22 Ağustos 2015 Cumartesi

Yolculuklarım içimden başlıyor


Sayılı gün çabuk geçer diyorlar, külliyen yalan! Saya saya çoğaltıyorum ben kalan her bir günü. Kendi içlerinde bölünüyorlar adeta. 3'e 5'e bakmadan şafak kontrolü yapıyorum yine kendimi alamayarak ama heyecanım ilk günkü gibi yerinde sayıyor. 

Ben yolculuklara hep asıl zamanlarından önce çıkıyorum. Şu anda kafamda Türkiye'ye gittim, tatilimi yaptım, konuşulanları dinledim, olacakları bir bir yaşadım ve döndüm bile. Çünkü böyle düşünmeden edemiyorum. Yaşadığım gerçek anlarda da o yüzden hep o anları yaşadığımı hissediyorum, tekrar ve tekrar. 

Heyecanlanıyorum yolculuklara başlarken. Ama tatile kaçmak gibi kayıtsız ve sevinçli bir heyecandan ziyade; telaşla örtülü bir yük oluyor bende. Hani tam da yola çıkarken gitmeyelim desek, anında geri dönecek gibi. Sevemiyorum bir türlü o heyecan kumkuması halimi. 

Bazen önyargı diyorum bu, yaşayacaklarımı nasıl bilebilirim. Belki tahminimden çok daha iyi olacak her şey. Belki korktuklarım olmayacak, belki her günüm şen şakrak geçecek, nereden bilebilirim ki? Ama kafamda ne tasavvur etsem aynısı oluyor. Belki bu gidip gelme rutinini uzun senelerdir aynı şekilde yaşadığımdandır. İnsanları da zamanla daha iyi tanıyorum elbette. Neye ne tepki verecekleri bir sürpriz değil artık benim için. Hır gür, eğlence şamata hepsi bir arada hüzünle kahkahanın iç içe geçtiği günler olacak yine. 

Sadece orada daimi olarak bulunduğum an durup etrafı dinleyebilecek, belki de dinlenebileceğim. Zaten amacım hiç bir zaman Türkiye tatillerinde dinlenmek olmadı. Burada çünkü 6 ay bir fiil dinlenerek geçiyor aslında hayatımız. Orada bolca yürümek, keşfetmek, yorulmak ve eğlenmek istiyorum. Sanki  hayatın bonusu, buradaki sıkıntıların hediyesi çünkü evde olmak. 

Çok özleniyor yolda olmak hali, tabi meraklılar ve keşfetmek arzusuyla kanı kaynayanlar için. Ben çocukken de böyleydim. Daha gezmek lafı geçer geçmez hazırlanmaya başlar ve beklerdim o an gelsin diye. 8 aylık olduğuma da hiç şaşmıyorum. Daime tez canlıyım. Hemen her şey olacağı hale varsın istiyorum. 

Şu hayatta emin olduğum tek şey varsa sadece huzur ve mutluluk istediğimdir. Bunlarında en büyük anahtarı sağlık. Klişe gibi gelebilir ama geride listelediğimiz tüm isteklerin anası işte bunlar!


Yollar denize çıktığında beni benden alıyorlar. Ucu denize dokunan yolları seviyorum. Varmak istediğim tek yer uzun yolculuklarda, uzun bir deniz kıyısı...

Ağırdan alıyorum bu sefer. Bavulları yavaş yavaş yerleştiriyorum. Kedi de gelecek diye biraz stresliyim, onun için endişeleniyorum ama moralimi yüksek tutmaya çalışıyorum. Kedili ilk yolculuğumuz olacak. İki uçak stresi berbat bir şey. İstanbul'a varınca bir nebze de olsa ohh çekiyoruz ama yetmiyor. 

Oradan da yazmak istiyorum elbette. Bakalım el verirse koşullar arada şöyle böyle oldu derim. Şu an ihtiyacım olan tek şey, deniz ve rüzgar. Bir de tabi herkesle bol bol konuşmak istiyorum. Pazartesi gece yolculuk var. Bize bol şans dileyin. Kediş için rahat geçsin uçak yolculuğu. Hoop diye konuverelim evimize. Gerisi gelir nasılsa. 

Gitmeden yeniden yazarım...
Sevgilerimle

17 Ağustos 2015 Pazartesi

Mavi pazartesi

 Fotoğraf: graffic foto by flickr

Gökyüzü alabildiğine açık bugün. Dünden önceki gece tıpkı kış aylarındaki gibi uzun uzun gürleyerek yağdı yağmur. Toprak kokusu panjurlardan ışıkla birlikte içeri sızdı sabahın ilk saatlerinde. O gün serinledik de kendimize geldik. Dün yine bir parçacık da olsa güzeldi. Kelimeler sıcağın etkisiyle akıyor sanki satırlardan aşağı. Bazen yazdıklarımı kendi gözlerim bile görmüyor gibi geliyor. Çay harareti almıyor, kahve rahatlatmıyor, soğuk içecekler boğaz ağrısı, soda mide guruldaması, meyve suları fazla şekerli geliyor. En güzeli ayran ve su. Türkiye'deki gibi mis gibi krema kıvamlı ayranlardan değil tabi bahsettiklerim, ev yapımı, kavanozda karıştırılandan, babanne usülü de deriz biz. Sıcak yaz günlerinin dert ortağı adeta. Tatillerde eve vardığımızda bizi dolapta bekleyen yegane içecektir kendileri. Özlemişim. 

Şu tatile yaklaşan son günler geçmek bilmiyor. Bugün itibariyle tatil için tam bir haftamız kaldı. Bu bir hafta sanki bir ömür. Çocukluğumdaki gibi uyuyayım ve gideceğimiz güne uyanayım istiyorum. Tatile o kadar çok ihtiyacımız var ki. 


Fotoğraf: Tahia Hourria by flickr

Cezayir'in eski yüzlü sokaklarını ilk günden sevmiştim. Hala seviyorum. Yaşanmışlık var her bir yerinde. Hüzünle huzur bilmediğimiz bir şekilde birbirine işlenmiş gibi. Bazı parçalar zorunlulukla birleştirilmiş bazıları sadece teğellenmiş gibi. Yine de iç içe geçmiş tüm duygular bu sokaklarda. 

Türkiye'ye tatile gittiğimin sanırım ikinci haftalarında özlemeye başlıyorum buraların sessizliğini. Orada telaştan, kalabalıktan, mutsuz suratlardan aptallaşıyoruz, dengesizleşiyoruz. Sıcak beton binalardan yüzümüze vurdukça, benim de kafamı duvarlara vurasım geliyor. Sanırım bonus olarak güzel yanı denize çok ama çok yakın olabilmek. Yine de dönülecek böyle sakin bir yer olduğu için seviniyorduk çoğu zaman. Bir ohh diyoruz her seferinde; ohh evimizdeyiz!

 Fotoğraf: sofilou by flickr

Bizdeki gibi sokak pazarı kültürü yok denecek kadar az burada. Pazar namına bulduğumuz yerler de hep vasat çıktı. Ben şimdiye kadar harika denilecek kadar çeşitli sebze meyve pazarını sadece bir fotoğraf karesinde gördüm, hala inanamıyorum. Sokak manavlarındaki başlıca alınacak sebzeler domates soğan ve patatestir aa bir de kocaman biberler. Bunları bir arada bulduğunuzda kendinizi şanslı sayıyorsunuz. Öyle üstü kapanmış büyük pazar yerleri beklemek aptallık olur. Ama ilk kez geldiğimde ben de öyle yerler aradım elbette. Çünkü insan alışkanlıklarını devam ettirmeyi düşünüyor alakasız yerlerde bile. Şimdilerde fazlasıyla kabullenmiş haldeyim. 

 Fotoğraf: Google-Magasin Alger

Cezayir'de en sevdiğim dükkanlar işte bunun gibiler. Dışarıdan züccaciye gibi görünüyor, kim bilir içerde neler var. Bunun daha iyilerini de gördüm tabii, bu sadece benzerini bulabildiğim en iyi fotoğraftı. O plastik torbalar sıkça tercih ediliyor burada. Soldaki plastik torbaların altındaki kulplu tavalar ocakta ekmek pişirmek için kullanılıyor. Toprak kaplar da kuskus yapımında kullanılıyor. Sol yanında da eczane görüyorsunuz.

 Fotoğraf: djaziri.tumblr

Maviye açıldıkça güzel oluyor bu mavi panjurlar. Bu apartmanlar masal gibi, çok seviyorum ama içleri nasıl şu zamana değin göremedim. Yine de ümidimi içimde saklı tutmaya devam ediyorum. Çok isterdim burada böyle mavi ahşap panjurları olan bir evde oturabilmeyi. İşlek bir caddeye bakabilirdi veya sadece çiçekli sessiz bir sokağa. 

Vereceğim çok ekstra bilgilerim yok. Başkentteki sahilde bulunan alışveriş merkezimiz Ardis'in hemen yakınına Carrefour açıldı. Bu büyük bir olay. Daha önce carrefour altında, aldığımız etten zehirlendiğimiz uyduruk bir market vardı ama bu onun gibi değil. Gayet kocaman, aynı Türkiye'dekiler gibi. Henüz gidip görme fırsatımız olmadı. Sanırım tatil dönüşü gidebiliriz. Döndüğümüzde sonbahar bizi ne kadar sürede karşılayacak merak ediyorum. Bu sene buraya yaz çok feci geldi, geç geldi tam geldi. Geç çıkar diye düşünüyorum ama burası Afrika, belli olmuyor huyu suyu. 

Güzel bir hafta olmasını diliyorum, her şeye rağmen. Çünkü delirmemek için elimizden gelen az şey var. Dünyanın tüm dengesizliklerine, insanların kötülüklerine rağmen hala nefes alabiliyoruz. Şükretmek lazım her zaman elimizdeki her küçük şey için. Sabretmek, şükretmek, umut etmek, hayal etmek ve yaşamaya devam etmek!

*Bugün fazlasıyla üzücü bir gün zaten ama bahsetmek içimden gelmedi. Çünkü kaybettiğimiz insanların yüzlerini, kokularını, seslerini hatırlamaya çalışmak yoruyor fazlasıyla. Yaşasaydı ne derdi, neler yapardı demek çok koyuyor. Görüp dokunamadıklarını, tadamadıklarını düşünmek acıtıyor. Demişler ya Ağustos güzel ay, 17 si olmasa!

10 Ağustos 2015 Pazartesi

Maviyle iç içe bir Cezayir

 Ghasaouate Algerie Tlemsen

Cezayir elbette ki tümüyle turuncu bir coğrafya değil. Yahut sadece beyazlığı artık neredeyse tümüyle griye dönük, mavi panjurlu pencereleriyle meşhur bir yer değil. Burası hakkında az şey bilenler için öyle. Ama gördüğünüz gibi doğal güzellikleri de var hem de sizi kendine tutkun edecek kadar dokunaklı manzaralara sahip. 

Biz elbette ki bu saydığım yerlerin pek çoğuna canlı bir bakış atamadık. Sadece Corn d'or plajını ve çevresini gördük. Denizi plajı gerçekten oldukça güzeldi. Kalınacak yerler ki buralar pansiyon vari yerlerdi biraz köhneydi. Ama güzel bir oteli ve de ayrıca bir plaja yakın kısmında arkadaşlarımızın memnuniyetle kaldığı evleri de var. Gidip görmeyince hakkında yazmak ne kadar zor da olsa sözüne güveneceğimiz insanlar olunca anlatması dert olmuyor. Buradaki harika fotoğraflarda fotoğraf makinalarının ve filtrelerin de etkili olabileceğini aklınızdan çıkartmamakla birlikte olmayan bir güzelliği var edemeyeceklerini de unutmayın!

 Sidi Brahim Tipaza

Tipaza gördüğüm kadarıyla gayet şirin bir yer. Merkezini gezmeye fırsatımız olmasa da gördüğüm kayalık bölgesi, roman harabeleri, geniş plajı oldukça güzeldi. Buraları asla Antalya, Bodrum veya çevredeki güzel sahil kesimleri gibi hayal etmemelisiniz. Turizme açık bir ülke olmadığından etraf her ne kadar güzel olsa da bazı yerler kısır kalmış olabiliyor. Mesela kocaman uçsuz bucaksız bir plaj ama ekstra başka hiç bir şey yok. Yani ne bir büfe, ne bir restoran ne bir beach. Sadece alabildiğine boş bir plaj ve deniz. Aslında böyle sessiz kimsenin olmadığı yerler elbette ki daha hoş ama yabancı bir ülkede olunca da pek tercih edilmiyor diyebilirim.

Eylül ayında burada 9. yılıma gireceğim denizle kavuşmamızın sayısı bu kocaman süreçte sadece 5 defa falandır. 

 Skikda

Bu güzelliklerle buluşamamamızın bir diğer nedeni de kilometrelerce uzakta olmaları. Bir güncük hafta tatilimizde gidilecek yerler değil. Bazı uzak bölgeler de yabancılar için malesef güvenli olmadığı gerekçesi gösterilerek uzak tutulan yerler. Örneğin Jijel. Çok görmek istediğim bir yer çünkü büyük bir deniz feneri var. Ama ne zaman Jijel desem aaa oralar tehlikeli diyorlar. Burada çok fazla baskı ve korkutma politikası var. Bir şey olmayacak da olsa dilden dile yayılan söylemler gidip görmeye engel olabiliyor. Tabi korkmadan dört bir yanı dolaşan insanlar da var. Onlar çok gezgin ruhlular, cesaretliler ve gezmek hayatlarında ön sıralarda yer alıyor. Dinlenmek huzur bulmak için geziyorlar. Öylelerini bilirsiniz, sınır tanımazlar!

 Corn D'or Tipaza

İşte Corn D'or. Gerçekten böyle görünüyor mu derseniz evet kesinlikle gördüğümle aynı manzara. Ama tabi burada renkler daha canlı. Bu plaja gittiğimizde henüz yaz değildi ama kendini denizin kollarına atmak için çırpınmıştım. Berrak cam gibi bir suydu. Yakınında yani kayalık olan kısma gelmeden kocaman da bir ormanlık alan vardı. Piknik yeri olarak tasarlanmış. Hatta halk için havuz bile vardı ama henüz doldurmamışlardı. Yani bu coğrafya da aslında yok yok sadece keşfetmeyi bilmek ve cesaret etmek gerekiyor. Teyzemin dediği gibi yırtık olmak lazım biraz:)

 Corn D'or Tipaza

 Samere Fahim by flickr Portsay, Marsa Ben M'hidi, Tlemcen, Algéria

Böyle plajlar genelde halk plajları oluyor. Ben burada hiç özel plaja gitmedim ama varmış. Beach'ler de varmış. Biri Sheraton'a çok yakın. Sheraton otelinin de ayrıca plajı var ama denize kanalizasyon aktığı için çok kokuyormuş. Hatta Sheraton orjinal Sheraton değilmiş benden söylemesi, çakma yani :) Nasıl oluyorsa? 
Şehir efsanesi mi gerçek mi bilemiyorum. Cezayir'de her şey mümkündür!

Zeralda taraflarında da plajlar var  hem de kocaman. Kadınlar da var mayoları bikinileriyle denize giren.  Tlemcen'e bir defa gittim o da başka bir yere gidecekken geçiyorduk. Bayram olduğundan in cin top oynuyordu. Tozlu bir yerdi fazlasıyla, pencereleri kapıları kapalıydı hep evlerin. Gözlerim Teksas misali yollarda çalı topları aradı inanın. Şarap mahzenleriyle de ünlü bir yer aslında, güzel şarapları var ama gidilecek zamanı iyi ayarlamak gerekiyor. Kurban bayramında her yer kapalıydı. Dolasıyla biz ne insan, ne canlı yaşadığına dair bir iz, ne deniz ne de şarap mahzeni gördük. 

 Samere Fahim by flickr, 1ere Moscarda, Marsa Ben Mehidi, Tlemcen

Bu fotoğrafı da çok sevdim. Yine Tlemcen. O ağaçların altında denize doğru bakmanın ne kadar güzel olacağını düşünüyorum bu fotoğrafı incelerken. Biraz iyot kokusu da gelmiyor değil burnuma. Denizi seven insanları denizden uzak tutmak çok zor çünkü bir şekilde denizin tuzu, rengi kokusu hep kendine çeker onları. İlla girmek şart mı, hayır, yakınında olmak bile büyük bir mutluluk. Yaşamanın ta kendisi deniz!

Buldukça yeni fotoğraflarla bu coğrafyadaki ilgi çekici yerleri paylaşacağım. Gezip görebilmeniz, uzakları cesaretle ve tutkuyla yakın edebilmeniz dileğiyle!

5 Ağustos 2015 Çarşamba

Eve giden yol


Çok zaman oldu yazamadım yine. Aslında yazmadım demeliyim. Günler birbirini hızla kovaladı. Her gün ne yazacağımı düşünerek geçti, bugün yazacağım evet şimdi yazacağım diye diye o şimdi şu an oluverdi. Biliyorsunuz uzun aralar vermek hoşuma gitmiyor. Bazen öyle her detayı yazmak istiyorum ki gülüyorum bu halime, ama insan yapamıyor. Artık detaylar da rutine dönmeye başladı çünkü. Kendimi tekrar etmekten korka korka ilerliyorum. 

Yaz bitiyor neredeyse ve henüz ayağımı denize sokamadım bu sene. Deniz çok uzak bir ihtimal oldu hep ve bunu kabullenmeyi de öğrendim. Yine de acısı içime dokunuyor. Bir mevsime bu kadar yakışan şeyle bir olamamak duygusu insanın içini kemiriyor. 

Yollarda olmak, daima yeni şeyler görmek dünyaya anlam katıyor ama insan yerinde sayınca anlamları da yitirmeye başlıyor. Allahtan kendime yetmeyi öğrendim burada, bir başkasından medet ummuyor, bir şeyler yapamadığım zamanlarda içinde bulunduğum kasvetli ruh halinden sıyrılmayı biliyorum. Eşyalar kıymete biniyor o ayrı. Maddesel şeylerin bu denli kıymetlenmesi de kötü tabi. Her yere giderken yanımda taşıdığım koca kalem kutum defterlerim kağıtlarım bazen büyük bir külfet gibi geliyor.

Tüm zorluğuna rağmen bu coğrafyayı seviyorum. İçimden görünmez iplerle bağlandım adeta. Dünyanın en modern en güzel şehri bile bu kuzey afrika ülkelerindeki o havayı veremiyor insana. Dün Poirot'un Ölümle Randevu adlı bölümünü izlerken bunu bir kere daha anladım. Fas Tunus, onlar kadar olmasa da Cezayir çok başka ruhları içinde barındıran yerler. Benim için en tepede Fas duruyor. Bir gün kaçmak istersen gideceğim tek yer orası olurdu. Çünkü içten içe ait hissettiğim coğrafya orası. Uzun seneler bu kokuda bu dokuda, bu kafayla kalmanın getirisi sanırım. Oysa Türkiye'de geçirdiğim seneler daha uzun ama aklımın ermişliğinin zamanında yaşadığım tecrübeler daha başka. Türkiye'de de olmak istediğim yerler var elbet ama zor. Buradan döndükten sonra bakalım nasıl karışacağız oraların havasına, ne kadar sürecek alışmak veya alışabilecekmiyiz kolayca bilemiyorum. Şu sıralar sıkça düşünüyorum bunu. Keşke koşullarımız daha iyi olsaydı, belki o zaman dönmek gerekmeyebilirdi. 


Sokaklardaki kavuncuları ve mavi göğün altında sarı sarı sırıtmalarını seviyorum. Şöyle bir parça kesip tattırıyorlar da bazen ama hepsi değil. Çok alışık oldukları bir şey değil bu yöntem ki zaten çoğu güzel kavunların, denemeye gerek kalmıyor. 

Ahh bir de bu ekmek. Galette diyorlar. Üzerindeki çizgileri bile seviyorum. Mangalın ateşinde ısındı mı bir başka oluyor. O üzerindeki pütür pütür taneleri de seviyorum. Arasına beyaz peynir koyup tost yapmaya da bayılıyorum. Dönünce yapabilmek için ocak üstünde pişirmek için satılan yuvarlak desenli tavasından aldım. Semoule ile yapılıyor. Bizdeki irmiğe çok benziyor. Belki Türkiye'de de buluruz veya belki irmik yerini tutar bilemiyorum. Neyse ki döndükten sonra özlediğimiz lezzetleri bize ulaştırmasını isteyebileceğimiz yakınlarımız var Cezayir'de. 

Hiç pişman değilim geldiğime, olmayacağım da. Keyifli bir maceraydı. Neyse ki daha da devam ediyor. Henüz bitmiyor ama yakında bitecek. Yeniden geleceğimize inanıyorum en azından anıları tazelemeye. Bizler geçmişini kolayla geride bırakan insanlar değiliz ve onlarla bağ kurmayı seviyoruz. Bu yüzden inanıyorum bir gün, seneler sonra da olsa dönüp yeniden bu coğrafyaya bakacağımıza. 

Havalar inanılmaz sıcak yine şu sıra. 40 ların üzerinde seyrediyor. Türkiye tatilimize az kaldı. Ay sonu gideceğiz inşallah. Henüz götüreceğim şeyleri ayırmaya başlamadım bile, nasılsa daha vakit var. Ailemi arkadaşlarımı memleket havasını özledim. Suyunun tadını, rengarenk sebzelerini, cıvıl cıvıl sokaklarını özledim. Gider gitmez kendimi sokağa atmak istiyorum ve sıcaktan bunalırsam şöyle buz gibi bir ayran içmek fena olmazdı. Bir de gözlemeyi özledim, simiti. İzmit simiti gibisi de yok vallahi. 

Yakın zamanda yine yazacağım söz. Böyle uzun aralar sıkıyor insanı. Bekleyenlerin olduğunu bilmek de güzel. 
Mutlu kalın.
Yeniden görüşmek dileğiyle...