Cezayir'e artık iyice yaz geldi. Her yer kavruluyor. Kampımızın bulunduğu rakım yüksek olduğundan hava şehre oranla bir nebze de olsa serin sayılır. Ne zaman alışveriş için şehre gitsek havanın yakıcılığı karşısında şaşkınlığa uğruyoruz. Kışı sevmememize rağmen ve sürekli artık yaz gelsin deyip durduğumuzu düşünürsek bu şekilde fırında yaşamak da açıkçası bize fazla geliyor. Her şeyin fazlası zarar gerçekten.
İki hafta oldu aslında başkente gittiğimiz. Yazı için biraz geç kaldım sanırım. Le bon gibier burada en sevdiğimiz restoranlardan biri. Açık havada yemek yiyebilmek mutluluk verici oluyor. Yemekleri, tatlıları da son derece lezzetli ve çeşitli. Restoranın adının anlamı av hayvanları demek. Pek çok et çeşiti var, tavşan, kaz, dana, koyun v.b Ramazan da serviste pek gecikme olmadı ama normalde yemek için buraya geldiğimizde saat 22.00 den evvel yemeğe başlayamıyoruz diyebilirim.
Restorant fotoğraflardan da görülebileceği gibi Makam El Chahid'in yakınında. Hava aydınlık olduğundan yemeğe gitmeden önce biraz etrafı turlayıp fotoğraf çektik.
Makam el chahid'in içine buraya geldiğim ilk yıllarda girmiştim. İçinde güzel bir müze de bulunuyor. Bahçesi de çok güzel. Gayet ihtişamlı bir yapı. Ben o kocaman yapının altında durup büyüklüğü karşısında şaşkınlığa uğramayı seviyorum.
Bu da anıtın hemen yakınındaki jandarma binasının içinden bir kesit. Bu bina ne olarak kullanılıyor bilemiyorum ama gerek motifleri gerek mimari özellikleri ile hoşuma gidiyor. Cezayir'de en çok sevdiğim şeylerin arasında binalara özenle yerleştirilen bu motifli seramikler oluyor çoğu zaman.
Yüksek bir alana kurulduğu için manzarayı izlemeye de doyum olmuyor.
Hemen binaların önünde gördüğünüz bahçe de son derece güzel aslında, buradan pek belli olmasa da. İnsanlar oraya yürüyüşe gidiyorlar. Etraf hoş çiçekler ile bezeli. En çok beğendiğim yerler arasında yer alıyor bu park. Adı da Jardin d'essai. Orası ile ilgili de ayrıca bir yazı yazacağım sizler için.
Bu fotoğraftaki binalar da tam Cezayir ruhuna uygun. Tepelerindeki çanak antenler öyle çok ki görenleri hayretler içerisinde bırakıyor. Binaların kendine has özelliklerini geride bırakıp görüntü kirliliği yaratsalar da yine de ilgi çekiciler. Bu binaların içlerini çok merak ediyorum aslında. Belki bir gün görme imkanı bulurum.
Giriş kısmında çürümeye bırakılan güzel bir paravan. Haline pek üzüldüm. Türkiye'de olsam hemen evime almak için isterdim.
Bunlar da sandıklara çıkan yolun kenarındaki motifli seramikler.
Ahhh bu sandıklar. Umarım Türkiye'de de bulurum da alırım evime. Ne kadar da güzeller öyle değil mi?
Neden bilmiyorum ama en çok bu sandığı beğendim ben.
Restoranın girişini de ayrıca beğeniyorum. Bu sefer farklı bir kapıdan girdiğimiz için ana kapıyı çekemedim. Çıkarken de hava iyice kararmıştı. Aslında daha önce fotoğraflayıp bloga eklemiştim. Yazısı ve kapı fotoğrafı burada. O ahşap ve motifli kapı her gördüğümde beni benden alıyor. Bu yine ahşap, motifli ve boyalı sandıklar da çok güzeller. Her birini yüklenip eve götüresi geliyor insanın. Deniz kızlı ufak çeşme ve yanındaki telden geyik de alıp götürmek istediklerim arasında:)
Biraz erken gittiğimiz için masalar boştu ama iftar saatine yakın doldu.
Tuvaletten de bir kare alabildim bu sefer. Cep telefonu olduğu için ancak bu kadar çekebildim. Tuvaleti temiz olan nadir mekanlardan biri burası. Bir de Restaurant Le Tantra var orası da son derece şık ve temiz. Orayı da yenilenen son hali ile başka bir yazı da anlatacağım.
Ben orada olurum da bir kedicik beni bulmaz mı, tabi ki bulur. Önce bu kedicik yanıma yanaştı, çok açtı. Sonra da annesi geldi. Zaten benim yemeğimin çoğunu bunlar yedi :) O kadar sıcakkanlıydı ki çok sevdim miniği. Hem böyle bir restoranda kedi olup hem de nasıl aç kalıyor bu hayvanlar anlamıyorum. Artıkları bile vermiyorlar herhalde.
Ana kapının kilidi.
İçerideki dolapların kulpları, lavabo kapısı,ve giriş kapısının motifi.
Yemeğimizi yedikten sonra da sahil kenarına doğru sürdük arabamızı. Her yer delicesine kalabalıktı. Ramazanda iftardan sonra sahura kadar her yer açık oluyor, mağazalar, marketler. Sokaklar insan seli. Arabayla hızlıca geçerken ancak bu kadar kare çekebildim hava da karanlık olunca telefonla çekim yapmak deli işi. Alt kısımdaki elbiselerin sıra sıra dizili hali ilk gördüğümde beni epey ürküttü. Hayalet gibiler. Zaten insanlar da karanlıkta öyle görünüyorlar.
Le Bon Gibier maceramız da burada sona erdi. Artık Türkiye tatili dönüşü başka restoranların tanıtımlarını yazmaya devam ederim. Tatil yaklaştığı için herhalde bundan sonraki yazılarım biraz tatil odaklı olur. Ama onlardan evvel kediciğimle ve Cezayir ile ilgili de birkaç yazı yazacağım.
Herkes için mutlu bir hafta olmasını diliyorum.