27 Ağustos 2014 Çarşamba

İç sıkıntısı, çiçek, defterler ve kedi

Resim: Erica Kuhn

Yazı doya doya yaşayamamaktan ötürü biraz sıkkınım. Çocukluğumdan beri alışkın olduğum bildiğim yaz tariflerine pek uymuyor burada geçirilenler. Aslında alışmıştım böyle olmasına ama şimdilerde yine sıkıntısını yaşıyorum. Zaman zaman su yüzüne çıkıyor işte yapılamayan istekler, hayaller. Suya alışkın bünyem öyle kupkuru ki, bazen içim çekiliyor gibi oluyor. Plajı havuza tercih etsem de burada havuzun denizden daha rahat olduğu gerçeği var ne yazık ki. Havuza gittiğimizde günümüzün çoğunu orada geçirebiliyoruz, güneşlenip kitap okuyabiliyor, normal davranabiliyoruz, yemek yiyip bira bile içebiliyoruz. Ama denize erken saatlerde gitmek durumundayız, fazla kalabalıklaşmadan ve yerel halk hücum etmeden. O zaman tabi bir telaş oluyor. Erkek olmak ne büyük rahatlık böyle ülkelerde. Evet şimdiye kadar bir sorun yaşamadık çok şükür ama temkinli olmakta fayda var hele ki halk plajı gibi bir yere gidiliyorsa. Çünkü bazı kesim müslümanlığımıza bile inanmıyor kapalı olmadığımız, arapça bilmediğimiz için. Ama tabi umurumda değil bu söylemler. Öyle olduğunu iddaa edip de neler yapanlar var biz biliyoruz! Neyse yani demem o ki havuz dahi olsa o huzur anlarını yaşamak istiyorum doya doya. Güneşi hissetmek, ılık rüzgarın kulağımda dans etmesi, suyla buluşmak, dinlemek, uzanmak, kitap okumak istiyorum. Bir rutin haline getiremedik bunca senedir ne yazık ki. Türkiye'den döndük döneli sadece iki defa denize girdim. Oysa aylarım geçerdi denizde! Denizin havasını, kokusunu bile özlüyorum. 

Hal böyle olunca bazı günler çok moralim bozuluyor, sosyal medyada'da boy boy plaj deniz fotoğraflarını görünce üzülüyorum. Annemler şu anda Bodrum'dalar. Türkiye'de olsam ben de giderdim ne güzel. Bodrum'u özellikle seviyorum ama o cafcaflı kısımlarını değil, Akçabük, Akyarlar, Turgutreis benim sevdiğim yerler. Yazı yaz gibi yaşamak en güzeli! Bundan sonra ne mi istiyorum yaz'ı gönlümce doyasıya yaşayabildiğim zamanlara kavuşmak istiyorum.


Çiçekleri çok seviyorum. Bu sene ufak bahçemizi bir türlü hale yola koyamadık o da canımı sıkıyor. İnsanın çoğu zaman içinden gelmiyor kendine ait olmayan bir yerde bu denli uğraş vermek. Ama etrafımız güzelleştikçe motivasyonumuz da artıyor. Bir takım sebeplerden bahçeyi düzenleyip ekemedik. Toprak da deli gibi yarıldı. Birkaç çiçek almıştı saksıda, toprağın bir kısmını da düzeltip çiçek ekmiştim heves edip ama şantiyeye alınan keçi her şeyi köküne kadar yedi. Kaktüslerimi bile yedi, hem de en sevdiklerimi.  Yine de bazen öyle aptal ve masum bakıyor ki kızamıyorum. O ortada yokken söyleniyorum hepsi o. Çünkü istiyordum ki yüzümü güldürecek renkli çiçeklerim olsun sabah onlara günaydın diyeyim.

Herkes az daha sabredin kendi evinizin bahçesini eker biçer dikersiniz güzelleştirirsiniz diyor ama daha o zamana değin önümüzde ne çok gün ve ay var. Hani bazen yazıyorum 'İlle görmek için mi beklenir güzel günler, beklemek de güzel..' diye; ne yazık ki bu konuda sabırlı olamıyorum. Cezayir'de bunca sene sanırım artık yeterli geldi. Sabırsızlanmaya, heyecanlanmaya, meraklanmaya başladım. Bir süre daha bu coğrafyanın içinde olmak istiyorum elbette, daha görmek istediğim yerler var, bakalım avunmaya çalışıyoruz bir şekilde. 

Resim: Pinterest

Yaz aylarında en büyük eğlencemiz, keyfimiz veranda dediğimiz küçücük yerde vakit geçirmek. Akşamları pek tv izlemiyoruz zaten yazın, yemek yiyip çay koyup koltuklara geçiyoruz. Bazen kitap okuyorum bazen arkadaşlarla sohbet ediyoruz. Güneş çok yakmadığında erken vakit olsa da kimi zaman yemeklerimizi de bahçede yiyoruz. En azından evin kasvetinden uzaklaşıyoruz. Kışın bütün zamanı evde geçirmek çok zor oluyor. Şimdiden düşünmeye başladım bile, yazın bu haline alışınca kışın eve tıkılıp kalmak epey sıkıntılı. Bir de dinmek bilmeyen yağmurlar eklenince, sormayın gitsin!


Eski, tozlu, yıpranmış hatta sararmış bir samanlı kağıt görüntüsündeki evimiz ne olursa olsun başımızı sokabildiğimiz, masmavi göğün altındaki yerimiz bizim. Türkiye'deyken şehrin karmaşasından gürültüsünden bunalıp burada olmayı özleyip düşlediğim çok zaman oluyor.


Fotoğrafın sağ üst kısmındaki minik sivri patiler benim miniş mutluluk kaynaklarım. Kurabiye kokulu kızım meraklı olduğu için fotoğraf çekerken hemen bırrrk bııırrrk diyerek yanıma gelmişti. Komiğim biliyorum belki de tuhafım hatta belki deliyimdir, kimbilir yine de bildiğim şu ki çocukluğumdan beri yanımda bir şeyler taşımayı seviyorum. Eşyaya düşkün olmamayı isterdim ama elimden gelse her bana ait parçayı yanımda taşıyabilmeyi isterdim. Bu çanta da burada her gün ofise gelip giderken taşıdığım çanta. Bazen içinden tek bir şey almasam da yanımda olmadığında tedirginlik hissediyorum, mutsuz oluyorum. Kalem kutum, defterim, biraz renkli kağıt, biraz yapışkan bant, belki bir satır da olsa aklımı dağıtacak ufak bir kitap olmadan ne yazık ki rahat olamıyorum. Tabi bu ufak çantadan bazen öyle şeyler çıkıyor ki ben de şaşırıyorum. Çocukken de işte aynı böyle torba torba taşırdım bebeklerimi, evcilik takımlarımı, boya kalemlerimi anneanneme, babaanneme giderken. Tuhaf bir haz veriyor bana yanımda olmaları. Güvende, huzurlu hissediyorum ve herşey daha bana ait gibi oluyor.


Benim pamuk kızım eşimin kolunda yatarken çektim bu kareyi. Bir parça hüzün var gibi geldi bakışlarında, ona kıyamadım. Minik tüyleri, kocaman bıyıkları, puf göbeği, maviş bakışları, tüylü sevimli patileriyle kurabiye kızımı öyle seviyorum ki. Beni karşılaması, yanımda tin tin dolaşması, beni özlemesi, onunla uyumak, onun mis kokusunu duymak, bır bır konuşmasını dinlemek, sıcaklığını hissetmek ne büyük bir mutluluk. Bana çok iyi geliyor. Düşünüyorum da o olmasa zamanım daha zor geçerdi, iyi ki var, hep böyle yanıbaşımda olsun. Boncuk gözleriyle de hep mutlu mutlu baksın, hasta olmasın, üzülmesin, küsmesin, bizi heeeep sevsin, bizim onu hep seveceğimiz gibi...

Bir kedisi olmalı insanın ve bir de köpeği. İkisinin insanda yarattığı duygular bambaşka. Şu an olduğum kişiyi seviyorum ve bu dönüşümde benimle olduğu için mutluyum. 

Haftanın bitmesine iki gün kaldı. Yeniden yazacağım, belki bir şiir belki sadece iki satır yazarım ama yazacağım. Anlatmak istediğim ne çok şey var aslında düşününce. Cezayir ile ilgili de göstermek istediğim bolca fotoğraf var. Yavaş yavaş notları ayıklamanın vaktidir!

Mutlu haftalar...

21 Ağustos 2014 Perşembe

Beni Yanni; Detaylar

Önceki yazımda biraz bahsetmiştim Beni Yanni'den. Bulunduğumuz yere uzaklığı 1.5 saat kadar sürüyor. Aslında yollar virajlı ve tek şerit olmasa belki biraz daha kısa sürer. Gidiş bana Kefken yollarını hatırlattı. Manzara oldukça güzeldi. Hava da o gün sıcak olmasına rağmen fırın gibi değildi. Durup düşündüm ya buralarda doğmuş olsaydı ve oradan dışarı çıkamasaydım nasıl bir yaşamım olurdu diye? Akşam saatlerinde sokaklar çok dolu oluyormuş, sadece fuar zamanı değil normal zamanlarda da. Kadınlar dışarı çıkar, sokaklarda yürürlermiş. Ama çok büyük bir yer değil, sadece çok tepede. Kadınların en büyük lüksü herhalde sokakta yürümek diye düşündüm, üzüldüm. Bu tarz yaşam alanlarında hep öyle aslında, camdan bir fanusun içinde gibi yaşanıyor.


Gündüz saatleri, aslında öğle saati demeliyim pek çok dükkanın kepenkleri böyle kapalı oluyor. 


Burası da bir eczane. Daha çok savaş zamanından kalma gibi veya bir depo gibi. Türkiye'deki modern eczaneleri düşününce nasıl da tuhaf geliyor bu yerler. Ama işte buraların yüzü hala eskiye dönük, görüyorsunuz. 


Bu da bir ev ve bahçesinin girişi. İçini de görmek isterdim aslında. Hoşuma gitti bahçesindeki ağacı, tahta kapısı. Belki içeriyi görsem çok üzülürdüm, hayal etmek daha iyi. Ama bahçeye bakınca orada oyun oynayan çocukları hayal etmek pek zor olmadı.


Eczanenin bulunduğu binanın yan cephesi burası. Duvarda iki tane tablo asılıydı. Bu resimdeki kişi kim bilmiyorum ama orası için önemli biri olmalı. Herhalde aile eşrafından birini asmamıştır adam evinin duvarına, sokaktan görülecek şekilde. Yine de hoşuma gitti. 


İkinci fuar alanına giderken arabayı park ettiğimiz yerden almak istemediğimiz için yürüdük. Dağ havası almak da iyi geldi aslında. Yürürken susadığımız için kasetçiden bozma bir bakkaldan meyve suyu ve su aldık. İçerisinin fotoğrafını çekmemize izin vermedi amca, halbuki ne olacak çeksek? Biz de kapıda asılı oyuncakları çektik. Görüyorsunuz ya oyuncaklar ne kadar eski. Benim çocukluğumda bile daha güzel oyuncaklar vardı. Eminim çocuklar onlara sahip olmak için bile ne hayaller kuruyorlardır.


Burası da sergilerin kurulduğu okulun içindeki bir sütun. Çok iç açıcıydı. Öyle eski, pis ve bakımsız bir okulda böyle bir sütun olması şaşırtıcıydı ama hala bir umut olduğuna dair işaret gibi algılamama yetti. 


Bu da okulun girişindeki bir bank. Bu bankı alıp, sırtlayıp götürmek istedim. Üzerindeki mavi seramikleri çok sevdim.Tuvaletlere yakın bir yerde olduğundan oturup soluklanamadım ama yine de uzaktan da bakmak güzeldi.


Yolda bir minik kafeye uğradık. Bir dondurma aldık bir de meyve suyu. Çilekli süte benzer bir meyve suları var, rengine vuruluyor insan ama tadı beni çok baydı, içemedim. Kafenin tuvaleti nispeten temizdi. Girişte banklar ve böyle yuvarlak masalar vardı. En çok masaları sevdim. Biraz soluklanıp yolumuza devam ettik.


Giderken de yolda gördüğümüz teyze bu sefer geri dönüyordu. Durdu bize selam verdi, para istedi. 101 yaşındaymış. Hala yürüyebilmesine sevindim. Ama zayıflıktan kemikleri sayılıyordu. Saçları kınalıydı, tupturuncu, ama yüzünde hüzünle karışık bir aydınlık da hakimdii gözleriyse yorgundu. Sımsıkı tuttuğu bastonuna sarılı ellerine baktım en çok. Yaşlılarda beni en etkileyen ikinci şeydir eller, ilki bakışlardır.


Kimi kimsesi yok mudur diye merak ettim. Bacakları incelikten kırılacak gibiydi. Acaba torbasında ne vardı? Onca yolu ne için yürüyordu acaba? Kabylece konuştuğu için pek anlaşamadık, sormak isterdim tüm bunları. Belki tüm hayat hikayesini anlatmak isterdi bize. Ona gönlümüzden kopan bir miktar para verdikten sonra elimizi öptü, çok mutlu oldu. Burada genelde yaşlılar ellerini öptüğünüzde onlar da sizin elinizi öpüp alnına koyuyor. Sanırım saygıya karşı minnettarlık. Yoksa bizdeki gibi yaşlıların elini öpmek gibi bir şey herhalde yok. Birkaç kez daha başımıza benzer şey geldi, kimi öptürmüyor kimi de öptürünce karşılığında o da öpüyor. Güzel bir şey aslında. Ama bu teyze elimizi öpünce içimiz parçalandı. Keşke ona hayat daha iyi davransaydı!


Bu da bir hatıra fotoğrafı. Adını bile öğrenemedik ya. O sırada sormak aklıma bile gelmedi. Umarım herşeye rağmen gülümsemeye devam eder.

19 Ağustos 2014 Salı

Beni Yanni- Kabyle Takıları Fuarı


Yeniden Merhaba;

Havaların yine insanı deli gibi yaktığı günlerden birindeyiz. Sıcaklıklar bu sıra 42 den aşağı pek düşmüyor. Etraf sanki bir ekmek fırınının içi gibi. Bugün biraz kapalı olmasına rağmen yağış olmadı. Umarım biraz yağar de serinleriz diyorum ama rüzgar bile sıcak esiyor. 

Geçen hafta birkaç gün öncesinden haberdar olduğumuz Kabyle takıları fuarını görme şansımız oldu. Aslında daha önce de duymuştuk bu fuarı ama gidememiştik. Yakınlarda olduğunu düşünmüştük gitmeden ama yol meğer epey uzak, virajlı ve tek şeritmiş. Giderken biraz midem bulandı dağın etrafını dönüp dolaşmaktan. Yine de methini duyduğumuz bu fuarı görecek olmanın heyecanı mide bulantımı bir parça da olsa yendi. 

Aslında önce şehrin detaylarını anlatmak istiyordum ama kendime engel olamayıp hemen takılara geçtim. Fotoğraflar biraz fazla ama sıkılmayacağınızı umuyorum. Sonraki yazımda şehirde çektiğim fotoğrafları da ekleyeceğim.


Yolumuzun üzerindeki en güzel manzara rüzgarın aşındırdığı yüksek dağlar ve bu barajdı. Suyun rengi çok güzeldi, baraj epey uzun ve büyüktü. Türkiye gibi olsa kenarda durup fotoğraf falan çekerdik ama risk almak istemedik. 


Bu köprüden geçip dağı döne döne tırmandık. O sıra içimden dağdan bir kız geliyor döne döneeee diye susam sokağı şarkısını mırıldandım. Zira o anki halimize en uygun şarkı buydu.


Şehir gerçekten uzaktı. Fuarın yapıldığı zamanlarda epey kalabalık oluyormuş. Turistler de geliyormuş. Biz turist namına kendimizden başka kimseyi görmedik ama yoğun ilgi vardı. Ama fiyatlar o kadar pahalıydı ki herkes bakmakla yetindi sanırım. Fuar denilince yakınımızda olan Tizi Ouzou şehrinden daha makul fiyatlarla karşılaşacağımızı zannederek meğer ne kadar yanılmışız. Takıların hepsi el yapımı ve gümüş ama yine de çok fazlaydı fiyatları. Hele düğün  yapmayan bir Cezayirlinin zevk olsun diye alma ihtimali bana kalırsa çok düşük. Burada düğünlerde genelde bu tip takılar kullanılıyor öyle altın takılmıyor bizdeki gibi.


Epey yükseğe çıktığımızı bu fotoğraftan anlayabilirsiniz. Bunu ben çekmedim web'den buldum ama gerçekten de böyleydi manzara, daha pusluydu sadece sıcaktan ötürü. 


Şehri fuardan ötürü böyle bayraklarla falan süslemişlerdi güzeldi. Standlar kurulmuştu ama tabi koşulları düşününce epey vasattı hazırlıklar. Çoğu çadır boştu veya abuk sabuk şeyler satılıyordu. 


Arabamızı park ettiğimiz yolun kenarından baktığımda karşımda bu manzarayı gördüm, içim ürperdi. 


İki giriş halinde sunmuşlar fuarı. Biz ilk kısmı daha çok beğendik ve fiyatları az da olsa makul bulduk. İkinci kısım nispeten uzak ve boştu. İlk kısım bir okulun bahçesiydi ikinci kısımsa okulun sınıflarına dağılmıştı ama bu ikinci okul leş gibi tuvalet kokuyordu. 


Girer girmez takılar gözümüzü aldı tabi. Hepsi gerçekten birbirinden güzel, otantik. Ortadaki büyük halka ayak bileğine takmak için tasarlanmış. Diğerleri ise normal bilezik. 


Üzerlerindeki kırmızı taşlar mercan. Her birini tek tek elleriyle koyuyorlar. Harika bir iş bana kalırsa. Bu şehir zaten geçimini bujiteriden sağlayan bir şehir. Genelde el sanatları ile uğraşıyorlar. Merkezi şehirlerdeki çoğu mağazaya buradan mal geliyor. Yerine gittik ucuza alırız mantığı yok ama ne yazık ki.


Bunlar benim en sevdiğim kolyeler desem yeridir. Yuvarlak olanı çok beğendim ama onun da fiyatı epey pahalıydı sanırım 20.000 dinar gibi bir rakamdı. Pazarlık genelde alışverişlerde geçerlidir bulunduğumuz coğrafyada ama buradaki satıcılar pek indirime yanaşmadılar. 20.000 dinar türk parasıyla yuvarlak hesap 400 tl falan oluyor. 1000 dinar 20 tl olarak hesaplarsak.


Sol tarafta duran kabyle simgesi 3'lü takılar broş, iğnesi yakaya geçiyor ve halka ile sabitleniyor. Tek dezavantajı delikli bir şeye takmanızın gerekiyor olması, mesela hırka gibi. Çünkü iğneleri epey kalın, giydiğiniz şeyin kumaşını delmek istemezsiniz sanırım. Halka olanlar yine bilezik. Ortadaki yuvarlak takı kolye ucu ama broş olarak çift amaçlı kullanılanları da var. Onlardan çok istiyordum ama o da epey pahalıydı.


Bu elimde tuttuğum benim almayı çok arzuladığım kolye ucunun devasa olanı. Düğünlerde takıyorlarmış kafaya veya boyuna. O kadar ağırdı ki nasıl boyunlarında taşıyabiliyor olduklarına hayret ettim. Fiyatı da 1.600 tl'ye takabül ediyor.



Fuarda tabi gümüş takılar haricinde halılar, kilimler, çantalar, elbiseler, tabaklar, tablolar, parfümler, kitaplar da vardı. Yolun o kadar uzun olduğunu hesaba katmadığımız için biraz geç çıkmıştık, kitapları falan inceleyemedik ama olsun. Son fikrimiz şudur ki Tizi Ouzou şehrinde bu tip şeyler daha uygun. Mesela benim önceki gidişte Boumerdes sahilden kendime alıp götürdüğüm tabaklar burada iki katı fiyatla satılıyordu neredeyse. 

Bir de kınayla dövme yapan bir bayan vardı. Aslında epey istedik yaptırmak ama hanım inanılmaz isteksizdi. Bizim gösterdiğimiz şekillerin fotoğraflarını çekti ama yapmak istemedi. Bana kalırsa istediğimiz şekiller biraz karışık olduğundan yapamayacağından korktu ve yanaşmadı. 100 dinar'a yapıyordu. Artık iş başa düştü. Yakın zamanda bir dövme denemesi yapacağım inşallah.


Parfümlere elbette ki bakmadık çünkü gerçek olmadıkları çok aşikardı. Yalnız örtüye bayıldım. Hatta sordum bile aynından olsa alacaktım :) Ama tabi yoktu. Fakat aklıma yazdım fotoğrafı elime alıp birkaç kumaşçı dolaşacağım müsait bir zamanda:)




Bu hançer de epey hoşuma gitti. Mektup açacağı olduğunu düşündüm. Satıcının başı kalabalık olduğundan soramadım ama hala öyle olduğuna inanıyorum. Sanırım fiyatı da 18.000 dinardı. 360 tl olarak çevirebilirim sizin için. 


O çok beğendiğim yuvarlak kolyenin bir başka versiyonu buradaki de. 




Fatmanın eli figürü yani buradaki adıyla Khamsa'lar da epey fiyatlıydı. Bizi götüren şöförün bir arkadaşının standına da uğradık. Nispeten uygun fiyatlıydı, bir de tanıdık olduğu için indirim yaptı. Kendime bir bileklik alabildim. Onu da bir dahaki yazımda şehrin detayları ile birlikte göstereceğim.

Umarım takılar hoşunuza gitmiştir. Tuhaf bir çekiciklikleri var. Yerel halk tarafından da kullanılıyor. Tabi daha çok düğünlerde. Bunların büyüklüğü, üzerindeki sıklığı ekonomik düzeyin göstergesi olarak ifade ediliyor.  Düğünlerde bu yüzden de 30-40 tane elbise değiştirip kocaman kocaman takılar takıyorlar. 

Şimdilik bu kadar.
Mutlu kalın.

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Cezayir; Arap Afrika dansları ve folklor festivali part 2

Festivalin üzerinden günler geçti ama halen üzerine düşünüp konuşuyoruz. Bunca senedir buradayız ilk kez böyle bir organizasyona katılmak fırsatı yakaladık.  Epey iyi geldi. Aslında daha güzel fotoğraflar da çekebilirdim ama ne yazık ki ilk güne yetişemedik. Yine de kıyısından köşesinden de yakalamış olmaktan ötürü mutluyuz. 



Bu grup eminim harika bir gösteri sunmuştur ama ne yazık ki bu da kaçırdığımız gösterilerin içerisindeydi. Çok sıcak kanlı insanlardı. Sanırım Senegal'den gelmişler. Pek çok grup olduğu için kim nereden geldi çok hatırlayamıyorum şu anda. Yalnız bizlere göre epey büyüktüler, endam olarak. Biraz şaşırdık ama hoşumuza da gitti. Cezayir'in güney kesiminde Afrikalı insanlarla karşılaşmak daha olası. bu taraflarda çok nadir görüyoruz. Böyle yakından görme fırsatı yakalamak da güzeldi elbette. 






Sanırım bu grup'da Çad'dan gelmişti. Kızlar bizim kızlarımız, maşallah pek tatlı, güleryüzlüydüler.


Folklor grubundaki kızlarımız yerel kıyafetler içerisinde bir Cezayirli ile hatıra fotoğrafı çektirirken ben de onları çektim. 


Burada da biz yerel bir Cezayir grubuyla poz verdik. Onların performanslarını daha önce birkaç yerde izledim, gerçekten güzeldi. Aşağıda paylaştığım videoda'da festivalde yer alan grupların danslarını görebilirsiniz. 


Bu aslında yakında Türkiye'ye dönecek olan Duygu ve Ümit arkadaşımızın veda gecesinden bir kare. Yemek sonrası havuz başına oturmaya gelen grupla sohbet edip hatıra fotoğrafı çektirmiştik. Yaptıkları bileziklerden de aldık. Ertesi gün performansları vardı. Biz bir sonraki gün gidebildik iş dolayısıyla, danslarını izleyemesek de en azından salonda yeniden karşılaştık, mutlu olduk. 


Bu da festivalin açılış gününden bir video. Kendi sitesinde farklı fotoğraflar da bulabilirsiniz. İlgi duyanlar için adres şöyle www.festivalaraboafricain.org

Bir sonraki Cezayir yazısında görüşmek dileğiyle.