27 Mayıs 2014 Salı

Geçip giden zamanlar; Cezayir

Eskiye dair pek çok şeyi seviyorum. Bunu gün geçtikçe daha da onaylıyorum gördüklerim, hissetiklerim hatta yapıp ettiklerimle. Hele eski fotoğraflar nasıl da beni cezbediyor anlatamam. Özellikle de yaşamımda iz bırakan yerlere dair olanlar. Cezayir hayatımın büyük bir kısmını kaplayan, doğduğum ve okuduğum şehirden sonra üçüncü yer oluyor. Ama kıyas kabul etmeyecek kadar farklı, uzak, ırak ve zamanın gerisinde. Hep derim ya bir inziva dönemi gibi yaşadığım bu yıllar. Ne kadar hayata dahil olmaya çalışsak da yapamadığımız, bizi hep geriye iten zamanlar, ama bir o kadar da özlenmeye değer. 

 Algiers, Algeria. 1973

Erkekler bu fotoğrafta olduğundan çok da farklı geçirmiyorlar şu anda da hayatlarını. Sokaklarda yoğunlukla karşılaşılan bir manzara bu. Ama tabi buradaki insanlar biraz daha farklı bir kesim gibi, çok Cezayir'i anlatır bir kare gibi değil. Başkentte her zaman gittiğimiz caddelerden biri burası. Sokakta pek çok kafeteryanın olduğu bir muhit. Bu havasını seviyorum Cezayir'in. Hep koşturmaca halinde geçtiği için şehir gezilerimiz, o sokak kafelerinde henüz oturmayı başaramadım, yani o caddedeki kafelerden birinde. Yoksa başka pek çok yerde oturuyoruz elbette. 

Women of Algiers. L’Otomatic rue Michelet, Alger 1960

Şu zamana kadar böyle kadınların oturduğu bir masaya denk gelmedim ben, özellikle de sokakta ve bu denli modern bir tavırla. Belki de ben denk gelmedim bilmiyorum ama genelde hafta içinde sıkça karşılaşılan bir manzara değil topluca bir kafede oturmaları. Bu mekan da aynı cadde üzerinde bir yer. Şu fotoğrafa baktıktan sonra yeniden oradan geçecek olmak düşüncesini seviyorum. Tarihe tanıklık etmek işte bu! Değişen çok az şey var buradaki dokularda. Bu yüzden sıklıkta zamanda yolculuk yapıyor hissine kapılıyorum.

21 Mayıs 2014 Çarşamba

Ruhumuzun arka kapısı


Bir arka kapısı olmalı ruhumuzun, ama eski, ama gıcır gıcır.

fotoğraf: tumblr

Cezayir'de bir ev. Aylar oldu bu fotoğrafın bilgisayarımda bir arşivde beklediği. Duvarlarını, demir trabzanlarını, eski yer karolarını, kreme çalan kapısını sevdim. Biraz hüzünlü, biraz acı dolu bir fotoğraf olduğunu düşündüm ilk günden beri. Tam da içinde bulunduğumuz günlere uygun. 

Evet biliyorum ve anlaşılıyor, bu kapı bir banyoya açılıyor. Olsun, ruhumuzun kirlenen taraflarını da temizliyoruz orda kimilerimiz. Bazen suyun altında bekleyerek, bazen köpüklerle oynayarak, bazense ıslak duvarlara aklımızı çarpa çarpa. 

Merdivenler güzel ve büyülü bir masala çıkıyor belki de, kim bilebilir? Öyle düşünmeyi seviyorum ben. Hem paslı demir korkulukları dalga şeklinde, evi yapan hayal edebiliyormuş demek ki bir zamanlar!

19 Mayıs 2014 Pazartesi

Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun!



 Nerede ve ne durumda olursak olalım Ata'mızın izindeyiz, her zaman...

UNUTMAYALIM!

Gerçekler hep mi acıtır?

 fofoğraf: pinterest

Herhalde kötü olanları hep acıtır, kanatır, deşer!

Bilmiyorum, acıtmayan gerçekler de vardır elbet, sevmek, sevebilmek gerçeği gibi. Zaten sevmenin anlamını kavrayabilseydik, olmazdı ki tüm bu olanlar. İnsan olabilmek, kendin dışındakileri sevebilme kapasitenle ilgili bana kalırsa. Ağaçları, havayı, çiçekleri, kağıtları, başkasının varlığını, başkasının yaşama şeklini, alışkanlıklarını, ellerini, hayata bakan gözlerini, hayvanları, minik böcekleri, eski eşyaları, geçmişi, geleceği, fotoğrafları ve ötekileri...İçimizde en kıyıda kalanları sevebilmek demek, yaşayabilmek, hakkıyla!

Bazen gördüklerimin ve duyduklarımın doğruluğu karşısında şapşallaşıyorum, afallıyorum, duruyorum öylece. Hep böyleymiş böyle gider, zaten mantalite böyle, değişim çok zor gibi cümleler sarf ediyorlar ki bu sıra ben de ediyorum çokça, ama inanmak istemiyorum doğruluğuna. Buna inanmak demek umut etmekten vazgeçmek demek, noktayı koymak demek. Hala gözlerde umut görebiliyorken vazgeçmek olası değil!

Bu bildiğim hayatta evet ne oluyorsa hep fakire oluyor. Öyle çok fakirlik çekmedim, elbette ki bilemem neler yaşadıklarını ama tahayyül edebilirim bir parça, iyi gözlemlerim ve dinlerim, okurum. Paralarını savuranlar var etrafta bolca, o süslü giysilerini giyip, kulaklarını yaşananlara ve gözlerini o insanlara kapatanlar var hem de her yerde. Sokakta kafasını çeviren, yüzünü buruşturan, düşse tutup kaldırmayan, tiksinen, aşağılayan...

fotoğraf: pinterest

Bu yaşıma kadar duyduğum pek çok kötü haber oldu elbette, ama büyüdükçe duymakla kalmıyorum bu kötü olayları, hissediyorum, anlıyorum, anlamlandırıyorum, üzülüyorumi kahroluyorum. Türk filmlerinde bile güzel değil kötüler, öyle şaşırıyorum nasıl oluyor diye işte. Oysa pamuklarda da büyütülmedim gerçek anlamda, tek çocuk bile olsam. Tek çocuğum ama çok çocuğum çünkü. Yalnızlıklarım bile hep kalabalık olmuştur.

Neleri unuttuk öyle değil mi? Depremde yitirilen onca umudu mesela. Yıllar oldu geçti gitti işte. Oysa öyle mi yara alanlara. Hala o zamanda çakılı kalan ne çok hayat var ve ne çok nefes alamayan. Hep bir yalan, inkar, örtbas, sahte her şey. İşte böyle düşününce ne anlamaı var diyor insan böyle bir hayatta yaşamanın, yaşatmanın. 

Umuyorum ki bu sefer geçip gitmeyiz bu acılardan. Onca yüreğimizi delen kömür karası bakışı unutmayız! Hayat devam ediyor elbette, edecek ama önemli olan nasıl devam ettiği, geldiği gibi mi yoksa değişerek, güzelleşerek mi?

Daha görecek günlerimiz vardır elbet!
Umutla bekliyoruz


14 Mayıs 2014 Çarşamba

Kara


'Söylenecekler az kalır, hissedilenler yakıyor, ama tabi sadece insan olanların hissettikleri!'

Kimisi de var ki 
'Ölüm kaderleri' diyor...
Ona da insan denir mi ki şimdi?

Keşke gerçekten UNUTMASAK



10 Mayıs 2014 Cumartesi

Günlük ritüeller

Saate bakıyorum da geçiyor minik sayılardan kocamanlarına atlaya atlaya, pürtelaş. Kuşlar yine cıvıldıyor, adımlarımdan karıncalar yol yaratıyorlar kendilerine. 

Okumak bir ritüel, okuyacak bir şey olmasa bile aklımdan anıları çıkartıp önüme koyup okuyorum bir bir. Ya unutursam diyorum her seferinde? Unuttuğum gün hatırlatacak bir şeyler olmalı?

Bu sıra renkli kalemler, desenli defterler, danteller ve fotoğraflar mutlu ediyor beni. Hep uzanmak, havayı koklamak, bir şeylere sarılmak, serin sular yudumlamak istiyorum çokça. 

Yaz geliyor ya aklım uçup gidiyor sanki. En çok yaz zamanlarında hakim olamıyorum düşüncelerime, avucumda kelimeler kalakalıyor. 


Şimdi olmak istediğin yer neresi diye sorsa birisi işte burası derdim anında! Pek çok kişinin bilmediği ve bilse bile görmezden geleceği minik bir sahil kasabasında, Kefken'de. Oraya her bir çocukluk anımı sığdırabildim ben, o denli büyük benim gözümde ve o denli kıymetli. Şimdi o ağacın altında yazıyor olmak isterdim bu satırları, teknelerin sesi eşlik etseydi fena mı olurdu yani?


Işık ne mühimdir hayatımızda oysa, sadece karanlık olduğunda anlarız kıymetini. Kedim bile sabahları panjuru açınca bir başka mutlu oluyor sanki. Bu birkaç gündür kızgınlık döneminde, başa çıkmaya çalışıyoruz, sevgiyle...Güneşe gözlerini kısarak bakıyor ama güneş alan yerlerde kıvrılmayı da ihmal etmiyor. Hem evlerimiz, o güneş gelen tatlı evlerimiz nasıl da huzurlu ve korunaklı aslında. Hep eve dönüşler geliyor aklıma ve türlü yol yorgunlukları, böyle fotoğraflara bakınca. Bir de temizliği sevdiğimi ama can hıraş temizlik yapmayı sevmediğimi düşünüyorum. Yerlere sürünen perdeler hep toz toplarlar ne de olsa!


Bu kadın ben olabilirim. Belki zihnim gitmiştir bir deniz kıyısına. Alabildiğine rüzgarlı da olsa denizin sesini duyardım ben eminim ve o güzelim dalgalar üzerimi incecik bir yorgan gibi örtse keşke. İncecik kum tanelerine elimi daldırsam ve damla damla olmuş tenimi güneşte ısıtsam. Keşke yarın gelse yaz! Belki çok istersem olur!

Not: Sosyal medya delisi olmayalım olmayalım diyorum ama üç gün internetsiz kalınca kafayı yiyorum. Bunu da buradan itiraf etmiş olayım. Yine bir kablo sorunu yaşadık ama neyse ki şimdilik geçti. Ohh ya neydi o günler öyle...Bir gün bunların hepsine güleceğiz inşallah!

4 Mayıs 2014 Pazar

Pazar notları

Bugün tamamen tesadüflerin sonucunda hep kediler ile ilgili şeyler okudum, onlarla ilgili fotoğrafları gördüm, onlar için yazılmış yazıları okudum. Sonra da eve gelip kedimle uzun uzun konuştum ve onu bolca koklayıp öptüm. Bugün yine her zamanki gibi bir gündü bizim için, rutindi; ama güzeldi. Çünkü hala görebildiğimiz güzellikler var, görebilme isteğimiz var, hayal kurabiliyoruz. 

Böyle takvimleri çok seviyorum. Her bir görseli Pinterest cennetinden buldum. Benim gibi kedi severler için paylaşıyorum. 

Benim gibi kedi aşığı yeni insanlar ile tanışıyorum her gün ve bu beni çok mutlu ediyor. Bazen benden çılgınlarını da görüyorum o zaman daha da mutlu oluyorum. E biraz da rahatlıyorum tabi tek olmadığımı düşünerek. 




Herkes için güzel bir pazar günü olmuştur umarım. Ben bir parça buruktum yine çünkü pazar günlerinde her zaman söylediğim gibi burada olmak farkındalığı üzerime çöküyor, sosyal medya desteğiyle de perçinleniyor. Böyle günlerde hep daha çok yazmak istiyorum. Bugünlerde okumak daha iyi geliyor ve keşke hep pazarları güneş olsa diyorum çünkü kendimi dışarı atmak mutlu ediyor.

Şu anda bahçede oturuyorum, uzanıyorum biraz aslında. Hava serin. Üzerime ince bir şal ve bir de pike aldım. Elektrikli ocağın rezistansının çıkarttığı çıt çıt sesiyle fokur fokur kaynayan su sesi birbirine karışıyor, çay demleniyor. Sarınıp sarmalanıp bahçede serinliğe inat çayımı yudumlamak hoşuma gidiyor. Henüz güneşin kırmızılığı bile gökte asılı, belki bir süre sonra o yüzünü hiç göremediğim baykuşlar da gelirler. Keçiler uyumaya gitmişler belli, bahçede bir ben varım bir de saksılarını değiştirdiğim kaktüslerim. Masamın da örtüsü yamulmuş annem olsa kızardı düzelt derdi öyle çirkin çirkin örtme derdi:) Şu an sarmalandığım yumağın içinden çıkmam çok zor o yüzden yazmaya devam ediyorum.

Yarın umarım yine güzel ve güneşli bir gün olur. Güzel havalarda öğlen aralarında eve gelip verandadaki kanepeye uzanıp birkaç sayfa okumayı seviyorum. Zaten yeni gelen günden daha da başka bir şey istemiyorum, güneşi bol olsun yeter..

Bol güneşli, kitaplı, kedili, mutlu, umutlu günler hepimize...

3 Mayıs 2014 Cumartesi

Cumartesi postası

Tüm düşündüklerim aslında sadece şu iki fotoğraftan ibaret belki de. Evet kabul pek çoğunun birbiriyle hiç ilişkisi olmasa dahi çılgınca çaba sarf ediyorum kenardan köşeden dokunsunlar değsinler birbirlerine diye. Ama bu çılgın dünyada yaşamak bile ucu ucuna. Ya baharlar da olmasa!

  Kaynak: www.fotothing.com/


Fotoğrafları buldum sayfalar arasında gezerken, üzerlerinde biraz oynadım mı oynadım; çünkü bu halleri mutlu etti beni. Şu banka uzanıp neler düşünebilirim dedim kendi kendime, o maviliğin içinde nerelere yolculuk yapar acaba dedim. O yukarıdaki sihirli ve sevimli kaktüste acaba kaç adet iğne vardır diye de düşündüm. Zaten bu sıra hep işim olmayan şeyleri düşünüyorum. Pek çok şeyi de detaylandırma huyu edindim kendime, eskiden böyle yapmazdım pek, tasvirleri, uzun ve incelikli detayları çok sevdiğimi fark ettim. 
Bir de ben domatesi sandviçin içinde sevmiyorum onu anladım, ekmeği ıslatıyor yok yere. Domates sadece domates olarak yenmeli, biraz tuz ve belki zeytinyağıyla. 30'lu yaşlarımda farkettiğim şeylere gülüp geçemiyorum, mıh gibi aklıma kazınıyorlar. Hoş hala 30 olduğuma inanamadım ya o ayrı bir mevzu.

Mayıs da geldi artık. Güzel geçsin ama geçsin, kendini yaza bıraksın. Artık serin havalardan sıkıldım. Sıkça işittiğim sözlerden, bir de bazı yüzleri görmekten ve bazılarını da görememekten feci halde sıkıldım. 

Keşke herkesin tüm derdi, bakmak ve anlamak olsa!
İyi ki geldin Mayıs...