31 Temmuz 2011 Pazar

Sevgili Yaz


Biliyorum ki şu an keyfin pek yerinde. Senin zamanın şimdi. Mutlu çocuklar gibi dolaşıyorsun etrafta. Biz de senin etrafında pervane. Sana katılmaya çalışıyoruz heyecanla. Sana yetişmeye çalışıyoruz ve gitmeyesin diye elimizden geleni yapıyoruz. Upuzun parlak saçların vücudumuza değdikçe bizi öyle güzel ısıtıyor ki...Kışın soğuk ellerinden kurtulmuş olmanın tadına varıyoruz seninle. O neydi öyle, sanki hükümranlığını ilan etmiş gibi gitmek bilmedi bir türlü meymenetsiz kış. Senin güzelliklerine hasret kalmışız meğer. Tüm nimetlerini serip önümüze, gönlümüzü çeldin yine. Ahh yaz! Hep seninle olabileceğim bir yere gitsem keşke, hep aşıklar gibi yanyana, başbaşa olabilsem seninle, kış'a inatla. O kokun yok mu her yere sinen; büyülüyor insanı sanki. Yaprakların senin nefesinle salınışları bile bir başka, adeta önünde kibarca eğiliyorlar. Yeryüzü bir başka sessiz, hele buralarda daha da fazla. Bu kıtada daha başkasın sen yaz, sanki senin doğduğun yer burasıymış da yıllarca hasret kalıp yeniden dönmüş gibisin. Bir başka sarılıyorsun insana, bazen öyle çok ki hatta, hasretinin yoğunluğundan acıtıyorsun, yakıyorsun. 

Seni hiç bırakmak istemiyorum. Bazen insanı bir bencillikle seni hapsetmek istiyorum tam da olduğum yere, en yakınıma. Kardeşin kış soğuk ellerini yerleştirmek istese de bazen göz pınarlarına, biz yine de onun engellerine boyun eğmiyor, çeşmelerinde yıkanıyoruz. O çeşmeler ki, bizi anılarımıza atıyor her dalgasında, parça parça. Ben en çok senden ayrı düşmekten korkuyorum şu günlerde. Sana varamadan bırakıp gitmenden ve sana yine uzun süre hasret yaşamaktan, sadece hayalinle. Şimdi benimlesin ama uzak şehirlerde gibiyiz seninle, aramızda kilometreler var. Ben sana gelemeden senin zamanın dolmasın ne olur, gitme! Seninle dakikalar, saatler gibi olsun kavuştuğumuz o anda. Birden varayım, hiç beklemediğim bir an, o her zaman gittiğim yol getirsin beni sana. Ahh yaz! Ne sen sor ne ben söyleyeyim içimdekileri. Bir başlasam anlatmaya kim bilir ne kadar üzülürdün, ben seni üzmek ister miyim hiç. Günleri sessizlikle geçiriyorum, senin sessizliğin benim sessizliğim olmuşçasına. Günleri sensizlikle geçiriyorum, hayaldaşın, sanki senmişcesine. Suretini bilmediğim bir yabancı şu anki mevsim, birbirimizi tanıyor gibi yapıyoruz ama nafile, hafızalarımızdan silinmişiz birbirimizin. Oyalanıyoruz işte! Hepsi o! 


Her şey bir başka güzel varlığınla. Yemeklerin kokusu, ki hele kızartmalar, karpuzun rengi, kirazın tadı, şeftalinin kokusu bir başka. Denizin tuzu, kumun taneleri, gökyüzünün maviliği bir başka. Perdelerin rüzgardaki hareketi bile ahenkli. İçime gizli gizli kelimeler bırakıyorsun, sabahları ve gece uykularımda. Uyandığımda bir de bakıyorum bir sürü şey birikmiş oluyor hücrelerimde, hani yokluğunda oyalanayım diye oyuncaklar koyar gibi önüme, bırakıp gidiyorsun bana hediyelerini. Beni de alsan götürsen keşke yanında. Minik bir sahilde uyansam uykularından, tatlı nefesinle, ve kalp atışlarını dinlesem dalgaların sesinde. Günleri unutsam, saatleri saymasam hiç. Uyusam, uyansam ve sen hep benimle olsan. Rüyalarım hiç bitmese keşke!

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Cezayir'de bijuteriler ve geleneksel takılar bölüm 1

Hani her zaman diyorum ya burası masalsı bir ülke diye, tabi eğer masalları seviyorsan ve onların içindeki anlamı kavrayabiliyorsan, bu ülkenin insanlarının takıları da aynı kendisi gibi. Aslında burayı Cezayir yapan, binalarının, sokaklarının, insanlarının yanı sıra aynı zamanda bu işlemeli, taşlı ve renkli takıları. O rengarenk takılarda sanki kadınların hayalleri, ulaşamadıkları ve hayata dair izlenimleri var. Hindistan'ın baharatları nasılsa veya Marakeş'in renkli sokakları, Cezayir'de de geleneksel takılar bence öyle. Kuyumcular pek çekici gelmiyor insana, bizim ülkemizdeki gibi gösterişli ve büyük değiller ama yine de içlerinde sırlar saklı. Pek çok yönden gelişmemiş hala. Birine hediye aldığınızda yanında ne bir minik iğne de renkli kurdele veriyorlar, çünkü ellerinde yok, öyle bir adetleri de yok ama güzel, sevimli kutular veriyorlar. Bazen gazete kağıdına bazen çocukluğumuzda defterlerimizi kapladığımız gibi kalın kağıtlara sarıyorlar hediyeleri, yine de güzel. Eskiyi yeniden yaşamak gibi, bir çeşit zamana yolculuk. Sadece bu şehirden çok şey beklememeyi öğrenmek gerekiyor ve verdikleriyle yetinmek...


Bu mercanlı takılar, kabyle takıları. Değişik renkleri ve tipleri var. Bilezikler, yüzükler, küpeler günlük yaşamda da sıkça kullanılıyor. Ama Cezayirliler de bizim gibi en kıymet verdiklerini hep özel zamanlarda kullanmak üzere saklıyorlar. 



Bu da en sevdiklerimden, bir kolye ucu. Renkler ve şekiller bence çok göz alıcı. Eski zaman prenseslerine ait gibi geliyor bana ne zaman baksam. Sanırım ben hayal gücü biraz fazla bir insanım :)






Altınlarının kalitesi çok düşük, hatta yeşil altın gibi. Yine de güzel modeller bulunabiliyor, ama genelde iyi kuyumcular ve tabi başkent'tekiler hariç gördüklerim hep eski tarz modeller oluyor. Geçenlerde kuyumcularda dolaşırken, yani bu fotoğrafları çektiğim gün çok güzel künyeler gördüm, uçlarından çaydanlıklar sarkıyordu. Bayıldım diyebilirim.  


Bu fotoğraf da favori fotoğraflarım arasında arşivimde duruyor. Mustafa Tekin bu güzel kareyi yakalamış. Gerçekten çok hoş. Tam olarak nerede çekildiğini hatırlayamıyorum bu fotoğrafın, öyle çok fotoğraf biriktirmişim ki bazen içinden çıkamıyorum. 



Burada ben kendimden geçmiş bir şekilde, dikkatlice takıları incelerken :) Mercan bu ülkede çok fazla. Bir de doğal inci satılıyormuş, özel olarak buradan alıp götürüyorlarmış ama ben henüz rastlamadım. Bir de enginar güzel ve ucuz olduğundan buraya gelenler torba torba enginar taşıyorlar Türkiye'ye. 



Bunlar da geleneksel kabyle takıları. Kolyenin siyah kısımlı motifine benzer bir motifte bileklik aldım ben de birkaç gün evvel. Severek takıyorum. Oldum olası ipten ve boncuktan örme bileklikleri sevmişimdir. Çocukken ne de çok takardık. Beni o günlere götürdüğü için onları bu kadar seviyorum sanırım. Arkadaşlık bileziği de diyorlar şimdilerde. Bizim zamanımızda da öyle mi deniyordu hatırlayamıyorum ama sevdiğimiz arkadaşlarımıza örer ve hediye ederdik, hatta yakın arkadaşlarımızla bir örnek takmaya özen gösterirdik. Bu kabyle motifli boncuk örmeler bence çok güzel be kullanışlı. 




Bu fotoğrafı da internetten araştırıp buldum. Bu renklerde bir bilekliğe henüz rastlamadım ama oldukça beğendim. Bulabilirsem almayı planlıyorum. 





Bu da ufak bir takı kutusu anladığım kadarıyla. Yine bileziklerdeki taşlarla ve motiflerle süslenmiş. Son derece güzel. Ayrıca şekli de Fatma'nın eli olarak geçiyor, bolluk ve bereketi simgeliyor. Cezayir'de bu motifli bileklikler, broşlar, kolye uçları, küpeler oldukça fazla..Alttaki fotoğrafta da Fatma'nın Eli var. 



Bu bilezikler de oldukça kibar. Günlük yaşamda rahatça kullanılabilir. Yalnız bunlar doğal taş yani mercan olduğu için fiyatları biraz pahalı, diğer boncuklu takılara göre. Yine de bence değer.


Bu da mercan'ın işlenmemiş, doğal hali. Böyle de kullanılabiliyor takılarda. Kolye ve küpe olarak çeşitlendirilebiliyor. Bence bu hali de oldukça güzel, kendine has. 


Bu bilezikleri de ben çok seviyorum. Bunlar kemikten yapılıyor. Benim aldığım deve kemiği idi. Bu da büyük ihtimal öyledir. Bence Cezayir'den hatıra amaçlı götürülebilecek güzel bir hediye. 

Yeni bir Cezayir yazısında görüşmek üzere.. Mutlu kalın:)

26 Temmuz 2011 Salı

Cezayir'den manav, kasap ve market manzaraları

Yine kaytardım yazmaktan. Gün içinde bir sürü şey yazıyorum ve blog'a sıra gelmiyor. Aslında her gün kafamda onlarca fikirle oturuyorum bilgisayarın başına. Blog'a neler yazacağımı tasarlıyorum, fotoğraf albümlerimi karıştırıyorum ama sonra bir şey oluyor yazamadan günü bitiriyorum. Tabi yine akşam saatlerinde pişmanlığımla baş başa kalıyorum. 

Normalde pazar dolaşmaya, meyvelerin ve sebzelerin o göz alıcı cümbüşünde hayallere dalmaya bayılırım. Beni bıraksalar saatlerce dolaşırım pazarlarda. Tek tek incelerim hepsini, koklarım, dokunurum nazikçe. Kasapları da çok severim. Etin o kan kırmızı rengi büyüler beni. Hele marketlerdeki et reyonlarını çok severim. O ışıklandırma ile ne de taze ve göz alıcı görünürler. Bazı zamanlarda düşünürüm keşke epey boş vaktim olsa da hepsinde gidip bir müddet çalışsam. Önceden et doğramaktan çok tiksinirdim ama şimdi bayılıyorum. Hele geçen sene kurban kestiğimizde o etleri doğramaktan nasıl da keyif aldım. Tabi sadece löp eti doğramayı seviyorum. Öyle ıvır zıvır şeyler hala itici geliyor, kalp, işkembe, kemikli kısımları örneğin. (Çok iştah açıcı bir yazı olacak sanıyorum:))

Buradaki kasaplar da oldukça enteresan. Sadece at ürünleri satan at kasabı bile var. Görünce inanamadım. Onu da bir müsait zamanda fotoğraflayacağım. Genelde kasaplarda en sevmediğim şey et et kokan maydanozlar oluyor. Bir de hediye diye onları yanında veriyorlar Türk olduğumuzu söyleyince. İşte o zaman eve gidince o maydanozu yıkamaktan bir hal oluyorum. Ama o delicesine keskin bıçaklara, etleri doğradıkları o kocaman ahşap veya mermer kesme tahtalarına bayılıyorum. Bir de içeri girdiğimde aldığım o kokuyu seviyorum..Yalnız eskiden Türkiye'deki kasaplarda kapıların girişlerinde ince şeritler halinde kesilmiş plastik perdeler olurdu onlara sinir olurdum. İnsana dolanır da dolanır onlar. İçinden nasıl çıkacağını bilemezsin. Çetin bir bulmaca gibidirler.



Bu fotoğraf Tunus'ta çekilmiş ama Cezayir'e de güzel bir örnek oluşturuyor. 


Not: Fotoğrafları çeşitli forumlardan ve Cezayirli arkadaşlarımın önerdiği sitelerden buluyorum. Kendi çektiklerimi de zaten belirtiyorum yanlış anlaşılmaya mahal vermemek adına. Yine de bazı fotoğrafları çekenlerin isimleri almayı unutuyorum veya kaybediyorum. Umarım bana kızmazlar. Amacım şehri tanıtmak sadece. Her yerde de bu fotoğraflara rastlamak pek mümkün olmuyor. İnanın epey uğraşıyorum. 



Cezayir'deki kasapların girişlerinde hep dili bir karış dışarıda inek kafaları görüyorum. Tabi hepsinde değil. Yine de sanırım genelleme yapabilirim. Hatta Tizi Ouzou'da bir tane var ki dehşet görünüyor. Arka duvarını da kırmızıya boyamışlar aman Allahım sanki daha yeni kesip ayırmışlar gibi bedeninden. Bir de hindi kasabı var özel, o da kocaman kocaman sevimli hindiler satıyor, canlısı da ölüsü de oluyor. Vitrin hindi dolu..Ama ben o inek kafalarının içine yukarıdaki fotoğrafta'da olduğu gibi maydanoz koymalarını komik buluyorum. Sanırım kokusu güzel olsun diye. Çünkü Cezayir'de kızarmış tavuk aldığınızda da içinin doldurulmuş olduğunu görüyorsunu, pazı, maydanoz ve üzüm gibi şeylerle..



Bu kasap reyonların fotoğraflarını ise arkadaşım Gül ve ben birlikte çektik. Bir alışveriş esnasında. Aydınlatma çok iyi olmadığı için etler pek vurucu görünmüyor ama yine de güzel bence. Genelde pişirmeye hazır halde satılanlar da var gördüğünüz gibi. İçini doldurup, etrafını iple sıkıca sarmışlar açılmasın diye yukarıdaki yuvarlak parçaları. O sucuk benzeri şeyler de daha önce bahsettiğim Mergez (Merguez). Köfte ve sucuk karışımı bir tadı var. Ben pek sevemedim nedense. Soldaki tavuk göğsü gibi görünen tepecik ise hindi oluyor. Normalde direk olarak göğüs satmıyorlar. Ama istersen tavuğu ayıklayıp veriyorlarmış. Ben henüz deneyimlemedim. 


Manavlar genelde hep bu tip Cezayir'de. Tabi lüks semtlerdekiler hariç Türkiye'dekilere benzeyenler de var. Bir de her manavda sebze bulmak zor oluyor. Bazı yerler sadece meyve satıyorlar. İlk geldiğimde çok şaşırmıştım. Ama şimdi iyice öğrenince etrafı, ikisini de aynı anda satan yerleri bulmak kolaylaştı. Ama bu meyveleri koydukları renkli plastikleri görmeye de öyle alıştım ki Türkiye'ye gidince gözlerim onları arıyor. Yine de gözünü seveyim memleketimin pazarları manavları bile bir başka.  Yine de sebze meyve çeşidi bulmakta sıkıntı yaşamamak çok güzel burada. Bazı şeyler bulunmuyor tabi örneğin, kereviz, ıspanak, semizotu, roka gibi ama yine de pek çok şey var. Fiyatları da genelde uygun oluyor. Hele meyve çeşidi epey fazla ve oldukça tazeler. Ben Türkiye'de yemediğim kadar güzel üzümler ve çilekler yedim burada. Ayrıca yaz mevsimi de uzun sürdüğü için yaz meyvelerini de uzunca bir süre yiyebilmek güzel oluyor. Geçen sene kışın kavun karpuz yiyebiliyorduk örneğin. 



Ben bu hal'i görmedim ama Alger merkezde olduğunu okudum internette. Bu fotoğrafı da sanırım flickr'dan bulmuştum. Milliped adlı kullanıcının çok beğendiğim fotoğrafları var zaman zaman takip ediyorum. Aşağıdaki fotoğraf da onun. 


 Burası da fotoğraftan anladığım üzere yine Alger merkez. Bab el Oued tarafları olmalı diye düşünüyorum.


Burası da Tizi-ouzou'daki bir manav. Geçenlerde manavları kapattılar burada, yer sorunu yüzünden. Sanırım devlete ait alanlardakileri kapattılar sadece. Her zaman gittiğimiz büyük bir manav vardı orası artık yok. Eski yerinin hemen yanına ufak bir yer açmış. Burası ise ilk geldiğimizde uğradığımız manav. Yine de kırmızı biber, barbunya v.s almak için sanırım yine eski manavımıza gitmemiz gerekiyor. Oranın sebze ve meyveleri pek güzel ve taze oluyor, çeşit de bol.



Burası da bizim açık market adını verdiğimiz marketimiz. İçerisi oldukça büyük ve yine çeşit fazla. Alger'dekiler gibi olmasa da yine de bizim için ideal. Özellikle içinde et ve meyve sebze bulabildiğimiz için daha çok tercih ediyoruz. Her markette o reyonlar olmuyor çünkü. Ama Bab Ezzouar'daki alışveriş merkezindeki Uno'da gerçekten harika şeyler var. Orada kedi kumu bile bulduk hem de türk malı. Züccaciye kısmından, koltuğa, freş balıktan, güzellik malzemelerine kadar hepsi var. Real veya Carrefour gibi. Burası onların yanında bakkal gibi kalıyor.


Bu fotoğraftaki yer de yine sıkça gittiğimiz yokuş market adını verdiğimiz yer. Diğer açık market Tizi-ouzou merkezde ama bu yokuş market Nouvelle ville'de. Yerin yokuşta olduğu için biz adını yokuş market koyduk. Kendine has bir ismi var mı hala bilmiyorum. 

Gördüğünüz gibi burada hayat da aslında kimi yönleri ile Türkiye'dekine benzer. Sadece ufak farklılıklar var. Benim ilk geldiğimde zannettiğim gibi mahrumiyet bölgesi değil. Öyleki ben gelirken mezuro bile getirmiştim yanımda bulamazsam buralarda diye. Ne komik. Şimdi eskiye nazaran daha çok yer biliyoruz. Zamanla insan keşfediyor. Zaten bir şehri tanımanın en iyi yanı, onunla bir olmak, korkmadan çekinmeden onu sokaklarıyla, dükkanlarıyla insanlarıyla kabul edip, içine girmek ve oradaki yaşama dahil olmak. Şehirlerin bir ruhu var. Siz o ruhu anlarsanız, size o büyülü kapılarını bir çırpıda açıveriyor. Aslında şehirler insanlardan daha cömertler. Yine de çok fazla kaptırmamakta da fayda var. Zira bir hortum gibi içine çektiği de oluyor, tüm kuvvetiyle.

Bir daha ki yazımda geleneksel takılardan, bijuteriler'den bahsedeceğim. Sonrasında daha bir sürü ekleyecek yeni konu olacak. Cezayir bir şölen. Yaşamayı bilene!

19 Temmuz 2011 Salı

Üçüncü nesil mini mini kedilerimiz

Benim güzel prensesim Charlotte, harika bebişler doğurdu yine. Bunlar 3. nesil oluyor. Yaşı için biraz fazla bu doğum ama kısırlaştırmaya da içimiz el vermedi. Artık tamamen evde bakıyoruz çok nadir çıkartıyorum dışarı hava alsın diye. Önceki bebeklerimiz açık kalan pencereden giren yabancı bir kedinin saldırısı sonucu öldüler. Perişan olduk günlerce. Charlotte'u izlemiş ve o başlarında yokken bebeklerin boyunlarından ısırmış. Eve geldiğimizde onları öylece yatarken bulduk. Anneleri de onları yalıyor ve uyandırmaya çalışıyordu. Etrafta bizim kedimizden başka kedi yoktu o zamanlar ama çıkmış gelmiş işte. Günlerce Charlotte ağladı ben ağladım. Ama neyse ki atlattık o berbat zamanları. Şimdi yeni pamuk şekerlerimiz büyüdüler artık. Onlar için yuva olarak hazırladığım sepetlerinden pıtır pıtır çıkmaya başladılar. Şimdi sepeti değiştirdik ve karton bir kutudan yuva hazırladık. Hem daha geniş olması da onlar için iyi oldu. Son hız ilerliyorlar artık halının üzerinde, prizlere gitmeye başladılar o yüzen fişten çektik hepsini. Şimdi kutuda oldukları için çıkamıyorlar tabi anneleriyle ve kardeşleriyle muzur muzur oynuyorlar. Gözleri fal taşı gibi, dört bir yanda. Hala misler gibi kurabiye kokuyorlar ve tüyleri yumuşacık. Onlara ne zaman baksam gülümsüyorum, nasıl da seviyorum minik yavrularımızı..



Böyle bir patisi kafasında uyuyor bu sarı şeker. Dertli bir havası var gibi ama keyfi son derece yerinde:)



 Sarı olanlar erkek. Kırcıllı siyahlar ise kız. Sarılarının patilerinin altları pembe pembe şeker gibi. Kırcıllıların da siyah genelde. Sanki kirlenmiş gibi duruyor diğerlerinin yanında:) Yaramazlıkta siyahların üstlerine yok. Birbirlerini de organize ediyorlar dışarı çıkmak için. Hatta elimizi köprü gibi kullanıp çıkıyorlar dışarı. 


Bunlar daha küçük halleri. Şimdi biraz daha büyükler ama hala bebekler :)Birbirlerine sokulup uyumalarına bayılıyorum. Beş tane olmaları bizim için sorun oluyor tabi ama kendileri için çok güzel, deli gibi oynuyorlar. Evimiz bir oda bir salon olduğu için az daha büyüdüklerinde başa çıkamayacağız sanırım. O zaman da bahçeli evi olan birilerine vermeyi veya bizim şantiyede bakmayı düşünüyoruz. Vermek istemem tabi onları ama belki şantiyede istemezler. Çünkü dişi olanlar hep doğuruyorlar ve belli bir zaman sonra başa çıkmak zor oluyor. Neyse ki daha büyümelerine zaman var. Ben en çok onlarla oyunlar oynayacağım zamanı heyecanla bekliyorum. Çok eğleneceğimize eminim küçümenlerimle :) 



Bir de böyle dizilmeleri çok hoşuma gidiyor. Hayvan sevgisi bambaşka bir şeymiş onu daha iyi anladım. Önceden de severdim ama hiç böyle içli dışlı olmamıştım. Gak diyorlar başlarındayım guk diyorlar hemen olduğum yerden kalkıp kontrole gidiyorum. Gözümüz gibi bakıyoruz tosbağalara:) Kilo da aldılar ağırlaştılar. Anneleri de güzel besliyor maşallah yavrularını. 


Siyah olanlardan bir tanesi, şimdi siz bakarken ayırt edemezsiniz ama yüzünde hafif sarı kırcılı olan karnının sevilmesine bayılıyor. Kocaman açıyor göbeğini ve keyif yapıyor onu severken..Mest durumunda yani:)


Bu fotoğraf da sanırım keyifli hallerini görmemize yetiyor :) Kedilerin minik halleri bir başka oluyor gerçekten. Öpmeye, koklamaya, oynamaya, sevmeye doyamıyor insan..

NOT: Fotoğrafların orijinalleri tabii ki daha kaliteli ne net. Ama kötü internet bağlantımız yüzünden bloga yüklemek zor olduğu için boyutlarını küçültüyorum. Pek sevmedim aslında bu görüntüleri bozuk olduğu için ama yakın zamanda daha güzellerini sizlerle paylaşacağım. 
Bu sıcak havalarda kapınızın önüne bir kap su koymayı ihmal etmeyin, onları düşünün! Bize muhtaçlar!
Mutlu kalın:) 

17 Temmuz 2011 Pazar

Cezayir'deki rengarenk hediyelik eşya dükkanları

Her fırsatta Cezayir'de bulunan o birbirinden güzel ve renkli dükkanlardan söz ediyorum sizlere. Hatta daha evvelki yazılarım da da bolca fotoğraf karesi sunmuştum. Yine bir gezinti sırasında çektiğim fotoğrafları paylaşmak istedim merak edenler için. Bu küçük ama hıncahınç dolu dükkanlarda gezmek öyle hoşuma gidiyor ki benim. Yeni bir dünyayı keşfe dalıyorum adeta. Bazen öyle eski objelerle karşılaşıyorum ki ve bir o kadar da tanıdık; beni alıp taa çocukluğuma götürüyor. Örnek vermek gerekirse geçenlerde gezdiğimiz bir dükkanda karşılaştığım minik çiçekli kolye, benim çok da beğenerek sakladığım izmit'teki evimde bulunan kolyenin aynısıydı. Görünce çok sevindim. Bir anı ile karşılaştığımı hissettim. Anılarım sanki bu objeyle bana gelmiş gibi oldu yeniden..


Türkiye'ye giderken hatıra amaçlı götürülecek pek çok şey var bu küçük dükkanlarda. Birbiri ardına sıralanmış tabaklar, biblolar, çerçeveler, terlikler, kıyafetler, kilimler v.s Hepsi de bu kültürü özenle yansıtıyor.


Bu fotoğrafın sol altındaki bakır tabloları ben çok seviyorum. Onlardan bir sürü var burada. Biz başkente bir saat uzaklıkta bir yerde yaşadığımız için daha az çeşit görüyoruz ama başkentteki dükkanlarda bunların farklı tipleriyle de karşılaşıyorsunuz. Orası ayrı bir yazı konusu :) Bir de ben en çok el örmesi hasırlara bayılıyorum rengarenk.


Tabi tabakları anlatmadan olmaz. Seramik üzerine renkli desenler hakim genelde. Kapaklı olanları, oval olanları, küçük kaselerden güveç kaplarına kadar o kadar çok çeşitleri var ki. Hatta bu seramiklerin sürahi ve bardak takımları var ve dahası...


İşte yine küçük bir dükkan..Kenarlarda köşelerde mutlaka dikkatinizi çeken bir şey olacaktır emin olun. O yüzden ben her yeri ayrı ayrı incelerim buralara girdiğimde. Bu fotoğrafını çektiğim tüm dükkanlar Tizi Ouzou'da merkezde bir binada toplanmış durumda. Adı da Maison de l'artisanat. Böyle olması da avantaj sağlıyor insana tabiki. Bir çok dükkanı aynı yerde bulmak harika, hem çok seçenek oluyor önünüzde hem de sıcakta delice sokakları arşınlamak zorunda kalmıyorsunuz. 

Bu Alice'in sihirli şişelerine benzeyen içi renkli tozlarla dolu sevimli şişelerin içinde toz sürme var. Arkada gördüğünüz ahşap objeler de onları içlerine koymak için. Bu tozu o ahşapların içine döküp tepelerindeki uzun kısımla gözlerinize sürebiliyorsunuz. Kullanımı bence biraz zor ama orijinal. Kalem şeklinde sürmeler de var tabi onlar daha rahat. Ve göz sağlığı açısından da tavsiye ediliyor buralarda. Yeni doğan bebeklere bile sürüyorlar.  


Bunlar da geleneksel Cezayir çalgıları. Kenarında zilleri olan bildiğiniz gibi Tef ve zilsiz olanlar da Bendir.  Üstteki çalgı Kabyle motifleri ile bezenmiş. Alttakiler ise rengarenk boyanmış sadece bildiğim kadarıyla özel bir simge değiller.


Bunlar da kurutulmuş hayvanlar. Oldukça kötü görünüyorlar bana kalırsa. Kurutulmuş hayvanları hediye olarak tercih etmiyorum ayy dokunması bile bir garip zaten..Bunlar minik timsahlar sanırım. 


Bu kilimleri de çok seviyorum özellikle yaz aylarında güzel oluyor kullanımları. Motifleri ve renkleri de bence oldukça güzel. Türkiye'ye dönerken bir tane almak istiyorum hatıra amaçlı. Ama Tunus kilimleri daha güzel. Buradakilerin de sanırım pek çoğu Tunus'tan. Ama bunlar değilmiş..



Bu objeler de bana Kapalı çarşı'yı anımsatıyor. Orada çokça rastlarız bu gibi kutulara, fenerlere, bakır tabaklara, taslara. Ben yine de bunları da beğeniyorum. Değişik olanları var. Yine de Türkiye'den almayı tercih ederim tabi ki. Ama üst fotoğraftaki gibi geleneksel motifler taşıyanlar alınabilir. 





Burada da geleneksel Cezayir kıyafetlerini görüyoruz. Bu fotoğraftakiler daha çok düğünlerde kullanılan tipleri. Zaten girdiğim dükkan gündelik kıyafetler pek satmıyordu. Çok renkli değiller gördükleriniz ama daha güzel ve çok renklileri de var ve çiçek desenlileri de. Ben pamuklu olanlarını seviyorum. Genelde naylonumsu oluyordu gördüklerim onlar kullanım için iyi değil bence ama hatıra amaçlı alınıyorsa fark etmez tabi ki. Daha sade modelleri bence Türkiye'de yazın çok rahat giyilebilir. Özellikle de deniz kenarlarında. Şort ve pantalon takım, kısa, uzun olan modelleri de var. Yalnız dikişlerine dikkat etmek gerekiyor. Bazı yerlerde gördüklerim çok kaliteliydi ama genelde rastladıklarım özensiz dikişleriyle dikkat çekiyor..O kadar önemsemiyorlar sanırım işin dikim kısmını, gösteriş daha ön planda ve tabi parlak aparatlar da onlara renk katıyor, kemer gibi..Ben bir tane elbise edindim, giymesem de saklıyorum. Bence iyi olanlarından bulup sevdiklerinize hediye olarak götürebilirsiniz..

Bir sonraki yazılarda bijuterileri, marketleri, züccaciyeleri, pastaneleri, manavları ve kasapları v.s de tanıtacağım. Önce fotoğraflarımı derlemem gerekiyor. Umarım severek okursunuz hepsini.

Cezayir'den sevgilerle :)