alışveriş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
alışveriş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Nisan 2019 Çarşamba

Geçen zamanın peşinde

Bilgisayarın başına oturmak başlı başına kocaman bir işmiş meğerse. Düşünüyorum da bir zamanlar ne çok vakit geçiriyordum bu tuşlarda. Hayat işte durduğu yerde durmuyor. Elimden geldiğince okuyorum hala ama hep aklımdan yazıyorum sayfalara. 

Annelik üzerine okudum, bebek bakımı, çocuk yetiştirmek... Bunların hepsi yaşayarak anlaşılabilecek şeylermiş, öğrendim, anladım. Kabullenmek epey güç oldu aslında. Yepyeni bir başlangıç, yeni bir hayat. Bazen baş etmek epey güç oluyor. Ama artık eğlenmeyi de öğrendim, fazla dert etmemeyi de. İyi şeyler düşününce iyi şeyler de gelip bizi buluyor. Bu yüzden olumlamalara yer veriyorum artık hayatımda. Tabi elimden geldiğince, bazen kendime yenilip surat astığım da olmuyor değil, neticede insanım. 

Cezayir'e yeniden gelmek de bir seçimdi, aynı çocuk sahibi olmak gibi. Kimi zaman bir anda oluveren kimi zamansa hesap kitap yaparak.Seçiyoruz. Ne olursa olsun su akıp yatağını buluyor. Sen debeleniyorsun ama hayat seni kendi ritminde başka yerlere çekebiliyor. Yine bu coğrafyadayız, bu tozlu topraklarda. Kokular, yüzler hep tanıdık, hikayeler benzer. Ama anılar bambaşka. İçi dolu dolu anılar. Şimdi terasta oturuyorum ve içeriden iki ses geliyor. Hayatımı enine boyuna kaplayan iki ses. Ömrümü çoğaltan iki güzel ses. 

Hiç bir zaman internet anneleri gibi bir anne olmadım. Henüz keşfediyorum güzelliklerini diyelim. Yalpalaya yalpalaya yolumu buluyorum. Uykudan anne diye uyandığında içim cız ediyor mesela ve yüzümde hep tuhaf bir gülümseme, tüm bunların yanında tabi bolca da gözyaşı. Tanımadığım çocukların sesleri için bile gözyaşı döküyorum. Birisi anne, baba dediğinde kendi evladımın sesi geliyor kulaklarımın ikisine birden. Bir saat vakit ayırabilmek için kendime, sanki dağları deliyorum ama o bir saatte hep aklıma oğlum geliyor. Kendimizi Türkiye'deyken azıcık da olsa dışarı atabildiğimizde hep salıncaklar kaykaylar karşılıyor beni köşe başlarında, tuhaf bir vicdan azabı çekiyorum. Kendinize vakit ayırın, siz iyi olun diyor hep anne çocuk sayfaları ama işin aslı pek de öyle olmuyor. Yani çoğu yazılan hep fasa fiso. Sen ne kadar her ikisini yapabilirim desen de açtığın bilgisayar sonunda bomboş bir sayfayla kapanabiliyor, özenle hazırladığın kahven bir de bakmışsın buz olmuş, iştahla oturduğun sofrada yemeğe mecalin kalmamış bulabiliyorsun kendini. Bu böyle bir serüven. Tıpkı rutin olarak gördüğün ama durmadan değişen yeni bir gün gibi. Annelik Cezayir'de kadın olmak gibi kocaman bir adım aslında. Ben hem dünyamı adımlamaya hem de içinde kaybolmamaya çalışıyorum. 


Buraya adım attığımızda hava alanının havasını soluduktan sonra kafama buradayım diye dank ettiren ilk önce bu su oldu. 


İlk hafta ne işim var benim burada dedim elbette. Tam yerleşik düzene geçip alışmaya başlamıştık ki hoop yeniden yollara düştük. İnanın burada olmak veya gelmekten çok uçakla seyahatimin yeniden başlıyor olmasıydı canımı sıkan. Bugün geleli bir ay oldu ve halimden son derece memnunum. Tan'a da iyi geldi burası. 



Şu sihrini içinde barındıran dükkanlar yok mu. İçeride o kadar çok şey buluyorsunuz ki, tahmin edilemezler. Bir o kadar basit, bir o kadar kapsamlı. Naif...


Eski yüzlü binalar çoğunlukta. Hatta bazıları sadece tuğla. Bir nebze düzgün görünenler'e rezidans diyorlar zaten. En son içine girdiğim rezidans harlemde karanlık bir alt geçit gibiydi. 


İşte beklenen an! Hamoud Boualem ile buluşmamız. Son derece lezzetli bir gazoz. Türkiye'de iken pek çok sefer canımın çekmişliği vardır. Yanındaki mavili de eşimin favorisi. 


Ah yeniden Cezayir'e gitsem de alışveriş yapsam diyordum döndüğümde. Bu tabaklar hep gönlümü fethetmiştir. Daha kaliteli ve daha sağlam bunlar eskilerinden. Takımı tamamlamama az kaldı. 


Tan kuş yeni çekicisi ile oynarken. Evi doldurmamak şahane bir fikirdi. Gönlünce oynayabileceği kocaman bir alanı var. Eski evimize nazaran burası kocaman. Bir de kapalı teras olması epey rahatlattı. İki oda bir salon oldu resmen. 


Günde en az iki kez bahçeye çıkıyoruz. Zaten hava güneşli oldu mu tan direk dışarıya gitmek istediğini belirten cümleler kurmaya başlıyor. Araba da pek girmediğinden rahatça oynayabiliyoruz. 

 
Doğa her zamanki gibi göz alıcı. Her yer yeşil. Kocaman sıradağlar ve renkli çiçekler var. Havası mis gibi.


Benzin istasyonu Naftal artık daha gelişmiş. Hatta Alger'e gittiğimizde mola verip marketine girdik ve restoranında pizza yedik. Pizza oldukça dandikti ama en azından yemek yenilecek ve tuvalete girilebilecek yer bulabilmek harikaydı. 


Burası Setif. Büyük bir Park Mall denen alışveriş merkezi yapılmış. Bir ufak versiyonu da var Rais orası da güzeldi çok beğendim. Türkiye'dekilerden hiç farkı yok diyebilirim. En azından öyle bir havayı solumak da iyi geliyor. Tan'ın peşinde koşmaktan fotoğraf çekemedim ama bir dahakine çekeceğimi umuyorum.


Tan Rais'in önünde atlıkarıncaya bile bindi:)


Alışveriş merkezinden bir itfaiye kapmasaydı zaten herhalde şaşırırdık! Çocukları mutlu etmek ne güzel bir şeydir. 


Evde pişirdiğim ilk kekim. Bu ilk kekten sonra evet artık ben bir süreliğine buradayım dedim. O kek kokusunun eve dolması lazımmış demek ki. 


Ana oğul :)


En baştaki bizim evimiz. 


İlk hastalığımızı da atlattık. Doktor tatlı bir hanımdı, oldukça iyi davrandı. Muayenehane çok dandikti sıra düzeni kesinlikle yoktu. Randevu almamıza rağmen bir sürü insanı bekledik. Tan artık son raddesindeydi ki içeri girmeyi başardık. Neyse bu da geçti çok şükür. 


Şimdilik bu kadar. Sizlere kocaman sevgilerimizi yolluyoruz. Tan uyurken hızlıca yazılan bir blog yazısının daha sonuna geldik. En kısa zamanda yeniden görüşelim dostlar!



4 Ekim 2015 Pazar

Pazar notları; Olsun varsın

 Fotoğraf: instagram/algerievuedenbas

Yarısı özenle aşağı indirilmiş eski ve yıpranmış bir panjurdan içeri doğru süzülüyor rüzgar, narin bir kuş misali. Hava yine türlü oyunlar peşinde; bir gün delicesine yakarken, ertesi gün üşütüyor. Neye elimi atacağımı şaşırdım şu son günlerde. Kalın ayakkabılar, giyecekler terletiyor, inceler üşütüyor. Hasta olmamak için büyük çaba sarf ediyoruz. Annemle babam denize girdiler bugün. Deniz çarşaf gibi. Maviye doğru attılar adımlarını ve bol bol gülümsediler. Ben de sayelerinde huzur buldum yolladıkları fotoğrafların her birinde. 

Olağan bir pazar günü işte bizim için yine. Yazmaya oturdum. Zamanı sayıyorum bir yandan. Dün çamaşırlarım rüzgarda uçmamış, sıcaktan da istifade edip hemen yenilerini yıkayıp astım. Mis gibi kokunca ev, daha bir eve benziyor. Akşam tatlı krizim tutunca da en kolayından bir mozaik pasta yapayım dedim ne kakao ne yumurta kalmış evde, bisküvi paketi elimde kalakaldım. Bakkal olsaydı hoop iniverseydim dedim içimden. Pijamalarla bakkala koştuğum zamanlar geldi aklıma. Bakkalları hep daha çok sevdim devasa marketlerden.

Fotoğraf: Alimentasyon Generale, Algerie-Wikipedia

Listeler yapıyordu ya herkes hani, bugün ben de Cezayir'den dönmeden önce yapmak istediğim şeyleri oturdum yazdım güzelce. Baktım o kadar da korkulacak gibi değilmiş, biraz gözümde büyütmüşüm. En fazla dolu dolu 3 günümü alır dedim. O da gitmek gelmekle birlikte elbette, trafik, yol vs. 

Türkiye'de yapılacakları sayacak olsam oooo sayfalarca şey yazmam gerekir. Ama şu an için sadece buraya odaklandım. Bir şekilde nasılsa su akıyor yolunu buluyor. Her şey olacağına varacak, yerleşecek, düzene gireceğiz. Asıl o telaşlar bittikten sonrası önemli, o durulma dinlenme anı bakalım nasıl olacak. Bir şehirle daha önceden hiç tanışmamış gibi yeniden tanışmak gerekecek. Bana kollarını, yollarını açacak, güzellikler sunacak mı acaba? Yoksa çetin bir savaşçı gibi savaşmam mı gerekecek onunla bilemiyorum. Aklımı kurcalayan her şeyi şu anlık erteledim, ne de olsa ertelemekte ustayız her birimiz. 

Türkiye'de başka ülkeleri tanıtmak amaçlı hazırlanan ama bir türlü Cezayir'i bulamadığımız fotoğraflı gezi kitaplarından aldım geçenlerde. Bir iki gündür onu kurcalıyorum. Daha çok fotoğraf içerenlerden de almalıyım bir tane. Bu da iyi, önerebilirim ilgilenenlere. Hem tarihi, hem bugünü anlatıyor, hem de gidip görülecek yerler hakkında bilgi veriyor, edinmek gerçekten elzem. Ben kendiminkini yazmadan önce Türkiye'de çıkmasın da diyorum bir yandan çocukça bir kıskançlıkla:)Ama kaynak olması bakımından da harika olur. Çünkü yabancı siteler haricinde kaynak bulmak epey zor, buraya gelecekler için. Cezayir herkesin aklına bir muamma, gizemli ve öngörülemez. Aslında öyle bir halinin pek olmadığını yaşadıkça anlayacaklardır. Her şehir kadar gizemi, keşfedilmeyi bekleyen pek çok detayı var, arayıp bulmak isteyene. Ama kendini kolay teslim eden bir yapısı da yok, azıcık zorlar adamı. Olsun, o hali de güzel!

Bugün de böyle geçiyor işte. Renkli kalemlerim, altı çizilecek satırlarım beni bekler. Bir de yeni yazımı bitirmeliyim. Artık yazargah.com adlı sitede de yazıyorum, hazırlığımı tamamlamanın tam sırası. İlgilenenleri, bu yeni yazı yolculuğuma da beklerim. 

Haftanızın güzel geçmesi dileğiyle.

14 Mayıs 2015 Perşembe

Enginarlar çiçek açarken

Fotoğraf: Pinterest

Güzel, güneşli bir perşembe günü. Ardından tatilin gelecek olması da harika elbette. Tabi bir güncük tatil yetmiyor, insan ne yaptığı tatilden ne dolaştığı yerden bir şey anlıyor. Ama yıllardır konuşa konuşa bir sonuca da varılamayınca artık iki günlük tatil ihtimali şehir efsanesi haline dönüştü.

Döndüğümde, başladığım ama henüz çok yol katedemediğim Cezayir'i anlatan kitabımın yanı sıra bir de şantiye yaşamı ile ilgili yazmayı düşünüyorum. Çok acayip bir şey gerçekten. Anlatılmaz yaşanır diyeceğim ama anlattığımda da yaşamış kadar olacaksınız sanıyorum. 

Birkaç gün evvel nihayet enginar almayı başardım. Bugün yapmayı düşünüyorum. Çünkü artık yapmazsam ya vazoda çiçek olarak kullanacağım veya bozulacak üzüleceğim. Enginar çok bayıldığım bir şey değil ama yerim. İlk olarak fantaziye kaçıp yapraklarının içini doldurmaya çalışacağım bugün, heyecanlıyım. Son zamanlarda herkesten duyuyorum enginar yapıyor, canım çekti. Manavda seçmeyi bir türlü başaramadığım bir sebzedir kendisi. Kapalısını mı, çiçek gibi açılmışını mı alsam bir türlü bilemiyorum. Hepsi de gözüme şahane görünüyor çünkü formuna bayılıyorum.

Havalar hep güzel ilerliyor. Çok sıcak değil henüz, bir ara epey sıcak olmuştu, şu anda normal seyrinde. Henüz Naciria'daki köhne bir dükkandan yeni aldığım yazlık Cezayir elbisemi giyemedim mesela. 

Verandamızı biraz düzenledik. Birkaç fotoğraf çektim, bir sonraki yazıda paylaşacağım. Duvara yaptığımız stencil çalışmalarına da yenilerini ekledik ve eklemeye de devam ediyoruz. Biraz çadır  havasında oldu, beach club da desek yeridir. Geçen akşam otururken tv deki müzik kanalındaki şahane müziklerle, sandalyemde biraz oynadığımı kabul ediyorum. Şimdilik bizden havadisler böyle. Yeni fotoğraflarla yeni yazıda görüşmek dileğiyle. 

10 Haziran 2014 Salı

Şeffaf, normal cam


Bu sıra yine İzmir'deki evimizin detayları ile ilgili telaş içerisindeyiz. Uzaktan uzaktan olunca böyle tabi bazen işin içinden çıkması zor oluyor. Kayınpederim bizim yüzümüzden perişan oldu adamcağız kilo verdi eve gidip gelmekten. Ama zaten o olmasa biz hayatta yapamazdık 3000 km uzaktan o evin tadilatını. Eee gelince de yapmak gibi bir lüksümüz yoktu tabi, biz gelene kadar çoğu bitmeliydi. Geriye iç boyası, armatürler seçimi, ankastre ve mobilya alması kaldı.

Herkes anlatıp duruyordu, bu ustalarla yaşadıkları tecrübeleri. Ama insan gerçekten başına gelmeden anlamıyormuş demek. Usta milleti bir acayip. Şimdiye kadar türk filmleri haricinde kimseyi de görmedim duymadım böyle saf iyi niyetli hemen bir çırpıda dediğini kavrayıp hemencik yapabilen. İlla bir yerinden bir şey çıkacak ve illa da kendi dediğini yaptıracak. 

Yani anlayacağınız ev tadilat işi zormuş. Kısa zamanlı yıllık tatillerde gelip de koştur koştur onu bunu seç falan  da cabası. Bir de insan araya zaman girince seçtiklerini de unutuyor yaptıracaklarını da. Acele oldu mu aman hadi bu da olsun bari deniyor sonra vay efendim acaba böyle mi olsaydı diye düşünmeye başlanıyor. Henüz keyifli kısmına geçiş yapamadık bekliyoruz bakalım. Herkesin ortak kararı mobilya ile döşeme kısmının eğlenceli olacağı, göreceğiz. 

Ne kadar ince detaylar varmış meğer diye düşünüyorum. Hani ne var bir renk seçerim olur biter diyorsun ama Allah aşkına düz beyaz boya diye düşündüğüm şeyin bile elli çeşiti var. Yahu beyaz dediğin beyazdır işte öyle değil mi. Beyazın adını değiştirip elalemin kafasını karıştırmanın ne manası var. Yeni tarzlar yaratacağım diye de suyunu çıkartmamak gerek diye düşünüyorum. 

Mutfak dolaplarının bazılarının camları şu ufak ufak olan Fransız camı modeli olsun istedim. Oh seçtim rahatladım dedim meğer camın da yok desenlisi buzlusu buzsusu dokulusu varmış. Ben bildiğin normal şeffaf cam istiyorum dedim. Bakalım sonuç henüz belli değil. Bu sıra ustalara anlatmak için kelime haznemi geliştirmeye çalışıyorum. Bildiğin cam deyince anlaşılmıyor şeffaf normal cam daha akılda kalıcı herhalde. 

Dekorasyon dergilerine ve sitelerine baka baka insan kendinden ve yaşadığı hayattan uzaklaşıyor bunu da bilip söylüyorum işte nihayet. Her şey oradaki kadar toz pembe değil. En son heves edip benim de böyle bir fırınım olsun dediğim renkli fırına 15 bin tl fiyat çektiler. Sonra kendi kendime bir dur dedim, hayallerin de bir sınırı olmalı elbette. Mesela şöyle bir örnek de vermek istiyorum. Dekorasyon sitelerinde ve özellikle yabancı sitelerde ocakların üzerinde bir tencere musluğu görürsünüz sıkça. Bizim toplum pek öyle şeyler kullanmaz. Orada göre göre çok içim ısınmıştı ne yalan söyleyeyim. Alt tarafı ocağın geleceği kısıma tesisat çekilecek dedik. Musluk da değişik bir model olduğundan internetten sipariş veririm dedim ama fiyatını görünce dudağım uçukladı. Eve tadilata gelen ustaya da ocak üzerine musluk istiyorum deyince amcanın yüzündeki ifadeyi görmenizi isterdim doğrusu. Olmaz diyemedi tabi. En son anladım dedi ama tamam dediği şey ocağın üzerine koymayı tasarladığı fransız usülü taharet musluğundan başkası değildi. Öyle olmayacağını söyledik ve bu fantezimizden vazgeçmiş olduk, yoksa mutfakta taharet musluğu ile yaşamak zorunda kalabilirdim. 

Keşke hayat da böyle şeffaf normal cam gibi olsa diyorum şu sıralar ve bir şeylere karar vermeye çalışmak hakikaten zormuş. Hani en kötü karar bile kararsızlıktan iyidir derler ya o da yalan. Sonrasında o kararı da düzeltmesi zor oluyor çünkü aklınızda olsun. 

Şu an benim için en heyecanlı kısım internetten evime aldığım renkli emayelerimin gelmesi. Dolap kapaklarım henüz takılmadı ama ben şimdiden içlerini doldurmaya başladım bile:)Dekorasyon dergilerine bakmıyor muyum tabi bakıyorum ama daha kendimi bilerek bakıyorum! 

Bana kalırsa o imrendirici mutfaklara bakıp hayale daldıktan sonra kendi kendini çimdikleyip uyandırmak en iyisi!

Aaa bir de sırf görüntü olsun diye bazı şeyler. Hiç kullanışlı değil. Onlara da aldanmamak lazım. Sonuçta o evde yaşanacak. İşin kurdu olanlar cehennemi bile adama reklamlarla cennet gibi diye satıyorlar durum budur!

9 Aralık 2013 Pazartesi

Evimize sihirli dokunuşlar

Hepimiz zaman zaman hayatımızda değişiklikler yapmak isteriz. Kimi zaman ufak dokunuşlarla hızla güzelleşebilen hayatımız, bazen de büyük çabalar sonucunda değişime hazır hale gelir ancak. Büyük çabalarla gerçekleştirdiğimiz işlerimiz bizi yorar ve sonuçtan almamız gerek hazzı tam anlamıyla yaşayamayız. Her şeyin daha kolay olmasını isteriz. Çünkü zaten günlük yaşantımız olağanca hızıyla akar, bizi sürükler ve anlık telaşlarla yıpranırız. Kendimize, evimize zaman ayırmak isteriz.
Ev işleri zaten her zaman içinden çıkılması güç labirentler gibi gelmiştir bizlere. Yeni bir hayata açılan kapılar oldukça ağır ve meşakkatlidir. Bizim için işleri kolaylaştıracak sihirli bir ele ihtiyaç duyarız.
Ben bundan bir süre önce böyle sihirli işler yapan biriyle gıyaben de olsa tanışma fırsatı buldum. Evlerimize gelip bizim daha özel hissetmemiz için ellerinden geleni yapan bir kuruluşun temsilcisi kendisi. Aynı zamanda zamanın değerliliğini de temsil ediyor benim gözümde. Çünkü hayatımız su gibi akıyor ve çoğu zaman giden günlerin sadece yaşanılan telaşı kalıyor aklımızda. 

Demet hanım ve ekibi gün geçtikçe hızlanan yaşantımızda, kazanabildiğimiz her dakikanın, kendimize ve ailemize ayırabildiğimiz her anın daha değerli olduğuna inanan bir bakış açısıyla perde sektöründe yeni bir dönem başlattılar. 

Perde deyip geçmeyin sakın ha! Evimizin baş tacıdır onlar. Narin çiçekler gibi özen isterler, bakım isterler. Siz onlara bu ilgiyi verirseniz evinizin katman katman tomurcuklanmasını sağlarlar. Bu tip ev işleri her zaman zordur. Mobil perde bu zorlukları artık hayatımızdan tamamen çıkartmamız için büyük bir adım attı. Sokakları arşınlamak, her yeni girilen mağazanın karmaşasında kaybolmak yok. Bir telefonla evinize kadar gelen profesyonel ve güler yüzlü bir ekip var artık. Size fikirler veren, yeniliklere açık, perdelerinizle uyumlu runner, yatak örtüsü, kırlent veya ne arzu ederseniz oluşturabileceğiniz imkânlar sunan sihirli bir oluşum.


Siz onları evinize çağırıyorsunuz. Gelen ekip ayaklarına sihirli patiklerini giyiyor. Kurumsal kuralları gereği tuvaletinizi kullanmaları veya bir şeyler ikram ederseniz de kabul etmeleri yasak. Tek konsantrasyonları perdeleriniz olmak zorunda. Siz; sizler için özenle seçilmiş kumaş kartelaları koleksiyonu arasından seçiminizi yapıyorsunuz. Masal prensesleri gibi hissedeceğinize eminim bu durumda. Arzunuz halinde bir bay bir bayandan oluşan sunum ekibi geliyor. O zaman sizin için hazırlanacak olan ürün bir hayal ürünü olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşüyor tüm ihtişamıyla. Sipariş vermezseniz de sorun yok, ücret alınmıyor.

Günümüzde teknoloji hayatımızın olmazsa olmazları arasında. Siparişiniz anında samsung akıllı tabletle gözünüzün önünde üretim merkezine iletiliyor ve sizin için özel üretim başlıyor. En geç 5 iş gününde perdeniz hazır. Ardından profesyonel montaj ekibi geliyor (elektrik süpürgesi vs yanında) montajı tamamlıyor ve perdenizi astıktan sonra ütüsünü de yapıp size bir de adınıza dikilmiş fidanın sertifikasını sunup, gidiyor. TEMA’dan her perde bir fidan sloganları gereği adınıza fidan dikiliyor. Bundan daha sihirli bir şey olabilir mi?

Mobil perde ekibi her zaman, her ihtiyaç anınızda yanınızda olmaya da devam ediyor elbette. www.mobilperde.com ve 0850 277 87 87 numaralı çağrı merkezlerinden ulaşılabilen Mobil Perde, şu an için Gebze’den Silivri’ye kadar tüm İstanbul’a hizmet veriyor. Yakında tüm Türkiye’de ve hatta yurt dışında bayileri ile de hizmet vermeye başlayacak. 

Daha fazla bilgi almak için linkleri tıklayıp videoları izleyebilirsiniz:

Mobil perde nasıl çalışır: http://www.youtube.com/watch?v=MIsfqTxe7IA
Mobil perde nedir: http://vimeo.com/69722856
Mobil perdeyi tercih edenler: http://vimeo.com/69723092


30 Kasım 2013 Cumartesi

Paris: Marais'de bir bit pazarı

Hazır vakit bulmuşken yazmak en güzeli diye düşünerek yarına kadar beklemekten vazgeçtim. Hem heyecanla bekleyenleri merak ettirmek de iyi bir şey değil. Ben de hazır Paris'in büyüsüne yeniden kapılmışken yazmaya devam etmeliyim dedim. Bir süre daha bu masaldan çıkmamak iyi gelecektir.

Huzurlu sokaklardan geçtikten ve her seferinde iç geçirdikten sonra pazar meydanına vardık. Epeyce geniş bir alan. Yalnız bölge itibari ile sanırım tekin bir yer izlenimi vermiyor insana. Biraz tedirgin olmadık değil. Yine de Paris'te olduğumuzu kendimize hatırlatıp ilerledik. Zaten tezgahtaki güzellikleri gördükten sonra da tedirginlik uçtu gitti. 


Çok fazla çeşit vardı pazarda. Türkiye'dekilere de benziyor aslında bakarsanız, öyle çok değişik değil. Beyler zaten pek tatmin olmadılar öyle normal bir bit pazarı olarak algıladılar. Ama bence kesinlikle özel bir pazardı çünkü o kadar çok baykuşlu obje vardı ki inanamadım. Neye elimi atsam altından baykuş çıkıyordu. Bu benim için bulunmaz nimetti elbette. Hem eski fransızca kitaplar da başımı döndürdü, sonra eski Paris fotoğrafları da harikaydı ve daha neler neler. 


Bu pazar Türkiye'de kuruluyor olsa eminim torbalarla eve dönüyor olurdum. Buradan sonra başka bir durağımız daha olduğundan her şeyde aklım kaldı ama fazla bir şey alamadım. Bir de tabi Cezayir'e geri döneceğimiz için almadık. O aşağıda göreceğiniz dayanamayıp aldığım Jules Verne kitabının bana nasıl eziyet çektirdiğini anlatmak istemiyorum, gıkımı da çıkartmadım o ayrı:)3 euro'ya bulunca kim olsa atlardı herhalde o kitaba.  


Her bir kasayı karıştıramasam da çoğuna elimi sokmuşumdur aaa burada ne var falan diye. Zaten benim tepkilerime epey şaşırdılar. Cezayir'den sonra öyle bir pazarda kendimi bulmak büyük bir şaşkınlık yaşamama neden oldu tabi. Neden Cezayir'de bu tip pazarlar yok ki! Belki de var ama biz bilmiyoruz. Ayrıca olsa da gitmeye cesaret edemezdik sanırım, çünkü burası Paris değil!


Bakar mısınız! Öyle saçma sapidik çöp gibi görünen kutuların içinden bile baykuşlar çıkıveriyor. Her birini almaya kalksaydım herhalde ya ağırlıktan yolda kalırdım ya da otele parasız dönerdim.


Bu fotoğraf makinesinin bulunduğu tezgah harikaydı. Fotoğraf makinesine 90 euro gibi bir fiyat vermişlerdi sanıyorum. Heyecandan çekmeyi ihmal ettiğim gümüş pasta servis kaşıklarını ise hala unutamıyorum. Onlarda epey yüksek bir rakam söyledi tezgahın sahibi ama şu anda hatırlayamadım. Zaten bu tezgahla ilgili hoş olmayan anılarımız da var. Sahibinin Türkçe konuştuğunu duyunca sevinçle ellerimizde fiyatını soracağımız objelerle; 
-'aa burada bir Türkle karşılaşmak ne kadar hoş' dediğimizi hatırlıyorum. 
Sonra adamın yüzü karardı, gözleri açıldı ve kalın, boğuk bir ses tonuyla 
-Kürdüm ben! Türk değilim, Kürdüm!!! diye haykırdı. Neye uğradığımızı anlayamadan zaten elimizdekileri aldı ve kin dolu bakışlarıyla da bizi tezgahından uzaklaştırdı. Biz de elbetteki bu durum karşısında üzülüp sinirlendiğimizle kaldık. 


Her bir objenin kim bilir ne hikayesi vardır diye düşünmeden edemiyorum fotoğraflara baktığımda. Kimin evinden, kimin anılarından kopup geldiler buralara acaba. En çok pazar yerlerinde hüzünleniyorum diyorum ya hep, aynı zamanda en çok da pazar yerlerinde mutlu olduğumu hissediyorum. Her birine dokunmak istiyorum. Bütün pazarı bana verseler herhalde yine ardımda kalmış olabilecekler için üzülürdüm. 


Çok pahalı bir pazar değildi genel itibari ile. Büyük ve değerli olan parçalarda tabi fiyat yükselebiliyor ama gönül rahatlığıyla pek çok hatıra parça götürebilir insan yanında. Mesela Ankara'daki Antika pazarında olduğu gibi büyük değerli parçalar burada yoktu mesela gramafonlar gibi. O yüzden de fiyatlar uygundu.  



Pazarın bir kısmı da sebze meyveye ayrılmıştı. Her şey son derece taze ve renkliydi. Cezayir'de görmediğimiz kadar çok çeşit de vardı ama sadece yolda denemek için biraz gözümüze tuhaf meyvelerden aldık. Bir sonraki yazımda Versailles sarayının girişinde sıra beklerken o tuhaf meyveden yerken fotoğrafımı göreceksiniz. 


Bu ince uzun fasulyeleri sevemedim gitti. Buharda pişirmesi ve salatası güzel oluyor ama zeytinyağlı ya da etki yemekte tadı çok yavan geliyor bana. Sadece görmeniz için çektim. 


En çok aklımda kalan sebze taze brokoliler oldu bir de burada bulamadığımız vişneler, kerevizler. Hangi birinden alıp getirebilirdim ki. Getirene kadar da bozulurdu herhalde. En güzeli Paris'te uzun bir müddet kalmak ve bir ev kiralamak. O zaman istediğiniz sebzeyi alıp pişirebilirsiniz. 


Bunlar da pazardan alabildiklerim. Kitabı gerçekten çok sevdim. Bu kadar uygun bir fiyatı olacağını düşünmediğimden önce bakmaya pek yeltenmedim ama sonra fiyatı elli kere sorduktan sonra direk ücreti uzatıp oradan uzaklaştım.


Bunlar da baykuşlarım. Beyaz baykuş kağıt ağırlığı olarak rahatça kullanılabilir çünkü taş olduğu için epey ağır. Bu da çok sevimli bir kupa, daha çok içine kaktüs veya sukulent ekmek için ideal. Sanıyorum bunları da 5-8 euro arası bir fiyata almıştım. 


Dönüş yolunda yine vitrinlerden kendimizi alamadık. Bu çalışma masasını pek beğendim. Tam da benim sevdiğim gibiydi. Güzel bir mağazaydı, içinde daha bir çok güzel dekoratif eşya vardı. Yakından göremeyenler için çalışma masasının 1890 euro. 


Bir de elbette şu kuzine fırınlar aklımı başımdan aldı görür görmez. Zaten home tv izledim izleyelim olmadık hayaller peşinde koşuyorum. Bu kuzine fırın sevdası da oradan çıktı, bir de pinterestteki inanılmaz mutfaklar. Artık bu ve buna benzer pek çok model Türkiye'de de var tabi ama fiyata bakıldığında bu kadar paraya deyip değmeyeceğini düşünüyor insan.  Belki de sihirlidir, ne istiyorsan onu pişiriyordur. Zira ben onca parayı bayıldıktan sonra benden habersiz yemek pişirip sunmasını bile isteyebilirim. Fiyatları model ve renk değişikliklerine göre farklılık gösteriyor. Bu model 4350 eurocuk :) 


Geldik pazar maceramızın sonuna. Pazardan ayrıldıktan sonra trene binmek için gar'a gittik. Bu metro değil bildiğimiz banliyö. Biraz eski görünümlüydü ama eğlenceliydi. Marais'den Versailles sarayına gitmek trenle 40- 45 dakika sürdü hatırladığım kadarıyla. 

Bir sonraki Paris yazısında Versailles Sarayının muhteşemliğinde görüşmek dileğiyle..

Mutlu hafta sonları..

17 Kasım 2013 Pazar

Pazar günleri için ne mi hissediyorum?

fotoğraf: tumblr

Hava açık ama soğuk. Günlerdir de yağmur yağıyor. Kışa varmış gibiyiz. Bundan sonra sıcak olacağını sanmam. Yine de belki sürpriz yapar bize doğa, belli olmaz. Kışlıkları çıkarttığım şu günlerde her ne kadar henüz atkılara ve  şallara sarınmamış olsam da üşümeye başladım bile. O sıcakların sıkıntı veren hallerini ne ara geride bıraktığımızı hala çözmeye çabalıyorum. 

fotoğraf:pinterest

Günlerimiz rutin ötesine geçti artık. En son can sıkıntısından bir kitap bitirmiştim bir gecede ama o andan beri sadece kısıtlı sayfalar okuyorum. Kedimle sürekli bir sırnaşma ve uzanma halindeyiz. Bazı günler sabah onu yatakta bırakıyorum ve öğlen geldiğimde hala aynı yerde buluyorum. Yorganın arasında kıvrılmış sıcacık yatıyor. Ben odaya girince gerinmeye başlıyor ve esniyor. Hayat sana güzel diyorum hııımmm diye yanıtlarcasına ses veriyor. Komik bir kedi bizimkisi. Ama iyi ki var!


Bugün bizim için haftanın ikinci günü, yani her şey daha yeni başlıyor:) Bizim artık cumartesi sendromlarımız var. Türkiye'de ise hep tatil modunda olduğumuzdan orada sendromsuz bir hayat yaşamak pek güzel, bakalım bu durum döndüğümüzde nasıl seyredecek?

fotoğraf:tumblr

Pazar günleri burada pek çekilmez bir hal alıyor her seferinde. Daha çok pazar günleri hüzünleniyorum, pazar günleri canım sıkılıyor, pazar günleri yazıyorum daha çok ve sadece pazarlara varırken anılarla kaplı rüyalarım oluyor. Dün rüyamda okula gittim bir kere daha mesela. O sıralarda olmak heyecan vericiydi. Bu gün Türkiye'de olsam kesin güzel bir pazar kahvaltısı yapar havaya aldırmadan soluğu pazar'da alırdım. Renkli ve tazecik sebze meyveleri koklar, onlara dokunur, çaktırmadan tadına bakar ve sepetimi doldururdum. 

fotoğraf: benim

Belki sonrasında eve döndüğümde camdan dışarıyı izler ve hayata katılmak için yeni bir adım atardım. En çok sinemaya gitmeyi severim pazarları. Ya da sakin yerler keşfetmek, bir balıkçıya veyahut göl ya da deniz kenarında bir restorana gitmeyi severim. Burada yapamadığımız şeyler bunlar. Denizi görmeyeli yine aylar oldu. 

fotoğraf: pinterest

Ev hayallerim son sürat devam ediyor. Beni oyalayan yegane şeylerden biri evim için düşündüğüm fikirler ve arkadaşlarıma yazdığım uzun mektuplar. Her bir mektup buradan uzaklaşmak demek bir parça da olsa. Masada mektup yazmayı da özlemişim bunu da son yazdığım mektuplarda anladım, iki büklüm oturup sırt ağrısı çektikten sonra. Evinde bir masanın olması güzel bir şeymiş. Bizimkisi orta sehpası ve altında bir bölmesi olduğundan ayaklarını altına uzatıp yazması da pek güç ve meşakkatli. 

fotoğraf: tumblr

Bugün ofiste kahve de bitmişti o yüzden uzun zaman önce getirdiğim dibek kahvesinden söyledim. Has be has türk kahvesinin yerini hiiiiç tutmuyor. Biraz da bayatlamış zaten o yüzden zevksiz diyebilirim. 

fotoğraf: pinterest

Yani demem o ki pazar günleri burada pek bi keyifsiz geçiyor. Aile sohbetleri yok, arkadaş buluşmaları yok, evde keyif yapma halleri yok, sinema yok, mısır patlağı ve frigo hiç yok. Evde pişen mis kokulu börekler yok, sokaktan alma sıcak simitler yok, acaba hangi kitabı seçsem diye düşünebildiğim kütüphanem yok. O yüzden pazar, pazar gibi değil. Bu durumda ne hissedebilir ki insan?

fotoğraf: tumblr

Pazar günleri trene binmeyi de daha çok özlüyorum. Şimdi evde olsam trene atlayıp Adapazarına ıslama köfte yemeğe gidebilirdim. Yahut otobüse atlayıp kadıköy'e midye tava yemeğe giderdim belki de. Akşam dönüşte de dolabı açtığımda türlü türlü sebzeler karşıma çıkardı mis gibi. Burada pazarda bulunabilen en şahane sebze kabak. Kabak, karnıbahar ve patlıcan artık lugatımızda en şahane sebzeler. Acaba öğlen tatilinde eve gidip zeytinyağlı kabak mı pişirsem günün sorusu?

fotoğraf: wirginia woolf, pinterest

Hala gazete yazımı tamamlayamadım. Fikirler uçtu gitti yine. Bu yazı açılış olsun da bari hemen dönüp köşe yazımı tamamlayayım daha geç olmadan..

Siz bizim için de mutlu bir pazar geçirin, gezin, dolaşın, pazarları pazar gibi yaşayın!