedirginlik uçtu gitti. 


Çok fazla çeşit vardı pazarda. Türkiye'dekilere de benziyor aslında bakarsanız, öyle çok değişik değil. Beyler zaten pek tatmin olmadılar öyle normal bir bit pazarı olarak algıladılar. Ama bence kesinlikle özel bir pazardı çünkü o kadar çok baykuşlu obje vardı ki inanamadım. Neye elimi atsam altından baykuş çıkıyordu. Bu benim için bulunmaz nimetti elbette. Hem eski fransızca kitaplar da başımı döndürdü, sonra eski Paris fotoğrafları da harikaydı ve daha neler neler. 


Bu pazar Türkiye'de kuruluyor olsa eminim torbalarla eve dönüyor olurdum. Buradan sonra başka bir durağımız daha olduğundan her şeyde aklım kaldı ama fazla bir şey alamadım. Bir de tabi Cezayir'e geri döneceğimiz için almadık. O aşağıda göreceğiniz dayanamayıp aldığım Jules Verne kitabının bana nasıl eziyet çektirdiğini anlatmak istemiyorum, gıkımı da çıkartmadım o ayrı:)3 euro'ya bulunca kim olsa atlardı herhalde o kitaba.  


Her bir kasayı karıştıramasam da çoğuna elimi sokmuşumdur aaa burada ne var falan diye. Zaten benim tepkilerime epey şaşırdılar. Cezayir'den sonra öyle bir pazarda kendimi bulmak büyük bir şaşkınlık yaşamama neden oldu tabi. Neden Cezayir'de bu tip pazarlar yok ki! Belki de var ama biz bilmiyoruz. Ayrıca olsa da gitmeye cesaret edemezdik sanırım, çünkü burası Paris değil!


Bakar mısınız! Öyle saçma sapidik çöp gibi görünen kutuların içinden bile baykuşlar çıkıveriyor. Her birini almaya kalksaydım herhalde ya ağırlıktan yolda kalırdım ya da otele parasız dönerdim.


Bu fotoğraf makinesinin bulunduğu tezgah harikaydı. Fotoğraf makinesine 90 euro gibi bir fiyat vermişlerdi sanıyorum. Heyecandan çekmeyi ihmal ettiğim gümüş pasta servis kaşıklarını ise hala unutamıyorum. Onlarda epey yüksek bir rakam söyledi tezgahın sahibi ama şu anda hatırlayamadım. Zaten bu tezgahla ilgili hoş olmayan anılarımız da var. Sahibinin Türkçe konuştuğunu duyunca sevinçle ellerimizde fiyatını soracağımız objelerle; 
-'aa burada bir Türkle karşılaşmak ne kadar hoş' dediğimizi hatırlıyorum. 
Sonra adamın yüzü karardı, gözleri açıldı ve kalın, boğuk bir ses tonuyla 
-Kürdüm ben! Türk değilim, Kürdüm!!! diye haykırdı. Neye uğradığımızı anlayamadan zaten elimizdekileri aldı ve kin dolu bakışlarıyla da bizi tezgahından uzaklaştırdı. Biz de elbetteki bu durum karşısında üzülüp sinirlendiğimizle kaldık. 


Her bir objenin kim bilir ne hikayesi vardır diye düşünmeden edemiyorum fotoğraflara baktığımda. Kimin evinden, kimin anılarından kopup geldiler buralara acaba. En çok pazar yerlerinde hüzünleniyorum diyorum ya hep, aynı zamanda en çok da pazar yerlerinde mutlu olduğumu hissediyorum. Her birine dokunmak istiyorum. Bütün pazarı bana verseler herhalde yine ardımda kalmış olabilecekler için üzülürdüm. 


Çok pahalı bir pazar değildi genel itibari ile. Büyük ve değerli olan parçalarda tabi fiyat yükselebiliyor ama gönül rahatlığıyla pek çok hatıra parça götürebilir insan yanında. Mesela Ankara'daki Antika pazarında olduğu gibi büyük değerli parçalar burada yoktu mesela gramafonlar gibi. O yüzden de fiyatlar uygundu.  



Pazarın bir kısmı da sebze meyveye ayrılmıştı. Her şey son derece taze ve renkliydi. Cezayir'de görmediğimiz kadar çok çeşit de vardı ama sadece yolda denemek için biraz gözümüze tuhaf meyvelerden aldık. Bir sonraki yazımda Versailles sarayının girişinde sıra beklerken o tuhaf meyveden yerken fotoğrafımı göreceksiniz. 


Bu ince uzun fasulyeleri sevemedim gitti. Buharda pişirmesi ve salatası güzel oluyor ama zeytinyağlı ya da etki yemekte tadı çok yavan geliyor bana. Sadece görmeniz için çektim. 


En çok aklımda kalan sebze taze brokoliler oldu bir de burada bulamadığımız vişneler, kerevizler. Hangi birinden alıp getirebilirdim ki. Getirene kadar da bozulurdu herhalde. En güzeli Paris'te uzun bir müddet kalmak ve bir ev kiralamak. O zaman istediğiniz sebzeyi alıp pişirebilirsiniz. 


Bunlar da pazardan alabildiklerim. Kitabı gerçekten çok sevdim. Bu kadar uygun bir fiyatı olacağını düşünmediğimden önce bakmaya pek yeltenmedim ama sonra fiyatı elli kere sorduktan sonra direk ücreti uzatıp oradan uzaklaştım.


Bunlar da baykuşlarım. Beyaz baykuş kağıt ağırlığı olarak rahatça kullanılabilir çünkü taş olduğu için epey ağır. Bu da çok sevimli bir kupa, daha çok içine kaktüs veya sukulent ekmek için ideal. Sanıyorum bunları da 5-8 euro arası bir fiyata almıştım. 


Dönüş yolunda yine vitrinlerden kendimizi alamadık. Bu çalışma masasını pek beğendim. Tam da benim sevdiğim gibiydi. Güzel bir mağazaydı, içinde daha bir çok güzel dekoratif eşya vardı. Yakından göremeyenler için çalışma masasının 1890 euro. 


Bir de elbette şu kuzine fırınlar aklımı başımdan aldı görür görmez. Zaten home tv izledim izleyelim olmadık hayaller peşinde koşuyorum. Bu kuzine fırın sevdası da oradan çıktı, bir de pinterestteki inanılmaz mutfaklar. Artık bu ve buna benzer pek çok model Türkiye'de de var tabi ama fiyata bakıldığında bu kadar paraya deyip değmeyeceğini düşünüyor insan.  Belki de sihirlidir, ne istiyorsan onu pişiriyordur. Zira ben onca parayı bayıldıktan sonra benden habersiz yemek pişirip sunmasını bile isteyebilirim. Fiyatları model ve renk değişikliklerine göre farklılık gösteriyor. Bu model 4350 eurocuk :) 


Geldik pazar maceramızın sonuna. Pazardan ayrıldıktan sonra trene binmek için gar'a gittik. Bu metro değil bildiğimiz banliyö. Biraz eski görünümlüydü ama eğlenceliydi. Marais'den Versailles sarayına gitmek trenle 40- 45 dakika sürdü hatırladığım kadarıyla. 

Bir sonraki Paris yazısında Versailles Sarayının muhteşemliğinde görüşmek dileğiyle..

Mutlu hafta sonları..

Paris: Marais- Sokaklar, binalar, mağazalar

Bu yağmurlu ve soğuk günde Paris fotoğraflarına yeniden göz atmak içimi ısıttı diyebilirim. Her ne kadar gezimiz kış mevsiminde de olmuş olsa, kentin güzelliğiyle büyülenip üşümemiştik. 

Sabahlarımız genelde otelimizin bulunduğu Montparnasse'da farklı pastanelerden alınan sandöviçler ile başladı. Marais gezisini yapacağımız zamanki pazar günümüz gibi aynı. Özellikle bu kısmı pazar gününe denk getirdik çünkü Marais'de pazarları kurulan bit pazarını ziyaret etmeyi daha gitmeden kafamıza koymuştuk. 


Marais'ye vardığımızda önce banklarda oturup sandviçlerimizi yedik, tabi büyük bir tesadüf eseri tam da arkamıza düşen Starbucks'tan kahvelerimizi aldıktan sonra. 



Yeni yıl için hazırlanan ağaçların arasında kahvelerimiz elimizde sohbet ederken, ne kadar doğru bir yere geldiğimizi hissetmiştik bile. 


Paris'e sırf kafelerde keyifle oturan, kahvelerini yudumlayan, etrafı izleyen, huzurlu insanları görmek için bile gidilebilir kanaatindeyim. O minicik kafelerin insanda bıraktığı his çok acayip. 


Yine her zamanki gibi rotamızı belirleyip pazara varana kadar sokak sokak yürüdük. 


Sokak sonlarında böyle güzel manzaralarla karşılaşmak Paris gibi bir yerde çok normalmiş onu anladık. Zaten hiç bir sokağa sadece sokak gözüyle bakamaz oluyor insan orada. Çünkü sonu bir yere varmaya sokaklar dahi farklı ve özel hissettiriyor insana. 



Pazar olduğu için sokaklar her zamankinden daha tenhaydı elbette. Açık olan mağazaların yanı sıra kapalı olanlar daha fazlaydı. Yine de kapısı kapalı dükkanların vitrinlerinden bile etkilendik. 



Bu tur otobüslerinin açık olan üst kısmında seyahat etmeyi her zaman çok istemişimdir fakat yine zamanımız olmadığından pas geçtik. Zira yürüyerek insan şehrin özüne inebiliyor. Örneğin duvarlara dokunup, kapalı pencerelerden içeri göz süzebiliyor.


Bu minik arabaya bayılmıştık. O yüzden göstermeden edemedim. Paris sokaklarında bu şirin şey ile gezintiye çıkmayı çok arzu ederdim. 



Binalar hep güzel, huzurlu ve temiz görünüyor. Sadece Marais'de değil elbette, hemen hemen gittiğimiz her yerde. O panjurlar da nostaljik bir hava katıyor adeta binalara. 


Sokakları yürümeye devam ettik bir süre. Sonra fotoğraflarını çekmeyi ihmal ettiğimiz, meydanların birinde uzunca bir pazara denk geldik. Burayı önce varmayı planladığımız pazar sanıp biraz hayal kırıklığı yaşadık. Ama sonra asıl pazarın daha ilerde olduğunu öğrenip mutlu olduk. Çünkü bu ilk karşılaştığımız büyük pazar normal semt pazarları gibiydi, hem kıyafet ve sebze meyve satıyordu. 


Meydandaki heykele kadar ilerledik. Heykel tabi ki diğerleri gibi heybetli ve göz alıcıydı. Hele o melek, göğe uzanmanıza bir adım kaldığını hissettiriyor adeta. Burası Bastille meydanı ve heykeli. Tarihte Bastille hapishanesinin zindanları ile anılıyor daha çok ama şimdi onlardan eser yok. 

Heykelden sonra yürümeye devam ettik ve sokakların güzelliğinin yanında artık minik mağazaların görkemine kapılmıştık. 



Yol boyunca ilerlerken pek çok müzeye de denk geldik ama her birine girmek için vaktimiz yoktu. Kısıtlı zamanda keşfe çıktığımızdan öyle her durakta duramadık. Oysa Paris'in her köşesi ayrı bir cennet ayrı bir macera. Bu yüzden Paris'e defalarca dahi gitseniz mutlaka görmediğiniz muhteşem yerleri olacaktır. 



Bu güzel kapılı yeri de görmek için can attık elbette ama hem biraz kalabalıktı hem de rotamızdan sapmayalım dedik. Bunlar aslında hep bir daha gelmek için bahaneydi :)


Beni sokakların ve binaların dışında en çok etkileyen yer burası oldu Marais'de. Place Des Vosges diyorlar buraya. Üst fotoğraftaki park ünlü bir park. Kraliyet parkı olarak da anılıyormuş. Kalabalık artmaya başladı bu kısımlarda ve sanırım bir tek telaşla hareket eden bizlerdik. Herkesin üzerinde bir huzur vardı adeta ağır ağır keyfine vara vara dolaşıyorlardı sokaklarda. Bir daha gittiğimde kesinlikle daha keyifli geziler yapacağıma eminim. Nedense ilk gidişler hep böyle bol koşturmacalı oluyor. 




Bu han görünümlü kemerli yapının içinde bir çok mağaza vardı. Sanat galerileri, bijuteriler, butikler v.s Kalabalığın izlediği tarafta ise bir adam yalnız başına opera söylüyordu. Benim epey ilgimi çekti, bir süre dinledim. Binanın akustiği de çok etkileyiciydi bana kalırsa, epey uzaklaşmış olmamıza rağmen de şarkıyı hala duyabiliyorduk. O anda zamanda yolculuk yapıyor gibi hissetmiştim kendimi hatırlıyorum. 


Bu resimde o kemerli yapıyı ve önündeki Kraliyet Parkını görebilirsiniz. Biz de oradayken bu derece görkemli bir yer olduğunu anlayamamıştık. Uzaktan bakıldığında daha cezbedici oluyor herhalde. Ama yeniden gitsem parkta daha fazla vakit geçirirdim.


Bu da binanın içindeki bir sanat galerisinde sergilenen camdan balon balıkları. Çok güzel parçalar vardı hoşumuza giden ama ben bu balıkları ayrıca sevdim. 


Beni en çok etkileyen duraklardan biri de yol üzerindeki bu minik deniz ürünleri restoranıydı. Sanırım içeride de birkaç minik masa vardı ama buranın maksatı yol üzerinde minik atıştırmalar halinde beyaz şarap veya şampanya eşliğinde ve istiridye yiyebilmek anladığımız kadarıyla. O sırada kalabalığın arasından yürürken yakından görme imkanı buldum. 


Ufak bir tezgahın etrafında bir yerlere gitmekte olan insanların uğrak yeri olmuş bir yerdi burası. Genelde şampanya ve beyaz şarap içiyorlardı kadehlerde ve daha çok istiridye yiyorlardı. Ben istiridye sevmediğim için çok da bayılmadım ama fikir harika geldi. Bu insanlar gerçekten keyif insanıymış onu daha çok idrak ettik. Çoğunlukla da aklımızdan geçen şeyse bizim de yaşadığımız hayat mı cümlesi olduğunu itiraf ediyorum. Tabi bu reklamlar kısmı da olabilir elbette. Yine de Paris'te nereye gidersek gidelim bir sükunet hissettiğimiz doğru. 


Binaların kimisinde böyle çizimler, grafitiler gördük. Ama sonradan bloglardan okuduğum kadarıyla sadece grafitileri ile ünlü bölgeler de varmış. Oraları da görmek isterim doğrusu. 


Bisiklet zaten hayatlarının büyük bir kısmında yer alıyor Paris'te yaşayanların. Sırf bu yüzden bile sevilebilir bu şehir. Hemen hemen her yerde, her bölgede, çocuk, öğrenci, iş adamı veya iş kadınlarını hatta yaşlıları bile bisikletleri ile seyahat ederken gördük, mutlu olduk onların adına. Keşke biz de böyle bir imkana sahip olabilsek demeden geçemeyeceğim. Tabi bu sadece bisikleti al sokağa çık durumu değil bizim mantalitemiz henüz bunu kaldıracak durumda değil ne yazık ki. Bu bir hayat tarzı. Yoksa Türkiye'de de bisiklete binebiliyoruz elbette.(Söylediğime kendim bile inanamadım bir an aslında)


Marais'i tercih etmemizin diğer bir nedeni de meşhur Falafelcileri idi. Benim web de bulabildiğim en bilinen yer de yukarıdaki yerdi. Ne yazık ki biz aramamıza rağmen bulamadık. Marais'den sonra da gideceğimiz yerler olduğundan çok fazla arayamadık. Ben daha önce falafel yediğim için de çok delicesine merak etmedim ama denemek isterdim. Gidecek olanlar bence arayıp bulsunlar ve daha önce yeseler de yemeseler de denemeden Marais'den dönmesinler.


Yazıyı fazla uzun tutmamak adına bit pazarını ikinci kısımda yazmaya karar verdim. Yarın pazar olduğu için de bir pazar yazısına Paris'deki bir semt pazarını yazmak hoş olur diye düşünüyorum. 

Gerçekten harika bir pazar yeriydi. Bence okumak ve fotoğrafları görmek için heyecanlanmalısınız!

Yarın: Marais; Bit pazarı yazısında görüşmek dileğiyle!

27 Kasım 2013 Çarşamba

Fotoğraflarla Cezayir'de Hayat

Cezayir için vakit yağmurların bir türlü dinmek bilmediği vakit artık. Aralıksız olarak 20 gündür yağıyor. Ne kadar alıştık artık desem de içimizden lütfen artık yağmasın diye söyleniyoruz. Şantiye koşullarında yaşamanın zorlukları da yağmurun yağmasını istemememizin nedenlerinden biri. Her yer çamur şu anda. Bir de tabi yağmur çok olunca ne dışarı çıkmak kolay, ne trafiği aşıp bir yere varabilmek, ne yürümek kolay, ne de kasvetten karanlıktan enerji yaratabilmek. Böyle zamanlar insanın içindeki bütün enerjiyi son zerresine kadar emiyor sanki. Mis gibi toprak kokusu harika elbette ama yine de bulutların oynadığı eğlenceli mavi bir göğü tercih ederim.

Fotoğraf: yjmtrian4b flickr

Fotoğrafları elimden geldiğince güneşli olanlarından seçmeye çalıştım ki içim açılsın. Özlem de var elbette güneşe özlem, sıcağa özlem ve parıltıya özlem. Cezayir güneşli günlerde gözüme her zaman daha güzel görünüyor. 

 fotoğraf wsrmatre flickr

Bir kedi fotoğrafı koymasam olmazdı zaten. Bu pisicik de bir Cezayir sokak kedisi. Kediler nerede nasıl olurlarsa olsunlar her zaman güzeller. 

fotoğraf: skyscrapercity

Cezayir bulutlarla ve sisle kaplandığında ve elbette gece ışıklarıyla süslendiğinde daha çekici bir şehir görünümüne bürünüyor. Her zaman hüzünlü bir hali olan bu şehirde yaşam geceleri çok erken vakitlerde duruyorsa da bambaşka bir büyüsü oluyor. 


Kadınlar renkli ve genellikle çizgili perdelerin ardında evlerinde yaşamlarına devam ediyorlar. Geleneksel ailelerde gündelik yaşamdaki giysiler de balkonları güneşten ve yabancılardan koruyan perdeler kadar renkli. Bir de şu çanak antenlerin yarattığı çirkin görüntü olmasa daha harika olacak. 


Eski zamanlarda Cezayir sokakları. O zamanlarda yine sakin yine boş ama sempatik. Burası neresi tam bilemiyorum ama Tizi Ouzou'ya benziyor bana kalırsa. Her zaman gittiğimiz yollara aşina gözlerim bu fotoğrafta tanıdık bir şeyler olduğunu düşünüyor.


Burası da Cezayir merkezde Casbah yakınlarındaki dar sokaklardan birisi olsa gerek. Bu tip eskici dükkanları sık sık karşımıza çıkıyor. O tepsileri her zaman sevmişimdir. O pirinç kaplamalı şey de bir nargile olmalı. Minik takı kutuları da burada çok sık tercih ediliyor. 

 skyscrappercity/algeria

Bu fotoğraftaki yer de Cezayir merkeze indiğimizde sıkça önünden geçtiğimiz bir yol. Bir Mourad Reis yol ayrımının olduğu yer sanıyorum. Durmak imkanı bulunmadığından bir türlü çekememiştim fotoğrafını. İnternette arama yaparken görünce çok sevindim. Belki buradan dönmeden bir Cezayir turu yaptığımda, yürüyerek gezerken kendim de fotoğraflayabilirim. Oradaki mozaik resimlerde Cezayir'den manzaralar görülüyor. Büyük postane binası, şehitler anıtı, geleneksel kadın erkek figürleri var. Daha yakından bir fotoğraf bulursam sonraki yazılarımda onu da ekleyeceğim. 


Yine şu anda bizim yakın yaşadığımız Tizi Ouzou vilayetinden bir fotoğraf buldum tesadüf eseri. Bu yolun sonunda sıkça alışverişe gittiğimiz manavımız bulunuyor. Trafik her zaman tıkalı oluyor. Sebebini bir türlü çözemiyoruz. 


Bu yemeği seviyorum. Fotoğraftaki pilav, kuskus değil. İçinde bezelye soğan ve havuç var. Üzerinde de gördüğünüz gibi tavuk butları. Bunu genelde kuskus üzerine yapıyorlar. Ama pilavlı olan seçenekte bolca tüketiliyor. Zaten ne kadar çok et veya tavuk şiş ve kızarmış haşlanmış tavuk yediklerine inanamazsınız. Bütün yemeklerde neredeyse tavuk kullanılıyor. Özellikle de kuskusla birlikte servis ediliyor yanında bazen kabak gibi sebzeler veya nohut da olabiliyor. 

skyscrappercity/algeria

Geceleri sokaklarında in cin top oynayan bir Cezayir görüyorsunuz burada da. Türkiye'deki hareketli yaşantıdan sonra erkenden kapanan dükkanlar, alışveriş merkezleri veya restorantlar insana hayli tuhaf geliyor. Bir şehirde hayat nasıl bu kadar erken sonlanabilir. Tabi hayatın devam ettiği kimi yerler de yok değil. Sokaklar gecenin ilerleyen saatlerinde hep böyle ama. Sessiz ve yalnız. 

Fotoğraflarla Cezayir'e yeniden ve yeniden baktığımda, her ne kadar olanaksızlıklarından kimi zaman şikayet ediyor olsam da daha çok anlıyorum burayı özleyeceğimi. Dile kolay 6 yılımız bitti. Daha önümüzde anımsanmayacak bir zamanımız da var. Özleyince bildiğimiz bu yere sonraları bir nedenle yeniden gelmeyi isteyebiliriz kimbilir. Ne de olsa artık ikinci vatan gibi bir şey oldu:) Ben şahsen bağlarımı kopartmak istemem. 

Yeni Cezayir yazılarında görüşmek dileğiyle. 
Burayla ilgili her zaman merak ettiklerinizi yorum veya mail yoluyla sorabilirsiniz. Hatta fotoğraflar ve açıklamalar ile ilgili isteklere de açığım. 

Mutlu kalın...