30 Mayıs 2013 Perşembe

Hayatımın karpuz peynir bölümü

Bitmek bilmedi bu Mayıs. Aslında önceleri Mayıs epey güzel şeyler ifade ediyordu benim için. Bu sene yağmurlar ile dolup taştığından anlamını yitirdi. Sıcaklık eşliğinde yağan yağmurları seviyorum ama böyle tüyleri diken diken eden bir havada yağış da olunca kendimi suyu sevmeyen kediler gibi hissediyorum. 

Kendime sürekli artık durmalısın, yaz geliyor, yediklerine dikkat et diyorum. Bu sabah tam da mucizesine inanmadığım Special K'ya uzanacakken simite gitti elim. Çayla simit yedim. Ehh çok da kötü sayılmaz ama olsun. Yaz gelsin buz gibi limonatalarımı yapayım içeyim keyifle, karpuz peynir yiyeyim istiyorum. Çok mu şey istiyorum. Güya Afrika burası. Acaba birisi beni kandırdı mı?



Allahtan şu yağmurluklar pek sevimli oluyorlar. Buradan en severek aldığım şeylerden biridir çizmeli yağmurluğum. Doya doya giydim bu sene. Giymeseydim de olurdu aslında, yağmasaydı iyiydi. 


Sümüklü böcek kardeş masamıza çıkıvermiş. Onun da canım yeni yerler keşfetmek istiyor sanırım. Yağmurun en güze tarafı da bu, her yer mini mini böcüklerle doluyor bol bol fotoğraf çekiyorum bahaneyle. 


Kamp alanındaki köpeciğimiz Mahçup. Öyle sevimli bir köpek ki onun haline çok üzülüyorum. Üç tane de yavrusu var, gerçi artık onlar da kocaman oldular ama hayvancıklar her daim aç. Elimizden geldiğince doyurmaya çalışıyoruz ama yetmiyor. Ben hayatımda Mahçup kadar sevgiye aç köpek görmedim. Öyle manalı bakışları var ki insanın içini eritiyor. 


Yiyorum diyorum ama genelde pek inanmıyorlar bana. Bu sandöviç bir öğlen yemeğinde yediğim öğün :) Abartmışım evet! Yalnız o yanındaki acı biber salatası dünyanın en güzel şeyi diyebilirim rahatlıklar. Bu lezzeti tarifi çok basit olmasına rağmen evde yakalayamıyoruz. Artık Cezayirli amca içine ne katıyor bilemiyorum, bilmek de istediğime emin değilim. 


Közde kahvenin tadı da bambaşka oluyor. Bu sıra epey mangal sefası yaptık. Ama bu daha sadece başlangıç. Ne de olsa yazlarım vazgeçilmezidir mangal. Ben zaten bu kafayla gidersem o geçen sene verdiğim altı kiloyu bu sene zor veririm. Can sıkıntısından sürekli yemek düşünüyorum.


Bu tabağı çook sevdim. Ağaçlara bayıldım. Böyle motifli tabakları toplamak ve evimde kullanmak istiyorum. Hele birkaç ay evvel bir tabak gördüm ki anlatamam kelimelerle. Üzerinde sevimli geyikler vardı ve daha başka bir sürü motif. O sırada bir cenaze evindeydik. Yemekler hazırlanırken tabağı bana versinler diye çok uğraştım ama tam ben alacakken bir amca elini uzatıp kaptı. O kadar üzgün insanın arasında tabağı düşünen herhalde tek bendim. Ne zaman züccaciye'ye gitsem ona benzer tabaklar bakıyorum bulamıyorum. Umarım bir gün hiç de düşünmediğim bir zamanda karşıma çıkar ve benim mutlu eder. 


Musluklar hep ilgimi çekmiştir. Böyle eski yüzlü olanları ayrıca severim. Yeni açma kapama sistemlerine nazaran bunları daha beğeniyor ve daha kullanışlı buluyorum. Bir de pirinç görünümü ayrıca beni cezbediyor. Evimde de kullanmayı düşünüyorum pirinç musluklardan. 


Kağıttan kayık yapmayı unutmuşum. Denedim denedim başaramadım. Sonra eşimden yardım istedim. Bilmiyordu ki onu çayımın içinde yüzdürmeye kalkacağım. Kim düşünür ki 30 yaşında koca kadın çay bardağında kayık yüzdürecek. Ben sanırım 10'lu yaşlarımda demir atmışım.


Pembeyi geçen seneden beri seviyorum, hayret. Halen pembe tutkumun devam edeceğini düşünmezdim ama yaşım ilerledikçe renkler hayatıma daha çok girmeye başladı. Gülün pembesi, rujun pembesi, elbisenin pembesi, kağıdın pembesi, tokanın pembesi şeklinde ilerliyorum:)


Dün eşim ilk defa Adana yaptı. Burada Adanalı olan bir arkadaşımızdan öğrenmişti. O başka bir şantiyeye geçince bizim de canımız istiyor ama yiyemiyorduk. En sonunda karar verdi ve ben yaparım dedi. Şahane de oldu. Ben de yanına bulgur pilavı yaptım yine homini homini yedik. Bunda bir gece önce izlediğimiz survivor'ın da etkisi büyük. Orada yedikleri etleri görüp bütün gece yutkunduk. Dün de neyse ki amaçlarımız nihayete erdi yedik içtik eğlendik. En kötü günümüz böyle olsun inşallah. 




Aaaa unutmadan mangal henüz geçmemişken değerlendirmek için patates attık ve üzerine de mozarella peyniri koyduk. Tadından yenmedi! Tek patates olduğu için 8 kişi hücum ettik ama olsun en azından tadımlık oldu. Bundan sonra kumpir ziyafetleri de yapmaya başlayacağız.


Yemekhaneye giden yolda duruyor bu tabela. Ben seviyorum neden bilmem. Gelip geçerken hep 10 rakamı ile ilgili bir şeyler düşünüyorum, dilek falan tutuyorum. Tabelayı amacının çok dışında kullanıyorum :) Elimden gelse herhalde onu bahçeye bile koyardım. En iyisi Türkiye'ye dönünce kendimi şöyle en renklisinden bir tabela yaptırayım. 


Kocaaaaamaaaaan bir çiçek bu. Bunların miniklerini bilmişsinizdir. Baharda pek sık görülürler etrafta. Bu onların 50 tanesinin bir araya gelmesi gibi. Şaşırtıyor beni her gördüğümde ve pembiş haliyle mutlu da ediyor. Beyaz olanları da şöyle;

Bu da en sevdiğim bardağım. Aslında görünümünün çok dışında Anadolu Hayat Emekliliği anlatan bir kupa. Ama ben ona çok farklı anlamlar yüklüyorum. Oradaki insanların her biri benim için bir Mary Poppins :) O Eyfel'in üzerinde bavuluyla uçan kadını da kendim olarak hayal ediyorum. Masalsı detayları mutlu ediyor beni. 


Yapacak işlerim var gün bitmeden. Bu kıtada zaman su gibi akıp gidiyor, bir de bakmışız akşam olmuş. Havalar bir şeyler yapma isteğime engel oluyor. Aklımdaki fikirleri hep yaza erteliyorum. Yaz geldiğinde yapmam gereken çok fazla şey olacak ama yine de gelmesini sabırsızlıkla bekliyorum. Tabi tatilin yakınlaşmasını, denizi, kumsalı, insan seslerini, kitapçıları, pazarları da hayal ediyorum bol bol. 

28 Mayıs 2013 Salı

Giden bir kedinin ardından

Tam da hızımı alamamış coşkuyla yazmaya başlamışken yağan çılgın yağmurlar sel getirdi buralara. Bir haftadan fazla internet bağlantımız yoktu. Sanmayın yazacak kelime bulamadım. O kadar çok şey var ki anlatacak. Yeni Paris manzaraları, Cezayir'den kareler, hayatın içinden ufak detaylar ve anılar yazacağım yeniden. Bu internetsiz yaşayamama halimi sevmiyorum ama elimden de bir şey gelmiyor. Tiryaki gibi olduk. Günler geçmek bilmiyor o olmayınca.

Giden bir kedinin ardından işler zar zor yürüyor. Yazmak, okumak, dinlemek ve her zaman size kolay gelen işler büyük bir külfet halini alıyor. Kediniz bırakıp gittiyse sizi içinizdeki yalnızlık hissi asla dinmeyecek diye düşünüyorsunuz. Her şey eskisinden çok farklı oluyor çünkü siz değişiyorsunuz. Sevdiğiniz birini kaybetmekten farkı yok. Anılar üzerinize çullanıyor. Yavaş yavaş öğreniyor insan elinde kalan anılarla mutlu olmayı, ama öncesinde çok çabalıyor. Ben da hala çabalıyorum. Sürekli makyaj tazeleyen biri haline geldim. Daha iyi hissetmek adına yaptığım makyajım ufacık bir hatırada sel olup akan gözyaşlarıma dayanamıyor. İçimde hep bir umut elbette ki olacak döneceğine dair ama bazen öldüğünü düşünmek daha az acıtıyor.


Şimdilerde yeni bir kedimiz var. Adı Charlotte değil ve gözleri de yeşil değil. Ama pamuk gibi yumuşacık, uysal, sessiz ve maviş. 
Onu almak, önceleri bir ihanet gibi geliyordu. Sonrasında belki yeni bir kedi aldığımı hissedip döner diye düşünüp durdum hani hayatta öyle mucizeler oluyor ya bazen. Ama Cicoz(Bella)u gördüğüm anda kafamdakiler uçtu gitti. Sadece o masum ifadesi ve beni sevme ihtimali için almak istedim. Charlotte kadar hamur bir kedi değil. Bazen sıkılıyor onu sevdiğimde ve kaçıyor ama kendi kendine kucağıma gelip uzanması tüm umutsuzluklarımı gömüp hayaller ile yaşamamı tembihliyor bana. Hele mır mır konuşması yok mu büyük şaşkınlık yaşatıyor bize. Daha önce bizimle konuşan bir kedimiz olmamıştı:)


Yeni bir maceraya yelken açtık görüyorsunuz. Bir kedi sahibi olmak harika bir duygu. Yeniden kedili bir hayata kavuştuğum için mutluyum. Her bir hücrem mutlu olduğumu söylüyor. Daha çok yeni beş gün oldu geleli. Adını önceki sahibi Bella koymuş. Şimdilik o adı bildiği için kullanıyoruz çağırırken ama tercih ettiğimiz isim Cicoz. Alışırsa bizim Cicozumuz olarak kalacak. Olmazsa biz Bella'ya alışacağız. Yavaş yavaş bize ısınmaya başladı. Koynumda yatacağı zamanları iple çekiyorum. Şu anda gardırobumda kıyafetlerimin üzerinde uyuyor geceleri. Sessiz olması da harika. Bazen pıt diye bir köşeden çıkıyor çok gülüyoruz. Umarım her anımız böyle güzel olur bundan sonra. Siyamlar ile ilgili tavsiye verecekler olursa bekliyorum, ilk kez siyam bakıyoruz ufak tüyolara açığız:)


Bu sıra kendimi dekorasyon fikirleri arasında kaybetmiş durumdayım. Tadilatını yaptırdığımız evimiz için milyonlarca fikirle baş etmeye çalışıyorum. İnternet denen dünya'da sonsuz bilgi mevcut ve ayıklaması bazen epey güç oluyor. Rengarenk bir evim olsun istiyorum. Ama beyazlığın içinde renkler buluşsun istiyorum. Yolu yarıladık sayılır tadilat mevzusunda ama henüz önemli kısma gelmedik. Hayal etmek çok keyifli. Umarım hayal ettiğim kadar güzel bir evim olur. 


Uzun zamandır yazıyorum. Daha önce hiç hikaye yazmadım. Hep ufak denemeler yazdım. Bu birkaç gündür kafamda bir sürü hikaye dolanıyor. Nereden geldiler bilmiyorum. Ama o hikayeleri yazmak istiyorum. Bilmem başarabilir miyim. Denemeye değer. Belki günün birinde burada yayınlarım yazdıklarımı. Hemingway'in bu fotoğrafını çok seviyorum. Tanışmayı hep hayal ettiğim kişilerden biridir Hemingway. Şu anda orada onunla olmayı isterdim. Belki bana ufak hikayelerinden birini fısıldardı. 


Bir süredir canım haşhaşlı lokum istiyor. Haşhaşım yok ve lokumu yapmayı da bilmiyorum. Aslında tarifini almıştım ama bulamıyorum. Bu işin ustası arkadaşım Gamze bana Eskişehir'den ıslak haşhaş bile getirmişti ama taşınma esnasında kayıp ettim onu. Cevizle deneme yapmak istiyorum haşhaş olmadan. Böyle puf puf olsunlar yeter. Havalar güzelleşsin ve ben bahçede çayımı yudumlarken o lezzet denizinde kaybolayım istiyorum. 


Bahçemle ilgili henüz yol kat edemedim. Yağmurlar bahçemizin çamurdan öteye gidememesini sağlıyor. Ne zaman sevinsek ve artık bahçe işlerine girişelim desek kıyamet kopuyor adeta. Hazirana bel bağlamaktan başka çaremiz kalmadı. Minik bahçemle ilgili de girişimlerim şu anda fotoğraf inceleme aşamasında. İcraata geçmek için havaların düzelmesini ve rahat bir nefes alabilmeyi bekliyorum. 

Şimdi biriken işleri toparlamanın zamanı. Hepsi hallolduktan sonra yeniden yazmaya koyulabilirim. Önce gidip yemek yemeli sonra minik kedimi görmeli, biraz onunla oynamalı, bahçede güneş hazır ortaya çıkmışken yağmur gelmeden bir Türk kahvesi içmeliyim. Akşama da yazmam gereken bir sürü yeni kart ve mektup var. Kahve olmadan da işlerimi yapamıyorum ne yazık ki!

Herkese sevgiler...

19 Mayıs 2013 Pazar

19 Mayıs Atatürk'ü Anma,Gençlik ve Spor Bayramımız hepimize kutlu olsun



Bugün ne güzel ve anlamlı bir gün. Atatürk'ün Samsun'a çıkışının 94. yıl dönümü. Şimdi o çok sevdiğim ve özlediğim Ankara'nın Sıhhiye Meydanında olmayı isterdim kalabalığın arasında. Kan kırmızı bayrağımı üzerime sarıp sokaklarında dolaşmak isterdim. Son zamanlarda yaşanan pek çok acı olay herkes gibi bizi de çok üzdü. Üzülmeyenler ve bu olaylarla türlü hayaller peşinde koşanlar da var elbet. Onlar için fikirlerimi buraya yazamayacağım. Şu anda içim bayram coşkusuyla dolu. Çocukluktan kalma bir heyecanla karşılarım her bayramı ben. Sanki o zamanlara yolculuk  yaparım içimde. Uzakta olsam bile hayal ederim orada olduğumu, o kalabalığı, mutlu yüzleri, coşkulu sesleri. Atatürk'ü hayal ederim. En büyük isteğim olan onu tanıma isteğim yeniden gün yüzüne çıkar. Fotoğraflarını açar gözlerinin derinine uzun uzun bakar onunla konuşurum. Çok sevdiğimi hep söylerim kendisine, sesinin tonunu, yürüyüşünü, kokusunu, bakışlarının üzerimdeki etkisini düşünüp dururum. Bir çocuk gibi dizlerinde oturup kollarımla onu sıkıca sarmayı hayal ederim. Bayramlarda hep yeniden yaşarım bu sahneleri. İçimde böyle bir sevgi varken kim gelip de yerle bir edebilir ki en derinlerimdekileri. Benim gibi pek çok kişi var biliyorum. Ne olursa olsun hep umutluyum, cesurum, özgürüm, hayallerimin peşinden giderim çünkü geçmişte nelerin üstesinden geldiğimizi iyi bilirim. 

Coşkuya yaşayın bayramımızı, biz uzakta olanlar için de sevinin, haykırın, kutlayın kırmızı beyazlar eşliğinde!


Umarım gençler de akıllarını başlarına toplarlar da umutlarımızı boşa çıkartmazlar, savaşır, çabalarlar hayal ettikleri güzellikler ve ellerindeki özgürlükler için. 

16 Mayıs 2013 Perşembe

Cezayir'de gündelik yaşamdan kareler

Cezayir; sokaklarını, insanlarını, binalarını, havasını, kokusunu, yemeklerini vb. bilmeyenler için gizli, sihirli bir şehir. Bizim için de aslında büyük çoğunluğunu henüz keşfetmediğimiz gizemli bir yer. Burada altı yıl geçirince biraz olsun o içimizdeki ilk heyecanın bir kısmını kaybederek yola devam ediyoruz elbette. Tunus ve Fas'ı da görünce oralar insanın gönlünde yer edince Cezayir biraz daha uzak geliyor insana. Çünkü o diyarlarda her şey daha masalsı, detaylar daha yoğun ve hayat daha renkli. Yine de onca şeye rağmen burayı seviyorum. 

İçimdeki ilk sevgi kırıntılarını Albert Camus'nun Yabancı adlı eserini okuduğumda hissetmiştim. Sonrasında ise öğrenci olduğum yıllarda Ankara'daki antika pazarından eski bir çölde çay yapan Tuareg fotoğrafını aldığımda hissettim yakınlık duygusunu. Yıllar sonra buraya bir aşk uğruna gelmeye karar verdiğimdeyse, o bilmeden aldığım fotoğrafı ve okuduğum kitabı, hayatın bana gönderdiği işaretleri olarak algılamıştım. Şimdi bakıyorum da burası hakkında öğrendiğim, gördüğüm çok şey var. Yine de her gün bunlara yenisi ekleniyor. Her ne kadar Cezayir'deki hayatın yeteri kadar içerisinde olamasam da onu  tanıyabildiğimi hissetmek güzel bir duygu. Fotoğraflar da bana çok yardımcı oluyorlar. Umarım bu güzel görseller size de bir şeyler anlatırlar.

Not: Kendi çektiğim fotoğrafları da ekliyorum aslında buraya. Bir süredir fotoğraf çekemiyorum istediğim kadar. O yüzden internet denen cennetten arayıp buluyorum sizler için. Takip ettiğim Cezayirli fotoğrafçılardan, buradan yaşayanların oluşturdukları platformlardan, forumlardan kayıt ediyorum. Kimilerinin isimlerini not almayı unutuyorum bazen ama yine de belirtiyorum benim olmadıklarını, yanlış anlaşılmalara mahal vermemek için. 
Adı yazılmayan fotoğrafları da flickr, skyscrapercity, tumblr ve çeşitli forumlardan buluyorum genellikle. 

Artık yaza doğru ilerliyoruz yavaş yavaş. Eminim yazın daha çok fotoğraf çekme imkanına sahip olacağım. O zaman paylaştığım fotoğraflarıma da gururla adımı yazabileceğim.

Hadi bakalım ufak bir yolculuğa çıkalım birlikte Cezayir'de.


Burası başkent. Cezayir'in sembolü olan Makam-ı Şehit anıtını görüyoruz sislerin arasından. Sisin eşlik ettiği fotoğraflar daha mı güzel oluyor diye düşünüyorum. Belki biraz daha gizem kattığı için ilgi çekici oluyordur. Eski çalıştığımız projede çok sisli günler geçirmiştik, güzeldi. İlk kez bu coğrafyada gördüm ben  bu kadar yoğun bir sis, turuncu gökyüzünü ve kum kokan sokakları.

Fotoğraf: Flickr by jam-L

Burası Casbah. Hakkında birkaç şey yazmıştım. Turistlerin ilgisini çekebilecek güzel bir yer. Daracık sokakları ve sokak aralarındaki böyle antika dükkanları ile büyülü bir yer. Her zaman biraz tehlikeli olduğunu söylerler oralarda dolaşmanın ama biraz cesaret olmadan insan güzellikleri de göremez öyle değil mi? Yazın yeniden gitmek istiyorum oralara. Uzun seneler oldu gidip göremedik. İlk geldiğimiz yıllarda gitme imkanımız olmuştu. Eminim şimdi daha pek çok güzellik keşfedebiliriz. 


Burası La Madrak. Bir sahil şeridi, limanı, balıkçıları, plajı, güzel balık lokantaları olan yaz için ideal bir mekan. Burayı seviyorum. Dondurmaları, şarapları ve meyveleri de pek güzel oluyor. Yazın deniz kenarında keyifle dolaşabileceğiniz bir yer. Cuma günleri her yerde hafta tatili olduğundan biraz kalabalık olabiliyor. Yine de leziz balıkları yiyip deniz havasını içinize çekip bir de ohhh beee deyince o kalabalığa girmeye de değiyor doğrusu. 


Renkli panjurlarıyla başkentte bir apartman. Balkonlarına çamaşırların her daim asılı olması bu coğrafyaya yakıştırdığım bir özellik. Neden bilmem seviyorum. Aslında bütün estetik görüntüyü bozuyor. Yine de yaşayan evler olduğunu hissettiriyor bana. O evlerin içlerine bakıp hayaller kurmak da hoşuma gidiyor.

Bir manavı görüyoruz bu karede de. Daha önce de yazmıştım genelde sebzeler ve meyveler ayrı satılıyor ama böyle istisnalar da oluyor başkentte. Bu yaşlı amca muhtemelen Kur'an okuyordur. Çünkü dua kitapları falan gördüğüm çok oldu ellerinde. En azından faydalı bir şey yapıyorlar boş boş oturup etrafı izlemiyorlar. Taktir ettim doğrusu. 


Burası da Cezayir'in perili evi. Rivayete göre eskiden burada yaşayan zengin bir aile varmış. Bir yangın sonucunda ölmüşler. Geceleri sesler, bağırışlar duyuluyormuş ve hayaletleti etrafta dolaşıyormuş diyorlar. Oradan geçmek bile istemezmiş Cezayirliler. Bana da bunu Cezayirli bir arkadaşım anlatmıştı. Önünden geçmiştik bir öğle vakti. Akşam olsa hayatta geçmezdim buradan demişti gülerek. Gerçekten de ürkütücü bir görüntüsü var ama beni şuanda bile korkuttu.


Burası da yine Casbah/Place-de-Martyrs.(Şehitler meydanı) Kemerli hanların bulunduğu güzel bir sahil kısmıdır burası. Bir Osmanlı pazarı olduğundan da bahsetmişlerdi fakat ne derece doğru bilemiyorum. Gittiğim birkaç seferde sordum ama bilen olmadı. Fotoğraftaki cami de güzel bir camidir,Djamaa Al Djedid yani Yeni Cami. avlusu da kocamandır. O görülen havuz da sanırım içinde at heykelleri olan havuz. Hemen arkasında da müzik akademisi vardı yanlış hatırlamıyorsam. 


Burası da başkente giderken kullandığımız eski otoyol. Şimdi yeni otobanda yapıldı oradan daha kısa sürdüğü için tercih ediyoruz ama kimi zaman bu yolu da kullanıyoruz. Tam neresi olduğunu kestiremedim fotoğraftan ama Zeralda'ya giden yol diye düşünüyorum. 


Yine sokağa yapılmış minik bir kafeyi görüyoruz. Yazları özellikle çok tercih ediliyor bu sokak kafeleri. Çay salonu olarak da geçiyor bu tip yerler. Dondurma, naneli çay, gazoz, pizza falan da satıyorlar. Hemen yanında da Cezayir'in geleneksel kıyafetlerinden satan bir butik var mankenleri görülüyor.

 Fotoğraf: Djamil Chakali

Burası yine Casbah. İki kubbeli olan yer Ketchoua camisi. Tadilat yapılması nedeniyle içini görememiştik ama mimarisi çok güzeldir. Burada yapılan ilk camilerden biri zaten. Keçi Ova camisi deniliyor adı oradan geliyormuş. Casbah'da kasaba demek. Türklerin Cezayir'e geldiklerinde yerleştikleri ilk  yerleşim yeri burası. 
Unesco'nun dünya kültür mirasları listesinde yer alıyor ve korunmada.
Fotoğraf: Djamil Chakali

Bunlar da geleneksel Cezayirli kadınlar. Bu tip beyaz veya krem rengi giysili, peçeli kadınları her zaman görmüyoruz tabi. Örneğin bizim bulunduğumuz Tizi-Ouzou bölgesinde belki bir iki defa görmüşümdür ama başkent daha karmaşık bir yapıya sahip olduğundan orada rastlayabiliyoruz. Yine Casbah taraflarında bir yer olduğunu düşünüyorum kadınların bulundukları yerin çünkü arkadaki yapı o iki minareli camiye çok benziyor.

Fotoğraf flickr by Miquel Pancorbo2

Yine başkentin masalsı evlerini görüyoruz burada. Yer hemen büyük postane binasının karşısında bulunan büyük caddeye çıkan yer. Uzakta görülen yan duran binayı seviyorum ben. Böyle dar binalar ilgi çekici geliyorlar ve üçgen bir biçimde duruyorlar. Keşke başkentteki bütün evleri böyle beyazlı mavili  yapabilselerdi o zaman daha estetik bir görüntü olurdu. 

 Fotoğraf: Youcef FRIDJAT 

Burası da başkentte bir ara sokak. Bazen arabaya yer bulamayınca böyle ara sokaklara bakıyoruz park etmek için. Ama tabi bildiğimiz ara sokaklara. Yine de park yeri aramak için bile olsa sokakları keşfetmek güzel oluyor. Bu hafta içinden bir gün, cuma günü gitseniz eminim her yer bomboş olurdu. İnsan yine de buralarda dolaşırken biraz tedirgin oluyor. Çünkü bazı sokaklar çok derbeder oluyor. Fotoğrafta da çoğunluğu erkek nüfus oluşturuyor zaten gördüğünüz gibi ben arkada üç tane kadın seçtim sanırım ama işte bu nedenle kadın olunca ve gündüz vakti de olsa erkek nüfusun çoğunlukta olduğu bir yerde dolaşırken az da olsa tedirgin oluyorsunuz yabancı olduğunuz için. Fas ve Tunus'ta böyle bir durum yoktu. Zaten orada turiste alışkın olduklarından yadırgamıyorlardı. Cezayir bu yüzden onlardan ayrı ve daha zor bir coğrafya. 


Burası Tissemsilt denilen bir yermiş. Ben henüz görmedim burayı fakat böyle yemyeşil ovalar çok gördüm. Cezayir'in hep bahsetmeye çalıştığım gibi en güzel taraflarından biri doğası, yeşili. Yazın çıldıran doğa bambaşka bir huzur veriyor burada insana. Kışınsa sararan yapraklar, çimenler ve çıplak ağaçları ile farklı bir huzur veriyor. Yani doğa her koşulda huzurla eş. 

Fotoğrafların devamı gelecek. Umarım sevmişsinizdir bu postayı. 


14 Mayıs 2013 Salı

Yaza adım adım

Bu postayı yazmaya ofisten çıkmadan hemen önce başlamıştım fakat yine tamamlayamadan çıktım. Bugün hava pek kapalıydı, kasvetliydi ama sıcaktı. Ofisten eve doğru gelirken bir anda deli gibi yağmur yağmaya başladı. Uzun zamandan sonra ilk kez yağmurda sırılsıklam ıslandım. Sonra eve geldim üzerimi değiştirdim ve akşam yemeğini yedikten sonra yazmaya koyuldum. 

Aslında yazma faslını yarına bırakmak vardı kafamda. Yeni aldığım ayvalardan ayva tatlısı yapacaktım ama pek canım istemedi. Sanırım yarın yapacağım. Yazımı tamamladıktan sonra kavunlu bir yeşil çay içip arkadaşlarıma yollayacağım kartlarımı hazırlamalıyım.


Yağmurda ıslandıktan sonra bu manzara ile karşılaşmak pek iyi geldi. Gökkuşağı'nı çok seviyorum. Eskiden gökkuşağında yaşayan sevimli ayıcıkları izlerdim. Ne zaman gökkuşağı görsem o çizgi film geliyor aklıma. 


Geçenlerde çektim bu fotoğrafı sonra da süsledim şirin şirin olsun diye hem de en sevdiğim çiçeklerle. 

Havalar güzel olduğu zamanlarda tenis sahasına gidip basket potalarını yerleştirip basket oynuyoruz artık. Havalar iyice güzelleştiğinde fileyi serip tenis de oynamaya başlayacağız. Birkaç gün evvel de ofisten arkadaşımızla aldığı model helikopterle alıştırma yaparken çektim bu kareyi. 


Tenis kortundan dağları görmek de pek güzel oluyor. Buranın en çok yemyeşil doğasını seviyorum insanın içini açıyor. 


Bunda güzel fotoğraf karesinin arasında bir kocaman böcek görmek çok da hoş olmadı biliyorum. Bu böcekler yeni türedi. Gerçekten kocaman ve tombikler. Artık havaların güzelleşmesiyle ortaya çıkan türlü böcekler, çekirgeler, peygamber develeri ve çiyanlar yüzünden her yerde oturamaz olduk.


Ofisin önündeki harika güllerden daha evvel bahsetmiştim. Benim için toplamış getirdi ofisteki çaycımız. Renkleri tam anlamıyla belli olmuyor ama turuncular harika, pembe güller de normal güllere nazaran daha minik ve narin. 


 Burada kartpostal bulmak çok zor. Başkentte vardır aslında eminim ama hafta içinde veya erken saatlerde gitmek kısmet olmadı henüz. Bir sürü güzel kırtasiye var aslında başkentte ama keşfetmedik biz hala. Ben de çareyi internetten indirdiğim beğendiğim ilustrasyonların çıktısını almakta buldum. Henüz arka kısımlarını kartpostal formuna sokmayı beceremedim. Umuyorum yakında onu da yapacağım. Bu sevimli kuş sahibine ulaşmak için yola çıktı bile:)


Basket oynadığımız bir günde çektiğim kareler pofuduk bulutlar eşliğinde pek de güzel göründüler gözüme. Bulutlar her şeyi güzelleştiriyor zaten, sihirliler :)


Dün hava bugünkü gibi kasvetli ve kapalı değildi. Aksine tam da bahçede oturabilecek kadar ılıktı. Dün market alışverişi için şehre gittim. Bir süredir canımız tavuk kanadı istiyordu. Şansımız yaver gitti de bulabildik. Ama sadece iki ufak paket. Burada tavuk kanatlarını çöpe atıyorlar, yemek gibi bir adetleri yok. Oysa bir bilseler ne kadar lezzetli olduklarını. Çok nadir böyle zaman zaman ayırıp satıyorlar, denk gelirsen alıyorsun. Dün şanslı bir günümdeymişim anlaşılan. 


Biz ailecek mangal keyfine pek düşkünüz. Düşünüyorum da zaten mangalı sevmeyen de yoktur herhalde veya nadirdir. İlerde İzmir'deki evimizde ilk zamanlar hızımızı alamayıp bol bol mangal yaparız diye düşünüyorum. Nasılsa kanat bulmak gibi bir sorun da yok memleketimizde:) İnsan böyle basit şeylerin kıymetini kaybedince anlıyor işte. Şimdi her ufak detay bizim için delicesine kıymetli. 



Azdı falan ama yanına köfte, pilav ve salatayla çoğaldı. Keyifle yedik. Her gün kanat olsa, mangal olsa gıkımı çıkartmam sanırım.


Bu tahta kasaları da yemekhanenin önünde atılmak üzereyken buldum. Bizim aşçı çocuklara sordum geri vermeyecekseniz alabilir miyim diye. Tahta olmaları ve üzerindeki yazıları cezbetti açıkçası. Şimdi birinin içine maydanoz ekme fikrim var. Yazısı biraz silinmiş olanı ise beyaza boyayıp dekoratif amaçlı kullanacağım. Diğerinin de içine minik bir fairy garden yapabilirim :)

Bahçemize domates biberlerimizi hala ekemedik. Toprak çok ıslaktı kurumasını bekledik. Şimdi de deli gibi yağmur var. Artık dayanamayıp yarın topaklı kısımlarını düzeltip çim ekmeyi planlıyorum. Çimler yağmurda daha da delirir herhalde. Belki de avantajımıza olur bu durum. Sonra havalar biraz düzelince de domatesleri ve çiçekleri de ekebileceğiz nihayet. 

Hafta bitiyor bile bizim için. İki gün kaldı. Zaman yine su gibi akıp gidiyor. Herkes için güzel bir hafta olmasını diliyorum. 

Not: Bana kart atmak isterseniz eğer seve seve kabul ederim:)