9 Mart 2017 Perşembe

İçimdeki kadınlar ve olanlar

Artık iyiden iyiye uzatıyorum, böyle sakız gibi oluyor yazmak isteyip de yazamadıklarım, sünüyor ve tadı bozuluyor sanki. Bu loğusalık ne menem bişeymiş. Ağlayıp duruyorum olur veya olmaz yerlerde ve şeylere.

O zamanlar yani çoluk çocuk yokken anne olup da kendine bakmayan kadınlara söylenirdim, sanırım 5 gündür yıkanmadım. Hatta yüzümü bile yıkamak istemiyor canım, bazen sütlü veya kusmuklu eşofmanlarla gelenlerin karşısına çıkıyorum. Bu çocuk işi beni biraz bozdu, dağıttı. Öyle tatlı ve masum ki bir yandan sadece ona bakarak saatlerce ağlayabilirsiniz, bir yandan da o kadar zor ki devamlı yatır kaldır besle gazını al dinle kontrol et... Çok rutin oluyor her şey, daha önceki rutinlerden çok daha rutin, hatta fazla rutin. Ama dışarı çıkmak benim için şu anda ayrı bir eziyet. Daha alıştım tabi ilk günlere nazaran, yine de dışarıda herhangi bir yerde memeyi örtüyle de olsa çıkartıp emzirmek fikri bile beni sinirlendiriyor. Mama yapınca soğuyor, tam altını değiştirirken kakasını yapabiliyor, hatta evden çıkacakken bir de bakıyorsun temiz elbisesine çişi çıkmış hadi avaz avaz değiştiriyorsun. Bebekler gerçekten çıplak olmaktan hiç hoşlanmıyorlar. Bunlar hep bir harp oluyor insanın kendisiyle ve çevredekilerle. Her haline de şükrediyorsun bir yandan, kendinin ve bebeğinin; anne olmak isteyip olamayanlar, çocuklarını kaybedenler, hastalıklarla boğuşanlar vb daha öyle acı şey var ki hayatın içinde. Hepsi birleşince düşüncesi bile bir loğusayı delirtebilir bence. Ben şimdi sihirli 40 ın çıkmasını ve ebediyen beni terk etmesini bekliyorum. Olay gerçekten neden ibaret bilmiyorum. Dışarı çıkınca memelerin sızlaması durumunu söylemeyi unuttum o  da ayrı bir şey tabi. Emzirmek beklediğimden eğlenceli ve güzel, yine de yavaş yavaş büyüyen bir bebeği o memeden öbür memeye taşımak bile bazen zor olabiliyor. İşte bunlar hep loğusa sendromunun getirileri. 


İçimde bildiğim ve bilmediğim hatta hiç mi hiç tanımadığım bir sürü kadın var sanki. Birinin dediği diğerini tutmuyor, biri öbürüne tapıyor, bir diğeri berikini hiç mi hiç sevmiyor. Çok tuhaf. Meyilli oluyor insan hüzne, kedere, gam'a. Bu kafayla iyi içilir aslında, efsunlu gibi bünye. 

Bilmem ne yazayım. Bazen eski zamanları özlüyorum diye ağlıyorum. Bazen de oğlanın üniversite zamanına kadar olan tüm anlarına anılar biçiyorum kendimce. Maviş boncuklarını öpmek, o küçük ağzını hüüp diye içime çekmek istiyorum ve onu böyle mıncır mıncır sıkmak. Kimisi alın bu çocuğu başkasına verin ben bakamayacağım diyormuş, kimisi camdan atmak istiyormuş, yani işin bu derecesi de var ama ben ilk günler hariç bakamayacağımı hiç düşünmedim. Bazen yanlış mı yapıyorum endişesi taşıyorum ama çingene çocukları nasıl büyüyor baksana derken buluyorum kendimi. Etrafımdaki bazı salakları da çocuk büyütürken gördüğümden ben haydi haydi yapıyorum canım diyorum. Buna da loğusalık bencillği deniyor sanırım bilemiyorum. 

Nitekim hayat ona güzel şu sıra, aslında hep de ona güzel olsa keşke, hep gülse, her anı dolu dolu yaşasa istiyorum. Kötü kaynana modeli olur muyum diye de düşünüyorum bazen, potansiyelim var gibi. Ama alt kattaki hobi odamı bile oğlumla paylaşırım diyen de pamuk bir tarafım yok değil. Sağlık olsun o bana yeter!


Hadi ben kaçtım. Oğlan uyanmadan beş günlük pisliğime bir son verip ılık bir duş almam lazım:)

Sevgiler