izmit etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
izmit etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Kasım 2016 Çarşamba

Gidenler ve yeni gelenler


Urla da bir zeytin bahçesinde çekildi bu fotoğraf. O gün alabildiğine güneşli ve güzel bir gündü. Bulutlar puf puftu en sevdiğim halleriyle. Ağaçlarda tek bir zeytin tanesi bile kalmamıştı üstelik. Buna rağmen bir tanesini keşfedip ısrarla bluzumun içine topladık. Baka baka bir hal oldum her birine aynı çekilen o an gibi. Ayağımıza dikenler battı, hop hop ilerledik kurumuş toprakta. 

Günler yine birbirini kovaladı ve canım yaz gitti. Sonbahar sonbahar olalı belki de pek böyle hüzün görmemişti. Sonbahar hep hüzün doludur aslında ama bilemiyorum bu seferki daha başkaydı sanki çünkü bir insanı aldı götürdü hayatımızdan. Anneannemi kaybettik. O dağ gibi kadın eridi bitti, ufacık kaldı. Senelerdir zaten çektiği acısı vardı, yaşlılıktan, bunamadan ve artık yitirdiği bir takım fiziksel özelliklerdinden ötürü de. 


O benim Meloşum, ayaklı gazetem, yumuş yumuşumdu. Bu halimiz ne kadar da harika, içtenlikle gülümsüyoruz. Birlikte çok gülümsemelerimiz oldu. Kokusunu, kollarının yumuşaklığını, saçlarının pişmaniye gibi o halini hatta onları düzeltmek için limon sürmesini hatırlıyorum an be an. Şimdi ondan bana tüm o harika anıların yanında bir çanta, iki tane mendil, başörtüsü, iki elbise ve bir de sabahlığı kaldı. 

Alıştırmıştık sözde kendimizi. Zaten 40 günden fazladır hastanede yatıyordu. Bir sürü zorlu süreçten geçti. Onu en son yoğun bakımda ziyaret ettiğimden taze bir ölüden farksızdı ama işte yine de sıcaktı hala. Annem, teyzem onu doğuran yegane varlığı kaybetti, hayatın ağırlığının altında günlerce ezildiler. Meğer hayat ne acımasızdı! 

Kendimizi kandırmakta insanoğlundan büyük usta yok. Her gün hayat ne kadar güzel diyerek başlıyoruz mutlu günlerde söze, şanslı hissediyoruz, şükrediyoruz ama işin aslı öyle mi? Birileri o buz gibi toprağa giriyor her gün, niceleri sırada ve bir gün de biz! Ve o çok anlamlı bulduğum söz de olduğu gibi, bir gün bizi tanıyan herkes öldüğünde hiç var olmamış gibi olacağız...İşte hayatın ta kendisi! Zaman zaman yeniden tanışıyoruz kendisiyle.

Gidecek olanlar gidiyor ve ölenle ölünmüyor. Hayatımıza devam ediyoruz elbette mecburen. İçinde devinip duruyoruz. Tasalar, kaygılar, hüzünler ve mutlu gülümsemelerle bazen. Hayat akıyor. Birileri gidiyor, yenileri geliyor. Bize de gelen bir yeni nefes var hayırlısıyla inşallah. İçimde bir ponçik büyüyor, küt küt tekmeleyerek aşıyor günleri. Annelik günden güne doluyormuş insanın içine öyle diyorlar, şu an sadece gelişmesini takip ediyorum, iyi olmasını arzu ediyorum her gün. Bir de maviş boncuk olsun istiyorum çok, sarı lüleleri olan maviş bir oğlan; bulut tenli, gök gözlü, güneş saçlı olsun ve hep gülümsesin inatla! Sağlıkla gelsin inşallah yeni hayatına.


Herkese sevgiler. Yakında yine yazacağım. Telaşlı günlerin ardından ancak duruluyoruz diyebilirim. Hoş, bir süre sonra farklı telaşlarımız olacak ama olsun, yine gelip yazarım ben terapi niyetine. 

18 Kasım 2015 Çarşamba

İçimden trenler geçiyor


'Garibim.
Ne bir güzel var avutacak gönlümü, 
ne de bir tanıdık çehre.
Bir tren sesi duymayagöreyim
İki gözüm iki çeşme...'

Orhan Veli


Bu haliyle sevdim ben şehrimi. Tıngır mıngır trenleriyle ve upuzun, paslı demir raylarıyla. Çocukluğumu sever gibi sevdim ağaçlarını, yollarını, eski beton duvarlarını. Binaları yok oldu zamanda, yırtıldı dantelli perdeleri tanımadıklarımın. Yok yerleri resimlerle doldurabilmeyi sevdim. Yenisi yapıldı eskinin yerine, bir iz arayıp bulamadığımda dahi geçmişten, bir zamanlar orada olanı sevdim ısrarla. Orada doğdum, büyüdüm, doğruldum, sevindim, sevildim. 

Bugün Orhan Veli geldi buldu beni, bir tren sesi geldi kulağıma ağladım. Sisinin kokusunu bile özledim dedim kendime, kendimle konuştum. Babannemin elinden tutup çarşıya giderken raylardan geçme heyecanımı duydum yeniden içimde, gizli saklı köşelerde bulduğum taşları tokaçları toplar gibi topladım her birini, beş satır şiirde.  

Memleketimi özledim. Hoş; pek kimse özlemiyor bu devirde böyle hallerini. Bir ben mi kaldım uslanmaz ruhumla dolaşan bu siyah beyaz karelerde. Az sonra geçecek sanki bir tren ve el sallayacak babannelerinin elinden tutan tüm çocuklar. Annem de hemen şuracıkta duracak, gideceğim öğlenleri yanına, fotoğrafın tam da bittiği yerde...


Annem, teyzem ve anneannem. Üç güzel insan. Yürüyorlar sokaklarda zamana gülümseyerek. Ben ailemden öğrendim memleketimi sevmeyi, hatıralarımı sevmeyi. Biz hep sevdik çünkü, yerleri, odaları, sokakları, başka yüzleri. 

İzmit, içinden trenler geçen şehrim. Hep o haliyle kalacak hatırımda ve ne zaman bu şiiri hatırlasam benim de içimden geçecek o trenler, çocukluğumla!

Not: İzmit fotoğrafları web'den alıntıdır. 

19 Eylül 2015 Cumartesi

Zaman kısalır, su olur

Döndüğümü daha yeni yeni idrak etmeye başladım. İlk günler her zaman üzerimizdeki yorgunluğu atmak için evde bir o yana bir bu yana kıvrılmakla geçiyor. Sonrasındaysa toparlanma, çamaşır yıkama ve evi toplama halleri...

Türkiye'deki sıcaklar bizi mahvetti. İzmirdeki kendi evimizde de henüz ne ısıtıcı ne soğutucu bir şey olduğu için perişan olduk. Orada olmanın heyecanı ile tabi dayandık ama geceleri sırılsıklam terleyerek uyumaya çalışmak oldukça zordu. Ama işte yine ve yeniden insanın kendi evi gibisi yok dedik!


Tatil yine pek tatil gibi değildi, aslında tatilden ne umduğumu da bilmiyorum artık. Burada çok durgun bir yaşam sürdüğümüzden Türkiye'ye gidince oraya buraya koşturmak güzel geliyor. Ama sonra pert olunca dinlenelim diyoruz içimizden. Ee düşününce burada 6 ay boyunca bir fiil dinlendiğimizden, orada yatış durumuna geçmeyi kendimize yediremiyoruz da. Yani işte senelerdir git gellerimiz hep telaşlı. Burada durgunluk orada daimi bir koşturmaca var, ortası ise orada yaşamakla olacak biliyorum. 


Eve gelince bir oh çektim ama daha ilk dakikada da özlem oturdu içime. Annemin özenle yıkadığı mis kokulu çamaşırlarımızı koklayıp duruyorum. Annemin yıkadığı çamaşır daha güzel oluyor sanki. Gece halen atletimden gelen çiçek kokusunu içime çekerek uyuyorum. Kokusu keşke gitmese ama ne çare. Onlar da çok yoruldular tabi, evde anne olunca çocuklara pek iş düşmüyor. Yine arkamızı topluyor yine telaşla yemekler yapıyor, devamlı bir kollama halinde. Babam da gizliden hep bakıp gülümsedi bana, orada yanlarında olduğuma şükretti durdu, anladım. Teyzemle de günler çok güzel geçti, gelene geçene, olana bitene takılıp dakikalarca konuştuk bir elimizde çay veya kahve ve sigarayla. Çok matah bir şey gibi hala içerken kendimi bir şey zannediyorum. Sigara içene özenmek geçmek bilmeyen bir durum bende. Bıraktığım günlerde filmlerdeki sigarayı içine delicesine çeken sarhoşlara bile özeniyordum, dumanı geliyordu sanki üzerime. Acayip bir his. İnsanın en yakını dediği bile programını erteleyip sana zaman ayıramazken, kuzenler toplaşıp neredeysek oraya geldiler. Çoluk çocuk dolu dolu geçirdik zamanımızı. Yine iyi ki varlar dedim hayatımda. Yıllar gibi yoğun gülümseyişlerim oldu dudaklarımda.

Anneannem bıraktığımdan biraz daha yorgun ve bitkindi. Yılların yorgunluğu, 90 senenin tüm birikimi bir anda üzerine çullanmış gibiydi. Tabletten dinlettiğimiz türk sanat müziğine ohh ohh deyip gülücükler atmasını hiç unutamıyorum. Artık hayattan zevk alamıyor kadıncağız, istediğini söyleyemiyor, dilediğini düşünüp dile getiremiyor. Oysa eskiden ne güzel konuşurduk. Gençlikte zormuş gibi gelen hayat yaşlanınca içinden çıkılmaz bir kısır döngüye dönüşüyor, uyumak ve yemekten ibaret olan, şanslı olanlar için. Ben ona her baktığımda bir kere daha yeniliyorum sanki, dizine oturup ağladığımda, yanaklarını okşayıp sevdiğimde, 'yerde oturma koltuğa geç' diye işaret edip beni düşündüğünü ifade ediyor. Nadir de olsa birkaç kelime ediyor. Hele annemle teyzem onu yatırdıktan sonra teşekkür ederim deyişi bugün gibi kulaklarımdan gitmiyor. Hala anılarımla olabildiğim için şükrediyorum. 


Bu hayat bittiğinde soran olursa ne öğrendin diye ilk diyeceğim şey şükretmeyi öğrendiğim. Önceleri manasız ve anlamsız gelen bu kelime şimdi artık içinde koskocaman bir hayatı barındırıyor. Nefes alabildiğim, her gün uyanabildiğim, sağlıklı olduğum, sevip sevilebildiğim, konuşabildiğim, gülebildiğim, yazabildiğim v.b daha niceleri için şükretmek! Çünkü kaybedilince anlaşılıyor her biri, elindeyken değerini bilemiyor insan. Gözünün önünde bir hayat günden güne azalırken kavranabiliyor ancak ve her kaybettiğini yeniden andığında. 


Güzel zamanlardı her biri. Her sevdiklerimle geçirdiğim gün özel ve anlamlıydı. Ben kolay biri sayılmam aslında. Bazen hırçınlaşıyorum, neden bilmiyorum, büyüdükçe ifadelerim zorlaşıyor. Ama biliyorum ki beni seven insanlar beni anlıyorlar, o anları nasıl da önemsediğimi biliyorlar. Böyle düşünerek teselli ediyorum kendimi uzaktayken. 


Şimdi içtiğim suyun, çayın tadı bambaşka, soluduğum hava kuru ve tozlu, yürüdüğüm yollar ayaklarıma çivi gibi batıyor. Ne kadar yıkasam da çamaşırlar anneminki gibi kokmuyor. Telefonum yine çalmıyor. Buradaki günler sayılı da olsa hem mutlu ediyor hem acıtıyor. İnsanın aklına da gitmek düştü mü döndüğü yer saray da olsa kar etmiyor!

Hava puslu iki gündür ve serin. Üç tane kitabım var elimde kalan ve dönmeden okumak istediğim. Bir battaniyem var ısrarla örmeye çalıştığım. İnternet yine berbat. Elektrikler sıklıkla kesiliyor, buzdolabı bozulacak diye aklım gidiyor. Üç sucuk iki peynir getirdik, bitmez inşallah dönmeden diye hesap yapıyorum kafamdan. Kışı özlediğimi fark ettim ilk kez bu sabah, saçlarımı da kestirdim. Elimi saçıma atınca o boşluk hissi hala biraz koyuyor ama alışırım nasılsa. Beyim kısa saç seviyor:)


Günler geçiyor...Özlemek yıllardır alışamadığım bir şey. Uçağın içinde olmak gibi, bir sınav. Yazıyorum ya, yenileniyorum. En çok o gerek bana bir de sarılınca içimi ısıtan, düşününce gönlümü dolduran insanlar. İyi ki varlar!


17 Eylül 2015 Perşembe

Hızla geçen bir tatilin ardından

Herkese Merhaba;
Tilkiler olarak döndük minik evimize. Daha gelir gelmez elektriklerin kesilmesi biraz afallatsa da artık Cezayirde olduğumuzu birkaç dakikada idrak ederek, kaldığımız yerden devam ettik. Aslında hiç bir şey kaldığı yerden devam etmiyor, akıp gidiyor su gibi ve geri gelmiyor. Yine de alışkanlıklar öyleymiş gibi yaptırıyor bize, kandırıyor. 

Çok yorulduk bu tatilde, thy'ye epey kızdık söylendik her zamanki gibi. Cezayir uçağını sağ olsunlar hep en sona koyuyorlar. Deli gibi yürüdük durduk. İzmir uçağında da aynı şey olunca bize gelenler geldi tabi ama ne çare. Yanımızda kedicik de vardı giderken, şimdi artık Türkiye'de. Yeni vatanı orası. Havası suyu nasıl geldi ilk denediğinde, en çok onu merak ediyorum. Çok eziyet çekti hayvancık yollarda. Biz elimizden geldiğince onu iyi etmeye çalışsak da oradan oraya taşınmak ona hiç iyi gelmedi, küstü bize. Sonra biraz gönlünü almayı başardık ama dönünce yine kızacak biliyorum. Şimdi kayınpederimle koyun koyuna yatıyormuş haberlerini alıyoruz. Ama eminim bizi arıyordur. Benim gece yatakta boş kalan sol kolum da onu ve yumoşluğunu arıyor elbette. 

Kısacık tatilde bir dolu şey yaşadık. Hepsini anlatmak istemiyorum. Yazmayı özlemişim bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Denizi koklamak bana en iyi gelen şey oldu, mavilik içime huzur akıttı durdu her seferinde. O gelmeden son haftaki yağmur da olmasaydı iyi olurdu ama o da kabulüm. Artık her şeye şükrediyorum. Hayat acayip bir şey. Hep daha kötüsünün olacağını bilmek ve ona göre hareket etmek gerek diyorum içimden. On yaş yaşlanmış olarak döndüm gibi geliyor, çok değişik.


Burası kerpe kayalıklar. Yazacağım ekstra şeyler var burayla ilgili. Elimden geldiğince fotoğraf çektim. Dalgaların kayalara vuran sesleri hala kulağımda. 


Bu ayçiçeği tarlası da İzmir'den. Daha güzel kareler de var elimde ama onları henüz ayıklayamadım. Henüz ikinci gün ne de olsa, daha ancak kendime geliyorum. Kefkendeki çiçekler artık geçmişti. Ev yolundaki bu güzellikler de içimi doldurdu güzellikleriyle. 



Mutluluktan ötesi var mı? Yanlarıydaykenki yüz ifadelerini hiç bir şeye değişmem. Biz mutlu onlar mutlu olsun, sağlık olsun. İyi ki anılar var diyorum yeniden ve yeniden. İyide de kötüde de yanyana olan güzel bir aileyiz biz. 

Yalnız feci şekilde sessizliğe, yalnızlığa, buranın taşına toprağına alışmışız biz. Döndüğümüzde tatilden memlekete gelmiş gibi hissettik. Orada bir ay kalsak biliyorum ki düzelecek, belki de aklımıza bile gelmeyecek buradaki zamanlar. Zaten dönmeye de az kaldı. İnsanın sevdikleri yanında olunca her yer güzel, gerisi de teferruat. 

Şimdi içtiğim kahvede geçmiş günler var, düşünüyorum bir bir. 20 günde 7 farklı yatakta yatmışız, buna gülüp duruyorum. İlk kez bu kadar koşturmaca oldu herhalde tatilimizde. Öncekilerde yine durgunmuşuz meğer. Buradan temelli döndüğümde bir süre uçak ile gidilecek yerlerden uzak duracağım buna kesinlikle eminim! Her geliş gidişte stresim artıyor azalacağı yerde. Gelirken gözümü bile kırpmadım. Uçak tam deli işi, gün geçtikçe daha da idrak ediyorum bunu. 

Türkiye'de durumlar epeyce kötü, yine de yaşamaya çalışıyor insanlar, ne yapsınlar. Herkes kafayı yemiş, topyekün delilik var, etraf öküz, cahil ve ayrıca da ne yapacağını bilmeyen mutsuz insanlarla dolu. Psikolojik bir savaç içinde herkes. Hem kendileri hem çevrelerindekilerle savaşıyorlar günbegün. Ayrıca her gün birbirlerini de öldürmekten geri durmuyorlar sudan sebeplerle; trafikte, evde, sokakta, restoranlarda. Dönmeyin diyorlar bize hal böyleyken ama boşuna, gurbeti yaşayan bilir ancak. Bu sınav ailelere de bize de yetti artık. Bakalım, hayırlısı olsun. Şimdi yazmalara doyamayacakmışım gibi geliyor, aklımda onlarca kelime birikti. Biraz toparlanayım, dinleneyim, en kısa zamanda buradayım!

4 Haziran 2015 Perşembe

Haziran, çocukluğum ve olağan şeyler


Haziran ayına da güzel havalarla hızlı bir giriş yaptık. Çabuk geçiyor bazen zaman ama bazen de geçmek bilmediği bir gerçek. Haziran'a varabildiğimiz için seviniyorum. Artık yaza doğru ilerliyoruz. Burada havalar ısındıkça bahçeye atıyoruz kendimizi, hep böyle güzel gitsin deyip duruyoruz. Ev-iş arası mekik dokusak da havaların iyi olması bizi de iyi ediyor.


Fotoğrafları annem albümden çekip göndermişti. Üstteki oğlan çocuğu gibi olan fotoğraf aklıma takılmıştı onu ararken birkaç tane de ekstradan yollamış. O kepçe kulaklı, kırmızı kurdelalı halimi seviyorum. Bir de bu ikinci fotoğraftaki bebeğim Aliş'le olan fotoğrafı seviyorum. Bu vesileyle blogdan arkadaşım Deep'in mimi'ni de yanıtlayayım dedim. Ne de olsa geçmişe dair yazılar yazmak ayrıca hoşuma giden bir durum.

-Çocukluğum hep mutlu anılarla dolu. Tabi bu fotoğraflardaki kadar ufak olduğum zamanlara dair bir şeyler yok hatırımda. Olsun. 

-Plastik topları çok severdim. Bisiklete binmeyi Bmx sarı kırmızı bir bisiklette öğrenmiştim. İnce uzun sokağımızda nasıl kullanacağımın heyecanını hala hatırlıyorum. 

-Eve girmek istemeyen bir çocuktum. Bakkaldan su içer, evden ekmek arası yaptırır bir koşu sokağa atardım kendimi. Birbirimizi evlerden toplardık bağırış çığırış. Ellerimin toz kokmasını ve o lavaboya dökülen kapkara suları da hatırlıyorum.

-Korkak bir çocuktum. Anne babamın sözünden çıkmazdım. Geceleri karanlıktan korkup annemi hep yanıma çağırırdım.

-Çocukluğumun geçtiği evi çok severdim. Öyle ki taşındıktan bir süre sonra bile yanlışlıkla hep o eski evin kapısına gittim durdum. Ufak ve sobalı bir evdi ama benim için en güzel evdi. Bir süre hep büyüyünce o evi almayı hayal etmiştim.

-Yazları çocukluğumu geçirdiğim Kefken'i de çok severdim. Büyüdükçe akşamları da dışarı çıkardık arkadaşlarımla. Hep top peşinde koşardım. İstop, yakartop, voleybol, tombik oynayarak büyüdüm. Saf ve iyi niyetliydim. Arkadaşlarımı hep çok sevdim. Bahçede evcilik oynardık bol bol. Şimdi o evcilik oynadığım arkadaşlarımla hala görüşüyorum.

-Kocaman kalabalık sofralarda yemek yerdik hep, cümbür cemaat. Anneannem yoldan geçen çocukların bile ağzına lokmalar tıkardı. Babaannem bir dediğimi iki etmezdi, çok yumuşak kalpli bir kadındı. Onunla kahverengi ve keçe gibi bir kumaşı olan koltuklarda oturup trt müzik dinlediğimizi hatırlıyorum. Nalan Altınörs ve Yıldırım Bekçi'yi o zaman tanımıştım. Bana dilim dilim portakal soyardı. Birlikte gezmelere giderdik. Tek çocuk olduğum için hep sevdim, sevildim, korunup kollandım. İşte bu yüzden hep en değerli şey anılarım oldu. 

-Okuldayken çok çalışkan sayılmazdım, vasattım ama idare ediyordum. İlkokul ve ortaokulu aynı okulda okudum çok güzeldi. Lise de yine tüm tanıdık sevdiğim arkadaşlarımla aynı okuldaydık. Annemin okulunda okudum liseyi, binamızı çok güzel restore ettiler şimdi, sınıfların kokusunu bile özledim ve o telaşı.

-Okula gitmeyi hep sevdim. Anaokulunda korkmuştum bir tek hatırlıyorum. Ama babaannem beni hep korkmayayım diye beklerdi ya müdürün odasında, ya komşuda ya bahçede. 

-Lise zamanı çok asi zamanlarım da oldu. Ergenlikle birlikte Nirvana'nın da etkisiyle değişimler yaşadım ama Üniversite'de ayrı eve çıkmamla duruldum, sakinleştim. Ankara'da da güzel zamanlarım oldu. Teyzemler kuzenlerimle birlikte kaldığım zamanları düşününce şimdi keşke onlarla daha çok vakit geçirseydim diyorum hep. O günler bu kafayla yaşamayı çok isterdim. O zamanlar serde gençlik vardı elbet ve başımda kavak yelleri.

Bilmem daha ne yazayım, o kadar çok şey var ki. Özümde hep iyi biri oldum. Kimseye küsmedim kızmadım kavga etmedim. Elimdekilerin kıymetini çocukken de bilirdim şimdi de biliyorum. Sevgiyle büyüdüm, bu yüzden sevmeye sevilmeye hep kıymet verdim ve sevdim; her şeyi sevdim, seviyorum. Yaşamak anılarla güzel.

Belki biraz fazla takıntılıyım geçmişe ama geleceğe baktıkça daha da çok bağlanıyorum anılarıma. Çünkü artık hayat çok acayip. İnsanlar acayip ve kötü. O günlerin masumiyetini hep özlüyor ve arıyorum. O kocaman güzel ailemi hep özlemle ve güzelliklerle anıyorum. Umarım daha yaşacak çok güzel günlerim vardır, ümit ediyorum!


Saçlarımın uzun olması hoşuma gidiyor, her ne kadar eşim kısa saç sevse de. Belki dönünce kestiririm ama şimdi kıyamıyorum. Yazın zor da olsa rüzgarda uçuşmaları hoşuma gidiyor. Hala aynı kız çocuğunu görüyorum kendime baktıkça ve hala benzer hayalleri taşıdığımı.

-Astronot olmaktan kısa sürede vazgeçtim ama yazar olma hayalim hala devam ediyor. 

-Alf'i gelsin diye çok bekledim. Hala biraz fantastik şeylerle karşılaşmayı ümit ederek yaşıyorum. Belki başka diyarlara açılan bir kapı keşfederim günün birinde. Masalları hep çok sevdim ve seviyorum. Yaşamın içinde onlar olduğu için güzel bir bakıma. 

-Denizi hep çok sevdim. Hep denize yakın olmayı istedim. Bu yüzden buradaki yazlar zor geçiyor. 8 senelik Cezayir macerası bana çok şey öğretti ama pek çok şeyden de uzaklaştırdı. Bu yüzden bazen biraz üzülüyorum. Yaşamak denen şey sıcakta bir bardak soğuk suyu kana kana içmek gibi aynı. Hala ne zaman bu yaşa geldim, o yılları nasıl yaşadım hayret ediyorum. 

Tüm bunların dışında etrafı metal panellerle çevrili hayatımız tüm rutiniyle devam ediyor işte. Özlüyor ve özleniyoruz. Bu sıra kendimi ne zaman kötü hissetsem türk sanat müziği dinliyorum. Bana çok iyi geliyor. Ama tabi  her an efkar kafasında olmak da pek iyi değil:) Ahh bir de rakımız olaydı... Şantiye ortamında neden herkes içiyor artık çok iyi anladım. Şantiyeler en çok alkol tüketilen yerler olmalı. Acayipliklerle dolu!

Neyse ki yarın tatil. Tüm günü bahçede geçirmek istiyorum. Bahçe, ruhuma iyi geliyor. 

Mutlu bir hafta sonu olsun sizin için de, güzel anılarınızı her daim hatırlayın ve eski fotoğrafları yakınınızda tutun! Yaşadığınız her anın kıymetini bilin...



10 Mayıs 2015 Pazar

Annegülüm


Anneler günü olması vesilesiyle yazıyorum. Böyle özel zamanlarda yazmayı ayrıca seviyor hem de sevmiyorum. Kararsızım. Annesi hayatta olmayan yahut ondan uzakta olan insanları düşününce yazmak çok zor geliyor. Mutlu anılarla mutlu bir gün olsun istiyorum. Malum anneler günü diye de sömüren çok insan var, buna da bozuluyorum. Nazar da değmesin diyorum bir yandan. Ama yine de yazmadan duramıyorum işte. 

Ben her çocuk gibi anne dememişim annegül demişim anneme ilk kez. Hep de mutlulukla anlatırım bunu. Bazen beni bıraksınlar günlerce konuşayım istiyorum, kendimi, hayatımı, anılarımı anlatayım. Bazen de herkes öyle çok konuşuyor ki susmak istiyorum, anılarım sadece bana özel kalsın, kimse bilmesin, değmesin. Git geller ile devam ediyor bir şekilde hayat. 

Bu fotoğrafımızı çok seviyorum. Öyle sıradan bir günde çekilmişti, bir pazar gezintisine çıkmıştık. Otobüs durağını boyamışlar, güzel bir deniz ve yelkenli kondurmuşlar. Önünde duruvermiştik, spontane ve bir o kadar da güzel...


Burada ailecek çok sevdiğimiz Bodrumdayız. Hemen evimizin önündeki deniz kenarında yine rutin olarak fotoğraf çektiğimiz mekanımız. Benim güleç annem nasıl da mutlu, Bodrum'u çok seviyor, denizi seviyor, birlikte olduğumuz için çok mutlu. Ben de onun bu güleç hallerine bayılıyorum. Süslüm benim. Her daim ojeli parmaklar, uzun tırnaklar, renkli ve süslü giysiler, ayakkabılar ve o asla doyamayacağım gülümseyişi...


Çılgınım benim. Nasıl da -benimleyken- çocukla çocuk, deliyle deli oluyor...Fiks hareketimizdir bu, neden bilmem. Pek çok ifade ediyor bizde. Lodos gibi bir nevi!


Burada yine coşmuşum :) Ankarayız. Birlikteyiz ya hep mutluyuz. 


Burada yine bir gezme gününde oyuncakçıdayız. Hulahop çeviriyoruz. Annem gençliğinde çok çevirmiş hep anlatır. Orada hem ben hem o bir süre oynadık pek eğlenmiştik, o günü gülerek hatırlıyorum. 


Burada çok sevdiğim ve her daim özlediğim Kefken'yiz. Bir akşam üzeri gezintisine çıkmıştık birlikte, Nihat Erim tepesine doğru ilerledik. Birden hava bozmuştu hiç unutmam. Fırtına çıktı gök karardı, tam da manzaraya karşı durmuşken heyecana kapılıp koştur koştur dönmüştük eve. Kefken'in birden gelen fırtınası meşhurdur. O sıra çekivermişim. Pek sevdiğim fotoğraflarından biridir. 


Burada ise Sekapark'tayız. Yine mutlulukla hatırladığım güzel günlerden biridir. Şu bakışı içimi eritiyor. Masum, sevimli ve mahzun. 

İyi ki böyle pamuk kalpli bir anneye sahibim. Her anne olan iyi olamıyor elbette ki çünkü iyi insan olmak gerekiyor özünde. Ne canavar anneler var yeryüzünde, inanmakta güçlük çektiğim, herkes anne olacak diye bir kaide de yok. Zaten olmamalı da. Ama annegülüm iyi ki annem olmuş, birlikte harika zamanlar geçirdik, geçiriyoruz. Annemi çok özlüyorum. Uzakta olmak her geçen gün daha da zor geliyor. Hele böyle özel günler içinden çıkılması mümkün olmayan bir gayya kuyusu gibi benim için. Sesini, beni öpmesini, konuşmamızı, ağlaşmamızı, sarılmamızı, şebeklik yapmamızı, bana mis kokulu yemekler yapmasını özlüyorum. Onunla aynı ortamda sadece orada olmayı bile özlüyorum. 

Anneler günün kutlu olsun canım annegülüm. Bugün okuduğum ve çok sevdiğim Yonca Tokbaş'ın dediği gibi 'Kalbi bir can için koşulsuz sevgi taşıyan herkesin Anneler Günü Kutlu olsun'. Anneleri vefat eden tüm arkadaş, dost, tanıdıklarımın da anneleri nur içinde yatsın...

24 Şubat 2015 Salı

Kaldığımız yerden devam


Kürkçü dükkanımıza döndük yeniden. Herkese Merhaba!

Epey maceralı bir dönüş trafiğinden sonra yeniden kaldığımız yerden devam ediyoruz sanki hiç gitmemişcesine. Hayat hızlıca akıp gidiyor ve bu hızda aptallaştığımı hissediyorum. Dönüşlerde kendime gelmem epey zaman alıyor. Şantiye kapısından içeri adım attığımızda itiraf ediyorum ki şöyle dedik 'sen orda güzelim evi, sıcacık aile sevgisini, dost sohbetlerini, sosyal hayatı ve daha bir dolu güzel şeyi bırak buraya 25 metrakareye gel, akıl kârı değil!'. Yine de buna da şükür diyoruz, sağlıkla ve güzel nedenlerle gitmek ve dönmek en güzeli. 


Gidişimiz rahattı. Yine fazla eşyalarımızı ayıklayıp gittik bir telaşla. Memlekete ayak basınca derin bir iç rahatlığı hissettim. Yolda olmayı sadece arabada, trende veya otobüsteyken çok sevdiğimi yeniden idrak ettim. Uçak bunca gidip gelmelerime rağmen hala kocaman bir bilinmez benim için ve büyük bir stres. Ailelerimizin sıcak karşılamaları ve orada oluşumuza büyük ihtimam göstermeleri herşeye değiyor. Anne yemekleri gibisi zaten yok. Canım anneannem artık iyice yaşlanmış, kimi zaman her şeyi hatırlıyor kimi zamansa kim olduğumuzdan bir haber ama iyi ki onunla harika anılarım var diyorum. Odam bıraktığım gibi duruyor ve her gittiğimde herşeyi talan edip karıştırmak için yanıp tutuşuyorum. Bana ait olan çoğu şeyi de uzak kaldığım için unuttuğumdan, gidip gelmelerde yeniden keşfettiğimde ayrıca mutlu oluyorum. Evimizin penceresinden dışarıya bakıp huzur bulmak gibisi de yok. 



Havalar bizi güzel karşıladı neyse ki. izmit çok soğuk değildi ama İzmir beklediğimizden soğuktu. Yeni evimizde henüz ısınma için şömine haricinde bir sistem kurulu olmadığından kalamadık ama devamlı bir bahaneyle gidip geldik. Neyse ki pek çok halletmek istediğim kalemi başarıyla tamamladım. Mutfağıma masamızı aldık, halıları perdeleri hallettik. Yazlık gibi düşündüğümüz alt katımızda henüz bir şey yok ama onu da dönünce halledeceğiz inşallah. Daha yapacak işler bitmedi yavaş yavaş tamamlanıyor. Tadilat çok önceden bitmiş olmasına rağmen evde perde ve halı olmayışı hala inşaatmış gibi hissetmemize neden oluyordu şimdiki haliyle artık ev gibi gelmeye başladı. Zaten fark ettim ki artık hep ev ile ilgili şeyler  hayal edip almaya gayret ediyorum. Hayatımızdaki büyük bir boşluğu doldurmuşuz evimizle meğer. Yine elimizde bavul oradan oraya taşınma halimiz son bulmadı ama en azından herşey daha düzenli. 



Türkiye gerçekten çok acayip bir memleket. İnsana buradan sonra huzur verdiği bir gerçek. Ama insanların yüzlerinde mutsuzluk ve tedirginlik hakim, herkes bir şekilde ilerlemeye gayret ediyor ve yorgun. Uzaktan bakıldığında görülen şeyle, içinde yaşanıldığında anlaşılan durum epey farklı.  Ekonomik sıkıntıların var olduğu bilinmesine karşın herkes deli gibi alışveriş yapıyor ve biz her seferinde hayret ediyoruz. Çok acayip bir milletiz çok. Madame coco çılgınlığı denen bir furya var, çalışanlar bile duruma hayretle bakıyor. Madame Coco açılmadan önce insanlar çıplakmış herhalde diyenleri bile duyduk. Öte yandan yurdun çeşitli yerlerinden gelen kötü haberlerle geçti günler, üzüldük kızdık. Kısacık tatilimizde o kadar çok duyguyu bir arada yaşamak insanı yoruyormuş bunu daha iyi anladık. 


Ailemize bir minik katıldı. Onun heyecanıyla da geçti günler hızlıca. Bir bebeğin aileye kattığı heyecan ve değer bambaşkaymış. Ne kadar zor bir süreç olduğuna da tanıklık ettik elbette ama o pamuk tene dokunmak bile insana yaşamanın güzelliğini idrak ettiriyor, gerçekten mucize. 


Şimdi yine yavaşlığıyla çılgına çeviren internetle başbaşayız. Yorgunluğumuzu hala atamadık üzerimizden. Geldiğimden beri tavuk gibi sızıyorum. Kedimi çok özlemişim, o da bizi elbette. Bir hayvanın evdeki sıcaklığı bambaşka.  Yazmaya dönmek iyi geldi. Giderken orada da yazacağım bu sefer dediysem de yine başaramadım. Onca koşturmanın içinde bilgisayarımı sadece bir defa açabildim hepsi o. Biraz uzaklaşmak iyi de oluyor aslında. Anlatacak çok şey var. Bu bir başlangıç yazısı olsun madem. 

Herkese kocaman sevgiler. Ben yokken o kadar çok şey yazılmış ki bloglara, geriden de olsa takibe başlamak zamanı artık. 

Cezayir'den yeniden merhaba!

25 Kasım 2014 Salı

Küçüktüm, ufacıktım


İşte bir zamanlar, ki aslında en güzel zamanlardı onlar,  böyle mavi siyah önlüklerimizle okula giderdik. Burası İzmit Seka İlköğretim Okulu'nun ana giriş kapısı. Öğretmenimiz Lalezar Kazancıoğlu, Müdürümüz Sait bey ve yardımcısı Vedat bey. Beni bulabildiniz mi bilmiyorum ama söylemeyeceğim nerede olduğumu. 

Okula dair pek çok anım var hafızamda, ama unuttuğum da bir o kadarı var beni üzen. Ne zaman okul kokusu duysam o günlerden kalan hayal meyal hatıralar gelir aklıma. Bu fotoğraftaki çoğu kişiyle yıllar sonra yeniden görüştük, yeniden tanıdık birbirimizi. Bazılarınınsa nerede ve nasıl olduklarına dair fikrim yok. Öğretmenimi de en son yolda görmüştüm memleketime gittiğimde. Oysa 24 Kasım'da orada olup ona güzel bir sürpriz hazırlamayı çok arzu ederdim. 

Okula çoğu zaman söylenerek gitsem de orayı hep çok sevdim. Okuluma dair hep iyi anılar biriktirdiğime inanıyorum. 8 sene aynı okulda okudum ilkokul ve ortaokul. Bu yüzden zamana direnmelerine ve değişimlerine de şahit olabildim. Yıllar sonra eskiden bana devasa gelen bahçedeki mermer taşın aslında hiç de o kadar büyük olmadığını fark ettim. Annemin verdiği parayla bir simit bir gazoz alır üzerini de arttırırdım. Bir osman amcamız vardı hademe, sanırım geçenlerde vefat etmiş, o bazen minicik kutu gibi bir odada simit satardı okulda bizde hep susamlar için yalvarırdık. Soğuk bir tiyatro odası vardı yada bir depoydu tam bilemiyorum orası hep korkunç gelirdi bana. Büyüyünce öğretmenler odasına da girip çay içmiştim ya ahhh ne gündü! Keşke okulum şimdi yerli yerinde durabilseydi de gidip koridorlarında yürüyebilseydim o zamanki halimle.

Lale öğretmenimiz sınıf öğretmenimizde, iyi bir kadıncağızdı, elleri, o ojeli ve uzun tırnakları hala aklımda. Mis gibi parfüm kokusu da her yere yayılırdı sınıfta hiç unutmuyorum. O zamanın koşullarında kendine bakan, süslü, temiz biriydi, yüksek sesle konuşurdu, çatallı bir sesi vardı. Ondan korktuğumu anımsıyorum çünkü biraz sert görünürdü ama ben de çok zeki bir öğrenci sayılmazdım vasat diyebilirim kendim için. Özünde iyi bir insan olduğunu bilmek aslında yeterli. Ona dair anılarım hep kokular üzerinde ilerliyor tuhaftır. Sınıfta maydanoz yediğini hatırlarım mesela, hatta bir keresinde lahmacun da yemişti onu unutamıyorum. Onun gözünde ailenin kıymetlisiydim bu yüzden sadece bir kere yazılı anında çimdiklemişti beni. Devamlı anlamadığımız yerleri sormamızı tembihlerdi ama sorunca da kızardı. Bu yüzden kimse sormaya cesaret edemezdi ama ben ederdim, azar yiyeceğimi bile bile sorardım. Arkadaşlarım çok dalga geçtiler hala neden soruyorsun diye. Ben soru sormaktan ne o gün ne de bugün hiç vazgeçemedim. Matematiği hiç sevmez ve yapamazdım. Ne zaman içinde tuğla kelimesi geçen problemler yaptırsa adımı çağrıştırıyor olsa gerek, beni tahtaya kaldırırdı. Acaba bir kez yapabilmiş miydim o problemlerden birini? Elinde kalemle bit kontrolü yaptığını hatırlıyorum. Saçlarımızı çekiştirirdi o tükenmez uyduruk kalem. 

Birbirinden ayrılmamak için çılgınca ağlayıp direnen üç sıra arkadaşıydık biz, hep ortada oturma kavgası yapardık. Arkadaşlarımın numaralarını ve nasıl yazdıklarını bile hatırlıyorum gözlerimi kapatınca. Bir de doğum günümde teyzemin aldığı pembe saçlı lahana bebeğimi sınıfa getirmek isteyip ağladığımda sadece bir ders sırada benimle oturması için izin verdiğinde çok mutlu olmuştum. O bebeğimin de kokusu hep burnumda. Yıllar sonra bir iki kez arkadaşlarla ziyaretine gitmiştik, hala biraz tedirginlik vardı üzerimde, ama o aslında hiç de korkulacak gibi biri değildi. Hatta özenle sakladığı lacivert kaplı not defterini bulup çıkartıp göstermişti, notlarımıza bakıp o günleri yad etmiştik. Bazen sınıf defterini doldurturdu bana o zamanlar 4. yada 5. sınıftık artık büyümüştük ve o mertebeye ulaşmış olmak ne büyük gururdu. 

Şimdiye kadar öğretmenim olan kişilerin hepsinin bende ayrı bir yeri olmuştur, hepsini ayrı ayrı sevdim. Çünkü bana hep öğretmenlerimin ne kadar değerli oldukları öğretildi. Öğrenmeye de hep meraklı bir tiptim, biraz tembel de olsam. Onları oldukları hallerinden hep daha devasa, daha bilgili, daha başka görürdüm gözümde. Bizden hariç olan hayatlarını hep merak ederdim. Hayal ederdim ki bir gün vakit geçirebilsek birlikte. Ama hiçbir zaman yağcı tabir edilen tiplerden olmadım. Beni içten bir çocuk olduğum için severlerdi.

İlkokuldan mezun olduktan sonra öğretmenimi ziyarete gittim pek çok kez. Bazen sınıfındaki ufak öğrencilerine gözetmenlik yaptırırdı gittiğimde,  o zamanlarda o koca sınıfın hakimiyetinin bana geçmesi ne harika bir histi. 

Ortaokulda da lisede de epey kıymet verdiğim pek çok öğretmenim oldu. Kimini zaman zaman gördüm, kimi vefat etti kimini ise aramama rağmen bulamadım. Keşke şu anda hepsini bir araya getirebilme ve duygularımı söyleme şansım olsa. Öğretmenlik yaptığım o bir senede onlara dair pek çok şeyi de kavramış oldum aslında. Bir sınıfta öğretmen olarak oturmanın ağırlığını, bilincini tecrübe etmek, çocuklara yeni şeyler öğretmenin hazzına erişmek gerçekten çok başkaydı benim için. Hep bana yapılan güzel hareketleri hatırlamaya çalıştım, konuşup fikir alabildiğim, paylaşımlarda bulunabildiğim öğretmenlerim gibi olayım istedim. Sevgimi göstermeye çalıştım ve eminim az zaman geçirmiş olsak da çocuklarım da beni çok sevdiler. Bunu yürekten hissedebildim, bu yüzden şanslıyım. 

Öğretmenlik, sevgiyi ön planda tutabilince, kalben çocukların tümüyle yakın olabilince ve bilginin kıymetini biliyorsan gerçekten en güzel meslek. İnsan yaşı ilerlediğinde daha iyi idrak edebiliyor bazı şeyleri. Sistem her zaman kötüydü, ama öğretmenlerim ellerinden geldiğince en iyiyi vermeye çalıştılar bana hep. Yoksa çok iyi hatırlarım kırmızı beyaz kaplı Tahire Alper matematik kitabından 45 tane problemi çözemeyip babamla halamın önüne verdiğimi.

Ağır ödevlerle, kapasitesinin çok dışında şeyler yapmaya çalışıp aptal gibi hissedenler çoktu. Kimse karşısına alıp da bizi geleceğe dair konuşmalar yapmadı ama iyi bir birey olmamızı istediklerini en azından ben hep biliyordum. İşte bu yüzden mutluyum. Eksik kaldığım, yeteri kadar öğrenemediğim çok şey var, çok harika okullara gidip iyi eğitimler almadım ama mutlu bir çocukluk geçirdim. Bu yüzden işte etrafımdaki iyi eğitim almış ama mutlu olamamış pek çok kişiden daha çok seviyorum yaşamayı, insanları ve anılarımı. Bana her öğretmenim sevgiyi, paylaşımı, iyiliği öğretti aslında, çünkü ben onu almaya istekli bir çocuktum. Ailemin desteğini de asla yadırgayamam çünkü hiç bir zaman dört dörtlük bir öğrenci olmam için baskı yapmadılar, koşup oynadım, düşüp kirlendim, ağladım, deli gibi hiç ders çalışmadım ama mutlu oldum. Bu yüzden çok şanslı saydım kendimi hep. İyi ki o öğretmenlerimi tanıdım, onlarla ilgili güzel anılar biriktirebildim. Her birine saygım sevgim sonsuz. Onlar iyi ki varlar anılarımda, hayatımda!

Belki bir gün başka hikayelerle yeniden yazarım okul zamanlarımı. Hem öğretmenlik yaptığım okulu ve o zamanki anılarımı da yazmalıyım aslında hep erteliyorum. Gecikmiş bir öğretmenler günü yazısı oldu bu ama olsun, sevdiğini mutlu olduğunu söylemek için hiç bir zaman geç değildir ne de olsa...

Tüm öğretmenlerimin, öğretmenlik yapan arkadaşlarımın, öğretmenlik mesleğine içtenlikle gönül vermiş olan o iyi insanların bu güzel gününü kutlarım.

20 Mart 2014 Perşembe

Bana uzun uzun yaz


Uzunca yazmaya başlayalı epey zaman oldu aslında. Ortaokul yıllarıydı, şiir ile yatıp şiir ile kalktığım zamanlardı. Dizelerim hep uzun olurdu, çünkü anlatmaya çalıştıklarımı yarıda kesmeyi taa o zamanlarda dahi sevmezdim. Küser gibi gelirdi kelimeler sanki. Olağan gücümle, bastıra bastıra yazardım.

Daktilo sevdam da o zamanlarda başladı. Sahile bile taşırdım cılız bedenimle o koca ağırlığı, sırf denizin sesiyle daktilonun çıtırtısı karışsın birbirine diye. Hem tuzlu tenimle yazmayı da severdim güneş yakarken...

Yanımdaki sıra arkadaşımla mektuplaşmaya da o zamanlarda başladım. Anlatacak hep çok şeyim varmış bakıyorum da. Bitmek bilmeyen kelimeler ordusu kurmalıymışım zamanında. Yazmak belki de en iyi ilaçtı ruhuma, şiir gibiydi bir parça ve anlattıkça çoğalıyordum kendimce.

Uzun uzun yazdığımız zamanlardı birbirimize. Daha öğlen yanından ayrıldığım arkadaşıma sayfalar dolusu yazardım sanki yıllarca konuşmaya hasret kalmış gibi. 

Geçen bir arkadaşım sana uzun uzun yazmam lazım bir ara dedi ve işte o anda üşüştü tüm anılar üzerime. Uzun uzun yazmayı ve bana uzun uzun yazılmasını çok seviyorum ben. İyi ki bana yazanlar var ve kalbiyle ruhuyla kilometrelerce uzağa gelebilenler var kelimelerden kurulan köprülerle. İyi ki güzel yürekli insanlar var yakınımda, bana dokunmadan değebilenler var, güneş gibi içimi ısıtan, uzun uzun yazanlar. 

Yazmak gelen gün ile yeniden var olmak demek adeta!

18 Mart 2014 Salı

Olmak istediğim yer


Hiç uyanmak istemediğim bir rüyanın tam de en can alıcı kısmında alarmın iç gıcıklayıcı sesine uyandım dün sabah. Güzel bir sabahtı, kuş sesleri penceremin tam da önündeydi adeta. Kedim bile heyecanlanıp camdan dışarı dikmiş gözlerini, sonradan fark ettim.

Sabahları güneşli ve kuş cıvıltılarıyla dolu bir güne uyandığımda heyecanlanıyorum güne katılmak için ben de aynı bir ev hayvanı gibi. Oysa dün beni heyecanlandıran asıl şey rüyamın gerçekliğiydi ve hala orada olduğumu hissetmek. 

Herkes için değil elbette, sadece mutlu çocukluğu olanlar için kıymetlidir o günlere dair anılar. O yüzden büyüdüğüm ev her zaman benim için özel olmuştur. Çok ağlamıştım taşındığımızda. Pek çok kereler o eski evimizin kapısına gitmiştim oyun bittiğinde akşam vakitleri. Oraya bizden sonra taşınanları hep kıskandım, bizim bıraktığımız gibi dursun her yeri istedim içten içe. Çocuğum ya işte, eve gitmez; evimizin yeni sahiplerine uğrardım su istemek için, yan gözle de içeriye bakar dururdum. Duvarda kocaman bir sonbahar resmi vardı, salonda. Hala merak ediyorum acaba duruyor mu şu anda da diye. Kokusu vardı kendine has ve ruhu vardı sanki yaşayan bizimle.

O evdeydim işte dün sabah yeniden. Bir bir gezdim tüm odaları. Pek çok şeyi unutsam da günden güne; oraya ait çoğu detay hep aklımda. Neden? O minik mutfak, salonda yanan soba, banyonun önündeki pembe lamba, sokağa bakan soğuk odamız...

Hiç istemedim çıkıp gitmek oradan. Kendi kendime bir gün bu evi alacağım diye geçirirdim içimden. Bazen hala düşünüyorum. Keşke çocukluğumuzu geçirdiğimiz evler öylece kalabilse. Soluk almak istediğimizde gidip kapısını açıp kendimizle kalabileceğimiz bir yer gibi, dursa, hayatın tam da ortasında. 

Belki de ben fazla bağlıyım anılarıma, bilmiyorum neden böyle. Hatırlamadığım detaylar için bugün öyle üzülüyorum ki. Çünkü biliyorum yarın oraya adımımı atsam ve bıraktığım gibi bulsam nehirler kadar çok ağlayacağım. Belki duvar kağıdını bile severim, kim bilir. 

O çok fazla oturmadığımız, ince sokağa bakan dar balkonda durup bakmak istiyorum geçmişten, bugünüme doğru. Geleceği bilmeme gerek yok şimdi. Sadece dinlenmek istiyorum anılarımda!


Odamdaki tütün rengi ahşap yatağın, kurbağa yeşili kadife kumaşında uzanmak istiyorum biraz. Gizliden soğuk odamıza dalıp içinde her gün yeni şeyler keşfetmeye doyamadığım karton kutuları karıştırmak istiyorum kahkahalarla. Arkadaşlarım beni çağırsınlar oynamaya bağıra bağıra, sonra bakkaldan biraz çekirdek alsam belki bir de gazoz, köpür köpür leblebisi de yanında. Her yerim kir toz olana kadar oynasam sokaklarda düşe kalka. Sonra mis gibi yemek kokan evimize giriversem muzipçe gülümseyerek. Annemin nefis köftelerini bir bir tıkıştırsam ağzıma ketçaba bana bana. Hani gittim farz ettik ya o günlere, o zaman dedem de gelsin yanıma, dizine oturtsun ki beni dinleyeyim onu can kulağıyla. Babaannem belki sabaha börek yapar getirir kıyamaz ki o bana. Hem ertesi gün belki de anneanneme giderim elime hala her gün ofise gelirken yaptığım gibi kocaman bir torba alıp da, içine yanımda olmasını istediğim her şeyi doldurarak.

Keşke güzel rüyalar hiç bitmek zorunda olmasa...

Keşke camcılar, dünyayı daha güzel görebilmemizi sağlayan camlar taksalar evlerimizin pencerelerine,

ve keşke masallara her gün yeniden inansak!

2 Mart 2014 Pazar

Pazar notları (bol yemekli olanından)

Pazar günlerinin ifade ettiği duyguyu yemek fotoğrafları ile daha iyi anlatabilirim diye düşünerek yazmaya giriştim bu yazıyı. Ama şu an emin olamıyorum. Daha çok pazarların hissiyatını değil de yemekleri anlatacağım gibi, hadi bakalım...

İki gündür yağmurlu bir mevsim bize eşlik ediyor. Mart ayına girdik, tam oldu. Söylenene göre yağmurlar epeyce bir süre devam edecekmiş. Tam uzanıp kitap okuma havası, yanında biraz kahve, kek veya kurabiye eşliğinde. 

Dün epeyce okudum. 200 sayfa kadar. Aslında bir günde bitirdiğim kitaplar da oluyor ama bitmesinler istiyorum. O yüzden ağırdan almak daha iyi. 

Pazar deyince aklıma ilk olarak işte bu kahvaltı geliyor. Sizin için çok bir şey ifade etmeyebilir ama şu tabakların önümde olması bile beni mutlu etmeye yetiyor. Arkadaki çekirdeksiz yeşil zeytinlerin tadı da harika yalnız benden söylemesi.

Ayrıca kimse kırılmasın gücenmesin İzmit simiti bir başka oluyor. Simit gibi simit. Tadına doyum olmuyor. Diğer memleketlerde de yedim ama tat vermedi, ya tuzsuz, ya susamsız, ya pekmezsiz, bir acayip geldi işte. 



O güzel kahvaltı tabaklarında babannemin böreğinden de oldu mu işte harika bir kahvaltı olmuştur o an benim için. Tadı şu an hayal ederken bile ağzımda.



Ahh şu dolma denen şey nasıl da insanın aklını alıveriyor anında. Kocaman tencerelerdeki minik hallerine bayılıyorum. Yoğurtlu veya yoğurtsuz yahut soğuk sıcak olmuş fark etmez, zeytinyağlı da kabulüm. Ama sanırım şu sıra en çok etli dolmayı seviyorum. Pazar günlerini sevdiğim ve özlediğim gibi aynı. 


Kanat ve bulgur pilavı da gözümde değişmez ikilidir. Hele böyle iyi kızarmış olan kanat candır. Şu kanat nasıl da kıymetli oldu sonradan. İlk zamanlarını düşünüyorum da. Cezayir'de de atıyorlar kanatlarını tavukların. Ama birkaç kez isteyip de ayırtılıp alınınca şimdilerde fazla paraya bile satıyorlar. Kanat kısımlarını ilk başta yendiğini bilmiyorken bedavaya veriyordu burada kasaplar. Şimdi bir yerde kanat bulsak almak için insanları yarıyoruz resmen:)


Döner de en özlediklerimden biri. İlk göz ağrısı gibi bişey benim için. Çocukluğumu hatırlatır hep bana. Babaannemle çarşıya çıktığımızda annemin iş yerine uğrayacağım diye tuttururmuşum. Hayal meyal bazı zamanları aklımda. Ama annemin öğlenleri bana döner yedirmesini hiç unutmam. Nasıl koskocaman bir mutluluk peydah olurdu içimde. O domatesin tazeliği, o yoğurdunun mis kokusuyla bir iskendere asla hayır diyemem doğrusu. 


Bu söğüş sonradan alıştığım bir lezzet. Bazen hala neden soğuk oluyor yahu diye düşünmekten kendimi alamıyorum. İlk zamanlar söğüş denilince doğranmış domates salatalık gelecek sanmıştım. İzmir'de söğüş yemek şimdi bir alışkanlık oldu. Kimyonlu ve bol maydanozlu da olunca offf tam pazar günlerine layık bir seçim. 


Kaç seferdir gidip geliyoruz ilk kez keşfettim İzmir'de biranın yanında falan barlarda turşu verildiğine. Önceleri de gittiğimiz oldu bara ama sanırım bize denk gelmedi. Tanrım o da nasıl bir turşudur öyle, önünüze 5 kilo koysalar yersiniz. Tombul, sulu, kıtır kıtır ve etli. Bunu kumru öncesinde yedik ama içki ile getirilenler de aynısıydı. 


Çok rica ediyorum bana kızmayın. İlk kez yedim kumruyu bu sene. Hep bir telaş koşturma derken meğer ben kumru yemeği ihmal etmişim. O da neden, pazar günleri pazara gittiğimde aç karnına dolaşmayayım diye simit veya boyoz alıyorum genelde. Orada da kumru ekmeğinin içinde peynir domates ve biber konulmuş servis ediliyor oluyor. Ben de hep onu kazımışım aklıma kumru diye diye. Meğer böyle tombul, içinde yok yoook, salam sucuk sosis domates ve uzayan bir kaşar olan acayip bomba bir şeymiş. Bundan sonra her gittiğimde yiyeceğim sanırım. Bu pazar günümü denizin kenarında elimde bu kumruyla geçirmek isterdim.


Gelelim lahmacuna. Bu yediğimizi çok sevdim. Eskiden hacıoğlunda falan yerdik İzmit'te. Ama bu sefer sanat sokağındaki Külekçioğluna gittik. Servis biraz ağır da olsa lezzetini pek sevdim. Lahmacun bana sanki cümbüş gibi geliyor. Öyle bir anlamı var kafamda. Pek çok lezzeti bir arada alıyorum. 


Baba kız gittiğimiz kokoreççi'de çektim alelacele. Çünkü tek arzum o tazecik çıtır ekmekten ısırmaktı o anda. O gün çok koşturduk, öğlen yemeği yiyemedik babamla. Yurt dışından aldığım telefonumu kayıt ettirmek derdindeydik. Ama bir daha tövbe almam. Tam bir gün boyunca oradan oraya koşturup durduk. Öyle parayı öde git hemen açtır hikayelerine aldırmayın sakın ha. Emniyete ve vergi dairesine kadar yolu var. O kadar koşturmacadan sonra babam hadi gel bir kokoreç yiyelim baba kız deyince ohh yüzümde güller açtı. Şimdi kafamı ekrana yapıştırarak bir ısırık almak geldi içimden ne yalan söyleyim.


Eskiden burger king benim için bir numaraydı. Ama doğruya doğru artık eski kalitesi kalmadı bence. Son birkaç gidiştir hep mc donald's ı tercih ediyoruz ve çok da memnunuz. Bu fotoğraf Cezayir'e geleceğimiz gün hava alanında çekildi. Mc donald's bulamadığımız için ağzımızda son bir tadı kalsın diye Burger king'e girdik mecburen. Karnımız epey acıkmıştı. Daha da epey zaman vardı. Wooper'ın soğanlarını falan her ne kadar çok sevsem de Big Mac bambaşka bir lezzet. 


Teyzem bizdeydi bu gidişimizde İzmit'te. Biz gelmeden anneannem biraz rahatsızlandığı için teyzem de Ankara'dan gelmişti. Zaten beni görmek için şubat tatilinde gelecekti ama biraz erken gelmiş oldu. Neyse ki anneannem iyi oldu. Artık epey yaşlandığından bakımı biraz zor. Ama buna da şükür elbette. Teyzem hemen bir lahana dolması sarıverdi, sonra yaprak dolması yaptılar, daha börekler çörekler falan da tabi yapıldı ama ben teyzemden bir beğendi istemeden duramadım. Dedemi de andık böylece. 'Hadi Leziz bir beğendi yap da yiyelim' deyişi geldi aklımıza. O da ne çok severdi. Onun hatırına da yedim bir kaşık. O kadar güzel yapmış ki iki tabak yedim hem etinden hem beğendisinden:) Şu an olsa yine iki tabak yerim herhalde. Ailemizin bayanlarının eli lezzetli maşallah. Ehh ben de onlara çekmişim biraz:)Tereyağlı mis gibi pilav, beğendiğinin o ipeksi kıvamı, etin ağızda liğme liğme oluşu bugün gibi hatırımda. Buranın patlıcanları pek çekirdekli ve lezzetsiz olduğundan ne zaman denesem güzel sonuç alamıyorum şu beğendiden. Yine de denemeye devam edeyim en iyisi ben. 


Bu yazı tatlısız bitmezdi. Eşim her ne kadar kabak tatlısını sevmiyor da olsa ben görünce bile dayanamayacak gibi oluyorum. Hele ki annem yaptıysa offf. Burada kaç kere yaptım olmadı. Bazen en zor şeyleri yapıyorum böyle basitleri tutturamıyorum ya deli oluyorum. Kabaklar hep ya küçücük kaldı ya yumuşaklığını kaybetti. Kabaklar kötüydü işte açıkçası. Şimdi fotoğraftakine bakınca daha iyi anlıyorum. Bunun üzerine kaymakla nasıl da güzel olurdu şu anda. O rengi bile insanı çekiyor. Tatlı yediğini de anlıyor insan bence. Başka bir hazzı var kabak tatlısının benim için. Sütlü ve şerbetli tatlıların yerinin ayrı olması gibi. Yine de baş sıralara koymayı tercih ediyorum. 

Pazar günlerinde hep böyle şahane yemekler hayal ediyorum. Normal günlerde de ediyorum elbette bazen ama en çok pazarları aklıma düşüyorlar. Çünkü pazar demek kalabalık ve güzel sofralar demek benim için. Bunca leziz fotoğraftan sonra akşama yemekhanede patlıcan tava olduğunu bilmek pek iyi hissettirmedi doğrusu. İş başa düştü. Bakalım neler yapabilirim bu akşama!

Mutlu bir haftamız olsun! 
Not: Sanmayın ki memleket meselelerine ilgisizim, öyle laylaylom geçiriyorum hayatı. Sadece bunca olumsuz durumun içindeyken burada da bağırmak, hakaret etmek, söylenmek, kızmak, haykırmak, bahsetmek içimden gelmiyor. Oysa söyleyecek çok kelimem var. Aslında aklım öyle meşgul ki deniz anasına bile anayasa der duruma geldim gündelik alakasız konuşmalarda. Hayal ederken bile düşlerime tazyikli sular karışıyor...Böyle işte!