tan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Nisan 2020 Çarşamba

Karantina günleri Urfa Harran



                    Urfa'dan herkese merhaba. 

Zor ve uzun bir yolculuğun ardından vatana ayak bastık ve bu gün 4. günümüz. Fırsat bulamadım yazmaya, alışmaya çalışıyorduk. En baştan anlatayım;

4 Nisan sabahı 6 da uyandık ve 7 de yollara düştük. Havaalanına sanırım 11 sularında vardık. Orası tam bir keşmekeş. Yeni hava limanında bagajlarla indik onları kendi başımıza taşıdık- sağ olsun bekar ve az bavullu arkadaşlar yardımcı oldu- sonra yanlış geldiğimizi söyleyip bizi tekrar eski hava limanına yürüttüler. Orada sanırım 1.5-2 saat beklemişizdir check-in yapmak için. Öyle kalabalıktı ki ve sosyal mesafe falan kimse de dinlemiyordu. Herkesi bir anda göndermeye karar verdikleri için yığılma vardı resmen ve çoğu insan barut gibi saldıracak yer arıyordu.


Arabada Cezayir havaalanına giderken biz:) 





Maskeli beşler Cezayir'de :)



Tan kuşum dayanamadı kucağımda uyudu...




Burası da Harran Üniversitesi Kız öğrenci yurdundaki odamız. 







İşlemler bittikten kısa bir süre içinde tan kucağımda uyuyakaldı. Ben bir süre oturacak yer olmadığı için çömelip uyanmasını bekledim ama sonra yeni havaalanına gitmemiz gerektiği söylendi uçak oraya gelecekmiş. E birader ne saçma bir organizasyon, bizi bir oraya bir oraya ne diye sürüklüyorsun? Çocuk uyanmadı ve kucağımızda yeni havaalanına kadar taşıdık(babası)Sonrasında uzun bekleyiş başladı. Neyse oturacak koltuk bulduk ama tabi insanlar aç susuz hiç bir yer açık değil. Biz çocuklu olduğumuz için hazırlıklıydık ama o kadar hazırlıksız insan vardı ki. 

Gece yarısına kadar bekledik, bekledik, bekledik. Tan scooter a bindi biraz video baktı biraz kovalamaca oynadık. İdare etti benim tatlı oğlum canım. O da farkında olanların ama sanırım anlamlandıramıyor. Uçaktan korkuyor bulutların üzerinde olmaktan çekiniyor benim gibi.Belki de benim korkumu anlıyordur belli etmemeye çalışsam da. 

Yine balık istifi gibi uçak geldiğinde sıralandık biz elimizden geldiğince kalabalığa girmemeye özen göstersek de herkes dip dibeydi. Neyse ki çocukluyuz diye bizi ilk aldılar içeriye. Girişte nereye ineceğimizi sorduk. Söylemedi görevli. Devlet sırrıymış söyletmiyorlarmış öyle dedi. Türk hava sahasına girene dek söylemeyeceklermiş. Nitekim de öyle oldu. Biletler de zaten İstanbul yazıyordu. Uçak havalandı ve inmeye bir saat kala falan Gaziantep'e ineceğimiz söylendi. Tabi biz şok! 

Yolda yorulduğumuz için uçakta hepimiz sızdık zaten. İndiğimizde kısa bir süre tan uyanık kaldı ama sonra dayanamadı yine sızdı. Uçaktan indik otobüse binmeden evvel bizi bir yerde beklettiler. Yine balık istifi. Muayene olacak dediler ama sadece uçakta doldurmamızı istedikleri bilgi kağıtlarını alıp imza attırdılar. Saçmaydı kısacası. O riske değmezdi. O kağıtları uçakta da imzalatabilirlerdi veya otobüste dağıtırlardı bilemiyorum. Neyse sonra otobüse bindik ve 1.5 saat kadar sonra Urfa'ya vardık. Yollar bomboş. Polisler eşlik ediyor. Filmde gibiydik aynı. O hissiyat her şeyden çok çaresizlik içeriyordu bence. 

Yurda yerleşmeden önce de araçta bir süre bekledik. Sırayla boşaldı otobüsler. Tan bir sürü beyaz kıyafetli insanı görünce korktu ağladı ama ona şirinlik yapmaya çalıştılar. Odamızı bulduk. Aile olduğumuz için aynı odada kalmaya izin verdiler. Önce bi itiraz ettiler ama biz de itiraz ettik bir şey demediler. Zaten normal olanı da buydu. Hem ben ufacık oğlanla tek başıma bu koşullarda idare edemezdim. İyi oldu. Tan için arada sırada başka insanların olmadığı zaman koridorda scooter ile dolaşmasına bir şey demediler. Hatta ufak bir balkon var hava almaya da çıktık birkaç kez ortak alanda. Tabi yine yanımıza başka kimseyi almadan. Zaten o kadar acayip bir ortam ki herkes birbirinden korkar vaziyette. Herkes tedirgin çoğu sinirli. 

Odalarımız güzel 4 kişilik bir odamız var ve ufak bir buzdolabı. İnternetimiz var. Yemekler sorun oluyor yalnız. Çünkü hem buz gibi hem de acılı. Tan yiyemiyor pilav ve yoğurt hariç. Acı koymayın çocuk var diye söyledik ama artık ne derece ihtimam gösterirler bilemiyorum. Burada kampüsün içinde bir de uygulama hastanesi var. Bize getirilen yemekler hastanenin yemekleri imiş öyle bir duyum aldık. Ekstra başka bir temizlik veya nevresim değişikliği veya ikram yapmıyorlar. Bunu neden söylüyorum; biz bilinçli insanlarız zaten otel konforu ekstra başka bir şey istemiyoruz ama diğer yurtlarda arkadaşlarımızdan öğrendiğimiz şeyler var yemekler daha düzgün temizlik var v.s Bunları duyunca çocuk da olunca insan biraz daha ilgi bekliyor. Sanırım buraya ilk gelenler bizleriz ve şaşkınlar. Ne yapacaklarını bilmiyorlar. Ama iyi insanlar ne yapsınlar Tan için bir çalışan bisküvi çikolata meyve suyu ve meyveli süt getirdi kendi imkanlarıyla. Onun da 4 çocuğu varmış bizi anladı ve Tan'ı sevdi. Sağolsun. Yurt müdürü hanım da ilk gün ufak bir torbada not ile birlikte tan için gofret çikolata yollamış sağolsun. Ben de bir teşekkür notu yolladım kendisine. 

Bugün tan için bir takvim yaptık.Ne zaman İzmir'e gideceğimizi bilsin diye içi rahat etsin çocuğun. O da farkında bir şeyler oluyor ama anlamlandıramıyor. Her ne kadar basitçe anlatsak da onun için aslında bu kadarı bile fazla. Elinden geldiğince o da alışmaya ve belki de umursamamaya çalışıyor. 

Şükür ki iyiyiz. Sabrediyoruz. Dün sağlık ocağından aradılar. Evde görünüyormuşuz. Kan beynime sıçradı resmen. Dedim ne alaka. Bir de valilikten haber gelmiş. Valilik bizim burada olduğumuzu nasıl bilmez. Pasaportlarımızı uçakta topladılar yani evimiz müstakil yalnızız evde kalabiliriz karantina da demeye fırsat bile olmadı. Hoş desek bile muhattap olacağımız kimse yoktu. Eşim Cimer'e yazı yazmıştı gelmeden. Çocuklu olduğumuzu evimizin boş olduğunu ve evimizde karantinada kalabileceğimizi söylemişti ama hala cevap gelmedi. 

İstanbul'dan bir arkadaşımızın burada tanıdığı varmış. Sağ olsun Tan için bir sürü atıştırmalık, süt, bez ve ekstra erzak yolladılar. Bu günümüzde büyük destek oldular. Hiç bir zaman unutmayacağız. Biz de Tan için kahvaltılık bir şeyler sipariş ettik marketten. Kampın içinde bir market varmış. Dedim o halde bu çocuk neden 3 gün sütsüz kaldı? Bu kadar mı zor idi bir görevli yollayıp süt aldırmak. Dün biz kendi imkanımızla alışverişi hallettikten sonra gece süt getirdiler. Ne diyeyim Allah razı olsun. Yine de halloldu mu oldu. Onlara da kızamıyor ki insan. Emir kulları. Üsttekiler ne diyorsa yapıyorlar. 

Durumlar bu şekilde. Hala yorgunluğu atamadık sanırım veya bir odada kapalı kalmanın rehaveti mi bilemiyorum üzerimde bir uyuşukluk var. Oynuyoruz, eğlenmeye çalışıyoruz oğluşumuz mutlu olsun diye. Ama işte böyle hep bir organizasyon eksikliği olduğunu görünce moraller de bozuluyor ister istemez. 

Geçecek inşallah hep birlikte atlatacağız. Destek olan, arayan soran herkese minnettarım. Sizler de çok dikkat edin kendinize. Onların bir gülüşü ömre bedel. Çocuklarımız hep mutlu olsunlar. Dünyamız da iyi olsun inşallah bir an evvel.

Kalın sağlıcakla.  


3 Nisan 2020 Cuma

Korona Günlükleri 2 (Cezayir)


Hepinize yeniden merhaba;
Bugün öğlen itibariyle Türkiye'ye gidiş ile ilgili bilgi geldi. Yapılan konuşmalar, yazışmalar ve ülkelerin anlaşması neticesinde 4. Nisan. 2020 Cumartesi günü öğlen 14.00 te havaalanında hazır bulunmamız gerekiyor. Biz zaten her an gidecekmişiz gibi eşyalarımızı toplamıştık. Tamamlamasak bile büyük çoğunluğu hazır sayılırdı. Tabi kıyafet v.s nin haricinde evi kapatacağımız için asıl büyük iş buzdolabındaki yemekler falan. Büyük çoğunluğu tüketmeye başlamıştık zaten. Gerisini de bir şekilde halledeceğiz. 

Henüz başka hiç bir detay belli değil. Buradan tutulacak iki otobüs ile yola çıkacağız. Otobüsler bir gün evvelden gelip dezenfekte edilecek. Saat 14.00 te havaalanında olmak için en geç sabah 8.00 de yola çıkmamız gerekecek. 

Tan Türkiye'ye gideceğimizi biliyor. Hatta İzmir'e değil de dedesinin yanına İzmit'e gitmek istiyor ama bir şekilde anlatmaya çalıştım gidemeyeceğimizi. Karantina sürecini ise İzmir'den önce bir süre ufak bir butik ev de kalacağız dedik. O da şöyle anlatayım.. Eşimin Kasım ayındaki hastalığı sürecinde eniştemin İstanbuldaki 1+1 evinde kalmıştık. O oraya ufak olduğu için butik ev diyordu ve ilk gittiğimizde sevmemesine rağmen sonrasında butik evimiz çok güzel anne demeye başlamıştı. Ben de onu strese sokmamak için bir süre ufak butik ev gibi bir yerde kalacağız dedim. İşin işte en zor kısmı bu bence. 3 yaşında deli dolu bir çocukla 14 gün karantina'da kalacak olmak kısmı beni çok endişelendiriyor. 

Ayrıca buradan havaalanına gitmek 5-6 saat sürecek. Orada uçağın kaçta kalkacağı belli değil. Daha önceki postada giden arkadaşları 17.00 de havaalanına çağırıp gece yarısından sonra uçağa bindirmişler. Orada beklemek sıkıntılı, sonrasında 3 saat havada yolculuk sonrasında hayırlısıyla istanbul'a iniş ve orada beklemek kontroller falan. Daha sonrasında nakledileceğimiz karantina bölgesine nereye gideceğimiz sorusu aklımda. Önce gidenleri Kırklareline yollamışlardı oraya da varmak bir 4 saat sürüyormuş. Düşünsenize bu program büyük insan için bile ne kadar yorucu iken küçücük bir çocukla nasıl üstesinden geleceğimizi bilemiyorum. Kendimi telkin ediyorum sıkça. Umarım düşündüğümüz kadar zor olmaz ve sonunda durup geriye baktığımızda rahat bir nefes alabiliriz. Tabi bunca uzun yolculuk sırasında ve sonrasında da virüs kapmamak çok önemli. 

Tan'a anlatmaya gayret ediyorum. Bir yerleri ellememesi gerektiğini, elini ağzına sokmaması gerektiğini, yüzüne gözüne sürmemesini ama tabi benim oğlan çok enerjik ve ufak olduğu için de unutuveriyor heyecana kapılıp. Evde bile devamlı oğlum ağzına sokma oyuncaklarını, elini ağzından çek gibi diyaloglarımız oluyor. 

Bizler bir şekilde karantina'da 14 gün bir amaç uğruna olduğunu bilerek zor da olsa kalabiliriz. Ama ufacık bir odada onu nasıl oyalayacağız nasıl açıklayacağız bilmiyorum. Uzmanlar korkutmayın diyorlar, korkutmadan anlatıyorum ama onun hayal gücü bambaşka. Hep neden diye soruyor. Maskeli tiplerden de normalde çok korkuyor örneğin doktora gittiğimizde maskeli ise hep ağlardı ufakken de. Şimdi onca görevli ve biz eldivenler maskeler... Çocuk kimbilir nasıl etkilenecek. 

Ama bir de inandığım öyle bir nokta var ki ve sığındığım. Bazı özel durumlarda, anlarda, çocuklar kendilerinden beklenmedik olgunluklar gösterebiliyorlar. O zaman diyorum sanırım ne kadar mücadele ettiğimizi anlıyor, allah bir şekilde yardım ediyor. Ortama kolay adapte olabiliyorlar. Böyle olabilmesini ümit ediyorum. 

Korkmasın, üzülmesin ve belki de bu süreç onun için eğlenceli hale gelebilsin. Yanımıza bir sürü oyuncak falan aldık. inşallah alnımızın akıyla sağlıkla bu süreci tamamlar evimize gideriz.

Detayları fırsat buldukça yeniden paylaşacağım. Birilerinin okuduğunu bilmek iyi geliyor. 

Dikkatli olun! Sevdiklerimiz için ve hayallerimiz için çaba göstermeliyiz, sabretmeliyiz!



1 Mart 2018 Perşembe

Mart ayı şerefine

Eski fotoğraflara bakıyorum da ne çok yol kat etmişiz meğer. Ama insan içindeyken pek anlamıyor. Şöyle bir durup bakınca, özellikle de geceleri, zamanın nasıl da hızla aktığını daha iyi idrak ediyorum. 

Uzun bir zaman aradan sonra yeniden merhaba size;
Yokluğumu fark etmeyenler de var elbette ve beni özlemle bekleyenler de. Teşekkürler herkese. Bir iki arkadaşım hadi artık nerelerdesin deyince yazmak için vakit kollar olmuştum. Uzun süredir açmadığım bilgisayarım biraz nazlanmış olsa da yazmak için oturmayı başardım. Valla ne yalan söyleyeyim bir anda yalpaladım. Klavyede tuşların yerlerini bile unutmuşum. Üzerine günün yorgunluğu da gelince hala sersem gibiyim. Sanki yazacaklarım kocaman bir yalanmış gibi geliyor şu anda, aklımda ne varsa uçup gittiler. 

Neyse bodoslama dalayım ben konuya en iyisi:) Annelik pek zor zanaatmiş. Bilmem ki ben mi acaba zorlaştırıyorum kendi kendime diyorum ama bazen kendimi yollara vurasım geliyor, bazen de oğlanı içime sokup sarıp dürüm yapıp yiyesim var öyle diyeyim. Zaten eminim şu an bunu okuyan anneler ah ah diyorlardır biz de öyleydik ilk zamanlar, sonra geçiyor. Bana kalırsa geçecek olan tek şey yıllar. Endişeler, kaygılar, telaşlar, stresler hiç geçmiyor bence. Bir kere bir çocuk dünyaya getirdin mi anında yükleniyorsun tüm tasaları benliğine. Güzel şey hoş şey elbette ki ama gerçekten bu denli zor olduğunu hiç düşünememişim. Meğer etrafımdaki diğer bıt bıt ettiğim anneler ne kadar da güç dolularmış. 

Lohusalık denen çılgınlık halini ve emzirme olayını atlattıktan sonra bir nebze rahatladım ama bazen hala lohusamıyım acaba diye de düşünmüyor değilim. İçimden başka bir kadın çıktı adeta. Tabi bunlar hep yorgunluktan biliyorum ama bu yorgunluğun hiç bitmeyeceğini de biliyorum. Sanırım bendeki sorun hala daha çocuklu bir hayatı kabul edememiş olmam. Şu anki halimize devamlı şükrediyor olmanın dışında eskiyi çok özlüyorum. Eskinin de kara kaşını kara gözünü değil, o rahatlığını, rehavetini, sakinliğini özlüyorum. Çocuğumuzu alıp bebecik olduğu zamanlardan beri fellik fellik gezebiliyor da olsak hep üzerimde bir ay ay durumu hissediyorum. Devamlı düşünecek bir şeyler çıkıyor ve bu hal beni yoran. Canım tosbağamın büyümesini görmek süper eğlenceli. Artık daha iyi anlaşıyor olmak, oyunlar oynayabilmek muhteşem. Ama ben yine doymuyor ah bir boya yapabilsek, ah bir dillense de acıktım susadım dese falan diye dertleniyorum. O zaman geldiğinde de başka şeyler çıkacak biliyorum. Bu böyle süregelen bir halmiş demek ki. Bu hal aslında bundan sonraki yaşam yolumuz. Sağlık oldukça biliyorum her bir şeylerin zor da olsa üstesinden geliyor insan bunun farkındayım neyse ki. 

Bahara da az kaldı diye diye uyanıyorum sabahları. Ama çoğu zaman çılgınca uyumak, kalkıp aylaklık yapmak, kahve içmek, dolaşmak, yazmak, hunharca film izlemek, boya yapmak, okumak ve geceyi bar da kapatmak istemiyor da değilim. Bunu sanırım hep isteyeceğim. Aynı sigarayı bırakıp da aklından çıkartamamak gibi. 

Bugün için iyi bile yazdım valla. Ama aklım oğlanda, ya uyanırsa, şarjın kablosuna takılmadan nasıl koşarımın derdindeyim. 

Şimdilik bu kadarla kalsın. Malum sabah mesaimiz başlıyor. Yine yazmaya gayret ederim. Blog arkadaşlarıma beni dürttükleri için sonsuz teşekkürler. 



 Oğlan 1 yaşında artık. Her koşulda da 'Tan kaç yaşında' deyince eliyle 1 yapmayı da ihmal etmeyiz bilginize!


30 Eylül 2017 Cumartesi

Kaldığı yerden

Nerde kaldığımı pek hatırlamıyorum aslına bakarsanız. Yazmaya yazmaya paslandım sanırım. Şimdi yazmaya oturdum ama her an üst kata koşabilirim zira tosbikcan uyanabilir. Öğlenleri genelde yarım saat uyuyor ama o gün şanslı günümüzdeysek bir saati bulabiliyor. 

Öyle veya böyle yazı devirdik. Suyu seven oğlum denize pek sıcak bakmadı ama endişe etmedim nasılsa büyüyecek ve denize koşar adım ilerleyecek. Sıcak zamanları atlattığımıza seviniyorum. Bahar zamanlarını oldum olası sevdim, sonbahar da içime işleyen bir taraf var, belki de doğum zamanım olduğu içindir kimbilir. Oğlan da kışın doğduğu için daha çok kışı mı sevecen acaba?

İzmir canım İzmir! Hala alışamadım desem çoğu kişi bana güler herhalde. Son yıllarda pek çok kimsenin gözdesi çünkü. Güzel şehir vesselam ama gurbet geliyor bana hala. Pek arkadaşım yok, hadi bi kahve içelim diyen yok, şöyle hemen hemen aynı dönemde bebeği olan kimse yok haliyle arayan soran da yok. İdare ediyoruz. Ben eskiden -çok anaç bir tavrım olmadığı için- çocuklu kimselerle mıç mıç görüşmek pek istemezdim kafam şişerdi. Diyorum ki şimdi de başkaları herhalde öyle düşünüyor benim için. Ne ekersen onu biçersin diyorlar ya belki de odur yaşanılan. Çok da takmıyorum açıkçası kendi ufak dünyamda mutlu olmaya şükretmeye çalışıyorum. Ama bu çocuklu olma durumlarını insan yaşamadan anlamıyormuş meğerse. Pek güzel elbette ama bir o kadar da zor. Alışmak da zor, alışmaya çalışmak da ama içinde debelenmek daha bir değişik. 

Grip olduk aile boyu tatil dönüşünde, sonra ben zona oldum ama atlattım. Şimdilerde daha az stres yaratmaya çalışıyorum kendime, her şeyi kafaya takmayayım diye işliyorum kendime her gün. Biraz vakit bulabildiğim ölçüde mutlu olmaya gayret ediyorum. Bir kahve bir mola biraz uyku iyi geliyor. Bazı günler bunlar olmayınca delirecek gibi olduğum da bir gerçek. Büyüdükçe zorlaşacak diyorlar ama iletişim kurabildiğimiz ölçüde güzelleşeceğini gördüğüm için buna pek inanmıyorum. Zorluğu dillenince bir ohh dedirtecek gibi geliyor. Şimdilerde hep bir konuşabilse üzerine kafa yoruyoruz. Derdini söylese! O günler de gelecek elbette, bekliyoruz. 

Cezayir hakkında yine çok soru ve mail alıyorum ama yetişemiyorum. Diyorum ya buraya bile uğrayamadım ne zamandır. Orayla ilgili bilgi bekleyen varsa şayet affetsin, yine bir vakit bulunca yazacağım. 

Bazen o köhne paslı şehir burnumda tütüyor ya şaşırıyorum. Dönmek için yırtındığım ağladığım zamanlar geliyor aklıma, ahh kafam ahh diyorum. Türkiye'de yaşamak bence daha zor! 

Zaman akıyor. Ölenler doğanlar büyüyenler...Hayat bir şekilde yolunda ilerliyor bizi de yanına katarak. Olabildiğince ayak uydurmaya gayret gösteriyoruz, başarıyoruzdur umarım. 

Neyse çok şansımı zorlamadan burada kesiyorum. Belki bir iki blog da okuyabilirim fırsattan istifade. Bir şeyler de atıştırsam iyi olacak. 

Herkese bizden kocaman sevgiler. Daha sık yazacağım zamanlar da gelecek elbet! :)

Mutlu kalın!


Buyrun bu da bizden size gelsin:) Oğlumun rock'çı günlerinden:) Eski Metallica'cılardan kim kaldı:)

18 Nisan 2017 Salı

Renkler, çiçekler, memeler

Hayat olanca hızıyla akmaya devam ediyor bizim buralarda da. Akıyor ve içinde bizi de sürüklüyor yeni maceralara, kimi zaman istekli kimi zaman zorla. 

En güzeli de ne biliyor musunuz? Bahçemde tazecik sebze meyvelerin olması ve iyi kalpli komşularımın mis kokulu çiçekler taşımaları bana. Evim buram buram gül kokuyor şimdi. 

Bebek büyüyor, büyüyoruz birlikte. Eşim dedi ki bugün; eskiden her gün ağlıyordun şimdi hiç olmazsa üç günde bir ağlıyorsun:)

Öyle evet halen ağlıyorum. Bazen ileriyi düşünüyorum, oğlumun büyüdüğünü; ağlıyorum. Kimi zaman onsuz olacağım zamanları düşünüyorum ağlıyorum, bazen korkuyorum ağlıyorum. Ağlamak için o kadar çok nedenim var ki bu sıra. Bazen sırtım çok ağrıyor ağlıyorum hatta bazen sebepsizce tontik yanaklarına ve büzüşen dudaklarına bakıp ağlıyorum. Sonra o ağlarken de ağladığım zamanlar oluyor. Yani ben hamile kaldığımdan bu yana mütemadiyen ağlıyorum. Ama diyorum ki zaten ağlamak eski bir alışkanlık bende!


Renkleri görmeye başladı bizim küçük böcek. Takip etmeye başladı. Çiçekleri seviyor anladığım kadarıyla. Bir tane oyuncak baykuşumuz var böyle anakucağına asılan, onu seviyor, müzik çalıyor diye hoşuna gidiyor. Vuuu vuuu diye diye ona sesleniyor. Henüz eliyle tutamıyor sadece istemsizce elini sallarken çarpıyor. Kafasını çevirmeye de başladı. Biliyorum ileride bu yazdıklarımı okuyup yeniden ağlayacağım çünkü o zaman tosbik kaplumbağam kocaman olmuş olacak. 


Annem döndü, yalnızım. O döndükten sonraki ilk gün tamamen fiyaskoydu bence. Odalarındaki kokuları bile dokundu bana o gün. Şimdi oraya girmedim daha ama sanki üst kattalarmış gibi geliyor bazen, öyle düşünüyorum yorgunluk ve sinir zamanlarında. Annem ne çok destekti. Ama kocam da öyle. Onun evde olmasına her gün dua ediyorum. Annem buradayken çok yoruldu, kadıncağız miguel gibi devamlı yemek yap, sil, süpür, çamaşır yıka, çocuğu oyala modundaydı. Ama şimdi evlerine gittiğimizde hemen çocuğunu kucağımıza tutuşturan insanları daha iyi anlıyorum çünkü aynını ben de yapmak istiyorum. Birisi 5 dk tutsa ohh iyi geliyor. Tan oğlan zor bir bebek değil ama anası gibi damarı var kanımca. Birkaç gündür öğlenleri uyumuyor, hal böyle olunca uyku başına vurup huysuzlanıyor tabi. Genelde geceleri kütük gibi uyuyorum. Öyle ki çıt sesine uyanan ben-ki bebekle ilgili her çıta uyanıyorum ilginçtir- etraftaki seslere tamamen kapalıyım. Bu içgüdüsel olay çok acayip. 

Şimdi sıra geldi kutsal memelere:)

Oy oy meğer bu memeler nelere kadirmiş. Sütüm yavaş yavaş çoğalıyor. Henüz hala öyle sağayım da kenara kaldırayım durumuna gelmedim. Sadece açlık durumlarında emiyor tosbağacan. Belki de ben bilemiyorum organize olmayı ama sağdığım zamanlarda da bir sonraki öğünde hemen veriyorum sağdığımı. Bu bloğu ana oğul bloğu haline dönüştürmek istemesem de yazıyorum içimden gelenleri lütfen kusuruma bakmayın:)

Malum evimiz şehre biraz uzak, e etrafta arkadaş da yok çok konuşacak bu yüzden yazmak -artık nadiren de olsa- iyi geliyor. Bir nevi dertleşmece. 

En anaç arkadaşım bile çocuk olayının ne kadar zor olduğunu söylüyor ki ben ilk haftada ah uhlamaya başlamıştım. Hakikaten sabır işi. Sabrın ötesinde alışmak çok önemli ve kabullenmek. Artık hayatının farklı bir yöne döndüğünü, eskisi gibi olamayacağını kabullenmek gerekiyor. Bunu arkadaşım ilk söylediğinde ağız burun kıvırmıştım neden hayatım eskisi gibi olmasın diye. Ama gerçekten olmuyor. Ne kadar artislensem de olmuyor bu bir gerçek. Daha güzelleşiyor deyip ahkam kesmeyeceğim çünkü öyle yazanlara sinir oluyorum. Evlat elbette ki güzel ama ufakkenki zamanları gerçekten zor. Gülüşleri, oyunları insanın içini kıpır kıpır yapıyor. Bir de o ağlayınca gerçekten memelerim sızlıyor. Yine geldik memelere:) 

Ne söylediyse yutar insan bu çocuk konusunda. Nenem 'çocuklu dostun başına kustum' dermiş. Evet anlaşılabilir bir cümleymiş. Şimdi ben de birileri için çocuklu dostum artık:) Ben gerçekten çocuklu ortamlardan çok haz etmezdim ki hala etmiyorum ama şimdi çocuklu olduğum gerçeğiyleyim. 

Mutlu ve sakin kalabilmeyi bir şekilde başarmaya çalışmak lazım. Aslında basitmiş öyle diyorlar ama onlara kesinlikle şapka çıkartmak lazım. Artık çocuk konusunda çoğu insanın artistlik yaptığını, yalan söylediğini biliyorum. Millet birbirine hava atmak veya mükemmel olduğunu kanıtlamak için sallıyor da sallıyor. Tabi biz aman terler üşür daha küçük diye en ufak rüzgarda bile dışarı çıkartmaya korkarken, el kadar bebeyle dünya turuna çıkanlar da var. 

Bir de seni sınayanlar var, nasıl gidiyor bakalım annelik diyerek? Onlara canım cicim yapmak şart. Çok söylenirsen aaaa diyorlar geçer geçer. Nabza göre şerbet vermek şart. Yani toplumumuz hep her şeyi başaran mükemmel analar olmamızı istiyor. Kır dizini otur çocuğuna bak evini de temizle yemeğini de yap gibi. Ben valla yapamıyorum. Her birini ayrı zamanlarda yapıyorum. Kimse benden hünkar beğendi de istemiyor hoş ama birini yapıyorsam diğeri kalıyor. Bu ara mottom 'bırak evi bok götürsün'. Tabi çocuklu ev deyip elime ikidebir süpürge almışlığım da var yalan olmasın. 

En çok Cezayir'deki başıboşluğumuzu özlüyorum. Her konuşmada hop sigara yakıverişimizi, içlendikçe içebildiğim zamanları, kitap okumaktan sıkıldığım anları, yapacak bir şey bulamayıp pöfürdendiğim o zamanları. Cezayir'in kara kaşı kara gözü değil yani içinde yaşadığımız anlarını özlüyorum. O anların rehavetini, uyuyabilmeyi, uyanmak istemeyip güne geç katılmayı, deli deli yemek yapmayı, çok çok yazmayı, bol bol fotoğraf çekmeyi.

İçinde bulunduğumuz her an çok kıymetli aslında. Gelen gideni aratır derler ya öyle oluyor gerçekten. Hep arıyoruz eski zamanları. Şimdi evet çekirdek aileyiz maşallah mutluyuz sağlıklıyız ama o zamanların da tadı başkaydı. Henüz geri gelmeyeceklerini kabullenmek için sanırım daha zamanım var. 

Bahar geliyor. İzmir'de dereceler gün be gün yükseliyor. Kuşlar cik cikledikçe, eve güneş değdikçe huzur geliyor içime. Oğlum da artık mini mini şeyler giysin istiyorum şöyle şortlar tişörtler tulumlar. Büyüsün bana annemmmmmm desin istiyorum böyle kalbinin taaa içinden. Bana baksın boncuk boncuk sonra kocaman sarılsın annemmmm diye. 

Hadi ben kaçtım. Oğlan uyanmadan bir tarhana karıştırayım. Dünden kalanları yeriz yanına en azından çorba yapacak zamanım olsun hemen uyanmasın:)

Ne zaman bilmem ama yine yazarım ben, inşallah başka konularda da yazarım...

Sevgiler herkese bizden.