21 Mayıs 2019 Salı

Hay bin kunduz



Elbette böyle bir manzarada uyanmak ister insan. Şehrin tam da ortasında ama şaşaalı karmaşadan da uzakta, dingin bir mimari yapının ışığı ile güne başlamak ister bu coğrafyaya gelen her insan. Ortalığın kokusu sinmiş perdeler rüzgarda dalgalanırken, bir filmden fırlamışcasına masalsı anlar eşlik edebilse keşke hayatımıza. Öyle ki istediğim saatte bile kalkamazken sıcak yatağımdan bunları sadece hayal edebiliyorum. Bizim tosbağa sabahları hep erkenci artık. Bir de öğlen uyumamak gibi bir derdi var günlerdir, beni mahvetti bu durum. Meğer bu öğlen uykusu nasıl da tam bir mucizeymiş. Ben hatırlıyorum koca kazıktım anneannem hala öğlen uykusuna yatırırdı beni. Ah ne hoş! Biz el kadar bebeye laf anlatamıyoruz. Gözler fal taşı anne kalk lüffeeen diyor:) Kalkıp arabaların sihirli ve tan'ın sinirli dünyasına geçiş yapıyoruz. 

Şu an yazmak benim için tam bir terapi. Birkaç defter getirmiştim yanımda henüz dolduramadığım. Ama onları okuduğum bir yazıdan esinlenerek hayal defteri, gerçek defteri, rüyalar defteri gibi ayırarak planlayıp mütemadiyen yazmaya karar verdim ve bugün başladım. Sadece 3 satır yazabilmiş de olsam yetti. 

Annelikten normal hayata dönüş yazıları okuyorum ama benim sanırım daha epey yol katetmem gerekiyor. Zira benim oğlum tek kelimeyle bana yapışık ve buradan bir arkadaşımın dediği üzere artık tan benim üçüncü kolum gibi bir şey oldu. Aslında çok normal çünkü çocuk doğdu doğalı benle. Günlük rutininin çoğunda anası yanında. Hal böyle olunca yapışması gerçekten çok normal ama gönül ahh şu gönül neler neler istiyor.



Kocaman dağlar var ardımızda. Uzun tünellerden geçiyor, denize minimum 2 saatte ulaşıyoruz. Sadece o Türkiye'de adım başı ulaştığımız avm'lerden biri için 1.5 saat yol gidiyoruz. Ama ne yol, dön baba dönelim. Avm'lerden kaçıyor insanlar ama burada öyle değil elbette. Çünkü oraya gidebilmek demek gerçek hayata adım atabilmek, kabuğundan sıyrılmak gibi bir şey. 


Setif, sevdiğim bir yer oldu. Muntazam bir şehir.Söylenenin aksine bizi memnun etti. Ufak dükkanlar, bir küçük bir büyük alışveriş merkezi, güzel birkaç da market bulunca ohh dedik. İzmit'in eski halini bile hatırlatmış olabilir bana. Kısacası gönül bağını kurduk gitti!



Kherrata. Kamp alanına yaklaşık 3.5 km. Aslında kocaman bir yer ama tabi her karesini adımlamak zor. Çok güzel bir bahçe malzemeleri dükkanı var şaşırdık. Züccaciyeler favorim. Güzel elbiseciler kumaşçılar falan var. Bir sonraki aşamada onlara gidebilmeyi ümit ediyorum. Şimdilik sadece 4 yer görebildim sanırım. Büyük güzel bir market var Family Shop. İçerisinde Vanish'inden hint pirincine kadar her şey var. Oldukça şaşırtıcı bir performans. Ayrıca telefon edip olmayan birşeyleri de sipariş edebiliyormuşsun. Adamcağız Türklerin haline acıyıp getiriyor sanırım. 


Yegane dost diyebilirim. Havalar ılıdığında soğuk kahve yapmak hoşuma gidiyor. İki kez sıcak bir kere soğuk denemesi yaptım bile. Evde duruşu bile ayrı bir blog konusu olabilir. Sanırım ben bu moka pot dedikleri şeyin tipini çok seviyorum. Foşurdamasından kaçmak şahane, kahvenin kokusu fevkaladenin fevkinde. 

Hayat ilerliyor. Oğlan büyüyor. Ben sanki olduğum yerde sayıyorum hatta bazı günler geriliyorum ama iyiyim. Şükrediyorum. Kendimi telkin ediyorum ve oğlanla bol bol bahçeye çıkıp koşup oynuyorum. Bugün mesela o kendine sudan suya attı hop hop zıpladı hiç karışmadım level atladım. Çocuk mutlu, evde alt üst var. Ne diye stres yapalım dimi ama. Baksın keyfine. Çocukluk bir daha geri gelmiyor. 

Yazacağım yeniden. İnatla. Uzun aralarla da olsa eninde sonunda!
Merak eden bekleyenlere kocaman kalp:)
Kaç kişi kaldık şurada. Bir de beklendiğini bilmek güzel bir motivasyon aracı benim için. Dürteleyin beni olur mu. Numara da yapabilirsiniz. 

Cezayir'den sevgiler...


Not: Cezayir ile ilgili mailler mesajlar gelmeye devam ediyor. Elimden geldiğince cevaplıyorum. Lütfen gönül koymasın yazamadıklarım. Çocuklu yaşamda elimden ancak bu kadarı geliyor. Herkesin yolu açık olsun..


17 Nisan 2019 Çarşamba

Geçen zamanın peşinde

Bilgisayarın başına oturmak başlı başına kocaman bir işmiş meğerse. Düşünüyorum da bir zamanlar ne çok vakit geçiriyordum bu tuşlarda. Hayat işte durduğu yerde durmuyor. Elimden geldiğince okuyorum hala ama hep aklımdan yazıyorum sayfalara. 

Annelik üzerine okudum, bebek bakımı, çocuk yetiştirmek... Bunların hepsi yaşayarak anlaşılabilecek şeylermiş, öğrendim, anladım. Kabullenmek epey güç oldu aslında. Yepyeni bir başlangıç, yeni bir hayat. Bazen baş etmek epey güç oluyor. Ama artık eğlenmeyi de öğrendim, fazla dert etmemeyi de. İyi şeyler düşününce iyi şeyler de gelip bizi buluyor. Bu yüzden olumlamalara yer veriyorum artık hayatımda. Tabi elimden geldiğince, bazen kendime yenilip surat astığım da olmuyor değil, neticede insanım. 

Cezayir'e yeniden gelmek de bir seçimdi, aynı çocuk sahibi olmak gibi. Kimi zaman bir anda oluveren kimi zamansa hesap kitap yaparak.Seçiyoruz. Ne olursa olsun su akıp yatağını buluyor. Sen debeleniyorsun ama hayat seni kendi ritminde başka yerlere çekebiliyor. Yine bu coğrafyadayız, bu tozlu topraklarda. Kokular, yüzler hep tanıdık, hikayeler benzer. Ama anılar bambaşka. İçi dolu dolu anılar. Şimdi terasta oturuyorum ve içeriden iki ses geliyor. Hayatımı enine boyuna kaplayan iki ses. Ömrümü çoğaltan iki güzel ses. 

Hiç bir zaman internet anneleri gibi bir anne olmadım. Henüz keşfediyorum güzelliklerini diyelim. Yalpalaya yalpalaya yolumu buluyorum. Uykudan anne diye uyandığında içim cız ediyor mesela ve yüzümde hep tuhaf bir gülümseme, tüm bunların yanında tabi bolca da gözyaşı. Tanımadığım çocukların sesleri için bile gözyaşı döküyorum. Birisi anne, baba dediğinde kendi evladımın sesi geliyor kulaklarımın ikisine birden. Bir saat vakit ayırabilmek için kendime, sanki dağları deliyorum ama o bir saatte hep aklıma oğlum geliyor. Kendimizi Türkiye'deyken azıcık da olsa dışarı atabildiğimizde hep salıncaklar kaykaylar karşılıyor beni köşe başlarında, tuhaf bir vicdan azabı çekiyorum. Kendinize vakit ayırın, siz iyi olun diyor hep anne çocuk sayfaları ama işin aslı pek de öyle olmuyor. Yani çoğu yazılan hep fasa fiso. Sen ne kadar her ikisini yapabilirim desen de açtığın bilgisayar sonunda bomboş bir sayfayla kapanabiliyor, özenle hazırladığın kahven bir de bakmışsın buz olmuş, iştahla oturduğun sofrada yemeğe mecalin kalmamış bulabiliyorsun kendini. Bu böyle bir serüven. Tıpkı rutin olarak gördüğün ama durmadan değişen yeni bir gün gibi. Annelik Cezayir'de kadın olmak gibi kocaman bir adım aslında. Ben hem dünyamı adımlamaya hem de içinde kaybolmamaya çalışıyorum. 


Buraya adım attığımızda hava alanının havasını soluduktan sonra kafama buradayım diye dank ettiren ilk önce bu su oldu. 


İlk hafta ne işim var benim burada dedim elbette. Tam yerleşik düzene geçip alışmaya başlamıştık ki hoop yeniden yollara düştük. İnanın burada olmak veya gelmekten çok uçakla seyahatimin yeniden başlıyor olmasıydı canımı sıkan. Bugün geleli bir ay oldu ve halimden son derece memnunum. Tan'a da iyi geldi burası. 



Şu sihrini içinde barındıran dükkanlar yok mu. İçeride o kadar çok şey buluyorsunuz ki, tahmin edilemezler. Bir o kadar basit, bir o kadar kapsamlı. Naif...


Eski yüzlü binalar çoğunlukta. Hatta bazıları sadece tuğla. Bir nebze düzgün görünenler'e rezidans diyorlar zaten. En son içine girdiğim rezidans harlemde karanlık bir alt geçit gibiydi. 


İşte beklenen an! Hamoud Boualem ile buluşmamız. Son derece lezzetli bir gazoz. Türkiye'de iken pek çok sefer canımın çekmişliği vardır. Yanındaki mavili de eşimin favorisi. 


Ah yeniden Cezayir'e gitsem de alışveriş yapsam diyordum döndüğümde. Bu tabaklar hep gönlümü fethetmiştir. Daha kaliteli ve daha sağlam bunlar eskilerinden. Takımı tamamlamama az kaldı. 


Tan kuş yeni çekicisi ile oynarken. Evi doldurmamak şahane bir fikirdi. Gönlünce oynayabileceği kocaman bir alanı var. Eski evimize nazaran burası kocaman. Bir de kapalı teras olması epey rahatlattı. İki oda bir salon oldu resmen. 


Günde en az iki kez bahçeye çıkıyoruz. Zaten hava güneşli oldu mu tan direk dışarıya gitmek istediğini belirten cümleler kurmaya başlıyor. Araba da pek girmediğinden rahatça oynayabiliyoruz. 

 
Doğa her zamanki gibi göz alıcı. Her yer yeşil. Kocaman sıradağlar ve renkli çiçekler var. Havası mis gibi.


Benzin istasyonu Naftal artık daha gelişmiş. Hatta Alger'e gittiğimizde mola verip marketine girdik ve restoranında pizza yedik. Pizza oldukça dandikti ama en azından yemek yenilecek ve tuvalete girilebilecek yer bulabilmek harikaydı. 


Burası Setif. Büyük bir Park Mall denen alışveriş merkezi yapılmış. Bir ufak versiyonu da var Rais orası da güzeldi çok beğendim. Türkiye'dekilerden hiç farkı yok diyebilirim. En azından öyle bir havayı solumak da iyi geliyor. Tan'ın peşinde koşmaktan fotoğraf çekemedim ama bir dahakine çekeceğimi umuyorum.


Tan Rais'in önünde atlıkarıncaya bile bindi:)


Alışveriş merkezinden bir itfaiye kapmasaydı zaten herhalde şaşırırdık! Çocukları mutlu etmek ne güzel bir şeydir. 


Evde pişirdiğim ilk kekim. Bu ilk kekten sonra evet artık ben bir süreliğine buradayım dedim. O kek kokusunun eve dolması lazımmış demek ki. 


Ana oğul :)


En baştaki bizim evimiz. 


İlk hastalığımızı da atlattık. Doktor tatlı bir hanımdı, oldukça iyi davrandı. Muayenehane çok dandikti sıra düzeni kesinlikle yoktu. Randevu almamıza rağmen bir sürü insanı bekledik. Tan artık son raddesindeydi ki içeri girmeyi başardık. Neyse bu da geçti çok şükür. 


Şimdilik bu kadar. Sizlere kocaman sevgilerimizi yolluyoruz. Tan uyurken hızlıca yazılan bir blog yazısının daha sonuna geldik. En kısa zamanda yeniden görüşelim dostlar!



27 Mart 2019 Çarşamba

Cezayir'e dönüş

Kürkçü dükkanına geri mi döndük desem ne desem bilemedim. Ama işte yeniden Cezayir'deyiz. Başka bir şantiyedeyiz. Önümüzde dingin bir göl ve kocaman sıra dağlar. Havası temiz ve etraf hep olduğu gibi yeşil. 

Dönmek garip aslında ama alışılagelmiş. Bir süre ara vermişiz gibi gelmiyor aslına bakarsanız. Sanki kaldığımız yerden devam ediyoruz gibi +1 olarak. Çocukla elbette ki daha farklı tabi. Üniversiteli gibi yaşamıyoruz. Öyle keyfe keder boyamalar, okumalar, hobiler henüz hayatıma dahil değil. Şu anda tek beklentim oğlan uyuduğunda sigara ve kahve eşliğinde yazmak. Bazen de o uyurken kitap okuyorum. İnce bir kitap bitirdim bile.

Oğlan mutlu. Etrafta çokça amca, abi, teyze ve abla olması hoşuna gidiyor. Bir de bebek var 6 aylık. Onu çok sevdi tan. Anne bebek uzay git hadi diyor. Uzay maşallah sessiz tatlı bir çocuk. Tan hoplayıp zıpladıkça kah kah gülüyor. Böyle ilerlesin tek dilediğim. Hastalık falan olmasın da. Arkadaşların bahçesinde salıncak da var gün içinde bir veya iki kez havaya bağlı olarak gidip sallanıyor, dışarda oynuyoruz. Göle doğru bir kafes yapmışlar içinde ördekler tavuk ve horoz var. Göl baraj gölü olduğu için girilmiyormuş ama manzara harika. 

Fotoğrafları henüz bilgisayara yükleyemedim ama instagramdan bol bol paylaşıyorum. Umarım bundan sonra daha sık yazarım. 

Henüz bir defa yakınımızdaki ilçeye Kherrata'ya gittik. Bir kez de büyük şehre Setif'e gittik. Güzel bakımlı bir yer. Bir  tane ufak ki ben çok beğendim, bir tane de büyük alışveriş merkezi var. Büyük olanı yani Park Mall'ı eşimin kardeşinin çalıştığı şirket yaptı. Oradan da bir bağ kurduk kendisiyle. Her şey var. Eskisi gibi sıkıntı çekmeyeceğiz o belli. Lcw, penti, stradivarius, önceden gittiğimiz Havana restoran, oyuncakçılar ve diğerleri. Görünce içim rahat etti. Evimizin ufak tefek eksikleri kaldı onları halletmeye çalışıyoruz. 

İlk birkaç gün ne işim var burada dedim ben de ama hemen alıştım ve tan için geleceğimiz için olduğunu düşünerek iyi hissetmeye başladım. İlk yemekleri yapıp evi mis gibi kokuttuktan sonra daha da benimsedim diyebilirim. 

Şimdi oğlan uyuyor. Ben de yanına uzanır biraz kitap okurum. Fotoğraflarla geri döneceğim. Bu ilk yazı uzun zamandan sonra. Hadi bakalım hayırlı olsun. Yeni hayatımız güzellikler getirsin bize inşallah. 

Herkese selam. Bolca haberleşebilmek dileğiyle dostlar!