28 Şubat 2013 Perşembe

Bir masaldı sanki

 Yine günler günleri kovaladı ve bir tatil daha bitti. Öylesine hızlı, güzel ve unutulmayacak anılar ile doluydu. Havalar da bir hediye gibiydi bizim için bahardan kalan günleri yaşadık uzunca bir süre. Ardından soğuk zamanlar da geldi elbet ama kısa sürdü. Biz döndükten sonra kışa teslim oldu memleketimiz. Hem anılarla dolu o güzel şehrimi, hem ailemi, dostlarımı hem de oraların güzel havasını çok özlemişim. 



Mutfak balkonumuzdaki manzara işte böyle. Şimdi bir de balkon mutfağa dahil edilince orada oturmanın keyfi bir başka olmuş. Cam kenarından kalkıp da odalara gitmek hiç istemedim doğrusu. Tabi her zamanki gibi eşyalarımı toparladım, kitaplarımı karıştırdım ama ne zaman fırsat bulsam camın önünde bu manzaraya bakarken yakaladım kendimi. Denizi de ne çok özlemişim meğer. Uzaktan bile görmek bir rahatlık, huzur veriyor. 


Orkidem ben oradayken açtı yine. Öyle güzel ve yumuşak ki. Kadifemsi yaprakları, o mor rengi göz alıcı. Benim için de çok kıymetli. Babam ona harika bakıyor. Zaman zaman fotoğraflarını bile çekip gönderiyor bana seninki yine açtı diye.


 Bizim oraların bir ekmeği bir de simiti offf nasıl da güzel oluyor. Şimdi yazarken bile burnuma kokuları geldi mis gibi sıcacık. İzmit'in simiti bir başka oluyor. Ne İzmir ne Ankara simiti yerini mümkün değil alamıyor. Bir de o fırından tazecik alınan mis kokulu ekmekler yok mu tadına doyulmuyor ki. Beyaz ekmek zararlı falan tamam ama o tadı da başka hiç bir ekmekte bulamıyor insan. Çocukken fırından ekmek alıp yarısı yenmiş bir şekilde gelirdim eve:)


Yatağım, battaniyem ve tabi ayıcığım pooh beni bekliyordu. Onlarsız geçer mi hiç günler. Yatağını yorganını da özler mi insan, o his o kadar tanıdık gelebilir mi? Tatile bu sefer biraz erken başladığım için ben yatağımın da tadını çıkarttım. O kocaman battaniyemin sıcaklığını özlemişim. Ayıcığım da beni özlemiş. Onun o kocaman gövdesiyle yatağa sığmak zor oluyor tabi ama eğlenceli. Eşim bana doğum günü hediyesi göndermişti. Kutudan çıktığı zamanı hiç unutamıyorum. Öyle büyüktü ki şaşırmıştım:)


O sokaklar, caddeler, dükkanlar, mağazalar. Bu minicik Fethiye Caddesi bile benim için sanki Champs Elysee caddesi gibi :)Orada yaşayanlar sıkılır, kıymetini bilmez ki bir zamanlar ben de öyleydim ama şimdi ne büyük bir nimet olduğunun farkındayım. Bol bol gezdim, yürüdüm, her dolaştığımda da bir simit yemeği ihmal etmedim.


Bu da Fethiye Caddesi hatırası:)


 Gelelim İstanbul'a. Uzun zamandır fırsat bulup da İstanbul'a gidemiyordum. Göremediğim öyle çok arkadaşım var ki. Bu seferki gidiş de gidiş sayılmaz aslında. Eşimi havaalanından almak için gideceğimiz gün erken çıktık. Ortaköy'e ve Galeria'ya gittik. Ortaköy'de denizle hasret giderdim, kedilerle oynadım, kağıt helva yedim, türk kahvesi içtim, midye yedim, özlemişim. İstanbulda olmak başka bir şey. Ama kısacık bir zaman için gitmiş olsak da trafikten illallah dedik. Yani her zaman söylediğim gibi İstanbul'da yaşamak çok zor, tatil veya gezmek maksatlı gelenler bile canlarından beziyor. Yine de öyle bir büyüsü var ki insanı kendine çekmeyi iyi biliyor.  


Boğaz köprüsündeki bu simitçi amcayı aynı yerde iki kez gördük. İlk geçişimizde ki o zaman da annemlerle Mecidiyeköy'e gitmiştik gezmek için o zaman çektim bu fotoğrafını, hava alanına giderken de yine aynı yerde duruyordu. Hatta keşke fotoğrafı tab ettirip adamcağıza verseydik diye düşündük. 


Benim güzel kuzularımla Ortaköy'de kahvelerimizi yudumlarken. Babam bana sürpriz yapıp saçlarını uzattığını söylememiş, bir gördüm onu o ipek saçları ile pek hoşuma gitti. Nasıl da yumuşacık saçları var bebek gibi. Benim babama maşallah tabi anneme de öyle. O güzel gülüşleriniz hiç bitmesin..Sizi çooooook seviyorum.


Ben atlıkarınca delisi olarak yine karşılaştım kendisiyle. Paris'e gittiğimizde Eyfel kulesinin karşısındaki kocaman atlıkarıncaya binmiştim o harika manzara ve şahane müzik eşliğinde. Bu biraz ufak olduğu için binemedim. Ama eve gittiğimde ilk iş Paris'ten aldığım atlıkarınca şeklindeki müzik kutumu çalıştırdım ve yine biraz da olsa hevesimi almış oldum.


Amcamları da ne zamandır göremiyordum. Bu sefer onları da ziyaret etmeye fırsatım oldu. Birlikte çok güzel bir hafta sonu geçirdik. Yengem yine harika mamalar yapmış, bize bol bol yedirdi. Zaten yine her gidişte olduğu gibi kilo alıp döndüm şimdi burada vermeye çabalıyorum. Bu fotoğrafı da ayrıca çok sevdim hepimiz pek bi pamuk çıkmışız. 


Bunlar da amcamların bahçesindeki kediler. Pek pisler ama inanılmaz sevimliler. Onlara mama verirken böyle bekliyordu işte pufidikler. Keşke sokaklarda yaşamaya mecbur olmasalar hepsinin sıcacık evleri ve yatakları olsa o zaman dünya muhteşem bir yer olurdu herhalde. 


Tabi her güzel şey bir yerde bitiyor. Sabiha Gökçen hava limanında ayrıldık annemle babamdan İzmir'e gitmek üzere. Böyle ayrılıklar çok zor oluyor. Keşke her gün onları görebileceğim kadar yakınımda olsalar. Neyse ki dönmemize az zaman kaldı. Artık bir an evvel sevdiklerimle daha çok vakit geçirebilmek, hayatımın büyük bir kısmını onlara ayırabilmek ve aileme dair yepyeni güzel anılar biriktirebilmek istiyorum. 



Şimdi bu sisli yerdeyiz. Tilki misali işte. Geldiğimizde bahar bizi karşıladı ama sonrasında soğuk devreye girdi. Bugün yine bahardayız. Bu havalar insanı afallatıyor. Bir an evvel bahar gelsin de şöyle bahçenin keyfini çıkartalım. 


 Benim güzel prensesim Charlotte ortada yok biz gittiğimizden beri. Onu öyle çok özlüyorum ki. Kokusunu, yumuşaklığını, sıcaklığını, arkadaşlığını özlüyorum. O benim için kediden öte bir şeydi. Ben hayatımda onun kadar pamuk, onun kadar hamur, onun kadar insan canlısı, sempatik bir kedi görmedim. Sevgilisi ile birlikte kaçtığı ve gününü gün ettiğine dair söylentiler var ama ben iyi olduğuna emin olmak istiyorum. Umarım yakın zamanda gelir. Gelsin de bir yüzünü göreyim sonra yine sevgilisiyle yaşasın mutlu mutlu. Ama onu bunca sevmeme rağmen beni hiç arayıp sormaması, özlememesi çok ağırıma gidiyor. Pi'nin Yaşamı adlı filmi izleyenler bilir  Bengal kaplanın adamı bırakıp gittiği o anda hissettiklerini hissediyorum. Gel artık!