arkadaşlarımız etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
arkadaşlarımız etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Kasım 2015 Salı

Röportaj; Cezayir'de Kadın Olmak

Madalyonun öteki yüzü; Cezayir’de kadın olmak…

'Bu yazım daha önce Bizim Darıca ve Kadının Sesi Gazetesin'de yayınlanmıştır. Burada da sizlerle paylaşmak istedim bir kez daha.'


Cezayir’de kadın deyince akıllara ilk gelenler yüzleri hüzün kaplı, derin çizgilerle yaralı olan, baskı ve şiddet gören kadınlar. Evlilik cüzdanlarında, onlardan başka eşlerin adlarının da yazılabileceği sayfaların olduğu kadınlar. Kadın olmayı; eskiden beri süregelen adetleriyle sürdürmeye devam eden kadınlar. Bunun dışında kalanlar da var elbet. İş sahibi, kariyer peşinde olan, okumuş modern kadınlar. Cezayir bu yüzden iki yönlü bir kaderi yaşatıyor kadınlara. Okuyacağınız röportaj Madalyonun öteki yüzünde yer alan modern bir kadının portresini çiziyor bizlere.

Madame Karima Cezayir’de çalışan bir kadın ve aynı zamanda iş arkadaşım. Onunla Cezayir’de kadın olmanın, anne olmanın, hayatının ve hayallerinin üzerine kısa bir sohbet gerçekleştirdik;

Sizi daha yakından tanıyabilmemiz için kendinizden bahseder misiniz?
Adım Karima Idir. İnşaat Mühendisiyim. 33 yaşındayım. Evliyim. (Şu anda eşiyle birlikte Kanada'da yaşıyor)

Nasıl bir ortamda büyüdünüz ve bu ortamın ileride size ne gibi etkileri oldu?
Tüm kardeşlerim arasında en küçük benim, dolayısıyla korunaklı bir ortamda yetiştim. Daima bana yardım edecek, tavsiyelerde bulunacak birileri vardı.

Cezayir’de yaşamak zor mu? Koşullar nasıl?
İmkânları olan insanlar için Cezayir’de yaşamanın zor olduğunu düşünmüyorum. Cezayirli kadınlar için hayat koşulları uzun zaman önce oldukça değişti.

Bir kadın olarak Cezayir koşulları nasıl? Dilediğiniz şeyleri rahatça yapabiliyor musunuz, kendinizi rahatça ifade edebiliyor musunuz?
Şahsen iyi ya da kötü istediğimizi yapabilme ve kendimizi ifade etme özgürlüğüne sahibiz.

Hayatınızda nelerin farklı olmasını isterdiniz?
Doktoramı alabilmek için eğitimime devam edebilmeyi isterdim.


Günlük yaşamınızda neler yapmaktan hoşlanırsınız?
Ailemle ilgilenmekten, iş hayatımda kendimi geliştirmekten ve son olarak da sık sık seyahat etmekten çok hoşlanıyorum.

Çocukken şu anki yaşınıza geldiğini düşündüğünüzde nasıl bir hayatınız olacağını hayal ederdiniz; şu anki hayatınız hayalinizden ne kadar farklı?
Büyüdüğümüz zaman hayatın küçükken hayal ettiğimiz gibi bir peri masalı olmadığını fark ediyoruz, ama hayatımda daha önce belirlemiş olduğum bazı hedeflerimi gerçekleştirmek için iyi yolda olduğumu düşünüyorum. Tabi bu yolda yeterince zorluk var.

Cezayir’e çeşitli sebeplerden ötürü gelmiş olan yabancılar hakkında neler düşünüyorsunuz?
Yabancılar ülkemiz için yararlı ne varsa bunlara yatırım yapmak üzere geliyorlar.

Cezayir halkının Türkler ile ilgili neler düşündüğünü kısaca özetleyebilir misiniz?
Türkler Cezayir’de bir asırdan fazla zaman kaldılar, her iki halk da aynı geleneklere ve aynı dine sahipler, zaten Cezayir’de çok sayıda Türk asıllı aile var. Dolayısıyla Türklere neredeyse ‘kardeş halk’ diyebiliriz.

Cezayir’de nelerin değişmesini istiyorsunuz?
Bürokrasinin değişmesini istiyorum.

Keşke şöyle olsaydı dediğiniz neler var hayatınızda?
Hayır hiç yok.

Yabancı haber kanallarını izliyor ve dünyanın farklı yerlerinde neler olduğunu takip ediyor musunuz?
Evet yeterince sık takip edebiliyorum. Fakat haberleri izleyecek vaktim olmadığında daha sonra internetten göz atıyorum.

Ailenizde veya yakınınızda sizin gibi çalışan başka bir kadın var mı?
Tabii ki var. Örneğin kız kardeşlerim çalışıyor.

Türkiye’nin bazı bölgelerinde kadınların çalışması istenmez. Cezayir’de kadınların çalışmalarına nasıl bakılıyor?
Daha önce belirttiğim gibi Cezayirliler ve Türkler aynı geleneklere sahipler. Dolayısıyla burada da aynı Türkiye’deki gibi. Aile ve bölgeye göre değişkenlik gösteriyor.


Cezayir’de evlilik yaşı genelde nedir? Çocuk yaşta evlilik var mıdır? Varsa siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cezayir’de bir kadın için ortalama evlilik yaşı 25-35 arasında. Genç yaşta evlilik hala var ama çok nadir. Şahsen ben genç yaşta evliliklere karşıyım, çünkü bir yandan kız küçük olduğu için evlilik sorumluluğu ile yüzleşmek için güçlü olmamakla beraber, diğer yandan evlilik; eğitimini tamamlamasına engel teşkil ediyor.

Cezayir’de bir kadından beklenen nedir ? Nasıl olması istenir?
Cezayir’de bir kadından beklenen günlük hayata dahil olabilmesi ve orada kendine bir yer edinebilmesidir. Ayrıca bir kardeş, bir eş veya bir anne olarak anlayışlı olabilmesidir.  Özellikle de iş ve özel hayatı arasında denge sağlayabilmesidir.

Genel olarak bir kadın eğitimini tamamlamak istediğinde kendisine karşı çıkan insanlar olur mu ? Çünkü Türkiye’de bazı aileler kız çocuklarının okumasına izin vermez.
Evet bu durum hala var bazı bölgelerde ama çok nadir. Zaten artık aileler de kızlarını yurt dışında eğitim almaları için cesaretlendirmektedirler.


26 Eylül 2015 Cumartesi

Cezayir'den bayram manzaraları


Cezayir'de bir bayramı daha yaşadık ve bitirdik. Her zaman olduğu gibi arife gününün yarım gün olmasıyla birlikte iki buçuk gün tatil yaptık. Mutluluk telaş yorgunluk hepsi bir aradaydı. Şirketin diğer şantiyesinden arkadaşlar geldiler. İlk kez tanıştık iki çiftle ama pek sevdik, epeyce sohbet ettik. Bizim için güzeldi ve değişiklik çok iyi geldi. Bayramlarda biliyorsunuz genelde pek gelen giden olmuyor, Türkiye'ye göre sönük geçiyor ama bu sefer öyle olmadı. Gelen arkadaşlarımızla evimiz şenlendi, böylelikle gurbette garip kalmadık. Havalar da iyi gitti şansımıza. Her bayram mutlaka yağan yağmur bu sefer torpil geçti diyebilirim. Arife günü biraz atıştırdı sadece. 


Arkadaşlarımızla birlikte bizim veranda da kahve sefası sonrası.


Şantiye bayramlaşması sonrasında toplu fotoğraf çekimi. 


Arife gününü değerlendirip misafirlerimizle gezdik. Alger başkenti görmemişlerdi, bayramın ilk günü de her yer kapalı olacağından arifeden gitmeye karar verdik. Çok da iyi etmişiz. Epeyce dolaştık yemek yedik kahve içtik. Güzel bir gün geçirdik birlikte. 



Misafirlerimizi yolcu ettikten sonra biraz dinlenip yine yola düştük. Eşimin kardeşi başkentte oturuyor artık. Bayram için onları hem ziyaret edelim hem de gitmişken kalalım dedik. Trafik de yoktu kolayca gittik. Tabi yol kenarlarında, sokak aralarında hep bilindik kurban manzaralarına denk geldik. Arabadan elimden geldiğince fotoğraf çekmeye çalıştım. Fotoğraf çekilmekten de pek hoşlanmadıkları için gizli kapaklı birkaç kare yakalamayı başardım. Aslında dönmeden büyük makinayla sokaklarda gezip güzel anlar yakalamak çok istiyorum. Başarabilir miyim bilemiyorum. 


Bir elektrik dileğine asılmış, derisi yüzülmüş, sanırım dinlenmeye bırakılan bir  kurbanlık.


Burada da yine bir apartman arasında, evin pencerelerine asılmış kurbanlıkları görüyoruz. Sokaklarda da deri yüklü arabalar sıkça karşımıza çıktı ama ne yazık ki kaliteli bir fotoğraf çekmeyi başaramadım. Genelde evlerinin bahçelerinde kesiyorlar Cezayirliler kurbanlarını. Hatta şehir efsanesi olmaktan çıkmış ve doğruluğu anlatan arkadaşlarca onaylanmış küvette kesme hikayeleri bile var. Ben hala ısrarla reddetsem de aslında normal bir durum olarak bakılıyormuş küvette kurban kesmeye. Zaten aslına bakarsanız bizim için acayip olan pek çok şey Cezayirliler için normal sayılıyor. 


Burada da kurban telaşını tamamlamış kapı önü sohbeti yapan Cezayirlileri görüyorsunuz. 

Önceki bayramlara göre etraf biraz daha sakindi diyebilirim. Arife günü bile alışveriş merkezi izdiham değildi. Kurbanda aslında başka bayramlar gibi telaş olmuyor sokaklarda. Çünkü herkes evinde et ayırmak peşinde oluyor veya misafir ağırlamak. Çoğu dükkan, mağaza kapalı olsa da akşam saatlerinde mahalle aralarındaki bakkal ve manavlar açıktı. Hayat olabildiğince devam ediyordu. Bir bayramı daha geride bıraktık güzel anılarla. 

Başka bir yazıda görüşmek dileğiyle. Herkese iyi bayramlar dilerim!

29 Nisan 2015 Çarşamba

İmtihan, ihtimam, ihtişam



Dışarıda yine bahar havası, kuşlar cıvıldıyor. Hatta öyle cıvıldıyorlar ki kulaklarım yırtılacak sanıyorum. İnternet yine berbat. İki gündür yazamadım tek bir satır. Blog yeni kayıt düzenleme sayfasının açılamaması bir yana, gelen yorumları dahi yanıtlayamıyorum. Delirmemek işten değil. 

Bu başlığa hangi yoldan ulaştım bilemiyorum. Sadece oturmuş düşünüyordum. Ama sanırım, stupid little things blogunda şu sıra yapılan film şalanjındaki soruların yanıtlarında yazılarınların çağrışımları soktu bu yola beni. Çünkü orada Mina ile filmlerle olan imtihanımızdan bahsediyorduk. 

Hayatın büyük çoğunluğu bir imtihan sanki. Aynı; uçağın küçücük masasında yemek yemeğe çalışmak gibi. Filmlerde bu tür bir etki yapıyor, bilhassa korkunç olanları. Korku filmleri izlemeyi epey bir süre önce bıraktım. Lüzumsuz zombi veya vampir filmi bile izlemiyorum, huzura kavuştum. İlk okula daha yeni başladığım dönemde sinemaya ilk defa gitmek için tutturduğumda, izlemeye heyecanla oturduğum film Sol Ayağım idi. Aklımda kalan tek kare bir adamın sol ayağının parmaklarına bir kalem sokuşturup yazmaya çabalamasıydı. İmtihanım burada bitmedi elbette. Sömestir tatilinde Ankara'ya gittiğim bir pazar günü, komedi filmi diye gazete sayfasında reklamı yapılan Aşçı, hırsız, karısı ve aşığı filmini izlemiştim. Pek izledim sayılamaz aslında çünkü küçük olduğum için ve sahneler de çok açık olduğundan gözlerimi kapatmışlardı. Ara verildiğinde salondaki çoğunluğun erkek olduğunu fark edince orayı terketmemiz uzun sürmemişti. Kült filmler arasında olduğunu öğrendiğimde yeniden izledim elbette ikisini de. Bunları bir tavsiye olarak da alabilirsiniz, iyi filmlerdir.

İmtihanım halen devam ediyor. Cezayir ve tozlu coğrafyasında yaşam benim sanırım şu zamana dek girdiğim en önemli imtihan oldu. Gün be gün bir şeylerin savaşını vermeye devam ediyoruz kendimizce. Yalnızlıkla ve o yalnızlıkta karşıma çıkan kendimle de sınanmaya devam ediyorum. 

İhtimam ise anneannemden ötürü sevdiğim bir kelimedir. O hep bir şeylere ihtimam göstermemi isterdi. Bundan ötürüdür pek çok kişinin kıymet vermediklerine bu denli sarılmam. Geçmiş, anılar, büyükler, öğretmenler, arkadaşlar, kitaplar, sokaklar, kokular ve dokular hayat yolumun özenle döşenmiş mihenk taşları olmuştur her zaman. Keşke bazı kimseler de benim onlarla olan ilişkilerimde gösterdiğim ihtimamı gösterebilseler. Ne yazık ki insanlar o kadar yoğunlar ki yaşamakla, kendilerinin dışında birilerinin de bir yerlerde yaşıyor olduğunu unutmaktalar; sürekli ve sürekli. Bu asla bir sitem değildir. Gün bu kelimeleri çıkarttı bugün önüme. Görüyorum ki 30'lu yaşlarımda yeniden başlamam gereken hala pek çok şey var. 

Gelelim ihtişama;
İhtişam yüzlerce değerli taşla süslenmiş bir taç değildir benim için. İhtişam bir denizin dalgasının kayalara vurmasıdır. Kocaman dağların eteklerinin birleştiği dümdüz ovaların üzerinde açan kır çiçekleridir. Bir çakıl taşı, bir çöl gülünün üzerindeki parıltıdır. Bir şiirdir kısacık veya eski bir güftedir. 

Eksik bir şeyler var hayatlarımızda, hepimizin. Ve bu eksiklikleri hiç de önemli olmadığının ne zaman farkına varacağımızı bilemediğim şeylerle doldurmaya çabalıyoruz. Bir insan, bir hayat demek, hemde kocaman bir hayat. Anlıyorum ki benim birkaç hayat eksiğim var!!!
 

25 Kasım 2014 Salı

Küçüktüm, ufacıktım


İşte bir zamanlar, ki aslında en güzel zamanlardı onlar,  böyle mavi siyah önlüklerimizle okula giderdik. Burası İzmit Seka İlköğretim Okulu'nun ana giriş kapısı. Öğretmenimiz Lalezar Kazancıoğlu, Müdürümüz Sait bey ve yardımcısı Vedat bey. Beni bulabildiniz mi bilmiyorum ama söylemeyeceğim nerede olduğumu. 

Okula dair pek çok anım var hafızamda, ama unuttuğum da bir o kadarı var beni üzen. Ne zaman okul kokusu duysam o günlerden kalan hayal meyal hatıralar gelir aklıma. Bu fotoğraftaki çoğu kişiyle yıllar sonra yeniden görüştük, yeniden tanıdık birbirimizi. Bazılarınınsa nerede ve nasıl olduklarına dair fikrim yok. Öğretmenimi de en son yolda görmüştüm memleketime gittiğimde. Oysa 24 Kasım'da orada olup ona güzel bir sürpriz hazırlamayı çok arzu ederdim. 

Okula çoğu zaman söylenerek gitsem de orayı hep çok sevdim. Okuluma dair hep iyi anılar biriktirdiğime inanıyorum. 8 sene aynı okulda okudum ilkokul ve ortaokul. Bu yüzden zamana direnmelerine ve değişimlerine de şahit olabildim. Yıllar sonra eskiden bana devasa gelen bahçedeki mermer taşın aslında hiç de o kadar büyük olmadığını fark ettim. Annemin verdiği parayla bir simit bir gazoz alır üzerini de arttırırdım. Bir osman amcamız vardı hademe, sanırım geçenlerde vefat etmiş, o bazen minicik kutu gibi bir odada simit satardı okulda bizde hep susamlar için yalvarırdık. Soğuk bir tiyatro odası vardı yada bir depoydu tam bilemiyorum orası hep korkunç gelirdi bana. Büyüyünce öğretmenler odasına da girip çay içmiştim ya ahhh ne gündü! Keşke okulum şimdi yerli yerinde durabilseydi de gidip koridorlarında yürüyebilseydim o zamanki halimle.

Lale öğretmenimiz sınıf öğretmenimizde, iyi bir kadıncağızdı, elleri, o ojeli ve uzun tırnakları hala aklımda. Mis gibi parfüm kokusu da her yere yayılırdı sınıfta hiç unutmuyorum. O zamanın koşullarında kendine bakan, süslü, temiz biriydi, yüksek sesle konuşurdu, çatallı bir sesi vardı. Ondan korktuğumu anımsıyorum çünkü biraz sert görünürdü ama ben de çok zeki bir öğrenci sayılmazdım vasat diyebilirim kendim için. Özünde iyi bir insan olduğunu bilmek aslında yeterli. Ona dair anılarım hep kokular üzerinde ilerliyor tuhaftır. Sınıfta maydanoz yediğini hatırlarım mesela, hatta bir keresinde lahmacun da yemişti onu unutamıyorum. Onun gözünde ailenin kıymetlisiydim bu yüzden sadece bir kere yazılı anında çimdiklemişti beni. Devamlı anlamadığımız yerleri sormamızı tembihlerdi ama sorunca da kızardı. Bu yüzden kimse sormaya cesaret edemezdi ama ben ederdim, azar yiyeceğimi bile bile sorardım. Arkadaşlarım çok dalga geçtiler hala neden soruyorsun diye. Ben soru sormaktan ne o gün ne de bugün hiç vazgeçemedim. Matematiği hiç sevmez ve yapamazdım. Ne zaman içinde tuğla kelimesi geçen problemler yaptırsa adımı çağrıştırıyor olsa gerek, beni tahtaya kaldırırdı. Acaba bir kez yapabilmiş miydim o problemlerden birini? Elinde kalemle bit kontrolü yaptığını hatırlıyorum. Saçlarımızı çekiştirirdi o tükenmez uyduruk kalem. 

Birbirinden ayrılmamak için çılgınca ağlayıp direnen üç sıra arkadaşıydık biz, hep ortada oturma kavgası yapardık. Arkadaşlarımın numaralarını ve nasıl yazdıklarını bile hatırlıyorum gözlerimi kapatınca. Bir de doğum günümde teyzemin aldığı pembe saçlı lahana bebeğimi sınıfa getirmek isteyip ağladığımda sadece bir ders sırada benimle oturması için izin verdiğinde çok mutlu olmuştum. O bebeğimin de kokusu hep burnumda. Yıllar sonra bir iki kez arkadaşlarla ziyaretine gitmiştik, hala biraz tedirginlik vardı üzerimde, ama o aslında hiç de korkulacak gibi biri değildi. Hatta özenle sakladığı lacivert kaplı not defterini bulup çıkartıp göstermişti, notlarımıza bakıp o günleri yad etmiştik. Bazen sınıf defterini doldurturdu bana o zamanlar 4. yada 5. sınıftık artık büyümüştük ve o mertebeye ulaşmış olmak ne büyük gururdu. 

Şimdiye kadar öğretmenim olan kişilerin hepsinin bende ayrı bir yeri olmuştur, hepsini ayrı ayrı sevdim. Çünkü bana hep öğretmenlerimin ne kadar değerli oldukları öğretildi. Öğrenmeye de hep meraklı bir tiptim, biraz tembel de olsam. Onları oldukları hallerinden hep daha devasa, daha bilgili, daha başka görürdüm gözümde. Bizden hariç olan hayatlarını hep merak ederdim. Hayal ederdim ki bir gün vakit geçirebilsek birlikte. Ama hiçbir zaman yağcı tabir edilen tiplerden olmadım. Beni içten bir çocuk olduğum için severlerdi.

İlkokuldan mezun olduktan sonra öğretmenimi ziyarete gittim pek çok kez. Bazen sınıfındaki ufak öğrencilerine gözetmenlik yaptırırdı gittiğimde,  o zamanlarda o koca sınıfın hakimiyetinin bana geçmesi ne harika bir histi. 

Ortaokulda da lisede de epey kıymet verdiğim pek çok öğretmenim oldu. Kimini zaman zaman gördüm, kimi vefat etti kimini ise aramama rağmen bulamadım. Keşke şu anda hepsini bir araya getirebilme ve duygularımı söyleme şansım olsa. Öğretmenlik yaptığım o bir senede onlara dair pek çok şeyi de kavramış oldum aslında. Bir sınıfta öğretmen olarak oturmanın ağırlığını, bilincini tecrübe etmek, çocuklara yeni şeyler öğretmenin hazzına erişmek gerçekten çok başkaydı benim için. Hep bana yapılan güzel hareketleri hatırlamaya çalıştım, konuşup fikir alabildiğim, paylaşımlarda bulunabildiğim öğretmenlerim gibi olayım istedim. Sevgimi göstermeye çalıştım ve eminim az zaman geçirmiş olsak da çocuklarım da beni çok sevdiler. Bunu yürekten hissedebildim, bu yüzden şanslıyım. 

Öğretmenlik, sevgiyi ön planda tutabilince, kalben çocukların tümüyle yakın olabilince ve bilginin kıymetini biliyorsan gerçekten en güzel meslek. İnsan yaşı ilerlediğinde daha iyi idrak edebiliyor bazı şeyleri. Sistem her zaman kötüydü, ama öğretmenlerim ellerinden geldiğince en iyiyi vermeye çalıştılar bana hep. Yoksa çok iyi hatırlarım kırmızı beyaz kaplı Tahire Alper matematik kitabından 45 tane problemi çözemeyip babamla halamın önüne verdiğimi.

Ağır ödevlerle, kapasitesinin çok dışında şeyler yapmaya çalışıp aptal gibi hissedenler çoktu. Kimse karşısına alıp da bizi geleceğe dair konuşmalar yapmadı ama iyi bir birey olmamızı istediklerini en azından ben hep biliyordum. İşte bu yüzden mutluyum. Eksik kaldığım, yeteri kadar öğrenemediğim çok şey var, çok harika okullara gidip iyi eğitimler almadım ama mutlu bir çocukluk geçirdim. Bu yüzden işte etrafımdaki iyi eğitim almış ama mutlu olamamış pek çok kişiden daha çok seviyorum yaşamayı, insanları ve anılarımı. Bana her öğretmenim sevgiyi, paylaşımı, iyiliği öğretti aslında, çünkü ben onu almaya istekli bir çocuktum. Ailemin desteğini de asla yadırgayamam çünkü hiç bir zaman dört dörtlük bir öğrenci olmam için baskı yapmadılar, koşup oynadım, düşüp kirlendim, ağladım, deli gibi hiç ders çalışmadım ama mutlu oldum. Bu yüzden çok şanslı saydım kendimi hep. İyi ki o öğretmenlerimi tanıdım, onlarla ilgili güzel anılar biriktirebildim. Her birine saygım sevgim sonsuz. Onlar iyi ki varlar anılarımda, hayatımda!

Belki bir gün başka hikayelerle yeniden yazarım okul zamanlarımı. Hem öğretmenlik yaptığım okulu ve o zamanki anılarımı da yazmalıyım aslında hep erteliyorum. Gecikmiş bir öğretmenler günü yazısı oldu bu ama olsun, sevdiğini mutlu olduğunu söylemek için hiç bir zaman geç değildir ne de olsa...

Tüm öğretmenlerimin, öğretmenlik yapan arkadaşlarımın, öğretmenlik mesleğine içtenlikle gönül vermiş olan o iyi insanların bu güzel gününü kutlarım.

2 Ekim 2014 Perşembe

En sevdiğim ay, 4 günün meydan okuması ve evrene mesajlar



Artık Ekim ayındayız. Ekim benim en sevdiğim ay, çünkü doğduğum ay. Genelde duyduğum, insanların doğdukları ayı sevmedikleri ama istisnalar elbette ki var. Ben kesinlikle sonbaharı çok seviyorum. Renkler, kokular, baharın içinde barındırdığı hüzün benim yansımam gibi hayattaki. Git gelli ruh hallerim de epey uygun bu aya. İnsan inanıyorum ki doğduğu ayın özelliklerini üzerinde taşıyor gerçekten. 

Ayı 1'i itibariyle yazmak istiyordum aslında ama malum önümüz bayram, bir bayram temizliği havasına kapıldım dün, fırsat bulamadım. Yine üşenmeyip bilgisayarımı eve taşıdım yazarım diye ama rüzgar el vermedi bahçede yazmaya. Gecenin ilerleyen saatlerinde hava epey ılıktı, bahçede çay içip gitar çaldık. O an da hiç bilgisayarı açıp ortamın havasını bozmak istemedim. Bir filme takıldım tv'de dün gece, elbette Poirot'u izledikten sonra. Eşim dışarı çıktı havayı güzel görünce, biraz pratik yapayım parmaklarım iyice nasır tutsun diyor bu sıra:) Baktım o ince melodi eve dağılıyor, sonra oturdum düşündüm bu anı kaçırmamalıyım dedim, çünkü tekrarı yok. Filmi tamamlamaktansa onunla bahçede olmayı tercih ettim, sadece durdum ve dinledim, hayal kurdum; sonra birlikte şarkı söyledik, iyi geldi. Müzik ve sevgi hep iyi geliyor!


Harika gifler var bu sitede, bayıldım :)

Kitap meydan okuması halen devam ediyor, az kaldı bitimine. Sonlara doğru sorular zorlaştı benim için ama elimden geleni yapmaya çalışıyorum. 

14. gün: Filmi çekilen ve mahvedilen bir kitap
Bunu cevaplamak zor. Genelde okumasını heyecanla ve ilgiyle bitirdiğim kitapları filmi çekildiğinde izlemeyi tercih etmem. Çünkü beklentim yüksek olur ve filmde illaki bir eksik bulurum. Patrick Suskind'in Koku adlı eserini, filme sonradan dahil olarak izledim ilk seferinde. Epey karanlık gelmişti bana film. Mahvetmemişler güzel çekmişler ama kitabı kadar heyecanla izleyemedim ne yazık ki. Dan Brown'un Melekler ve şeytanlar kitabını tuhaf bir heyecanla okuyordum, uykudan uyanarak veya bir arkadaş buluşmasından koşarak eve gelerek. Filmi güzeldi ama o hissi yaratamadı bende. Mahvedilmemiş ama hissiyatı zayıf diyelim. İlk göz ağrım kitabım Alice in wonderland'da filminde kesinlikle çuvallamış bana kalırsa. Once Upon a time bile filme 10 basar kanımca.

Ayrıca Bizim Büyük Çaresizliğimiz filmini öncesinde izleyip ardından kitabını okusam da filmi yetersiz bulduğumu ifade etmeden geçemeyeceğim.

15. gün: En sevdiğin erkek karakter 
En sevdiğim erkek karakter deyince aklıma ilk Poirot geliyor ve bir de 100 seri kitabı bile çıksa delice koşup alacağım Mentalist dizisindeki Patrick Jane. Hayatımda en sevdiğim ilk erkek karakter babam, ikincisi eşim ardından da bu beyler geliyor:) 

16. gün: En sevdiğin kadın karakter
Elbette ki Virgina Woolf'un Mrs.Dalloway'i. Belki de bir takıntı ama seviyorum. İçtenlikle yakın bulduğum, arızalı hallerini sevdiğim, hafızamda yer tutan iyi bir karakterdir. 


17. gün: en sevdiğin kitaptan en sevdiğin alıntı: Kitapla ilk tanıştığımda okuduğum ilk cümle nedenini bilmediğim bir şekilde içime ağır bir taş gibi çöküp kalmıştı. Daha pek çok alıntı yapmak isterim elbette ama şu an gönlümden geçeni bu!


Bu sıra epey konuşuyorum kendisiyle. O koskocaman haliyle beni ne kadar duyabiliyor bilmiyorum ama o da kendince sinyaller gönderiyor diyelim. Geçen akşam eve gitmeden önce yemekhaneye uğradım acaba ne yemek var diye. Ofis yolundan dönüp, yemekhanenin yokuşunu inmeye yakın aklımdan karpuzun mevsiminin geçtiğini, artık yiyemeyeceğimi düşündüm. Kavun kışın bile kalıyor, tarlalar hala kavun dolu ama epeydir karpuz yemiyorduk. Nereden  bilmiyorum ama düşüverdi işte bir anda aklıma. Yemekhanedeki aşçıya akşama ne var dediğimde direk yemekten önce çok harika karpuz var bal gibi ve kıpkırmızı dedi! Şaşırdım. Sanki az evvel dile getirdiğimi evren ona pıt diye hemencik ulaştırıverdi. Birkaç seferdir bunun gibi benzeri durumların içerisinde buluyorum kendimi. Epey hoşuma gidiyor ama bazen düşüncelerimden korkuyorum, sanki hepsi olacak gibi. Deniz kenarında oturmak istiyorum biraz, dalgaları izlemek, acaba olur mu evren? Aaa bir de kitabım için biraz ilhama ihtiyacım var bocalıyorum lütfen yardım et!

 Görsel: Pinterest

Bu sıra çokça Ankara'yı düşünüyorum. Sokaklarını, havasını, sonbaharda renklenen yapraklarını, sahaflarını, bir de o sakarya caddesindeki ufak mantıcıyı. İki porsiyon yemek istiyorum şu an, yanında bir ufak şişe kola da içerdim. Bazen eve giderken bile canım çeker, yolumu değiştirir mantı yer öyle dönerdim. Ufacık samimi havasını seviyorum. Ne zaman Ankara'ya gitsem ki birkaç senedir gidemedim, yalnız da olsam mutlaka uğrarım, sanki zamanda yolculuk yapmak gibi ve sanki beni hala hatırlıyorlarmış gibi. Tüm bunlar kafamdan geçerken hop diye mailime düşen bir posta ile Ankara'dan yeni bir arkadaş edindim. İyi geldi bana, Ankara'nın bozkırlarının tozlu kokusunu burnuma getirdi teşekkür ederim kendisine okuyorsa bu satırları. Mina ise benim Ankara'daki ruhum, yansımam oluyor daima, anılarımı onun kelimeleri ile tazeliyorum çoğu zaman, onu anmadan geçemeyeceğim. Ankara deyince artık aklıma gelen yegane şey kendisi!
Evren böyle bir dost kazandırdığı için bana minnettarım. Belki bir gün gelir benim de ona bir kıyağım olur, bilemem...

3 Eylül 2014 Çarşamba

Gitmek ve kalmak


Artık Ağustos sıcaklarını geride bıraktık. Aslında görünürde veya hissedilende çok büyük değişiklikler olmadı, sessizce sonbahar mevsimine adım attık. Sonbahar yaprak dökümü demek. Bir yaprak dökümü de yaşadık kendi içimizde. Senelerdir burada aynı havayı soluduğumuz, aynı telaşları yaşadığımız, aynı yalnızlıkta bir olmaya çalıştığımız arkadaşlarımız, eylül ayının ilk gününde kesin dönüş yaptılar vatan toprağına.

Bir süpermarket alışverişinde aldığımız metal pano, durumu en güzel şekilde özetliyor aslında. Soğuk metal kapı kapandı. Ellerimizle boyadığımız o duvarlar, kapı belki bir başkası açana dek kapandı. Onlar adına sevinirken, kendi adımıza üzülüyoruz şimdi. Düşününce her yerde birlikte geçirdiğimiz zamanlar, her sözde tatlı hatıralarımız kaldı.

Gitmek aslında daha kolay. Çünkü gittiğinde zaman sana dönüyor, senin lehine davranıyor biraz. Heyecan, telaş ve mutluluk karmaşası oluyor. Kalansa devam ediyor bir şekilde, başbaşa kaldığı hafızasıyla. Şimdi hep onlar için mutlu olmak tesellisi başrolde. Kimi zaman durup düşünüyorum da yalnızlığa alışmak kolay ama bir defa yalnız olmaktan vazgeçtiğinde yeniden yaşanması zor bir süreç. İki sene bir tane bile kadının olmadığı bir köy şantiyesinde nasıl kalmışım? Şimdi yalnız kalmaktan o denli korkuyorum ki, bazen arkama bakmadan kaçmak hissine kapılıyorum. Yine de çoğu zaman Türkiye'ye dönmek hissi daha çok korkutuyor, burada bir başımıza olmaya öyle alışmışız ki...

Gitme sırası bize geldiğinde neler hissedebileceğimi deneyimledim biraz da. Hep biz gidiyormuşuz gibi geldi. Ne çok şey kalırdı aklıma, nelere üzülür nelerle sevinç gözyaşlarına kapılırdım kavradım. Biz bir süre daha buradayız, burada, olduğumuz yerde, duruyoruz! 

Can dostlarımıza, ailemizden bir parça haline gelen kader arkadaşlarımıza mutlu bir yaşama devam etmeyi diliyorum, yürekten. Su akar yolunu bulur derler, çok severim bu sözü. Hayat bizi bir yerlere götürüyor, seçimlerimiz doğrultusunda ilerliyoruz. Onlar için herşeyin iyi olmasını diliyorum. Daha birlikte geçireceğimiz zamanlar olacağına inanıyorum ve bu düşünceyle mutlu oluyorum. 













 İyi ki güzel anılar ve fotoğraflar var. 
Yolunuz açık olsun dostlar!

12 Ağustos 2014 Salı

Cezayir; Arap Afrika dansları ve folklor festivali


 

Cezayir’de 9. su düzenlenen Arap Afrika dansları ve folklor festivali bu sene yakınında ikamet ettiğimiz Tizi-Ouzo vilayetinde yapıldı. Toplamda 17 ülkenin katıldığı bu festivalde Türkiye onur konuğu olarak yerini aldı. Bu elbette ki bizim için büyük bir gurur kaynağı oldu. Güzel tesadüfler sonucunda tanışma fırsatı yakaladığımız Elifnağme dans ve sanat merkezi topluluğundaki arkadaşlarımız bizi çok güzel bir şekilde temsil ettiler. Biz de mutlulukla o harika danslarını izledik ve sevinçlerine ortak olduk.

 

Kızlarımız maşallah pek tatlılardı, gencecikler, heyecanlı, mutlu ve güler yüzlüler. Her birine ayrıca bayıldık.

 Açılışta filistin halkı için temsili gösteriler yapıldı.



 Türk bayrağımızı ve yanlarında olmamızdan ötürü minnettarlık belirtisi olarak taşıdıkları şirket logomuzu gururla sergilediler. Biz de tabi harika duygular içerisinde izledik her bir detayı.





Ben zurna sesini pek sevmem aslında, daha yumuşak tonlaması olan ve mistik bir hava estiren ney'i dinlemek daha çok hoşuma gider. Yine de o çalınan türkülerimizde gözyaşlarımı tutamadığımı itiraf etmeliyim. Kilometrelerce ötede memleketten ayrı kalınca duygular çok başkalaşıyor, dönüşüyor. Böyle bir organizasyonda onur konuğu olmak düşüncesi bile gerçekten çok etkiliyor insanı. Ayrıca Elifnağme dans ve sanat merkezindeki arkadaşların performansı da muhteşemdi. Hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyoruz bu denli mutlu ettikleri için bizleri.



 

Şirketimizdeki arkadaşlarımızla da hatıra fotoğrafı çektirmeyi ihmal etmedik elbette. Bizim için harika bir anı oldu, daima hatırlayacağımız. 


Festival ile ilgili görüntüleri içeren bir de web adresi var göz atmak isterseniz. 


Bir sonraki yazımda video görüntüleri ve diğer katılımcı gruplardan da fotoğraflar paylaşacağım.

Mutlu kalın...

Not: Fotoğraflar şahsıma aittir lütfen izinsiz kullanmayınız!