ailem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ailem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Nisan 2020 Çarşamba

Karantina günleri Urfa Harran



                    Urfa'dan herkese merhaba. 

Zor ve uzun bir yolculuğun ardından vatana ayak bastık ve bu gün 4. günümüz. Fırsat bulamadım yazmaya, alışmaya çalışıyorduk. En baştan anlatayım;

4 Nisan sabahı 6 da uyandık ve 7 de yollara düştük. Havaalanına sanırım 11 sularında vardık. Orası tam bir keşmekeş. Yeni hava limanında bagajlarla indik onları kendi başımıza taşıdık- sağ olsun bekar ve az bavullu arkadaşlar yardımcı oldu- sonra yanlış geldiğimizi söyleyip bizi tekrar eski hava limanına yürüttüler. Orada sanırım 1.5-2 saat beklemişizdir check-in yapmak için. Öyle kalabalıktı ki ve sosyal mesafe falan kimse de dinlemiyordu. Herkesi bir anda göndermeye karar verdikleri için yığılma vardı resmen ve çoğu insan barut gibi saldıracak yer arıyordu.


Arabada Cezayir havaalanına giderken biz:) 





Maskeli beşler Cezayir'de :)



Tan kuşum dayanamadı kucağımda uyudu...




Burası da Harran Üniversitesi Kız öğrenci yurdundaki odamız. 







İşlemler bittikten kısa bir süre içinde tan kucağımda uyuyakaldı. Ben bir süre oturacak yer olmadığı için çömelip uyanmasını bekledim ama sonra yeni havaalanına gitmemiz gerektiği söylendi uçak oraya gelecekmiş. E birader ne saçma bir organizasyon, bizi bir oraya bir oraya ne diye sürüklüyorsun? Çocuk uyanmadı ve kucağımızda yeni havaalanına kadar taşıdık(babası)Sonrasında uzun bekleyiş başladı. Neyse oturacak koltuk bulduk ama tabi insanlar aç susuz hiç bir yer açık değil. Biz çocuklu olduğumuz için hazırlıklıydık ama o kadar hazırlıksız insan vardı ki. 

Gece yarısına kadar bekledik, bekledik, bekledik. Tan scooter a bindi biraz video baktı biraz kovalamaca oynadık. İdare etti benim tatlı oğlum canım. O da farkında olanların ama sanırım anlamlandıramıyor. Uçaktan korkuyor bulutların üzerinde olmaktan çekiniyor benim gibi.Belki de benim korkumu anlıyordur belli etmemeye çalışsam da. 

Yine balık istifi gibi uçak geldiğinde sıralandık biz elimizden geldiğince kalabalığa girmemeye özen göstersek de herkes dip dibeydi. Neyse ki çocukluyuz diye bizi ilk aldılar içeriye. Girişte nereye ineceğimizi sorduk. Söylemedi görevli. Devlet sırrıymış söyletmiyorlarmış öyle dedi. Türk hava sahasına girene dek söylemeyeceklermiş. Nitekim de öyle oldu. Biletler de zaten İstanbul yazıyordu. Uçak havalandı ve inmeye bir saat kala falan Gaziantep'e ineceğimiz söylendi. Tabi biz şok! 

Yolda yorulduğumuz için uçakta hepimiz sızdık zaten. İndiğimizde kısa bir süre tan uyanık kaldı ama sonra dayanamadı yine sızdı. Uçaktan indik otobüse binmeden evvel bizi bir yerde beklettiler. Yine balık istifi. Muayene olacak dediler ama sadece uçakta doldurmamızı istedikleri bilgi kağıtlarını alıp imza attırdılar. Saçmaydı kısacası. O riske değmezdi. O kağıtları uçakta da imzalatabilirlerdi veya otobüste dağıtırlardı bilemiyorum. Neyse sonra otobüse bindik ve 1.5 saat kadar sonra Urfa'ya vardık. Yollar bomboş. Polisler eşlik ediyor. Filmde gibiydik aynı. O hissiyat her şeyden çok çaresizlik içeriyordu bence. 

Yurda yerleşmeden önce de araçta bir süre bekledik. Sırayla boşaldı otobüsler. Tan bir sürü beyaz kıyafetli insanı görünce korktu ağladı ama ona şirinlik yapmaya çalıştılar. Odamızı bulduk. Aile olduğumuz için aynı odada kalmaya izin verdiler. Önce bi itiraz ettiler ama biz de itiraz ettik bir şey demediler. Zaten normal olanı da buydu. Hem ben ufacık oğlanla tek başıma bu koşullarda idare edemezdim. İyi oldu. Tan için arada sırada başka insanların olmadığı zaman koridorda scooter ile dolaşmasına bir şey demediler. Hatta ufak bir balkon var hava almaya da çıktık birkaç kez ortak alanda. Tabi yine yanımıza başka kimseyi almadan. Zaten o kadar acayip bir ortam ki herkes birbirinden korkar vaziyette. Herkes tedirgin çoğu sinirli. 

Odalarımız güzel 4 kişilik bir odamız var ve ufak bir buzdolabı. İnternetimiz var. Yemekler sorun oluyor yalnız. Çünkü hem buz gibi hem de acılı. Tan yiyemiyor pilav ve yoğurt hariç. Acı koymayın çocuk var diye söyledik ama artık ne derece ihtimam gösterirler bilemiyorum. Burada kampüsün içinde bir de uygulama hastanesi var. Bize getirilen yemekler hastanenin yemekleri imiş öyle bir duyum aldık. Ekstra başka bir temizlik veya nevresim değişikliği veya ikram yapmıyorlar. Bunu neden söylüyorum; biz bilinçli insanlarız zaten otel konforu ekstra başka bir şey istemiyoruz ama diğer yurtlarda arkadaşlarımızdan öğrendiğimiz şeyler var yemekler daha düzgün temizlik var v.s Bunları duyunca çocuk da olunca insan biraz daha ilgi bekliyor. Sanırım buraya ilk gelenler bizleriz ve şaşkınlar. Ne yapacaklarını bilmiyorlar. Ama iyi insanlar ne yapsınlar Tan için bir çalışan bisküvi çikolata meyve suyu ve meyveli süt getirdi kendi imkanlarıyla. Onun da 4 çocuğu varmış bizi anladı ve Tan'ı sevdi. Sağolsun. Yurt müdürü hanım da ilk gün ufak bir torbada not ile birlikte tan için gofret çikolata yollamış sağolsun. Ben de bir teşekkür notu yolladım kendisine. 

Bugün tan için bir takvim yaptık.Ne zaman İzmir'e gideceğimizi bilsin diye içi rahat etsin çocuğun. O da farkında bir şeyler oluyor ama anlamlandıramıyor. Her ne kadar basitçe anlatsak da onun için aslında bu kadarı bile fazla. Elinden geldiğince o da alışmaya ve belki de umursamamaya çalışıyor. 

Şükür ki iyiyiz. Sabrediyoruz. Dün sağlık ocağından aradılar. Evde görünüyormuşuz. Kan beynime sıçradı resmen. Dedim ne alaka. Bir de valilikten haber gelmiş. Valilik bizim burada olduğumuzu nasıl bilmez. Pasaportlarımızı uçakta topladılar yani evimiz müstakil yalnızız evde kalabiliriz karantina da demeye fırsat bile olmadı. Hoş desek bile muhattap olacağımız kimse yoktu. Eşim Cimer'e yazı yazmıştı gelmeden. Çocuklu olduğumuzu evimizin boş olduğunu ve evimizde karantinada kalabileceğimizi söylemişti ama hala cevap gelmedi. 

İstanbul'dan bir arkadaşımızın burada tanıdığı varmış. Sağ olsun Tan için bir sürü atıştırmalık, süt, bez ve ekstra erzak yolladılar. Bu günümüzde büyük destek oldular. Hiç bir zaman unutmayacağız. Biz de Tan için kahvaltılık bir şeyler sipariş ettik marketten. Kampın içinde bir market varmış. Dedim o halde bu çocuk neden 3 gün sütsüz kaldı? Bu kadar mı zor idi bir görevli yollayıp süt aldırmak. Dün biz kendi imkanımızla alışverişi hallettikten sonra gece süt getirdiler. Ne diyeyim Allah razı olsun. Yine de halloldu mu oldu. Onlara da kızamıyor ki insan. Emir kulları. Üsttekiler ne diyorsa yapıyorlar. 

Durumlar bu şekilde. Hala yorgunluğu atamadık sanırım veya bir odada kapalı kalmanın rehaveti mi bilemiyorum üzerimde bir uyuşukluk var. Oynuyoruz, eğlenmeye çalışıyoruz oğluşumuz mutlu olsun diye. Ama işte böyle hep bir organizasyon eksikliği olduğunu görünce moraller de bozuluyor ister istemez. 

Geçecek inşallah hep birlikte atlatacağız. Destek olan, arayan soran herkese minnettarım. Sizler de çok dikkat edin kendinize. Onların bir gülüşü ömre bedel. Çocuklarımız hep mutlu olsunlar. Dünyamız da iyi olsun inşallah bir an evvel.

Kalın sağlıcakla.  


27 Mart 2020 Cuma

Korona Günlükleri 1 (Cezayir)



Herkese yeniden merhaba;
Görsel sanırım evlerimizde kapalı kaldığımız şu günler için oldukça uygun. 

Evet biz de aynı sizler gibi karantina'dayız. Tek fark şantiyedeki evimizdeyiz. Aslında bu çok büyük bir fark çünkü bence ne durumda olursa olsun insanın vatanında ve kendi evinde olması her şeyden daha önemli ve güvenli. Burada insan devamlı tetikte ve yüreği ağzında geçiriyor günlerini. 

Uçak bekliyoruz. Birkaç bavul yaptım ve durdum. Şantiye kapandı işler durdu eşim evde ve 10 gün boyunca yağacak yağmurlarda oğlanı evde nasıl oyalayacağızın derdindeyiz. Aslında daha da önemlisi uçak gelir de gidebilirsek 14 gün karantina'da bu çocuğu nasıl strese sokmadan üzmeden eğlendirebileceğiz. 

Şirketimiz elçiliğe yazı gönderdi ve hala bir cevap yok. Yolda olmak da ciddi sıkıntı aslında. Ama en büyük korkum ülkede korona çok yayılırsa bizi buradan nasıl çıkartırlar, sağ salim. Çünkü televizyonlarda korona için yapabileceğimiz bir şey yok sağlık sistemimiz yeterli değil sizi koruyamayız kendinize dikkat edin diye açıklama yapıyorlarmış. Akşam 19.00 dan sonra sokağa çıkmak yasak. Anlayacağınız burada da durum tüm dünyada olduğu gibi vahim. Bekliyoruz. Umutla. 

Bu sırada yazmaya başladım. Flaş Kocaeli ve Bizim Darıca gazetelerinde yeniden yazıyorum. Bu bir nebze de olsa bana iyi geliyor. İçinde bulunduğum sıkıntılı süreci belki bastırmama yardım ediyor. 3 yaşındaki oğlumu düşünüyorum ve üzülüyorum. Umarım daha görecek çok güzel günlerimiz vardır hep birlikte.

Buradan vizesi bittiği için mecburen gitmek zorunda kalan ve hava sahası kapanmadan önce uçağa binebilen bir arkadaşımız you tube kanalına yolculuk ve karantina hakkında bir video çekmiş. Oldukça faydalı. Linkini ekliyorum. Facebook'ta da paylaştım. Mutlaka izleyin ve paylaşın ki çok kişiye ulaşabilsin. 

Şimdilik her şey çok şükür ki yolunda. Evdeyiz. Sağlığımız yerinde. Bekliyoruz!

Evde kalın ve güzel düşünmeye çalışın. Kendinizi oyalayın, kendinizle barışın, kendinizi sevin.

Bu günlerden sağlıkla çıkabilmek dileğiyle ve umuduyla.



https://youtu.be/eOaEDDFGgz4

29 Ocak 2020 Çarşamba

Geçiş


Yeni bir yıldan devam ediyorum yazmaya. Bu sefer deli dehşet bir ara oldu biliyorum ama yazmak için bir türlü kafayı toplayamıyorum. Elbette zamana suç atmak daha kolay ama en azından geceleri yazabilirim farkındayım. Geceleri çoğunlukla pilim bitmiş olarak uzanıyor, tv deki uyduruk filmlere bakıyor veya instagram'da dolaşıyorum. 

Mayıs ayından bu yana pek çok şey oldu tabi hayatımızda. Hayat devam ediyor. Temmuz'da Türkiye'ye gelmiştik Tan ile birlikte. Eylül başına kadar kaldık. Temmuz ayında Ereğli Kefken İzmit üçgeninde geçti günler. Ağustos ayında Bodrum'a geçtik. Eşim de Ağustos sonu yanımıza geldi. Tatil elbette ki çok güzeldi. Gelirken o koca zaman nasıl geçecek diye düşünürken bir de baktım dönüş hazırlığına başlamışız. Sonra ver elini Afrika. Yine yeniden. Güneşli zamanlar burada daha kolay geçiyor. Bahçe de olunca hop atıveriyoruz kendimizi. Ama Türkiye'de uzun vakit geçirince bu sefer alışması çok zor geldi. Çünkü dönmüştük artık yerleşik bir düzene geçmiştik ve alışmıştık. Sonra yeniden bavullu yaşama hızlıca geçiş yaptık. Bünyem bu sefer hemen kabullenemedi bu durumu. Neyse öyle böyle geçiyor işte derken Kasım ayı içerisinde eşim rahatsızlandı. Buradaki dr'lar apandisit dediler acil ameliyat! Tabi burada böyle bir şeye kalkışamazdık. 5-6 günlük bir karın ağrısı sonucu bu karara vardılar. Bir telaş bilet aldık ve İstanbul'a doğru yola çıktık. Ama o anki ruh halimizi ne siz sorun ne ben anlatayım. İStanbul'daydık çünkü durumun aciliyetine binayen  ne İzmit ne de İzmir'e gitmeyi düşünmedik. Orada apandisit olmadığını anladılar. Divertikülit diye bir hastalıkmış. Bağırsak iltihabı. Birkaç gün hastane yatışı biraz evde istirahat ile devam etti günler. Tabi çocukla hastane ortamı öyle zor ki. Annemler hep yanımızdaydı, büyük destek oldular. Ama tan beni bir dk olsun bırakmadığı için her şeyi onunla yaptık. Sonrasında birkaç gün İzmir ve başka tetkikler kolonoskopi endoskopi derken sonuçlarımız temiz çıktı ve döndük. Toplamda bir ay gibi bir süreyi orada geçirdik. Ama hep yüreğimiz ağzımızda, tatsız, stresle. Sonuç olarak bir daha olabilecek bir durum olduğu için ve sebebi yok pek çok şey olabilir beslenme, doğuştan olması da olası veya stres. Bu yüzden dikkat ediyoruz. Az yemek, çokça çiğnemek, yağsız falan gibi. Atlattık. Şükrediyoruz. Hayat hoop bir anda ipleri eline alıveriyor sanki her şeyi kontrolümüzde zannederken. 

Günler birbirini adeta kovalıyor. Bazen dk ları sayarken bir de bakıyoruz akşam olmuş. Tan büyüyor, her gün biraz daha ve koşar adım. Önceden 3 yaşında çocukları olanlara bakıp ay bana ne kadar da uzak derdim. Kendimi uzaktan görüyorum da o zamanlar ne kadar da bezgindim. Lohusalığı aslında çok zor atlattım ben. Mış gibi yaparak da aylar geçirmiş olabilirim. Belki de hala geçmemiştir bilmiyorum. O dönem bir nevi mikrop girmiş gibi oluyor insanın bünyesine ve bazen hortlayabiliyor. 

Haftaya oğluşumun doğum günü. İlk kez uzakta olacak. Aslında güzel bir anı olacağı kanaatindeyim. Hayırlısıyla. İlerde unutmayacağını farz ederek anlatabileceğini umuyorum kendi yorumuyla. Hastalık dolayısıyla uzun kaldığımız için asıl tatil zamanımızı erteledik. Sanırım bahar'a kadar buralardayız. Bahar geçer. Ömür geçiyor!

Deniz gibi işte hayat. Sular bir duruluyor bir deliriyor. Biz de kah serinleyip bir oh çekiyoruz kah çırpınıyoruz kaybolmamak için kocaman sularda. 

İyiyiz. Göle bakıyoruz. Sabahları camın yanındaki elektrik direğine gelen tombul kuşları dinliyoruz. Ana oğul bazen bağır çağır bazen sarmaş dolaşız. Geceye kavuşup rüyalarımızda kahraman oluyoruz. Sanırım tan çoğunlukla arabalar ile yarış yapıyor:) Aklı fikri arabalar, kirli sular, yarışlar falan. Tatlı huysuz ve masum. 

Bakalım yeniden ne zaman harflere dokunacak bu eller. 
Sağlıcakla kalın. 
Uzaklardan selamlar.  

17 Nisan 2019 Çarşamba

Geçen zamanın peşinde

Bilgisayarın başına oturmak başlı başına kocaman bir işmiş meğerse. Düşünüyorum da bir zamanlar ne çok vakit geçiriyordum bu tuşlarda. Hayat işte durduğu yerde durmuyor. Elimden geldiğince okuyorum hala ama hep aklımdan yazıyorum sayfalara. 

Annelik üzerine okudum, bebek bakımı, çocuk yetiştirmek... Bunların hepsi yaşayarak anlaşılabilecek şeylermiş, öğrendim, anladım. Kabullenmek epey güç oldu aslında. Yepyeni bir başlangıç, yeni bir hayat. Bazen baş etmek epey güç oluyor. Ama artık eğlenmeyi de öğrendim, fazla dert etmemeyi de. İyi şeyler düşününce iyi şeyler de gelip bizi buluyor. Bu yüzden olumlamalara yer veriyorum artık hayatımda. Tabi elimden geldiğince, bazen kendime yenilip surat astığım da olmuyor değil, neticede insanım. 

Cezayir'e yeniden gelmek de bir seçimdi, aynı çocuk sahibi olmak gibi. Kimi zaman bir anda oluveren kimi zamansa hesap kitap yaparak.Seçiyoruz. Ne olursa olsun su akıp yatağını buluyor. Sen debeleniyorsun ama hayat seni kendi ritminde başka yerlere çekebiliyor. Yine bu coğrafyadayız, bu tozlu topraklarda. Kokular, yüzler hep tanıdık, hikayeler benzer. Ama anılar bambaşka. İçi dolu dolu anılar. Şimdi terasta oturuyorum ve içeriden iki ses geliyor. Hayatımı enine boyuna kaplayan iki ses. Ömrümü çoğaltan iki güzel ses. 

Hiç bir zaman internet anneleri gibi bir anne olmadım. Henüz keşfediyorum güzelliklerini diyelim. Yalpalaya yalpalaya yolumu buluyorum. Uykudan anne diye uyandığında içim cız ediyor mesela ve yüzümde hep tuhaf bir gülümseme, tüm bunların yanında tabi bolca da gözyaşı. Tanımadığım çocukların sesleri için bile gözyaşı döküyorum. Birisi anne, baba dediğinde kendi evladımın sesi geliyor kulaklarımın ikisine birden. Bir saat vakit ayırabilmek için kendime, sanki dağları deliyorum ama o bir saatte hep aklıma oğlum geliyor. Kendimizi Türkiye'deyken azıcık da olsa dışarı atabildiğimizde hep salıncaklar kaykaylar karşılıyor beni köşe başlarında, tuhaf bir vicdan azabı çekiyorum. Kendinize vakit ayırın, siz iyi olun diyor hep anne çocuk sayfaları ama işin aslı pek de öyle olmuyor. Yani çoğu yazılan hep fasa fiso. Sen ne kadar her ikisini yapabilirim desen de açtığın bilgisayar sonunda bomboş bir sayfayla kapanabiliyor, özenle hazırladığın kahven bir de bakmışsın buz olmuş, iştahla oturduğun sofrada yemeğe mecalin kalmamış bulabiliyorsun kendini. Bu böyle bir serüven. Tıpkı rutin olarak gördüğün ama durmadan değişen yeni bir gün gibi. Annelik Cezayir'de kadın olmak gibi kocaman bir adım aslında. Ben hem dünyamı adımlamaya hem de içinde kaybolmamaya çalışıyorum. 


Buraya adım attığımızda hava alanının havasını soluduktan sonra kafama buradayım diye dank ettiren ilk önce bu su oldu. 


İlk hafta ne işim var benim burada dedim elbette. Tam yerleşik düzene geçip alışmaya başlamıştık ki hoop yeniden yollara düştük. İnanın burada olmak veya gelmekten çok uçakla seyahatimin yeniden başlıyor olmasıydı canımı sıkan. Bugün geleli bir ay oldu ve halimden son derece memnunum. Tan'a da iyi geldi burası. 



Şu sihrini içinde barındıran dükkanlar yok mu. İçeride o kadar çok şey buluyorsunuz ki, tahmin edilemezler. Bir o kadar basit, bir o kadar kapsamlı. Naif...


Eski yüzlü binalar çoğunlukta. Hatta bazıları sadece tuğla. Bir nebze düzgün görünenler'e rezidans diyorlar zaten. En son içine girdiğim rezidans harlemde karanlık bir alt geçit gibiydi. 


İşte beklenen an! Hamoud Boualem ile buluşmamız. Son derece lezzetli bir gazoz. Türkiye'de iken pek çok sefer canımın çekmişliği vardır. Yanındaki mavili de eşimin favorisi. 


Ah yeniden Cezayir'e gitsem de alışveriş yapsam diyordum döndüğümde. Bu tabaklar hep gönlümü fethetmiştir. Daha kaliteli ve daha sağlam bunlar eskilerinden. Takımı tamamlamama az kaldı. 


Tan kuş yeni çekicisi ile oynarken. Evi doldurmamak şahane bir fikirdi. Gönlünce oynayabileceği kocaman bir alanı var. Eski evimize nazaran burası kocaman. Bir de kapalı teras olması epey rahatlattı. İki oda bir salon oldu resmen. 


Günde en az iki kez bahçeye çıkıyoruz. Zaten hava güneşli oldu mu tan direk dışarıya gitmek istediğini belirten cümleler kurmaya başlıyor. Araba da pek girmediğinden rahatça oynayabiliyoruz. 

 
Doğa her zamanki gibi göz alıcı. Her yer yeşil. Kocaman sıradağlar ve renkli çiçekler var. Havası mis gibi.


Benzin istasyonu Naftal artık daha gelişmiş. Hatta Alger'e gittiğimizde mola verip marketine girdik ve restoranında pizza yedik. Pizza oldukça dandikti ama en azından yemek yenilecek ve tuvalete girilebilecek yer bulabilmek harikaydı. 


Burası Setif. Büyük bir Park Mall denen alışveriş merkezi yapılmış. Bir ufak versiyonu da var Rais orası da güzeldi çok beğendim. Türkiye'dekilerden hiç farkı yok diyebilirim. En azından öyle bir havayı solumak da iyi geliyor. Tan'ın peşinde koşmaktan fotoğraf çekemedim ama bir dahakine çekeceğimi umuyorum.


Tan Rais'in önünde atlıkarıncaya bile bindi:)


Alışveriş merkezinden bir itfaiye kapmasaydı zaten herhalde şaşırırdık! Çocukları mutlu etmek ne güzel bir şeydir. 


Evde pişirdiğim ilk kekim. Bu ilk kekten sonra evet artık ben bir süreliğine buradayım dedim. O kek kokusunun eve dolması lazımmış demek ki. 


Ana oğul :)


En baştaki bizim evimiz. 


İlk hastalığımızı da atlattık. Doktor tatlı bir hanımdı, oldukça iyi davrandı. Muayenehane çok dandikti sıra düzeni kesinlikle yoktu. Randevu almamıza rağmen bir sürü insanı bekledik. Tan artık son raddesindeydi ki içeri girmeyi başardık. Neyse bu da geçti çok şükür. 


Şimdilik bu kadar. Sizlere kocaman sevgilerimizi yolluyoruz. Tan uyurken hızlıca yazılan bir blog yazısının daha sonuna geldik. En kısa zamanda yeniden görüşelim dostlar!



1 Mart 2018 Perşembe

Mart ayı şerefine

Eski fotoğraflara bakıyorum da ne çok yol kat etmişiz meğer. Ama insan içindeyken pek anlamıyor. Şöyle bir durup bakınca, özellikle de geceleri, zamanın nasıl da hızla aktığını daha iyi idrak ediyorum. 

Uzun bir zaman aradan sonra yeniden merhaba size;
Yokluğumu fark etmeyenler de var elbette ve beni özlemle bekleyenler de. Teşekkürler herkese. Bir iki arkadaşım hadi artık nerelerdesin deyince yazmak için vakit kollar olmuştum. Uzun süredir açmadığım bilgisayarım biraz nazlanmış olsa da yazmak için oturmayı başardım. Valla ne yalan söyleyeyim bir anda yalpaladım. Klavyede tuşların yerlerini bile unutmuşum. Üzerine günün yorgunluğu da gelince hala sersem gibiyim. Sanki yazacaklarım kocaman bir yalanmış gibi geliyor şu anda, aklımda ne varsa uçup gittiler. 

Neyse bodoslama dalayım ben konuya en iyisi:) Annelik pek zor zanaatmiş. Bilmem ki ben mi acaba zorlaştırıyorum kendi kendime diyorum ama bazen kendimi yollara vurasım geliyor, bazen de oğlanı içime sokup sarıp dürüm yapıp yiyesim var öyle diyeyim. Zaten eminim şu an bunu okuyan anneler ah ah diyorlardır biz de öyleydik ilk zamanlar, sonra geçiyor. Bana kalırsa geçecek olan tek şey yıllar. Endişeler, kaygılar, telaşlar, stresler hiç geçmiyor bence. Bir kere bir çocuk dünyaya getirdin mi anında yükleniyorsun tüm tasaları benliğine. Güzel şey hoş şey elbette ki ama gerçekten bu denli zor olduğunu hiç düşünememişim. Meğer etrafımdaki diğer bıt bıt ettiğim anneler ne kadar da güç dolularmış. 

Lohusalık denen çılgınlık halini ve emzirme olayını atlattıktan sonra bir nebze rahatladım ama bazen hala lohusamıyım acaba diye de düşünmüyor değilim. İçimden başka bir kadın çıktı adeta. Tabi bunlar hep yorgunluktan biliyorum ama bu yorgunluğun hiç bitmeyeceğini de biliyorum. Sanırım bendeki sorun hala daha çocuklu bir hayatı kabul edememiş olmam. Şu anki halimize devamlı şükrediyor olmanın dışında eskiyi çok özlüyorum. Eskinin de kara kaşını kara gözünü değil, o rahatlığını, rehavetini, sakinliğini özlüyorum. Çocuğumuzu alıp bebecik olduğu zamanlardan beri fellik fellik gezebiliyor da olsak hep üzerimde bir ay ay durumu hissediyorum. Devamlı düşünecek bir şeyler çıkıyor ve bu hal beni yoran. Canım tosbağamın büyümesini görmek süper eğlenceli. Artık daha iyi anlaşıyor olmak, oyunlar oynayabilmek muhteşem. Ama ben yine doymuyor ah bir boya yapabilsek, ah bir dillense de acıktım susadım dese falan diye dertleniyorum. O zaman geldiğinde de başka şeyler çıkacak biliyorum. Bu böyle süregelen bir halmiş demek ki. Bu hal aslında bundan sonraki yaşam yolumuz. Sağlık oldukça biliyorum her bir şeylerin zor da olsa üstesinden geliyor insan bunun farkındayım neyse ki. 

Bahara da az kaldı diye diye uyanıyorum sabahları. Ama çoğu zaman çılgınca uyumak, kalkıp aylaklık yapmak, kahve içmek, dolaşmak, yazmak, hunharca film izlemek, boya yapmak, okumak ve geceyi bar da kapatmak istemiyor da değilim. Bunu sanırım hep isteyeceğim. Aynı sigarayı bırakıp da aklından çıkartamamak gibi. 

Bugün için iyi bile yazdım valla. Ama aklım oğlanda, ya uyanırsa, şarjın kablosuna takılmadan nasıl koşarımın derdindeyim. 

Şimdilik bu kadarla kalsın. Malum sabah mesaimiz başlıyor. Yine yazmaya gayret ederim. Blog arkadaşlarıma beni dürttükleri için sonsuz teşekkürler. 



 Oğlan 1 yaşında artık. Her koşulda da 'Tan kaç yaşında' deyince eliyle 1 yapmayı da ihmal etmeyiz bilginize!


30 Eylül 2017 Cumartesi

Kaldığı yerden

Nerde kaldığımı pek hatırlamıyorum aslına bakarsanız. Yazmaya yazmaya paslandım sanırım. Şimdi yazmaya oturdum ama her an üst kata koşabilirim zira tosbikcan uyanabilir. Öğlenleri genelde yarım saat uyuyor ama o gün şanslı günümüzdeysek bir saati bulabiliyor. 

Öyle veya böyle yazı devirdik. Suyu seven oğlum denize pek sıcak bakmadı ama endişe etmedim nasılsa büyüyecek ve denize koşar adım ilerleyecek. Sıcak zamanları atlattığımıza seviniyorum. Bahar zamanlarını oldum olası sevdim, sonbahar da içime işleyen bir taraf var, belki de doğum zamanım olduğu içindir kimbilir. Oğlan da kışın doğduğu için daha çok kışı mı sevecen acaba?

İzmir canım İzmir! Hala alışamadım desem çoğu kişi bana güler herhalde. Son yıllarda pek çok kimsenin gözdesi çünkü. Güzel şehir vesselam ama gurbet geliyor bana hala. Pek arkadaşım yok, hadi bi kahve içelim diyen yok, şöyle hemen hemen aynı dönemde bebeği olan kimse yok haliyle arayan soran da yok. İdare ediyoruz. Ben eskiden -çok anaç bir tavrım olmadığı için- çocuklu kimselerle mıç mıç görüşmek pek istemezdim kafam şişerdi. Diyorum ki şimdi de başkaları herhalde öyle düşünüyor benim için. Ne ekersen onu biçersin diyorlar ya belki de odur yaşanılan. Çok da takmıyorum açıkçası kendi ufak dünyamda mutlu olmaya şükretmeye çalışıyorum. Ama bu çocuklu olma durumlarını insan yaşamadan anlamıyormuş meğerse. Pek güzel elbette ama bir o kadar da zor. Alışmak da zor, alışmaya çalışmak da ama içinde debelenmek daha bir değişik. 

Grip olduk aile boyu tatil dönüşünde, sonra ben zona oldum ama atlattım. Şimdilerde daha az stres yaratmaya çalışıyorum kendime, her şeyi kafaya takmayayım diye işliyorum kendime her gün. Biraz vakit bulabildiğim ölçüde mutlu olmaya gayret ediyorum. Bir kahve bir mola biraz uyku iyi geliyor. Bazı günler bunlar olmayınca delirecek gibi olduğum da bir gerçek. Büyüdükçe zorlaşacak diyorlar ama iletişim kurabildiğimiz ölçüde güzelleşeceğini gördüğüm için buna pek inanmıyorum. Zorluğu dillenince bir ohh dedirtecek gibi geliyor. Şimdilerde hep bir konuşabilse üzerine kafa yoruyoruz. Derdini söylese! O günler de gelecek elbette, bekliyoruz. 

Cezayir hakkında yine çok soru ve mail alıyorum ama yetişemiyorum. Diyorum ya buraya bile uğrayamadım ne zamandır. Orayla ilgili bilgi bekleyen varsa şayet affetsin, yine bir vakit bulunca yazacağım. 

Bazen o köhne paslı şehir burnumda tütüyor ya şaşırıyorum. Dönmek için yırtındığım ağladığım zamanlar geliyor aklıma, ahh kafam ahh diyorum. Türkiye'de yaşamak bence daha zor! 

Zaman akıyor. Ölenler doğanlar büyüyenler...Hayat bir şekilde yolunda ilerliyor bizi de yanına katarak. Olabildiğince ayak uydurmaya gayret gösteriyoruz, başarıyoruzdur umarım. 

Neyse çok şansımı zorlamadan burada kesiyorum. Belki bir iki blog da okuyabilirim fırsattan istifade. Bir şeyler de atıştırsam iyi olacak. 

Herkese bizden kocaman sevgiler. Daha sık yazacağım zamanlar da gelecek elbet! :)

Mutlu kalın!


Buyrun bu da bizden size gelsin:) Oğlumun rock'çı günlerinden:) Eski Metallica'cılardan kim kaldı:)

18 Nisan 2017 Salı

Renkler, çiçekler, memeler

Hayat olanca hızıyla akmaya devam ediyor bizim buralarda da. Akıyor ve içinde bizi de sürüklüyor yeni maceralara, kimi zaman istekli kimi zaman zorla. 

En güzeli de ne biliyor musunuz? Bahçemde tazecik sebze meyvelerin olması ve iyi kalpli komşularımın mis kokulu çiçekler taşımaları bana. Evim buram buram gül kokuyor şimdi. 

Bebek büyüyor, büyüyoruz birlikte. Eşim dedi ki bugün; eskiden her gün ağlıyordun şimdi hiç olmazsa üç günde bir ağlıyorsun:)

Öyle evet halen ağlıyorum. Bazen ileriyi düşünüyorum, oğlumun büyüdüğünü; ağlıyorum. Kimi zaman onsuz olacağım zamanları düşünüyorum ağlıyorum, bazen korkuyorum ağlıyorum. Ağlamak için o kadar çok nedenim var ki bu sıra. Bazen sırtım çok ağrıyor ağlıyorum hatta bazen sebepsizce tontik yanaklarına ve büzüşen dudaklarına bakıp ağlıyorum. Sonra o ağlarken de ağladığım zamanlar oluyor. Yani ben hamile kaldığımdan bu yana mütemadiyen ağlıyorum. Ama diyorum ki zaten ağlamak eski bir alışkanlık bende!


Renkleri görmeye başladı bizim küçük böcek. Takip etmeye başladı. Çiçekleri seviyor anladığım kadarıyla. Bir tane oyuncak baykuşumuz var böyle anakucağına asılan, onu seviyor, müzik çalıyor diye hoşuna gidiyor. Vuuu vuuu diye diye ona sesleniyor. Henüz eliyle tutamıyor sadece istemsizce elini sallarken çarpıyor. Kafasını çevirmeye de başladı. Biliyorum ileride bu yazdıklarımı okuyup yeniden ağlayacağım çünkü o zaman tosbik kaplumbağam kocaman olmuş olacak. 


Annem döndü, yalnızım. O döndükten sonraki ilk gün tamamen fiyaskoydu bence. Odalarındaki kokuları bile dokundu bana o gün. Şimdi oraya girmedim daha ama sanki üst kattalarmış gibi geliyor bazen, öyle düşünüyorum yorgunluk ve sinir zamanlarında. Annem ne çok destekti. Ama kocam da öyle. Onun evde olmasına her gün dua ediyorum. Annem buradayken çok yoruldu, kadıncağız miguel gibi devamlı yemek yap, sil, süpür, çamaşır yıka, çocuğu oyala modundaydı. Ama şimdi evlerine gittiğimizde hemen çocuğunu kucağımıza tutuşturan insanları daha iyi anlıyorum çünkü aynını ben de yapmak istiyorum. Birisi 5 dk tutsa ohh iyi geliyor. Tan oğlan zor bir bebek değil ama anası gibi damarı var kanımca. Birkaç gündür öğlenleri uyumuyor, hal böyle olunca uyku başına vurup huysuzlanıyor tabi. Genelde geceleri kütük gibi uyuyorum. Öyle ki çıt sesine uyanan ben-ki bebekle ilgili her çıta uyanıyorum ilginçtir- etraftaki seslere tamamen kapalıyım. Bu içgüdüsel olay çok acayip. 

Şimdi sıra geldi kutsal memelere:)

Oy oy meğer bu memeler nelere kadirmiş. Sütüm yavaş yavaş çoğalıyor. Henüz hala öyle sağayım da kenara kaldırayım durumuna gelmedim. Sadece açlık durumlarında emiyor tosbağacan. Belki de ben bilemiyorum organize olmayı ama sağdığım zamanlarda da bir sonraki öğünde hemen veriyorum sağdığımı. Bu bloğu ana oğul bloğu haline dönüştürmek istemesem de yazıyorum içimden gelenleri lütfen kusuruma bakmayın:)

Malum evimiz şehre biraz uzak, e etrafta arkadaş da yok çok konuşacak bu yüzden yazmak -artık nadiren de olsa- iyi geliyor. Bir nevi dertleşmece. 

En anaç arkadaşım bile çocuk olayının ne kadar zor olduğunu söylüyor ki ben ilk haftada ah uhlamaya başlamıştım. Hakikaten sabır işi. Sabrın ötesinde alışmak çok önemli ve kabullenmek. Artık hayatının farklı bir yöne döndüğünü, eskisi gibi olamayacağını kabullenmek gerekiyor. Bunu arkadaşım ilk söylediğinde ağız burun kıvırmıştım neden hayatım eskisi gibi olmasın diye. Ama gerçekten olmuyor. Ne kadar artislensem de olmuyor bu bir gerçek. Daha güzelleşiyor deyip ahkam kesmeyeceğim çünkü öyle yazanlara sinir oluyorum. Evlat elbette ki güzel ama ufakkenki zamanları gerçekten zor. Gülüşleri, oyunları insanın içini kıpır kıpır yapıyor. Bir de o ağlayınca gerçekten memelerim sızlıyor. Yine geldik memelere:) 

Ne söylediyse yutar insan bu çocuk konusunda. Nenem 'çocuklu dostun başına kustum' dermiş. Evet anlaşılabilir bir cümleymiş. Şimdi ben de birileri için çocuklu dostum artık:) Ben gerçekten çocuklu ortamlardan çok haz etmezdim ki hala etmiyorum ama şimdi çocuklu olduğum gerçeğiyleyim. 

Mutlu ve sakin kalabilmeyi bir şekilde başarmaya çalışmak lazım. Aslında basitmiş öyle diyorlar ama onlara kesinlikle şapka çıkartmak lazım. Artık çocuk konusunda çoğu insanın artistlik yaptığını, yalan söylediğini biliyorum. Millet birbirine hava atmak veya mükemmel olduğunu kanıtlamak için sallıyor da sallıyor. Tabi biz aman terler üşür daha küçük diye en ufak rüzgarda bile dışarı çıkartmaya korkarken, el kadar bebeyle dünya turuna çıkanlar da var. 

Bir de seni sınayanlar var, nasıl gidiyor bakalım annelik diyerek? Onlara canım cicim yapmak şart. Çok söylenirsen aaaa diyorlar geçer geçer. Nabza göre şerbet vermek şart. Yani toplumumuz hep her şeyi başaran mükemmel analar olmamızı istiyor. Kır dizini otur çocuğuna bak evini de temizle yemeğini de yap gibi. Ben valla yapamıyorum. Her birini ayrı zamanlarda yapıyorum. Kimse benden hünkar beğendi de istemiyor hoş ama birini yapıyorsam diğeri kalıyor. Bu ara mottom 'bırak evi bok götürsün'. Tabi çocuklu ev deyip elime ikidebir süpürge almışlığım da var yalan olmasın. 

En çok Cezayir'deki başıboşluğumuzu özlüyorum. Her konuşmada hop sigara yakıverişimizi, içlendikçe içebildiğim zamanları, kitap okumaktan sıkıldığım anları, yapacak bir şey bulamayıp pöfürdendiğim o zamanları. Cezayir'in kara kaşı kara gözü değil yani içinde yaşadığımız anlarını özlüyorum. O anların rehavetini, uyuyabilmeyi, uyanmak istemeyip güne geç katılmayı, deli deli yemek yapmayı, çok çok yazmayı, bol bol fotoğraf çekmeyi.

İçinde bulunduğumuz her an çok kıymetli aslında. Gelen gideni aratır derler ya öyle oluyor gerçekten. Hep arıyoruz eski zamanları. Şimdi evet çekirdek aileyiz maşallah mutluyuz sağlıklıyız ama o zamanların da tadı başkaydı. Henüz geri gelmeyeceklerini kabullenmek için sanırım daha zamanım var. 

Bahar geliyor. İzmir'de dereceler gün be gün yükseliyor. Kuşlar cik cikledikçe, eve güneş değdikçe huzur geliyor içime. Oğlum da artık mini mini şeyler giysin istiyorum şöyle şortlar tişörtler tulumlar. Büyüsün bana annemmmmmm desin istiyorum böyle kalbinin taaa içinden. Bana baksın boncuk boncuk sonra kocaman sarılsın annemmmm diye. 

Hadi ben kaçtım. Oğlan uyanmadan bir tarhana karıştırayım. Dünden kalanları yeriz yanına en azından çorba yapacak zamanım olsun hemen uyanmasın:)

Ne zaman bilmem ama yine yazarım ben, inşallah başka konularda da yazarım...

Sevgiler herkese bizden. 

5 Şubat 2017 Pazar

Hamile kafası; Son düzlük

Günler tıpkı masallardaki gibi birbirini kovaladı. Hızla aktı gitti adeta tüm yaşananlar. Şimdi sadece yaşanacak bir koca gün kaldı bebeğimize kavuşmadan önce. Hala inanamıyorum hatta belki bir süre daha inanmamaya devam edeceğim bebekli bir yaşama. Rutinimizin değişeceği fikrine hala alışamadım ve doğuracakmışım gibi de gelmiyor çok acayip bir şekilde. Doğurmak ve ben, iki uzak kıta gibi birbirine. Ben sadece kelimelerden yeni ve kendime özel cümleler doğurabilirim sanıyordum şimdi içimden bir hayat çıkartacağım. İnsan nasıl şaşırmaz, afallamaz? O küçücük ponçik ayaklar ve bezelye parmaklarla ben ne yapacağım😳 Ölesiye korkuyorum, belki çok aptalca ve yersiz ama evet korkuyorum. Başından beri normal Doğum düşündük durduk, doktorum da o kafada, yapabileceğime de inandı, beni de inandırdı ama paşamız gelmek istemiyor. O halinden pek memnun, annesinin yumuş karnından çıkası gelmiyor bir türlü. Eğer bugün de doğurmazsam pazartesi sabahı sezeryana gireceğim. Daha önce hiç ameliyat olmadım, doğal olarak korkuyorum ama elden gelen bir şey yok. Söylenenlere pek kulak asmamaya çalışıyorum çünkü malum herkesi bir tecrübesi ve söyleyecekleri var. Herkesin yaşadığı kendine. Sağlıklı olalım da ana oğul gerisi nasılsa gelir. Acı çekmeden anne olunmuyormuş artık idrak ettim, normali ayrı sezeryanı ayrı dert. İkisi de birbirinden stresli. Bu iş başlı başına stres. Sonrasını yaşayarak göreceğiz. Şu an en çok nasıl bir tiple karşılaşacağımı merak ediyorum😀Bir de hemen benzetirler ya ana babaya, bakalım ilk kim diyecek şuna benziyor diye. Ne zaman yazarım  bir daha bilmiyorum ama yazmaya gayret edeceğimi biliyorum çünkü kendime de zaman ayırmam lazım. Lohusa kafasını da yazacağım zaten bakalım dedikleri kadar var mı? En çok da emzirirken gıdıklanacak mıyım onu merak ediyorum şu an. Ne kadar okuduysam o kadar unuttum okuduklarımı, sanki hepsi eski bir macera gibi durduğu yerde kalıverdi. 

Deniz kenarına gittim bugün ayrıca, çok iyi geldi deniz havası. Kendim gibi hamile bir kedicik gördüm yemeğimden verdim açtı, ona ağladım. Güldüm sonra ahh dedim şu hamile kafası. Bugün tam 4 kez ağladım. Sebeplerim çok bombastikti. 

Daha ne yazsam bilmiyorum, sanki dünyaya gelecek benim, belki de onunla yeniden doğarım kim bilir. Kutsal annelik söylemleri çok bana göre değil ama büyük konuşmayalım, yaşayalım görelim. 

Ne de olsa ameliyat, dua edin. Sağ Salim girip çıkayım, bebek de sağlıklı olsun, sevdiklerim de yanımda, daha da bişey İstemem zaten. Hoş bulalım yeni hayatımızı, aşkla huzur bir arada ilerleyelim kafi. 

Herkese sevgiler. Yeni bir macerada görüşebilmek dileğiyle...

Mutlu kalın💐



9 Kasım 2016 Çarşamba

Gidenler ve yeni gelenler


Urla da bir zeytin bahçesinde çekildi bu fotoğraf. O gün alabildiğine güneşli ve güzel bir gündü. Bulutlar puf puftu en sevdiğim halleriyle. Ağaçlarda tek bir zeytin tanesi bile kalmamıştı üstelik. Buna rağmen bir tanesini keşfedip ısrarla bluzumun içine topladık. Baka baka bir hal oldum her birine aynı çekilen o an gibi. Ayağımıza dikenler battı, hop hop ilerledik kurumuş toprakta. 

Günler yine birbirini kovaladı ve canım yaz gitti. Sonbahar sonbahar olalı belki de pek böyle hüzün görmemişti. Sonbahar hep hüzün doludur aslında ama bilemiyorum bu seferki daha başkaydı sanki çünkü bir insanı aldı götürdü hayatımızdan. Anneannemi kaybettik. O dağ gibi kadın eridi bitti, ufacık kaldı. Senelerdir zaten çektiği acısı vardı, yaşlılıktan, bunamadan ve artık yitirdiği bir takım fiziksel özelliklerdinden ötürü de. 


O benim Meloşum, ayaklı gazetem, yumuş yumuşumdu. Bu halimiz ne kadar da harika, içtenlikle gülümsüyoruz. Birlikte çok gülümsemelerimiz oldu. Kokusunu, kollarının yumuşaklığını, saçlarının pişmaniye gibi o halini hatta onları düzeltmek için limon sürmesini hatırlıyorum an be an. Şimdi ondan bana tüm o harika anıların yanında bir çanta, iki tane mendil, başörtüsü, iki elbise ve bir de sabahlığı kaldı. 

Alıştırmıştık sözde kendimizi. Zaten 40 günden fazladır hastanede yatıyordu. Bir sürü zorlu süreçten geçti. Onu en son yoğun bakımda ziyaret ettiğimden taze bir ölüden farksızdı ama işte yine de sıcaktı hala. Annem, teyzem onu doğuran yegane varlığı kaybetti, hayatın ağırlığının altında günlerce ezildiler. Meğer hayat ne acımasızdı! 

Kendimizi kandırmakta insanoğlundan büyük usta yok. Her gün hayat ne kadar güzel diyerek başlıyoruz mutlu günlerde söze, şanslı hissediyoruz, şükrediyoruz ama işin aslı öyle mi? Birileri o buz gibi toprağa giriyor her gün, niceleri sırada ve bir gün de biz! Ve o çok anlamlı bulduğum söz de olduğu gibi, bir gün bizi tanıyan herkes öldüğünde hiç var olmamış gibi olacağız...İşte hayatın ta kendisi! Zaman zaman yeniden tanışıyoruz kendisiyle.

Gidecek olanlar gidiyor ve ölenle ölünmüyor. Hayatımıza devam ediyoruz elbette mecburen. İçinde devinip duruyoruz. Tasalar, kaygılar, hüzünler ve mutlu gülümsemelerle bazen. Hayat akıyor. Birileri gidiyor, yenileri geliyor. Bize de gelen bir yeni nefes var hayırlısıyla inşallah. İçimde bir ponçik büyüyor, küt küt tekmeleyerek aşıyor günleri. Annelik günden güne doluyormuş insanın içine öyle diyorlar, şu an sadece gelişmesini takip ediyorum, iyi olmasını arzu ediyorum her gün. Bir de maviş boncuk olsun istiyorum çok, sarı lüleleri olan maviş bir oğlan; bulut tenli, gök gözlü, güneş saçlı olsun ve hep gülümsesin inatla! Sağlıkla gelsin inşallah yeni hayatına.


Herkese sevgiler. Yakında yine yazacağım. Telaşlı günlerin ardından ancak duruluyoruz diyebilirim. Hoş, bir süre sonra farklı telaşlarımız olacak ama olsun, yine gelip yazarım ben terapi niyetine. 

22 Şubat 2016 Pazartesi

Biz yaşarken


Her anın aslında verilmiş bir hediye olduğu dünyamızda tesadüfen yaşamaya devam ediyoruz. Alışıyoruz günden güne ama zor oluyor doğruyu söylemek gerekirse. Biraz eksik, biraz acayip, yorucu, stresli ve bilinmez. 

Kediciği hala yanımıza alamadık ama şu birkaç gün içinde yeni evine gelir o da. Buraya sanırım o da halen alışamadı, pek havası yok gibi. Eve gelince ve bizli yaşama geri dönünce düzeleceğini ümit ediyorum. Şimdilik yumoş battaniyelerde uyumaya devam ediyor.


Havalarda İzmir etkisi sürmekte. Bahar gibi aynı. Yalnız tabi önümüz mart olduğu için soğukların geleceğini düşünüyorum. Geçenlerde balkonda oturup bir kahve içtim, hava yine bahardan çalıntıydı. Çok sessiz bizim buralar. Cezayir'deki şantiyemizi aratmıyor bu yönüyle. Etrafın yeşillik olmasını da seviyorum. Evin yolunda bağ bahçe tarla dolu. Şehre ait olmayan ruhum yeşili görünce huzur buluyor. Yalnız, ev aslında şehre çok uzak olmamasına rağmen-20 dk sürüyor Karşıyaka'ya- henüz yalnız bir yere gidemiyorum ve bu beni sıkıyor. Araba da kullanmadığım için alıp da çıkamıyorum. Şu evin ana işleri biterse pratik yapıp yakın zamanda trafiğe çıkmayı planlıyorum. Buradaki en büyük hedefim bu. Bunu başaramazsam buradaki hayatım Cezayir'dekinden pek de farklı olmayacak çünkü. 


Nihayet avizelerimizi de alabildik. Her şey ateş pahası. Fiyatlar o kadar acayip ki şaşıp kalıyoruz. İnanamıyoruz çoğu zaman insanlar bir avizeye milyarlar veriyorlar mı gerçekten? Uygun fiyatlı olur diye Karabağlar'a gittik oranın da bir farkı yokmuş diğer yerlerden. Neyse ki şansımız yaver gitti de bir nebze uygun fiyatlı şeyler bulabildik. Bizim gibi memlekete dönen arkadaşlar hep anlatıyorlardı her şey pahalı, sıkıntı yaşıyoruz diye ama insan tecrübe etmeden anlamıyormuş demek ki. Ev müstakil olduğu için de şimdilik daha çok işi var. Alt kat henüz ardiye durumunda, bahara kadar düzenlemeyi umuyorum. Daha İzmit'ten eşyalarım da gelmedi, o da ayrı bir stres. Hani 8 senelik evliyiz ama yeni evli gibi eşya taşıma dertlerimiz var. E o zaman yaşamadık bunları şimdi yaşıyoruz. Açıkçası sıkıntılı bir süreç. Öyle keyifli tarafları paran varsa var, hayatın gerçeği böyle saçma bir şey işte. En güzel tarafı henüz benim için geçerli olmasa da ait hissedebilmek. Başımızı sokacağımız bir evimiz var çok şükür ve sağlığımız yerinde. Daha da başka bir şey istemiyorum zaten. Umarım yaşadığımız sıkıntılardan sonra güzel günler bizi bekliyordur. Umarım döndüğümüze pişman olmayız. 


Bir de tabi ege mutfağına hızlıca giriş yaptım diyebilirim. Şevket'in bu hali ile yeni tanıştık, kuzu etli nohutlu hali hoşuma gitti. Öncesinde sadesini yemiştim. Bostanlı pazarı bir nimet, çarşambaları gidiyorum. Her çeşit sebze meyve var ve fiyatlar uygun. Cibez, şevketi bostan, radika, ebegümeci, mantarın türleri pazarda mevcut, en keyifli kısmı şu anlık bu. Bir tane de pazar arabası edindim fıtır fıtır çekiştirerek dolaşıyorum pazarda. İşte o an, o renklerin içinde iyi hissediyorum. Bir de gece kafamı yastığa koyduğumda üstümde çok kat olmadığını bilmek huzurla uyutuyor. Yalnız buralarda hırsızlık oluyormuş diye duyduk stresliyiz. Bahçeye çit çevirteceğiz. Gece alt kattan tık sesi gelse uyanıyorum, henüz idrak edemedim bu tip evlerin bir yerlerinden sesler gelebileceğini. 

Bilmiyorum, tuhafım. İnsanlar ölüyor, biz yaşıyoruz ama ne için? Neden çabalıyoruz bunca, neden bunca stres? Yaşayacağız ve bir gün hop gideceğiz bir başımıza. Böyle olunca işte anlamsız geliyor bunca telaş, afallıyorum. Düşünceler kafamda öyle yoğun ki geldiğimden beri bazen iç sesimi duyamıyorum. Egenin renkleri iyi geliyor bir tek, denize bile yakınlaşamamışken henüz pazara çıkmak ruhuma iyi geliyor. Bir de şu telaşı atlatıp yazmaya ve okumaya devam edebilsem, işte buna çok ihtiyacım var. A bir de geldiğime sevinen insanların olduğunu bilmeye ihtiyacım var, aranmaya, sorulmaya...Hayat bıraktığım yerden devam etmiyormuş aslında bunu anladım. Hani döndük ya hala aklım 2007 de bıraktığım hayatta, aradaki boşluk çok uzunmuş meğer ve pek çok şey değişmiş. Yaşayarak görüyorum. Yani düşündüğüm kadar kolay değilmiş. 

Yazacağım yine. Memlekete kesin dönüş yaptım ama bloga kesin dönemedim henüz.

Not: Cezayir ile ilgili mailler almaya devam ediyorum. Koşturmacadan yanıtlamaya zaman bulamıyorum ama en kısa zamanda boş vakit yaratınca yazacağım. Lütfen hemen dönüş yapamadığım için bana kızmayın!

Herkese sevgiler...

18 Kasım 2015 Çarşamba

İçimden trenler geçiyor


'Garibim.
Ne bir güzel var avutacak gönlümü, 
ne de bir tanıdık çehre.
Bir tren sesi duymayagöreyim
İki gözüm iki çeşme...'

Orhan Veli


Bu haliyle sevdim ben şehrimi. Tıngır mıngır trenleriyle ve upuzun, paslı demir raylarıyla. Çocukluğumu sever gibi sevdim ağaçlarını, yollarını, eski beton duvarlarını. Binaları yok oldu zamanda, yırtıldı dantelli perdeleri tanımadıklarımın. Yok yerleri resimlerle doldurabilmeyi sevdim. Yenisi yapıldı eskinin yerine, bir iz arayıp bulamadığımda dahi geçmişten, bir zamanlar orada olanı sevdim ısrarla. Orada doğdum, büyüdüm, doğruldum, sevindim, sevildim. 

Bugün Orhan Veli geldi buldu beni, bir tren sesi geldi kulağıma ağladım. Sisinin kokusunu bile özledim dedim kendime, kendimle konuştum. Babannemin elinden tutup çarşıya giderken raylardan geçme heyecanımı duydum yeniden içimde, gizli saklı köşelerde bulduğum taşları tokaçları toplar gibi topladım her birini, beş satır şiirde.  

Memleketimi özledim. Hoş; pek kimse özlemiyor bu devirde böyle hallerini. Bir ben mi kaldım uslanmaz ruhumla dolaşan bu siyah beyaz karelerde. Az sonra geçecek sanki bir tren ve el sallayacak babannelerinin elinden tutan tüm çocuklar. Annem de hemen şuracıkta duracak, gideceğim öğlenleri yanına, fotoğrafın tam da bittiği yerde...


Annem, teyzem ve anneannem. Üç güzel insan. Yürüyorlar sokaklarda zamana gülümseyerek. Ben ailemden öğrendim memleketimi sevmeyi, hatıralarımı sevmeyi. Biz hep sevdik çünkü, yerleri, odaları, sokakları, başka yüzleri. 

İzmit, içinden trenler geçen şehrim. Hep o haliyle kalacak hatırımda ve ne zaman bu şiiri hatırlasam benim de içimden geçecek o trenler, çocukluğumla!

Not: İzmit fotoğrafları web'den alıntıdır.