Yazmak içten gelmeyince kelimeler de küsüyor tabi ister istemez. Bu yüzden aslında en güzeli durmaksızın yazmak, yazacak bir şey olmadığına inandığın zamanlarda dahi. Veyahut en yakıcı anlarda acı çekerek yazmak gerekiyor, ağlayarak; kelimelerinin anlamlarını yitirdiklerini düşündüğünde bile yazmakta direnmek gerekiyor, bugün bunu anladım.
Yürürken içime çektiğim sisin kokusu her yanımı sarmış gibi sanki. Dışarı atmak istediğim çok şey biriktiriyorum içimde. Bu sıra yine şiirler iyi geliyor, başka bir dünyanın varlığına inandırıyorlar beni.
Burada hayat hep aynı, hatta öyle aynı ki bazen üzerimdeki kıyafetlerden anlıyorum farklı bir gün yaşadığımı. Bir bahar gelse belki ben de yol alacağım kendi içimde. Kırık dökük bir hayatta düşüncelerimin dağılmasından çok sıkıldım. Hele ki masallardaki kahramanlar da ölünce ötesine inanamıyor ki insan. Bir küçük prens gitti dünyadan, şimdi daha iyi bir yer oldu yaşadığımız yer birilerine göre. Ahh o insanlar irin sarmış sanki hücrelerini. Delicesine bir melodram yaşıyoruz! Delirmemek için deliliği yaşıyoruz adeta...
Bahar gelse de tüm yollar denize çıksa keşke. Kokusunu bile öyle çok özledim ki. Burada bir başka kokuyor deniz, daha az tadı var sanki ve daha az iyot kokuyor. Yine de saçlarımdan damlayan o tuzu yalamak ve güneşe vermek istiyorum tenimi, sessizce.
Yazmaya başlayalı tam 6 sene olmuş meğer, dolmuş hatta iki gün önce. Bir türlü aklımda tutmayı başaramamışım o günü yine. Olsun! İlk geldiğim yıllarda daha blog'un ne olduğunu bile kavrayamadan yazmaya koyulmuştum. İyi ki diyorum şimdi iyi ki girmişim bu yola. Ne büyük mutluluk!
Anneannemin doğum günüydü 12'si. 89 yaşını doldurdu. Kocaman bir ömür, geride bıraktığı binlerce anısı ve yaşayacakları. Her birine ben sahip çıkmak istiyorum ama olmuyor. Hala ellerine bakıp haline şaşırması dokunuyor en çok içime. İnanamıyor ki bu yaşta olduğuna. Ben de ne zaman ellerime baksam onu görüyorum sanki ellerimde, sonra da annemi. Ben de inanamıyorum çoğu zaman 30'larımda olduğuma. Zamanı içip bitirdim sanki.
Ayın 13'ü dedemin ölüm yıl dönümüydü. Balıklı, rakılı, ananaslı, radyolu, denizli, traş losyonu kokulu, kaktüs sulu, incir sütlü, işkembe çorbalı, ekmek kadayıflı anılarım toplandı yine bir araya. Dizinde gülümseyerek oturan o sarışın minik kız çocuğuyum sanki hala. Ne zaman misafirliğe gitsem kapıların ardına saklanmak isteyen. Ben ölünce nasıl anılar bırakacağım ardımda acaba? Ne kokacak, ne tat verecek bıraktıklarım? Benden ne kalacak geriye?
Şimdi herkese pazar bugün, bir bana salı sanki. Çünkü ne kalabalık sofralar ne lezzetli kahvaltılar ile başladık güne. Ilık bir çay, birkaç dilim peynir ve zeytin vardı tabağımda. Şu türk kahvesi de olmasa?
Hadi bakalım şimdi ucundan kıyısından günü yakalamak lazım! Şu pencereden gördüğüm çimene atasım var kendimi ama zamanı değil henüz...Bekliyorum, durdum!