Doğum günümden beri yazmadım bloguma. Aslında hemen hemen her gün nete girebildim, diğer blogları okudum, yorumlar yazdım ama kendi bloguma yazmadım. Neden bilmem. Sanırım canım istemedi. Dün msn de annemle konuşurken öğretmenlik yaptığım okulun önünden babamla geçerlerken beni andıklarını söylediler. Ben de o günlerimle ilgil bir yazı yazmaya karar verdim. O zamanları özlediğimi farkettim.
Üniversiteden mezun olduktan sonra kısa bir süre Honda Plaza da çalışmıştım İzmitte. İnsan kaynakları departmanlarını oluşturmak maksadıyla, tabi satış da öğrendim bu arada. Sonra bu işin bana göre olmadığını düşünerek vazgeçtim; büyük bir kararlılıkla. Tabi yine de güzel bir deneyim oldu benim için. Ayrıldıktan sonra bir sabah annem beni elinde gazeteyle uyandırmıştı. Milli Eğitim Bakanlığı Üniversite mezunlarına öğretmen açığı bulunan okullarda ücretli öğretmenlik yapma hakkı veriyormuş. Ben de hemen başvurumu yaptım. Açıkçası pek de ümitli değildim. Çünkü bilirsiniz böyle durumlarda işler biraz yavaş yürür. Ama büyük bir sürprizle tam bir hafta sonra beni aradılar. Bir İlköğretim Okulunda Türkçe öğretmeni açığı varmış. Büyük bir heyecanla okulu görmeye gittim. Daha önce görmüştüm aslında okulu ve müdürle de tanışıklığım vardı. Genç Kocaelililer Derneğinde Genel Sekreter Yardımcısıydım o zaman. Bir projemiz vardı. Kırsal kesimdeki daha önce hiç tiyatroya gitmeyen 12000 çocuğu tiyatroyla tanıştırma projesi. Benim görevli olduğum okul da tesadüfen bu okuldu. O zaman görmüştüm minik talebeleri. Tabi bizim tiyatroya götürdüğümüz çocuklar ilkokul da okuyanlardı. Bense 6-7 ve 8. sınıflara Türkçe öğretmeni olarak atandım. Ve o projede 12000 tane çocuk tiyatroyla tanıştı. En zevk aldığım projelerden biriydi. Diğerlerini de daha sonra sizinle paylaşırım.
İlk günlerim oldukça zordu. Zaten bu haberi aldığımın ertesi günü konuları gözden geçirip çalışmak amacıyla hemen bir iki Türkçe kitabı edindim. Sonra okul kitaplarımı aldım ve göz attım. İlk günlerimde oldukça zorlandığımı itiraf etmeliyim. Genç ve duygusal bir öğretmen olarak beni pek takmadılar çocuklar. Ama sonra ben onlara nasıl davranmam gerektiğini öğrendim, onlar da beni sevmeyi ve saygı göstermeyi öğrendiler. Günlük ve yıllık planları yapmayı öğrendim. Sağolsun öğretmen arkadaşlarım çok yardımcı oldular. Bana okulda sevgi kelebeği diyorlardı. İsim takmıştı öğretmen arkadaşlarım:) Günden güne gelişmeler oldu öğrencilerimle aramda. Herşeye hee dememeyi öğrendim. Onların isteklerini anlamayı ve çıkarları doğrultusunda kullanabilmeyi öğrendim. Yani hem eğlendirerek hem öğreterek eğitebilmek. Onların yanında olduğumu hissettirebilmek. En önemlisi de buydu. Tenefüslerde onlarla sek sek oynadım, istop oynadım, mendil kapmaca oynadım; okul bitişlerinde onlara zaman ayırıp bilmedikleri konularını yeniden anlattım. Tabi bunlar oluşana kadar zor zamanlar da geçirdim. Çoğu çocuğum ailesinden istediğim tarzda yardım alamıyordu, maddi sıkıntıları vardı, hayatları istedikleri gibi gitmiyordu, yiyecek ekmekleri, giyecek fazladan elbiseleri yoktu. Böyle bir ortamda da olsa; "Yaşamın" aslında güzel bir şey olduğunu onlara anlatmaya çalıştım. Koşullar ne kadar zor olursa olsun. Türkçe öğretmenleri olmanın dışında onlara anne, abla, arkadaş, aynı zamanda bir tarih öğretmeni ve rehberlik öğretmeni de oldum. Zaten rehberlik derslerine de ben giriyordum. Altılar daha o kadar çocuktular ki; annelerinden ayrılırken ağlayan sevimli, öğrenmeye açık ama cesaretsiz. Ama ne mutlu bana ki hepsine ulaşabildim içimdeki kocaman sevgiyle. Bunları yaşamadan önce ilkokul öğretmeni olan amcam ve yengem benimle uzun uzun konuşmuşlardı. Çok faydasını gördüm inanın. Çocuklara asla bağırma dediler, onları küçük görme, aşağılama. Ben bunların hiçbirini yapmadım. Ama bir çok öğretmen hala kendini alamıyor sanırım çocukları üzmekten.
Bir gün 7, sınıflardan arka sıradaki bir öğrenci ve tabi haylaz bir öğrenci:) ateş yakmaya çalışırken gizli gizli; ceketini yaktı. Deliye dönmüştüm. Okulun en problemli çocuğuydu. Ne yapacağımı bilemedim. Bir yandan gülüyorlar bir yandan da yanma tehlikesinden korkmuş bir şekilde yüzüme bakıyorlardı. İlk defa kendimi çaresiz hissetmiştim. Okula başladığımın ilk haftalarıydı sanırım. Bağırışlar yükseliyordu sınıfımdan, ortalardaki öğrencileri yerlerine bile oturtamıyordum. Sonunda dayanamadım ve ağlayarak sınıfı terk ettim. Öğretmenler odasının kapısında takım elbiseli bir beye rastladım ve ona olanca hızımla çarpıp içeri girdim hırsla. Ve tabiri caizse böğürerek ağlamaya başladım. Meğer o takım elbiseli bey Milli Eğitim den gönderilen müfettişmiş. Yanıma geldi ve başımı okşayarak ağlamamamı söyledi. Bu çocuklardan birşey beklememem gerektiğini, alışmam gerektiğini, bunlardan adam olmayacağını söyledi. İşte ben o günden sonra bir daha ne olursa olsun hiç ağlamadım ve öğrencilerimi tüm kalbimle sevdim. Onlara severek çalışmayı, ileride güzel bir hayat kurabilceklerini öğrettim. İnandılar bana ve çalıştılar. Parmak kaldırdılar derslerde, ödevlerini yaptılar, gelip bana sorunlarını anlattılar. Şimdi onları çok özlüyorum. Çok sıkıntılı zamanlar yaşamış olsam da ilk başlarda- ki size anlatmadığım öyle olaylar yaşadık ki okulda inanamazsınız-sonra herşey bir su kadar berrak göründü gözüme. Önemsenmek onlar için çok önemliydi, adam yerine koyulmak. O zaman herşey yoluna girdi bağırmadan dayak atmadan başardık biz bunu. Canavar öğretmen olmaya hiç de gerek yokmuş!!! Hayattan kopmuş da olsalar öğrencilerim sadece çocuktu.
Atatürk'ü bilmeyen, Cumhuriyetin ne zaman kurulduğundan haberi olmayan öğrenciler vardı. Verdiğimiz ödevleri yapmak isteyen ama kütüphaneye gitmekten korkan, internette sadece oyun oynayabilen ama araştırma yapamayan öğrencilerdi bunlar. Sonradan hepsi değişti, gelişti. Umarım hala bıraktığım gibilerdir. Umarım yerime gelen öğretmen onları sevgiyle besliyor ve onlara Türkçe nin yanında hayatı da öğretiyordur. Bu gidişimde yanlarına uğrayacağım. Sizin için bol bol fotoğraf çekerim. Sekizinci sınıflar mezun oldular tabi ama altı ve yedinci sınıfdaki öğrencilerim hala oradadırlar. Hepsini ne kadar özlemişim meğer. Öğretmenlik gerçekten çok güzel bir meslek. Ve anne baba olmak kadar önemli. Ama en önemlisi yüzü kir pas içinde ama zihni pırıl pırıl çocuklara iyi bir geleceğin kapılarını açmak. İmkanı olan herkes ufak da olsa çocuklarımız için birşeyler yapmalı. Gönül dolusu sevgiyle ama. İçindeki herşeyden arınarak ve onlarla birlikte yeniden insan olmayı öğrenmeyi isteyerek.
O günler bana çok şey öğretti. Anne olmak gibi olmalı öğretmen olmak da. Bir sürü çocuğu herşeye rağmen sevebilmek.
Onların bana öğretmenler gününde aldıkları sevimli ve güzel hediyeleri özenle saklıyorum. 6. sınıftan bir öğrencim fanusta iki tane balık getirmişti bana. Elindeki son harçlığıyla almış. Adlarını prenses ve nemo koymamı istedi. (Bir ders sonrasında onlara Kayıp Balık Nemo yu izletmiştim bilgisayarımda. O gün beni hiç üzmedikleri için. )Balıklarım erkenden öldüler ama öğrencimin bana balığı verdiği andaki yüz ifadesi gözümün önünden hiç bir zaman gitmedi.