21 Ocak 2015 Çarşamba

Cezayir'den kareler


Cezayir kış aylarında insanın yağmurla olan ilişkisini sınar adeta. Hele şubat ayı en çok soğuk yapan aydır genellikle. Nisan ayında'da bitmek bilmeyen, gürültülü yağmurlar başlar ama geçen sene Nisan'ı atlayıp Mayıs ayında yağmıştı hatırladığım kadarıyla. 

Cezayirlilerin soğuklarla arasının iyi olduğunu söyleyebilirim. Üşümüyorlar pek. Sokakta çoğu kişiyi kış aylarında bile parmak arası terlikle dolaşırken görebilirsiniz. Mesela bizim kampta çalışan ofis personelinden onca soğuğa rağmen klimayı çalıştırmayanlar oluyor, yemekhane görevlileri de yemekhanede ısıtıcı olmamasına rağmen ayaklarında şıpıdık terliklerle dolaşırlar. Çocuklar da keza öyle, geçenlerde gelen temizlikçinin 4,5 yaşındaki kızının ayağında çorap yoktu ve incecik bir ayakkabı vardı. Kimisi elbette maddi durumu olmadığı için de böyle davranıyor fakat genel bir üşümeme durumu da hakim bu coğrafyaya. 

Fotoğrafta görebildiğiniz gibi öylece durup etrafı izlemeyi de çok seviyorlar. Soğuk veya delicesine yağan yağmur engel değil. Burası Alger merkezde postane yolundan devam ettiğinizde karşılaşacağınız sahil yolundaki yerlerden biri. Denizi veya plajda dolaşanları izlediklerini tahmin ediyorum.


Burası Casbah'a çıkan meydan. Arkada meşhur Ketchoua camisinin minaresini görüyoruz. Oralar çok hoşuma gidiyor benim ama gezerken biraz dikkatli olmak gerekiyor. Hırsızlık, kapkaç olduğunu söylüyorlar. Biz ilk geldiğimiz senelerde ara sokaklarına varıncaya dek rahatça gezmiştik, riskli olduğunu bilmiyorduk. İyi ki de bilmiyormuşuz çünkü gitmekten vazgeçebilirdik. Fotoğraf makinesini de çok göz önünde tutmamakta fayda var. Herşeye rağmen hayat olanca rutiniyle akmaya devam ediyor bu eski yüzlü şehirde. Hayata tutunmaya çabalayan insanlar renkli panjurlu binaların önünde hayallere dalıyorlar her gün ve bunlara şahit olmak aslında güzel bir duygu.
 

Çanak antenlerin binaları ahtapot gibi sardığını söylemiştim önceden. Görsel kirlilik çok fazla. Böyle oradan oraya boşlukta sallanan kablolara da her yerde rastlamak mümkün. Binalar genelde bu renk, boyaları hemen hemen hepsinin ilk yapıldığı haliyle duruyormuş izlenimi veriyor insana. Çok nadir görüyoruz temiz ve akça pakça olanlarını.


Bu coğrafyada en sevdiğim mimari yapılardan biri de bu köprüler. Oldukça eski bir köprüymüş bu, hatta bir kısmı da yok. Ne sebeple yok olduğuna dair bir fikrim de yok ama bu köprülerin pek çoğu kullanım dışı artık. Bir tane var Bouira yolunda kullanılan, onu da üzerinden tren geçtiğini gördüğüm için söyleyebiliyorum, belki şu an durdurulmuş olabilir. Uzun seneler önce yapılan tren yolu tünelleri de hala o zamanki haliyle duruyor. Birkaç sene evvel tünellerden birine koyulan bomba yüzünden akış uzunca bir süre durdurulmuştu. Tüm hatlar birbirine bağlı olduğundan bir yerde aksama durunca hayat felç oluyor. Bir tane de ana yolları var ve Tunus'a kadar o yoldan gidilebiliyor. Bu yüzden trafik çoğu zaman hem polis veya jandarma noktaları yüzünden, hemde yük kamyonları ve tırları yüzünden yavaş akıyor. 

Bazen düşünüyorum da gerçekten burada hayat bambaşka ve tuhaf. Ama bu acayip hallere öyle alışmışız ki her fotoğrafa baktığımda burayı bırakıp gittikten sonra ne kadar özleyeceğimi düşünmeden yapamıyorum!

20 Ocak 2015 Salı

Sabun, pk ve mektuplar


Yağmur sonrası toprak kokusunu sevdiğim kadar çok severim sabun kokusunu. Sıvı sabunlar çıktığından beri eski tipleri pek kullanmaz olduk. Ailedeki büyükler hep katı sabun kullanırlardı bir zamanlar, ne kadar kalıcıydı o kokular. 

İki sabah önce ofisteki koltuğuma oturduğumda yine kasvetli bir gündü. Henüz ofis ısınmadığından boynumdaki yumuşak atkımı çıkartmak istemedim hiç. Bir anda, tam da gazetedeki iç karartıcı haberleri okurken atkımdan bir sabun kokusu değdi burnuma. Oysa epeydir yıkanmamıştı. Babaannemin saçları düştü o an aklıma. Gri, ipeksi ve mis kokulu saçları. İçime çektim derin derin soluk alarak. Sonra birden tüm koku kayboldu gitti. Şaşırdım. Saçlarımı hiç sabunla yıkamamıştım şimdiye kadar, bilmiyorum nasıl bir his verdiğini. O an istediğim seviyeye daha yeni ulaşan saçlarımın her bir teli sabun koksun istedim. Babannemi rüyamda da görmemiştim oysa, bir anda neden aklıma düştü bilmiyorum. Çocukluğuma gidip geldim kısacık da olsa. 

Savon de marseille burada kullandığımız ve çok sevdiğimiz bir sabun markası. Katı halini de mandalina kokulu likid halini de uzun süredir kullanıyoruz. Şimdilerde acaba Türkiye'ye döndüğümde bulabilir miyim endişesi taşıyorum. Daha önce hiç bir sabuna bu denli bağlanmamıştım.


Pk bir süredir blogda bahsetmek istediğim bir film. Ne yazık ki henüz yazabiliyorum. Elmalı turta yaptığım gün izledik, içeriğini bilmeden. Çok etkilendik filmden. Yaşamı ve tanrı bilincini sorgulatıyor insana ve zaten filmi yapan da bunu amaçlamış. Aamir Khan çok başarılı bir oyuncu. Yalnız filmde başladıktan bir süre sonra ağzında devamlı bir şey çevirmesi bizi çok rahatsız etti. Biraz itici bir karakter oluşturmuşlar bana kalırsa. Ona eşlik eden Anushka Sharma isimli kadın oyuncuyu da çok sevdim. Oyunculuğu gerçekçi ve içtendi. Pek çok yerde normalde uzun olan saçlarının bu filmde peruk varmışçasına bir  hale bürünmesinin tepki çektiğini okudum. O zamana kadar dikkatimi çekmemişti ama uzun halini görünce daha çok sevdiğimi söylemeliyim. Bir antropolog gözüyle izlediğimde dinlerin hayatımızdaki yeri üzerine, başlangıcı ve süreci üzerine epeyce düşündüm. Hatta bu kadar güzel anlatılan bir filmin ve bu kadar açık dile getirilmesinin filmin gişesini nasıl etkilediğini merak ettik. Filmde de zaten tepkiler alan yönü gösterilmişti. Türkiye'de böyle bir film yapmak, yapılsa bile beyaz perde de gösterime sunmak sanırım mümkün olmazdı. Pek çoğumuzun aklından geçen şeyleri işleyen bir film ama tüm o düşündüklerinizin etkileyici ve vurucu bir görsellikle bir araya gelerek size sunulması bambaşka hissettiriyor. Tavsiye ederim mutlaka izleyin! Dünyanın nasıl bir halde olduğunun, insanların hislerinin nasıl sömürülmeye çalışıldığının açık ifadesidir bu film.


Parça parça yazmak pek hoşuma gitmese de anlatmak istediklerim biriktiği için bazen daldan dala konmak zorunda kalıyorum. Dün elime iki adet zarf ulaştı. Posta aldığımda ne kadar sevindiğimi bilen Cezayirli arkadaşlarım da bana postamı teslim etmek üzere ofisten içeri girerken bambaşka bir ruh haline bürünüyorlar. Hatta eğer zarf tombikse içindekini merak edip soruyorlar ne geldi diye. Bu devirde hala çocuk gibi heyecanla posta bekliyor olmam ve arkadaşlarımın devamlı bana yazıyor olması hoşlarına gidiyor. Ben de delicesine mutlu oluyorum. İki satır dahi olsa defalarca ama defalarca okumaktan kendimi alamıyorum. Kelimeler her zaman beni en mutlu eden şeyler olsa da onların uzaktan gelen bir mektuba dönüşen şekli asıllarından daha kıymetli.

Cezayir postası biraz ağır, bu kıtanın insanları gibi aynı. Beş gün önce postaneye ulaşan mektup daha ancak elime geçti. Gidip alabilmek şansım yok bu yüzden kargo teslimatı yapan kişinin getirmesini bekliyorum. Ama Arif Damar'ın söylediği gibi ' İlle görmek için mi beklenir güzel günler, beklemek de güzel.'

Not: Fotoğraflar web'den ve tumblr paylaşım sitesinden alıntıdır. 

13 Ocak 2015 Salı

Bahar kokusu



Günlerdir Türkiye kadar olmasa da burada da epey soğuk vardı. Ha yağdı ha yağacak diye kar için dilek tuttum ama ne yazık ki dağlar haricinde bir yere yağmadı. Cezayir'i Afrika'da olduğu için çok sıcak iklime sahip sananlar var ama ne yazık ki öyle değil. Türkiye ile iklim çok benzer. Yalnız kimi zaman kandırıp güzel günler yaşatabiliyor kışın ortasında. Geçen sene de Ocak ayı çok soğuk geçmişti ama biz Türkiye'deydik. Şubat ayında geldiğimizde nispeten güzel bir hava hakimdi. Hiç boğazlı kazak giymeyip eldiven bere takmadığımı biliyorum. Bu sene öyle değil pek, bilemiyorum Şubat ayında biraz ılınır mı ama 2-3 derecelere uyandığımız sabahlar da oldu, daha da olacaktır. Mart ayı kesinlikle soğuk yapacaktır. 

Doğa coşmuş halde. Yazın o kurak topraklar, susuzluktan çatlayan topraklar şimdi adeta üzerine yeşil bir örtü serilmiş gibi. Papatyalar var üzerlerine işlenmiş gibi ve ağaçlar henüz yapraklarını dökmedi. Bir de bahar bahar kokuyordu ki öğlen ortalık, bahçede bir kahve içtim dayanamadım, üşümedim de üstelik. Mevsimler gerçekten değişiyor. Kışın yapraklarını dökmesi gerekirdi ağaçların ama bazılarının üzeri halen meyve dolu. Birkaç gün evvel hala sokak satıcılarının tezgahlarında kavun doluydu inanamadım. Eminim bal gibidir de. Son zamanlarıdır artık yakında biter sanıyorum. 


Güzel havayı fırsat bilmek böyle bir şey işte. Ben de güzel havalarda hep çamaşır yıkayıp mis gibi asmak isterim. Fakat ortam şantiye ortamı olduğu için etrafta inanılmaz toz oluyor. Öyle her vakit gönlümüzce asamıyoruz. Ama fırsattan istifade edip battaniyelerini ve kışlık elbise ve mantolarını yıkayan bir Cezayirli aile var gördüğüm kadarıyla. Tüm eşyalar alabildiğine renkli, çiçekli ve eğlenceli göründü gözüme. Bu bahardan kalma günü yaşarken içim çiçek gibi açıldı. 


Umarım fotoğraftan seçiliyordur ama kamp alanımızın hemen dışında kocaman kümeler halinde kaktüsler var. Yakındaki küçük kasabaya kadar pek çok var hemde. Ama yaşam alanımızın içinde bir minik öbek bile yok. Afrika kıtasında en çok bu devasa kaktüs gruplarına bayılıyorum. Bir kaktüssever olarak neden yakınlarımızda yok diye üzülüyorum ne zaman önlerinden geçsem. Yazları meyvelerini her yerde satıyorlar. Kırmızı iş makinası da yeşille büyük bir uyum içerisinde gibi geldi. Bunca sene geçmesine rağmen hala iş makinalarından korksam da bazen gözüme güzel görünebiliyorlar. Ama çoğu zaman transformers gibi dönüşeceklerini sanıyorum. 


Benim sevimki kedi arkadaşım arada ofisin önüne geliyor. İlgi delisi tatlı bir kedicik. Adını komik bakışlarından ötürü Şakir koyduk. Mama çiğnemeyi bilmiyor sokak kedilerinin çoğu hemen hooop diye yutuveriyorlar. Bazen boğazlarında kalacak diye korksam da o çılgınca yeme isteklerini görüp mutlu oluyorum. Beni pek sevdi kendisi. Hemen kucağıma çıktı sevdirdi kendini. Sonra uzaklaştı gidiyor derken, tam de yere eğilmiş taşlara bakarken hop diye sırtıma çıkıverdi. Bütün hayvanlar elbette ki çok güzel ve özel ama kediler bir başka gerçekten. İyi ki varlar hayatımızda. E bir de şantiye ortamında fareleri azalttıkları su götürmez bir gerçek!

7 Ocak 2015 Çarşamba

Rengarenk bir grilik


Fotoğraf: Pinterest

Yılın ilk yazısını yazıyor gibi hissetmiyorum şu an pek. Çünkü aslında günlerdir yazıyorum aklımdan.

Yılbaşı gecesini yedik bitti. Üstüne üstlük bir de üç günlük tatil yaptık ama sanki hepsi hayal gibi. Hala tatil havasından çıkmış değilim. Sanırım o hava doğarken benim üzerime kazınmış. Hiç bir zaman çalışkan biri olmadım zira ama hep amaçlarım, yapmak istediklerim oldu, hemde bolca. Yalnız üzerimden yıllar yılı atamadığım bir bezginlik de var. Bir yerlerde sanki sadece tüm bu yaptığım şeylerden çok başka bir amaç için dünyadaymışım gibi bir hissiyatım var. Çoğu zaman yaptığım her şeyin daha fazlasını yapmayı arzu etsem de bir arpa boyu yol alamıyormuşum gibi geliyor. Bu belki de hayatı kaçırıyor olduğum fikrinden ileri gelen bir duygu durumudur. Belki dönünce çabucak sıyrılırım bu durumdan. Yine de tüm bunlara rağmen dönmek istemeyen bir kişi de barındırıyorum içimde. Alışkanlıklar nasıl da kuşatmış diyorum etrafımızı. Dile kolay geçen bir 7 seneden sonra aklıma yerleştirmeye çabaladığım dönüş fikrine hala alışamadım, bunca yaklaşmışken hemde.

Artık ortam burada çok soğuk. Sabahları genellikle buz gibi bir havaya uyanıyoruz. Yine de kardan eser yok. Belki bir ümit yağar diyorum ama henüz sadece dolu yağdı. Yani demem o ki başka yerlerdeki insanlar gibi bol ışıklı, renkli ve eğlenceli yeni yıl fotoğraflarım yok. Yılbaşından bir gün önce çıktığım ufak gezintide de hiç renkli izlenimlerim olmadı. Burada her gün birbirinin tıpatıp aynısı. Ama son gün de olsa yılbaşı ağacımı süsledim ve evin en görünen köşesine yerleştirdim. Sanırım birkaç ay daha orada duracak. 

Şu sıra en çok kafamı kurcalayan şey beyaz üzerine harika kızıl desenleri olan o gördüğüm an çok sevdiğim el dokuması kilim. Yatıp kalkıp onu görüyorum ve acaba satıldı mı endişesini taşıyorum. Bir kilim için oldukça pahalı ama emeğini düşününce ben yapsam o paraya bile satamazdım diyorken buluyorum kendimi. 

Buradaki sessiz ve sakin hali seviyorum. Tuhaftır ki her geçen gün bu uzaklığın bana kazandırdığı sabıra daha çok alıştığımı fark ediyorum. Tüm o gösterişli kalabalığın ardında gizli masalsı bir dünyadan kaçmayı planlayan tuhaf bir canavar gibi hissediyorum. Oysa daha göremediğim ne çok renk ve desen var. 

Sabahları gri oluyor hava genelde. Yine de tüm o sisin içinde etraf alabildiğine renkli. Çiçekler soğukta bile açıyor inadına, etrafta güller papatyalar ve yemyeşil otlar var. İki hayatı birden yaşıyoruz burada, işte en çok onu seviyorum. 

Cezayiri anlatan güzel fotoğraflar buldum yine, yeni yazılar yazacağım. Şimdi biraz çalışayım sonra yine gelirim. Bu uzun soluklu geri dönüşlere ara vermenin vakti geldi. Okumak ve yazmak burada yalnızlığın yanında gelen iyi bir arkadaş. Hem ne demiş Kafka Milenaya Mektuplarında; '...istediğin zaman yalnız kalabilmek mutluluğun en önemli nedenlerinden biridir.' Bu sıralar favori sözüm bu, sanırım aklımdaki boş bir levhaya çakmalıyım!