şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Kasım 2015 Salı

İçimden ne geliyorsa



Heybemde Fotoğraf blogunun sahibi Ebrar bir etkinlik düzenlemiş 

Etkinlik sondan iki önceki yazısında. Katılmak isteyen Ebrar'ın blogundaki postasından bir fotoğraf seçecek. Onun çektiği fotolara bakarak içimizden ne gelirse yazıyoruz. Ben elbette ki hemen deniz ve vapur temalı fotoğrafı seçtim. Aslında sonbahar yaprakları da uygun geldi ama kararım denizden yana oldu. 

Deep ise beni yazısında etkinlik için etiketlemiş. Bu yüzden fotoğrafa bakıyorum ve içimden nasıl geliyorsa yazıyorum. 

***

Denize yakın bir yerde güne bir kez daha  başlamak; hayatın tekrarının olduğuna inanmaktır.
Bir gülümseyişle yalana aldanmaktır...
Günün yalanlarının toplamında acı bir keman sesiyle tekrar uykuya dalmaktır. 
Bir gülü koklamak,
Bir insanı anlamak,
Bir bedeni kavramak gibi
dürüstçe ama gizli gizli sızmak bir başkasının derinlerine...
Denizi anlamak yaşamı kavramaktır bir nevi.
Rüyalarım hep mavidir benim.
Kapanırsanki tüm kapılar geceleyin üzerime uzağındayken 
başka bir hayatı devralırım...
Nöbetleşe yaşarım bir başka bedenle, susuz, kupkuru...
Anlamsızca saat başlarında uyanıp su içmek gibi hep aynı saatte denizle olabilmeyi düşlerim...
Etrafımda evler yıkılıyor gibi hani öyle biçare, yanı başımda koca bir deniz…allak bullak...
Hasretimi dile getirmek için doğru bir vakit belki ama kelimelerim benden çıkmak istemiyor sanki şu anda. Kuvvetlice çekmek hatta saçlarına asılmak gerekiyor her birinin. Sonra da acısı dinsin ve bana sessizce kendisini bıraksın diye masumca okşamak. Bazen de nabza göre şerbet vermek! Deniz bu sağı solu belli olmaz.
Kaçıyorken durmadan bir şeylerden yanıbaşımda hep o mavilik vardır.
Hep telaşlı, hep tedirgin ama hep yanımda.
Gitmesi gerekiyordu ama hiç gitmedi sadık bir dost gibi adeta...
Günler geçti fakat hep aynı gün aynı saatte orada olmak gerekiyormuşcasına geçirdim dakikaları. 
Türlü zamanlardan geçtim, kumlar yaktı ayaklarımı,  yıldızlar soğuk soğuk esti üstümde, ben genede dönmedim arzularımdan...
Hatta insanlar bile nefes verdi yanıbaşımda..
Şunu hatırlıyorum bir de; elimde mor ve hardal renginden oluşan bir eşarp sallandırıyorum rüyalarımda, denize doğru. Sonra gökdelenlere tırmanıyorum ama kapısı açık asansörlerle. Rüzgarın uğultusu sağır edercesine ağır. Biri itti beni rüyamda; sırtımda bir paraşüt ; deniz renginde.
Düşüyordum tüm devirlerden geçercesine…
Açıldı o küçük çanta ve bir çift kanat sahibi oldum bir anda… sığ bir suya düştüm..
Suda yıkandım
Ağlıyordum
Kızgındım
Korkmuştum
Ama öyle mutluydum ki
Bütün duyguları  aynı anda yaşıyordum...
O bekliyordu..
Sessizdi, gülümsüyordu ışıldayarak. Işıkla gülümseyenini görmemiştim daha önce.
Kızmak, delice haykırmak gelmişti içimden ona, bunca uzak kalışımıza.
Ama öyle mutluydum ki
Anlam veremedim içimdeki kızgınlığa...
Bir el beni itti ve sanki bambaşka bir hayatta buluverdim kendimi...
Kızamadım sarıldım sonra dalgalarına.
Yürüdüm dar geçitler boyunca...
Yüzler gördüm hiç tanımadık...
Ama güldüm, içimden geldiği gibi...
Bana ait olmayan bir tarihte yolculuk yapıyor gibi şaşkın ve ürkektim
Bekledim.
Biri beni çağırıncaya dek,
Biri beni bu rüyadan çekip alıncaya dek. Denizlerimden ayırıncaya kadar düşlediklerimi.
Çünkü sonunda uyandım. Rüyanın içinde uyandım. 
Birbirimize baktık... Etraf daha aydınlanmamıştı.
Bir hayatın rüyasından uyanmanın şaşkınlığıyla birbirimize baktık denizle ve o anda etrafta müthiş bir ot kokusu...
Karadeniz’in yaylaları sanki dibimizde..
Sonra anladık onunla düşlerimizi ortak yaşadığımızı... Yüreğim denizdi benim, ellerim, gözlerim...
Gülümsedik birbirimize...
Perdeler camdan dışarı salınmıştı mor ve hardal,
Salkım salkım dağılmıştı güneş dört bir yana..
Kızarmış ekmek kokusu odada...
Ve son...Rüyam bitti...
Kalkıp gittim sonra günü yaşamaya!

Not: Yazı bana aittir. Bir rüyayı anlatır ve denize olan bitmek bilmeyecek özlemimi.

Mimlenenler: Klio, Macera kitabım, Sebuş,  Deniz, ayrıca isteyen herkes katılabilir. Aklıma gelenler şimdilik bu blog sahipleri oldu. 

1 Mart 2015 Pazar

Pazar notları


Kasvetli, soğuk bir pazar günü. Yazdıkça yazdım yine bugün. Hiç çay içmedim. Çayın kokusunu ve acılığı bile bir başkaydı memleketimde. Sokak kahvelerindeki gibi kan kırmızı da değil hem, acayip bişey. Çay demek için bin şahit gerek!

Küçük evimce küçük kedimle uyudum biraz öğlen, hafif bir iç geçirmesiydi aslında. Kafası benim boynumda, kafam onun koynunda huzuru bulduk, içerisi de sıcacıktı. Özenle taşıdığım dut kurularından kemirdim. Dün de kendime çaktırmadan son kutu saray helvasından yedim. Yine kızarmış ekmeğin kokusu burnuma doldu sabah, sanırım en çok yanmaya ramak kalmış kızarmış ekmekleri özlüyorum bunu fark ettim. 

Yapacak bir dolu şey var, okunacak son birkaç adet kitap. Bahara çıkmadan okumam lazım diyorum. Okumazsam yazamıyorum zira. 

Bahara ilerliyoruz ağır adımlarla. Denizi göreceğiz diye heyecanlıyım ama daha çok var. Henüz eve market alışverişi de yapamadık, tırtıklıyoruz ordan burdan. 

Yeni aldığım yeşil ajandamı henüz kullanmaya kıyamadım. Başlarsam sayfalar yazarım gibime geliyor, hemen bitmesin istiyorum. Oysa daha boşta bekleyen defterler de var. 

Olur olmaz yerlerde açan sevimli çiçeklerden topladım, meğer pek çok şeye iyi geliyorlarmış temizlikçi teyze anlattı yarı arapça yarı fransızca. Suya koydum, bakalım ne kadar dayanacak. 

Şu yarısına henüz varamadığım yazıyı da tamamlasam oh diyeceğim ama sanırım bunun için önce bir şeyler yemem lazım. 

Yarın hafta başı. Hafta başladı mı çabuk bitiyor aslında, ama içindeyken bazen dakikalar bile ilerlemiyor. Yine de zamanın burasında durduğum için mutluyum. Evimi özlemiyor değilim elbet ama itiraf ediyorum gerçekten buz gibiydi içerisi. Soğuk; pek çok şeyi yapmaktan alıkoyuyor insanı. Oysa bir kek pişiresim vardı çok. 

Daha geleli bir hafta oldu ama sanki hiç gitmemişiz gibi. Fotoğraflara bakıp iç çekiyorum. Şiir kitabımı alacaktım yanıma, baktım çok ağır, vazgeçtim. Şiir kitaplarımı özlüyorum. Akşama orman kebabı varmış, belki evde bir şeyler uydururum. Uydurma yemekler hep daha güzel oluyor. 

Şimdilik bu kadar! Haftaya başlayınca şu İstanbula hava muhalefetinden dolayı inemediğimiz maceramızı yazayım diyorum. Heyecanı hala içimizde o anların ne de olsa. 

Güzel şeyler düşleyen ve yüreğiyle yazan insanlar da ölmese dünya daha iyi bir yer olurdu!
Mutlu bir hafta olsun istiyorum, yaşanan tüm kötü şeylere inatla!

4 Mart 2012 Pazar

Ruha iyi gelenler

Eskiden çok şiir okur ve de yazardım. Hala şiirleri çok severim ama yanımda hiç şiir kitabım yok ve şiiri ruhu olmayan sanal sayfalardan okumayı hiç sevmiyorum. Ne kadar çok okursam o kadar da yazabiliyorum. Bu sıra pek okuyamadığım için sanki tüm kelimelerim tükenmiş gibi geliyor ama biliyorum öyle değil. Birkaç makale indirdim bilgi açlığımı bastırması açısından, bu akşam onları okuyayım bakın yarın nasıl bülbül gibi şakıyorum:)

Bugün hoşuma giden bir şiirle karşılaştım ve buraya yazmak istedim. Daha önce okumadığım bir şair olan Birhan Keskin'e ait. Sanırım Türkiye'ye gittiğimde bir kitabını edinip geleceğim.Yanında da ruhuma iyi gelmesi için birkaç şiir kitabı. Şiirlerin olmadığı bir hayat ne kadar yavan ve sıkıcı. Şiir tıpkı aşk gibi!

Bir çiçek açtığında 
Bir eski avluda 
Diyor ki; 
Çalıda sarı bir çiğdemim ben 
Ve senin çok eski cümlen.
Sen otursan, gitmemiş ki! olsan 
Ben sana bir eski Endülüs avlusu 
İstersen serin bir Portofino getirsem 
Ya da Yedigöllerin yedisini birden.
Bir çiçek açtığında 
Bir eski avluda 
Diyor ki;
Her şey çok eksik ve neredeyse yok gibiyken 
Buldum buluşturdum kendime geldim 
Tek eksik sensin! İncecik, çilli bir dille 
sen de gelsen.
Ben sana kırmızı kiremitli bir çatı 
Begonviller ve bir mavi kapı 
Ve illa amansız bir avlu getirsem.
Dünya soğur, akşam serinlerken, 
Benim sensiz sevinecek bir şeyim yok. 
Kılı kırk yardım, altını üstüne getirdim, 
Ve işte en gümüş cümlem:
İçimi açtım sana. 
İçini açmak için.