29 Nisan 2015 Çarşamba

İmtihan, ihtimam, ihtişam



Dışarıda yine bahar havası, kuşlar cıvıldıyor. Hatta öyle cıvıldıyorlar ki kulaklarım yırtılacak sanıyorum. İnternet yine berbat. İki gündür yazamadım tek bir satır. Blog yeni kayıt düzenleme sayfasının açılamaması bir yana, gelen yorumları dahi yanıtlayamıyorum. Delirmemek işten değil. 

Bu başlığa hangi yoldan ulaştım bilemiyorum. Sadece oturmuş düşünüyordum. Ama sanırım, stupid little things blogunda şu sıra yapılan film şalanjındaki soruların yanıtlarında yazılarınların çağrışımları soktu bu yola beni. Çünkü orada Mina ile filmlerle olan imtihanımızdan bahsediyorduk. 

Hayatın büyük çoğunluğu bir imtihan sanki. Aynı; uçağın küçücük masasında yemek yemeğe çalışmak gibi. Filmlerde bu tür bir etki yapıyor, bilhassa korkunç olanları. Korku filmleri izlemeyi epey bir süre önce bıraktım. Lüzumsuz zombi veya vampir filmi bile izlemiyorum, huzura kavuştum. İlk okula daha yeni başladığım dönemde sinemaya ilk defa gitmek için tutturduğumda, izlemeye heyecanla oturduğum film Sol Ayağım idi. Aklımda kalan tek kare bir adamın sol ayağının parmaklarına bir kalem sokuşturup yazmaya çabalamasıydı. İmtihanım burada bitmedi elbette. Sömestir tatilinde Ankara'ya gittiğim bir pazar günü, komedi filmi diye gazete sayfasında reklamı yapılan Aşçı, hırsız, karısı ve aşığı filmini izlemiştim. Pek izledim sayılamaz aslında çünkü küçük olduğum için ve sahneler de çok açık olduğundan gözlerimi kapatmışlardı. Ara verildiğinde salondaki çoğunluğun erkek olduğunu fark edince orayı terketmemiz uzun sürmemişti. Kült filmler arasında olduğunu öğrendiğimde yeniden izledim elbette ikisini de. Bunları bir tavsiye olarak da alabilirsiniz, iyi filmlerdir.

İmtihanım halen devam ediyor. Cezayir ve tozlu coğrafyasında yaşam benim sanırım şu zamana dek girdiğim en önemli imtihan oldu. Gün be gün bir şeylerin savaşını vermeye devam ediyoruz kendimizce. Yalnızlıkla ve o yalnızlıkta karşıma çıkan kendimle de sınanmaya devam ediyorum. 

İhtimam ise anneannemden ötürü sevdiğim bir kelimedir. O hep bir şeylere ihtimam göstermemi isterdi. Bundan ötürüdür pek çok kişinin kıymet vermediklerine bu denli sarılmam. Geçmiş, anılar, büyükler, öğretmenler, arkadaşlar, kitaplar, sokaklar, kokular ve dokular hayat yolumun özenle döşenmiş mihenk taşları olmuştur her zaman. Keşke bazı kimseler de benim onlarla olan ilişkilerimde gösterdiğim ihtimamı gösterebilseler. Ne yazık ki insanlar o kadar yoğunlar ki yaşamakla, kendilerinin dışında birilerinin de bir yerlerde yaşıyor olduğunu unutmaktalar; sürekli ve sürekli. Bu asla bir sitem değildir. Gün bu kelimeleri çıkarttı bugün önüme. Görüyorum ki 30'lu yaşlarımda yeniden başlamam gereken hala pek çok şey var. 

Gelelim ihtişama;
İhtişam yüzlerce değerli taşla süslenmiş bir taç değildir benim için. İhtişam bir denizin dalgasının kayalara vurmasıdır. Kocaman dağların eteklerinin birleştiği dümdüz ovaların üzerinde açan kır çiçekleridir. Bir çakıl taşı, bir çöl gülünün üzerindeki parıltıdır. Bir şiirdir kısacık veya eski bir güftedir. 

Eksik bir şeyler var hayatlarımızda, hepimizin. Ve bu eksiklikleri hiç de önemli olmadığının ne zaman farkına varacağımızı bilemediğim şeylerle doldurmaya çabalıyoruz. Bir insan, bir hayat demek, hemde kocaman bir hayat. Anlıyorum ki benim birkaç hayat eksiğim var!!!
 

26 Nisan 2015 Pazar

Pazar Notları; 28 derece sıcakta pişmiş hayaller


Yine durgun bir pazar günü. Haftanın ikinci günündeyiz. Pazartesiden sonrasının daha kolay geçtiği su götürmez bir gerçek. Havalar böyle iken ofiste kalabilmek çok zor. Kuşlar durmadan cıvıldıyor. Artık kocaman, çorbalık çekirgeler de etrafta zıplamaya başladı. Yeşillikler daha üzerine çıplak ayakla basamadan kavrulmaya yüz tutmuş gibiler. 

Havanın bunca güzelliğine rağmen henüz denizi göremedim. Elime çantamı alıp, içine de birkaç kalem, defter, kitap ve biraz da atıştırmalık bir şeyler koyup kaçasım var. Neyseki akşamları bahçe keyfine başladık yavaş yavaş. Şu anda bahçedeki yemek masasını boyamak üzere hazırlıyoruz. Yeni uğraşımız bu. Sabahları kahvaltı akşamları da yemekleri bahçede yemek güzel oluyor. Tizi Ouzou sokakları cıvıl cıvıl. Tabi her gün göremiyoruz ne yazık ki ama en son gördüğümde öyleydi. Göğün mavisinin berraklığı tozlu binalara vuruyor. Sımsıkı kapalı pencereler biraz aralanmış.


Kalın renkli kumaşlar serilen balkonlar bir nebze de olsa renkleriyle iç açıyor. Bu sene bahçedeki kanepeye sermek üzere ben de aldım bu çizgili kumaşlardan. Az biraz da olsa yazı hissetmek güzel olacak. Masamızı boyadıktan sonra ortaya çıkan görüntüyü elbette ki paylaşacağım. İçimiz açılır diye ümit ediyorum. Böyle bir evde yaşamak kolay olmamalı diye düşünüp duruyorum. Çocuklar nasıl da dışarıya kaçmak için fırsat kolluyorlardır. Her şey çocuklukta güzel. Bir tane renkli topun verdiği mutluluğu şimdilerde insanlar destelerce paranın içinde dahi bulamıyorlar.


Ofis kedisi Gagik okaliptüs ağacının gölgesinde, mütemadiyen kıvrık bir şekilde yatıyor. Sıska ve uzun kuyruklu bir kedi kendisi. Bazen miyav demeye ancak mecali oluyor, kalkıp gelmiyor bile. Çok sıcak kanlı bir hayvan kendisi. Pıt pıt peşimizde dolaşıyor. Yaklaşan sıcaklarda hallerine üzülüyorum ama o sürüsüne bereket tüy nasıl da yakıyor onları. Yine de her şeye rağmen şanslı bir kedi diyebiliriz, en azından etrafta onu seven, besleyen,  ilgilenen insanlar var.


Puf çiçekler büyümüşler. Burada çok belli olmasa da ilk gördüğümde şaşırmıştım. Oldum olası severim hindibaları. Rüzgarda uçuştuklarında üzülüyorum. Narin olmaları hoşuma gidiyor. Bahar nihayet geldi diye doğa da sevinçli. 

Haberlerde yine kötü şeyler var. Nepal'deki depreme çok üzüldüm. Deprem gerçekten Marmara bölgesinde yaşayan, tanıdıklarını yitirmiş insanlar için apayrı bir manada. Bir de Thy'nin uçağının kanat üzerine iniş yaptığı haberini alınca daha da arttı üzüntüm. Tr'ye sağ salim döndükten sonra sanırım uzunca bir müddet uçakla yolculuk yapmak istemeyeceğim zira bu 8 senede ömrümden ömür gitti. 

23 Nisan da çok sönük geçmiş eskiye göre, hep eski güzel zamanları düşünüp avutmaya çalıştım kendimi. Anıtkabir'deki görüntüler epey mutlu etti. Şu hayatta çocuklar hep mutlu olabilseler keşke. Ama hayat böyle bir şey olmadı hiçbir zaman, kendince ilerliyor müdahele edemiyoruz.

Şunca ötede, herşeyden uzak kalmışken kitaplar, yemek, boyamak iyi geliyor ancak ki çoğu zaman sadece durmak ve beklemek geliyor içimden. Bu durgunluk halini umarım döndüğümde tamamen terk eder, eski heyecanlı ve çevik halime geri dönerim, bunu yapabileceğime inanıyorum!


Eski güzel bayramların anısına bir 23 Nisan gösterisi fotoğrafı da benden. Anneciğim sağ olsun arayıp buldu benim için. İlkokul zamanlarından bir kare, yanımdaki arkadaşım Burcu. Şimdi o da evli ve çok tatlı bir oğlu var. Zamana hayret ediyor insan. Şu günlere dönebilmek mümkün olsa acaba hayat nasıl ilerlerdi, aynı şekilde mi? O elimizdeki torbadan süsleri nasıl yaptığımızı dün gibi hatırlıyorum. Bir de yağmur yağmıştı ki o kırmızı bez ayakkabılar sırıl sıklam olmuştu. (Belki bir başka bayram da olabilir hatırladığım) Üst üste pek çok kez çıkmıştım 23 Nisan gösterilerine, ne mutlu zamanlardı. Daha bu yaşta geçmişe özlem duyup üzülmek ne kadar acı verici ve kötü. Hayat bakalım daha ne günler gösterecek bizlere!

Güzel bir hafta diliyorum herkese. Umarım güzel haberlerle başlar öyle de devam eder. 

19 Nisan 2015 Pazar

Pazar notları; yollarda bahar

 Fotoğraf: Tahia Hourria by flickr

Artık sanırım resmen bahar! Bazen güneşli bir günün ardından yağmurla kararacak sandığım gün, beni endişeye sürüklüyor. Yine de ardı ardına yaşıyoruz sıcağa doğru koşan havaları. Böyle zamanlarda aklım hep dışarı kaçıp duruyor, yakalayabilene aşk olsun. 

Daha çok yolda olmayı arzuluyorum. Birkaç parça eşyayla yeni yerler keşfetmek düşüyor aklıma. Yollardaki insanları, evleri, ağaçları gözlemlemek hoşuma gidiyor. Hele ki yolun sonunda masmavi bir deniz varsa ona doğru gitmek ayrıca huzur veriyor. Ne yazık ki buradaki camdan gettomuzda sadece doğanın güzelliğine bakmakla yetiniyoruz. Dokunmak istediğimizde elimiz engellere değiyor her daim. Kendimizce oluşturduğumuz bu saydam fanusu bir kırabilsek etrafa renkli ışıklar saçılacakmış gibi hissediyorum çoğu zaman ama o kadar güçlü olamıyoruz. 

Bazen alışkanlıkların ne denli yıpratıcı olduğunu düşünüp duruyorum. İnsanoğlu bir kafeste dahi olsa, alışıyor. Bulunduğu kabın şeklini almak doğasında mı var anlayamıyorum? Kendime baktıkça iyi hissetmemi sağlayan yönlerim çoğalsın ve tüm bedenimi kaplasın istiyorum. İç içe geçen balonlar gibi olsun herşey etrafımda. 

Fotoğraf: Samere Fahim by flickr

Bir çimene yayılıp yatmayalı uzun zaman oldu. Burada her yer  yeşillik evet, ama o koca çıyanlar öyle her yerdeler ki biriyle kazara karşılaşmaktan ödüm kopuyor. Afrikaya özgü böcekler, baharla etrafa yayılma eğilimindeler, hızla artıyorlar. Kedicik de bu sıra hep bahçeye çıkmak için bize sarılıyor:) Ayaklarını çimene koymaktan hala korkuyor ama kucakta da olsa havayı koklamayı, kuşları dinlemeyi ve Labrador arkadaşı Asi hanım ile çaktırmadan kesişmeyi seviyor. 

Bazen saatler öyle geçmiyor ki delirecek gibi oluyorum. Bazense bir de bakıyorum hooop akşam oluvermiş. Çocuklukta zaman kavramı ne kadar başkaydı oysa. Şimdi her yerde ve herşeyde karşımıza çıkıyor. Zaman su gibi, berraklığın ötesinde kimi zaman kirli, sakil ve çamurlu.

Bu hafta çabuk aksın gitsin istiyorum. Pazarları evlerde yaşanan huzuru çok özlüyorum ve genelde moralim bozuk oluyor. Seneler geçti hala alışamadım. Biraz hava almaya çıkayım ofisin önüne, hava almak iyi geliyor...

Siz benim için de pazara çıkın bugün, yollara düşün, dağılın, durun ve ilerleyin. Yapıverin bir şeyler işte!!

12 Nisan 2015 Pazar

Pazar notları: Kapılarım


Güneşli günlerde devam ediyoruz. Bugün yine pazar olması dolayısıyla biraz hüzünlü ve sıkıntılıyım. Nedense pazar günlerini buradayken hiç sevmiyorum çünkü haftanın herhangi bir gününden farkı yok. Oysa Türkiye'de pazar günleri ne güzel geçer. Bir şey yapmayıp evde bile olsa insan, o günün ruhu hep bir başka olmuştur benim düşüncemde. 

Ben de bugün yine pencereme gelen tombik minik kuşları izledim biraz. Tadı çaya yakından uzaktan benzemeyen boyalı çayımı biraz yudumladım. Sonra bir kahve söyledim ve haberleri okudum. Aklım hep dışarıda, bahçede, çimenlerde, kedilerde ve sokaktaki insanlarda. Bahçedeki yeşillik hiç bitmesin, sararmasın otlar istiyorum ve elbette oraya bir örtü serip üzerine böceklerden ve bilimum hayvanlardan korkmadan uzanmak,  sessizliği dinlemek istiyorum. Geçen sene bahçemizde sıcaktan kuruyan toprak kocaman yarılmıştı. Bir farecik de içine herhalde yuva yapmış. Gelip gidip hoop içine dalıveriyordu toprağın. Sonra ilaçlama yaptılar tabi yok oldu. Bu sene yine sıcaktan yarılır. Elimizden geldiğince suluyoruz ama fayda etmiyor. Bahçemizin hemen kenarında iki tane büyük okaliptüs ağacı var, onlar suyun bir numaralı düşmanı. Bütün suyu emiyorlar kendilerine. Fransızlar buraya geldiklerinde Cezayirlilerin suyunu kurutmak için her yere okaliptüs ağacı dikmişler. O zamandan beri etrafta büyüyen bir sürü ağaç var. Yani ne yaparsak yapalım suyu toprağa yettiremiyoruz. 

Neyse demem o ki, dinlenmek ve kendimi dinlemek istiyorum şu sıralar. Biraz da okumak. Bilgisayarımdaki dosyalarımı düzenlerken kendi çektiğim kapı fotoğraflarını buldum. İlerde büyütüp evime asmak istediklerim var içerisinde. Birkaç tanesini de paylaşmak istedim. Benim gibi kapısever çok var biliyorum. Umarım hoşlarına gider. Epeyce çekmişim, zaman zaman diğerlerini de paylaşacağım. 


Bu fotoğrafların çoğu Tunus'ta çekildi. Sidi Bou Said favori yerlerimden biri. İnsana renkleriyle huzur veriyor. İyi ki kısa zamanlı da olsa gidip gördüm dediğim bir yer. Beyaz mavi ve yeşilin buluşması harika!


Bu kapıların üzerindeki metal işlemeleri çok seviyorum. Bence böyle bir metal kapı varsa yapılabilir. Bizim İzmir'deki evin kiler-depo olarak kullanacağımız kısmında böyle metal bir kapı var. Orası için bu tip desenlerden kullanmak istiyorum. Önce maviye boyayıp sonrasında birkaç detay ekleyebilirim. Bir de kapı tokmağı ekledik mi tamamdır.


Yine hoş detaylarıyla mavi bir Tunus kapısı. 


Bu da diğerlerinden daha ufak bir bahçe kapısı. Eski ve yıpranmış olmasına rağmen yine de oldukça gösterişliydi. Ardında neler olduğunu merak ettiriyor insana. Keşke burada da tüm kapılar böyle süslü olsa. Cezayir başkentte'de var elbette böyleleri ama onları çok çekme imkanı bulamadım. Birkaç tane olacak, arşivden bulup paylaşacağım onları da yakında. 

Sevdiklerinizle, dostlarınızla keyifli bir pazar günü geçirmeniz dileğiyle.

9 Nisan 2015 Perşembe

Deli Nisan


Vallahi delirdi artık havalar iyiden iyiye. Bir gün bir bakıyorsunuz tişörtle dolaşıyoruz, ertesi gün yine kalın kazakları çekmişiz sırtımıza. Çok bunalttı bizi bu ani değişimler. Enerjisini de tüketiyor aslında insanın, zaten bahar havası sersemletiyor. Üzerine yok maşallah denge bozmakta. Yine de kuş cıvıltılarıyla günün içinde yuvarlanmak iyi oluyor. Dedem sıkça 'Nisan mayıs ayları gevşer gönül yayları' derdi o geliyor aklıma bu sıra. Aşk baharda bir başka güzel!

Ofisteki klimamın içine kuşlar yuvar yaptı. Önceleri anlamadım. Klimadan ses gelip duruyordu çıt çıt. Fare bile girmiş olabilir diye düşünüyordum. Sonra pencereden mini mini kuşların bana baktığını gördüm. Anneleri de arada gelip yemek veriyor. Pıt pıt bir oraya bir buraya dolanıp duruyorlar. Bu yüzden hemen dibimde kuş sesleri. Bazen ofise kimse yoksa yüksek bir volümle kuuuuuşşşş sesleri ovaaalaraaa yayılır iiiiinsan bunaaa hayran olur bayılııııııırrrr diye şarkı söylediğimi itiraf ediyorum :) 


Bu da bir gecede çiçeklenen meşhur ağacımız. ( Bir iki yazı önce yine bahsetmişim ama olsun, çok içimden geldi yeniden yazmak) Görünce inanamadık. Hani belgesellerde olur ya hızlı çekim yaparlar, bizim için bir nevi öyle oldu. Üstüne üstlük bir gün evvel hakkında konuştuk da, şimdi bi bakarız bu çiçek vermiş dedik, bizi duydu. Bu yüzden artık onun yanında söylediklerimize dikkat ediyoruz. Zira ne desek yapma eğilimi var, baharsan sanırım :)


Biraz şebeklik, şirinlik ve şımarıklık sevdiğimizi söyleyebilirim. Eeee dile kolay gurbette 10 yıl geçirince insan hafiften tırlatabiliyor. Bu da havanın güzelliğine ithafen oooo deyişimizin fotoğrafı. Yine de üzerimizde kazak ve hırka vardı o gün, dikkatinizi çekmiştir. 
 

Burada da ofisin önündeki masada öğlen tatilimde dinlenirkenki çiçekli bandanalı beni görüyorsunuz. Güneş ışınları nasıl da geçip gidiyor. Bahar için takmıştım sevdiğim bandanamı da. Aslında o ufak bir şal sayılabilir yahut fular diyeyim. Şehre gittiğimde sıkça karşıma çıkıyorlardı rengarenk ama bir türlü durup da alamamıştım. Geçen hafta bir fırsatını bulup gittiğimde almayı sonunda başardım. Kırmızı, siyah, yeşil, mavi, beyaz çiçekli çiçekli pek güzel. Aslında sarı ve pembe neden almadım bilmiyorum belki de yoktu. Bir dahaki sefere yeniden bakacağım. O bir dahaki sefer ne zaman olur bilemiyorum..


Kedicik burada biraz üzgün ve asabi aslında. Çünkü o gün aşı olmuştu. Senelik aşısını oldu, bir de Türkiye'den gelirken getirdiğimiz bir başka aşı oldu. O da tüyleri bize zarar vermesin diye yapılan bir aşı. Epey da yakıyormuş. Yazık canı yandı beni tosbağamın. Pek üzüldüm. Önceki aşılar yakmıyordu, bunda biraz şaşırdı o yüzden. Veterinere götürmek benim için büyük bir eziyet oluyordu. Taşıma kabından nefret ediyor çok da korkuyor. Bu yüzden neredeyse kabın tellerinden çıkmak için tırnaklarını sökecek. O yüzden hiç gönüllü değildim götürmeye ama herşey sağlığı için. Neyse ki buradaki ufak kasabada bir veteriner varmış onu aradık. Kamp alanımıza da yakın, gelir misin dedik, sağ olsun geldi. Pek de iyi bir adamcağız, sevdim. Benim eski veterinerim bildiğin kasap gibiydi sanki. Çok hoşlaşmıyorduk kendisiyle. Benim kızımın tombik memelerini görüp hamile mi demişti. O derece yani, o dedim tombik memeli :) Ateşine bile bakmıyor muayene etmiyordu. Bu efendi biri gibi. İnşallah memnuniyetimiz sürer ve böyle eve gelmeye devam eder. 3 hafta sonra yeniden aşı olacağız. Bekliyoruz. 


Bizim küçük tosbağa camdan bakmayı pek seviyor. Ama yatak odasının camından bakıyor genelde.  Orasının de teli yırtık olduğundan başında bekliyordum havalanırken. Şimdi salon camımıza tel yaptık önüne de bir yer bıraktık, bombeli yaptı eşim telleri. Oraya sevdiği yastığını koyuyorum orada uzansın otursun etrafa baksın diye. Henüz alışamadı. Hala yatak odasının camını açmamı bekliyor ama ben buraya alışsın diye orayı açmıyorum. Biraz korkuyor sanırım. Yan komşumuzun da köpeği var, onu kesip duruyor tellerin arasından. Biraz zaman vermek lazım, bence yakında alışacak hatta çok sevecek. Ne de olsa ön pencerede hayat var, arkası gibi otlar yok :) 


Bu fotoğraftaki yer de bizim yazlığın orası. Yazlığımız Kefken'de. Burası da Kumcağız. Denizi sığdır ama bir süre sonra derinleşiyor elbette, sıkıcı değil yani. Kocaman uzun da bir kumsalı var. Yazları çocuklarla gittiğimiz bir plaj. Annemler geçenlerde yazlığa gittiklerinde dolaşmışlar. Bana da bu fotoğrafı yolladılar. Çok özlemişim oraları, denizi, plajı. Şimdi hep bakıp duruyorum. Oranın havasını, sessizliğini ve seslerini, kokusunu, denizini çok seviyorum. Benim için hep özeldi, her zaman da öyle olacak. Belki yaza gitme imkanı buluruz kimbilir...

4 Nisan 2015 Cumartesi

İlk aşkım


Bu pamuk kalpli yakışıklı adam benim babam. Bugün onun 63. doğum günü. Bu yüzden doya doya onunla birlikte geçirdiğim zamanları yazmak istedim. Ne mutlu bana ki harika anılara sahibim ve harika bir aileye, beni seven ve daima gülümseten insanlara. 

Aile sahip olduğumuz en önemli şey şu hayatta. Onlar olmadan hayat eksik ve anlamsız. İnsan uzakta olunca güzel anılara güzel fotoğraflar eşliğinde sıkıca tutunuyor. Bilhassa arada kilometreler olunca ve üstüne üstlük bir de özel günler söz konusu olduğunda o tüm güzel anıları yuvalarından çıkartıp özenle karıştırmak ayrıca mutluluk veriyor.


Bu fotoğraf benim için herşeyden öte çok kıymetli. Çünkü evimize eşyalarımızın ilk geldiği gün ve anne babamın da yanımda olduğu özel bir an. Onların yüzlerindeki bu mutluluk pek çok şeye değer. Her şeyden çok kıymet verdikleri bir tanecik kızlarının evinde böylesine neşeyle oturmak hem gurur hem de büyük mutluluk verici onlar için. Bu fotoğrafa her baktıklarında bunu yüzlerinden okuyabiliyorum ve mutlu oluyorum.  


Teknolojinin bunca yaygın olduğu şimdiki zamanı her şekilde çok sevmediğimi söylesem de haberleşme açısından inanılmaz güzel. Bana böyle fotoğraflar çekip gönderiyorlar.  O zaman dünyanın en mutlu insanı oluyorum. Onların yüzleri güldükçe benim de kalbimde çiçekler açıyor. 


Babam, benim bir tanem, yakışıklım. Babamla pek çok şey yaptık bu zamana dek ve inşallah da güzel anılar biriktirmeye devam edeceğiz. Onunla yaptığım her şeyde büyük keyif aldım. Gezmek, eğlenmek, okumak, konuşmak, gülmek, tartışmak, yüzmek, top oynamak, bisiklete binmek... Babam da benim gibi hayatı çok seven biridir. Ben de bu özelliğimi ondan aldığımı düşünüyorum. Denizi sever annem gibi. Biz güzel bir aileyiz. Mutlu çocuklar daima mutlu insanlar olurlar. Ben de onların varlığı sayesinde mutlu bir çocuktum ve şimdi de mutlu bir hayata sahibim. 


Canım babam çok duygusaldır. İçinde yaşar pek çok şeyi. Çok kafa dengidir, bana güvenir ve benimle zaman geçirmekten büyük keyif alır tıpkı benim onunla olduğu gibi. Ona aldığım şeyleri komik veya çılgınca olsa bile giyer, yazdıklarımı dikkatle okur, hayata karşı beni motive eder. Hayatta hiç bir şeyim olmasa dahi ailemin varlığıyla mutlu olabileceğimi öğreten insandır. Çalışkandır, düzenlidir, titizdir, temizdir, güzel resim yapar, şiir yazar, harika bir yazısı vardır. Yaşama, ailesine bağlıdır, heyecanlıdır, tutkuludur ve keşfetmeyi sever. Birlikte keşfetmeyi birlikte görmeyi severim ben de onunla.


Şimdi orada olsaydık birlikte ne iyi olurdu, buz gibi bir bira açsaydık ve denize karşı sessizce oturup dinleseydik esen rüzgarın melodisini. İnanın başka bir yerde olmak istemem şu an ailemle olmak dışında. 


Burada da muhtemelen benimle yazıştığı bir zaman. Bizim Ereğlideki yazlık. Orayı çok sever, denize bakar uzun uzun ve benim sıkça yaptığım gibi hayale dalar. Düşünmeyi sever, romantiktir. Bana bahçesindeki gül ağacından pembe goncalar getirir. Elleriyle börekler sarar, güzel sofralar kurar. Daima mutlu biri olmamı öğütler, mutlu seçimler yapmam konusunda beni destekler, hep arkamda olmuştur ve olacaktır da. 


İpek gibi yumuşacık saçları vardır. Şimdi epey uzunlar. Ben uzun saç çok seviyorum ya o yüzden uzatmaya başladı ve öyle devam etti bu süreç :) 

Bugün doğum günü babacığımın. Yanında değilim belki ama kalbimle ona çok yakınım. Canım babam, seni çok seviyorum. Bana öğrettiklerin, birlikte yaptıklarımız çok kıymetli benim için. Sana her geçen gün daha çok benziyorum. Daha pek çok güzel zaman geçireceğiz birlikte inşallah. Uzun sohbetler etmek, güzel yemekler yemek, farklı yerler keşfetmek istiyorum seninle. Bana ellerinle yemekler hazırlamanı özlüyorum. Sabahları mutlu uyanmalarında yanında olmayı özlüyorum. Aynı evin içinde misler gibi kokunu duymayı her an özlüyorum. Seni çok seviyorum benim canım. 

Kızlar ve babaları aralarındaki aşk çok başkadır. O benim daima ilk aşkım olacak kalacak. Biz yine el ele dolaşacağız sokaklarda ve mutlulukla gülümseyeceğiz inşallah. Az kaldı. Bu gurbet sonunda bir gün bitecek. Birlikte daha nice güzel doğum günleri kutlayacağız yan yana. 

İyi ki doğdun babacım, iyi ki babamsın, iyi ki senin kızınım ben de. Nice mutlu güzel yıllara, hep birlikte!




1 Nisan 2015 Çarşamba

Bahar'da Cezayir


Bizim buralar bahar mevsiminde ayrı bir güzel oluyor. Zaten ben bu coğrafyanın en çok bahar ve yazını seviyorum. Çünkü üzerindeki bulutlar kalkıyor, tozlar savruluyor ve altından onlarca güzellik çıkıyor. Daha net görüyor insan havalar puslu olmadığında dünyayı. Evlerin balkonlarında çarşaf çarşaf çamaşır asılı, çocuklar şen şakrak sokaklarda. Dert yok mu var elbet ama yüzler daha bir gülümsüyor. Sokakta yürüyen insanlar bahar havasından mıdır nedir bilmem daha sakinler, telaşsız, durgun. İşler nasılda yoluna girer bir şekilde diyor gibi doğa da. Kıştan kalan cılız dallar çiçekleniyor. Tizi Ouzou'ya giderken yolda bahar dalları gördüm morlu pembeli, içim şenlendi. O an aklımda ne kadar tasa varsa kocaman leylekler gibi ağırca uçtu gitti. 


Bunca senedir buradayım hala akıl sır erdiremediğim pek çok şey var burada. O çok sevdiğim dükkanlar daha bir güzel. İşli ahşap kutular gönlümün baş köşesinde. Hele şu üstteki gibi büyük olanlara bayılıyorum. Kocaman bir tane alıp içine en sevdiğim mektuplarımı koymak istiyorum. Türkiye'de de var onlardan biliyorum ama burada daha güzel mi görünüyorum gözüme nedir? Tabi taşımak namümkün. Bir de kocaman bir döküm tencere gördüm en yakıcı kırmızısından,  aklım kaldı. Türkiye'de 500 tl ye denk gelen o tencereler burada 100 tl falan.  Fakat taşıyamam ne yazık ki. Buradan almak istediklerimin hepsini almaya kalksam konteyner tutup gelmem lazım herhalde :)


Bu geleneksel bir Cezayir ekmeği. Tatil zamanları evlerde tüm aile toplandığında yapılıyormuş genelde. Geçen gün kuskus yapmıştım şimdi de sıra bu otlu ekmeği denemeye geldi. Ardından da buraların meşhur frik çorbasını deneyeceğim malzeme aldım. Bu ekmeğin içindeki ot bizim bildiklerimizden değil. Soğan, taze nane istenirse kişniş ve çiçeksiz kısmından koyulan yeşil soğana benzeyen bir bitki. Semoule denilen irmikle yapılıyor. Ocağın üzerinde, özel bir tavada pişiriliyor ama tabi yoksa teflon tava da olabilir kanımca.


Burası da Tizi Ouzou'da devamlı önünden geçtiğimiz tuhaf çiçekçi. İçeride ter kokulu zayıf bir adam duruyor. Dükkanda zaten çiçek namına pek bir şey yok. Papatyalar ruhlarını teslim etmek üzereydi ben gittiğimde. Güller de ya sonuna kadar açmış ya da daha filiz halindelerdi. Üstüne üstlük bir de 10 adet güle çok deli bir fiyat isteyince sinirim tepeme zıplayıverdi. Yerler leş gibiydi. Ahh bizim güzelim çiçekçileri düşündüm bir an, burada tek güzel olan şey oldukça eskimiş bu desenli yer karolarıydı.


Bizim tontiş kız her zaman olduğu gibi yine bacaklarıma sarılmış  yatarken çektik bu pozu. Çekik gözlü çıkmış biraz ama normalde yusyuvarlaktır gözleri. Koca bıyıklarıyla daima insanı gıdıklar ve miniş patileriyle bir balerin gibi narince yürür. O olmasaydı buradaki bu yalnız günlerimde eminim çok bunalırdım. O adeta bana neşe kaynağı oluyor. Şimdi eminim kendi yöntemiyle keşfettiği gardrobuma sinsice girme taktiğiyle kazaklarımın üzerinde fosur fosur uyuyordur. Aralık duran oda kapısını patisiyle açamayan bu tosbağa, dolap çekmecelerini merdiven gibi kullanıp ufak patisiyle dolabın ana kapağını açıp hop diye zıplayıveriyor.


Ofiste de bahar havası yaşamak ayrıca güzel. Bazen okul zamanlarında havalar güzelken hocalarımızın bahçede ders yapması gibi, bilgisayarı alıp dışarıda çalışmak istiyorum. Güzel havalarda kapalı kalmak çok koyuyor insana. Daha dün bu dalda hiç tomurcuk yokken, bugün bir de baktım üzerine can gelmiş. Doğa ne kadar güzel bir şey. Etrafta yeşiller oldukça huzur doluyor insan adeta. Bir ufak masamız ve dört sandalyemizle, yemek sonrası ofisin önünde kahve içmek ayrı bir motivasyon kaynağı oluyor.


Tizi Ouzou'da güzel ve çeşidi bol diyebileceğim iki büyük bir de süpermarket var, diğerleri görüntüde büyük de olsalar çeşit bakımından verimsiz oluyorlar. Şimdi büyük ve malzemesi taze, temiz, çeşidi bol olanlar kervanına bu yeni market de eklendi. Adı Dylia. İçerisi tertemizdi. Üst katında elektronik malzemeler, parfümeri ve mutfak malzemeleri var. Market kısmındaysa pek çok şey buldum, türk markalı bulgur, makarna çeşitleri, balık ve badem kraker hatta kahverengi dilimlenmiş ekmek de var. Tadı Türkiye'dekilere pek benzemese de sabah kahvaltılarında kızartmak için ideal. Çünkü genelde kullandığımız baton ekmek sabahları pek zevk vermiyor. Umarım bu çizgisini bozmaz, hatta yufka falan da getirirse harika olur. 


İçeriden de sadece bu kareyi çaktırmadan çekebildim. Bir yandan hızlıca alışveriş yapıp bir yandan insanların gözüne sokmadan fotoğraflamaya çalışmak pek zor oluyor. Bir dahaki sefere biraz detay çekeceğim umarım. 

Bizden haberler böyle şimdilik. Nisan yağmurlarında aklım. Geçen sene Mayıs ayına sarkmıştı yağmurlar. Umarım bu sene de günlerce yağmaz da kasvet basmaz içimizi. Mart çıksın diye sabırsızlanırken, şimdi yağmurlardan ötürü nisan ayını da gözden çıkartmak istemiyorum:)

Herkese mutlu haftalar dilerim.