djazair etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
djazair etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Nisan 2020 Cuma

Korona Günlükleri 2 (Cezayir)


Hepinize yeniden merhaba;
Bugün öğlen itibariyle Türkiye'ye gidiş ile ilgili bilgi geldi. Yapılan konuşmalar, yazışmalar ve ülkelerin anlaşması neticesinde 4. Nisan. 2020 Cumartesi günü öğlen 14.00 te havaalanında hazır bulunmamız gerekiyor. Biz zaten her an gidecekmişiz gibi eşyalarımızı toplamıştık. Tamamlamasak bile büyük çoğunluğu hazır sayılırdı. Tabi kıyafet v.s nin haricinde evi kapatacağımız için asıl büyük iş buzdolabındaki yemekler falan. Büyük çoğunluğu tüketmeye başlamıştık zaten. Gerisini de bir şekilde halledeceğiz. 

Henüz başka hiç bir detay belli değil. Buradan tutulacak iki otobüs ile yola çıkacağız. Otobüsler bir gün evvelden gelip dezenfekte edilecek. Saat 14.00 te havaalanında olmak için en geç sabah 8.00 de yola çıkmamız gerekecek. 

Tan Türkiye'ye gideceğimizi biliyor. Hatta İzmir'e değil de dedesinin yanına İzmit'e gitmek istiyor ama bir şekilde anlatmaya çalıştım gidemeyeceğimizi. Karantina sürecini ise İzmir'den önce bir süre ufak bir butik ev de kalacağız dedik. O da şöyle anlatayım.. Eşimin Kasım ayındaki hastalığı sürecinde eniştemin İstanbuldaki 1+1 evinde kalmıştık. O oraya ufak olduğu için butik ev diyordu ve ilk gittiğimizde sevmemesine rağmen sonrasında butik evimiz çok güzel anne demeye başlamıştı. Ben de onu strese sokmamak için bir süre ufak butik ev gibi bir yerde kalacağız dedim. İşin işte en zor kısmı bu bence. 3 yaşında deli dolu bir çocukla 14 gün karantina'da kalacak olmak kısmı beni çok endişelendiriyor. 

Ayrıca buradan havaalanına gitmek 5-6 saat sürecek. Orada uçağın kaçta kalkacağı belli değil. Daha önceki postada giden arkadaşları 17.00 de havaalanına çağırıp gece yarısından sonra uçağa bindirmişler. Orada beklemek sıkıntılı, sonrasında 3 saat havada yolculuk sonrasında hayırlısıyla istanbul'a iniş ve orada beklemek kontroller falan. Daha sonrasında nakledileceğimiz karantina bölgesine nereye gideceğimiz sorusu aklımda. Önce gidenleri Kırklareline yollamışlardı oraya da varmak bir 4 saat sürüyormuş. Düşünsenize bu program büyük insan için bile ne kadar yorucu iken küçücük bir çocukla nasıl üstesinden geleceğimizi bilemiyorum. Kendimi telkin ediyorum sıkça. Umarım düşündüğümüz kadar zor olmaz ve sonunda durup geriye baktığımızda rahat bir nefes alabiliriz. Tabi bunca uzun yolculuk sırasında ve sonrasında da virüs kapmamak çok önemli. 

Tan'a anlatmaya gayret ediyorum. Bir yerleri ellememesi gerektiğini, elini ağzına sokmaması gerektiğini, yüzüne gözüne sürmemesini ama tabi benim oğlan çok enerjik ve ufak olduğu için de unutuveriyor heyecana kapılıp. Evde bile devamlı oğlum ağzına sokma oyuncaklarını, elini ağzından çek gibi diyaloglarımız oluyor. 

Bizler bir şekilde karantina'da 14 gün bir amaç uğruna olduğunu bilerek zor da olsa kalabiliriz. Ama ufacık bir odada onu nasıl oyalayacağız nasıl açıklayacağız bilmiyorum. Uzmanlar korkutmayın diyorlar, korkutmadan anlatıyorum ama onun hayal gücü bambaşka. Hep neden diye soruyor. Maskeli tiplerden de normalde çok korkuyor örneğin doktora gittiğimizde maskeli ise hep ağlardı ufakken de. Şimdi onca görevli ve biz eldivenler maskeler... Çocuk kimbilir nasıl etkilenecek. 

Ama bir de inandığım öyle bir nokta var ki ve sığındığım. Bazı özel durumlarda, anlarda, çocuklar kendilerinden beklenmedik olgunluklar gösterebiliyorlar. O zaman diyorum sanırım ne kadar mücadele ettiğimizi anlıyor, allah bir şekilde yardım ediyor. Ortama kolay adapte olabiliyorlar. Böyle olabilmesini ümit ediyorum. 

Korkmasın, üzülmesin ve belki de bu süreç onun için eğlenceli hale gelebilsin. Yanımıza bir sürü oyuncak falan aldık. inşallah alnımızın akıyla sağlıkla bu süreci tamamlar evimize gideriz.

Detayları fırsat buldukça yeniden paylaşacağım. Birilerinin okuduğunu bilmek iyi geliyor. 

Dikkatli olun! Sevdiklerimiz için ve hayallerimiz için çaba göstermeliyiz, sabretmeliyiz!



27 Mart 2020 Cuma

Korona Günlükleri 1 (Cezayir)



Herkese yeniden merhaba;
Görsel sanırım evlerimizde kapalı kaldığımız şu günler için oldukça uygun. 

Evet biz de aynı sizler gibi karantina'dayız. Tek fark şantiyedeki evimizdeyiz. Aslında bu çok büyük bir fark çünkü bence ne durumda olursa olsun insanın vatanında ve kendi evinde olması her şeyden daha önemli ve güvenli. Burada insan devamlı tetikte ve yüreği ağzında geçiriyor günlerini. 

Uçak bekliyoruz. Birkaç bavul yaptım ve durdum. Şantiye kapandı işler durdu eşim evde ve 10 gün boyunca yağacak yağmurlarda oğlanı evde nasıl oyalayacağızın derdindeyiz. Aslında daha da önemlisi uçak gelir de gidebilirsek 14 gün karantina'da bu çocuğu nasıl strese sokmadan üzmeden eğlendirebileceğiz. 

Şirketimiz elçiliğe yazı gönderdi ve hala bir cevap yok. Yolda olmak da ciddi sıkıntı aslında. Ama en büyük korkum ülkede korona çok yayılırsa bizi buradan nasıl çıkartırlar, sağ salim. Çünkü televizyonlarda korona için yapabileceğimiz bir şey yok sağlık sistemimiz yeterli değil sizi koruyamayız kendinize dikkat edin diye açıklama yapıyorlarmış. Akşam 19.00 dan sonra sokağa çıkmak yasak. Anlayacağınız burada da durum tüm dünyada olduğu gibi vahim. Bekliyoruz. Umutla. 

Bu sırada yazmaya başladım. Flaş Kocaeli ve Bizim Darıca gazetelerinde yeniden yazıyorum. Bu bir nebze de olsa bana iyi geliyor. İçinde bulunduğum sıkıntılı süreci belki bastırmama yardım ediyor. 3 yaşındaki oğlumu düşünüyorum ve üzülüyorum. Umarım daha görecek çok güzel günlerimiz vardır hep birlikte.

Buradan vizesi bittiği için mecburen gitmek zorunda kalan ve hava sahası kapanmadan önce uçağa binebilen bir arkadaşımız you tube kanalına yolculuk ve karantina hakkında bir video çekmiş. Oldukça faydalı. Linkini ekliyorum. Facebook'ta da paylaştım. Mutlaka izleyin ve paylaşın ki çok kişiye ulaşabilsin. 

Şimdilik her şey çok şükür ki yolunda. Evdeyiz. Sağlığımız yerinde. Bekliyoruz!

Evde kalın ve güzel düşünmeye çalışın. Kendinizi oyalayın, kendinizle barışın, kendinizi sevin.

Bu günlerden sağlıkla çıkabilmek dileğiyle ve umuduyla.



https://youtu.be/eOaEDDFGgz4

21 Mayıs 2019 Salı

Hay bin kunduz



Elbette böyle bir manzarada uyanmak ister insan. Şehrin tam da ortasında ama şaşaalı karmaşadan da uzakta, dingin bir mimari yapının ışığı ile güne başlamak ister bu coğrafyaya gelen her insan. Ortalığın kokusu sinmiş perdeler rüzgarda dalgalanırken, bir filmden fırlamışcasına masalsı anlar eşlik edebilse keşke hayatımıza. Öyle ki istediğim saatte bile kalkamazken sıcak yatağımdan bunları sadece hayal edebiliyorum. Bizim tosbağa sabahları hep erkenci artık. Bir de öğlen uyumamak gibi bir derdi var günlerdir, beni mahvetti bu durum. Meğer bu öğlen uykusu nasıl da tam bir mucizeymiş. Ben hatırlıyorum koca kazıktım anneannem hala öğlen uykusuna yatırırdı beni. Ah ne hoş! Biz el kadar bebeye laf anlatamıyoruz. Gözler fal taşı anne kalk lüffeeen diyor:) Kalkıp arabaların sihirli ve tan'ın sinirli dünyasına geçiş yapıyoruz. 

Şu an yazmak benim için tam bir terapi. Birkaç defter getirmiştim yanımda henüz dolduramadığım. Ama onları okuduğum bir yazıdan esinlenerek hayal defteri, gerçek defteri, rüyalar defteri gibi ayırarak planlayıp mütemadiyen yazmaya karar verdim ve bugün başladım. Sadece 3 satır yazabilmiş de olsam yetti. 

Annelikten normal hayata dönüş yazıları okuyorum ama benim sanırım daha epey yol katetmem gerekiyor. Zira benim oğlum tek kelimeyle bana yapışık ve buradan bir arkadaşımın dediği üzere artık tan benim üçüncü kolum gibi bir şey oldu. Aslında çok normal çünkü çocuk doğdu doğalı benle. Günlük rutininin çoğunda anası yanında. Hal böyle olunca yapışması gerçekten çok normal ama gönül ahh şu gönül neler neler istiyor.



Kocaman dağlar var ardımızda. Uzun tünellerden geçiyor, denize minimum 2 saatte ulaşıyoruz. Sadece o Türkiye'de adım başı ulaştığımız avm'lerden biri için 1.5 saat yol gidiyoruz. Ama ne yol, dön baba dönelim. Avm'lerden kaçıyor insanlar ama burada öyle değil elbette. Çünkü oraya gidebilmek demek gerçek hayata adım atabilmek, kabuğundan sıyrılmak gibi bir şey. 


Setif, sevdiğim bir yer oldu. Muntazam bir şehir.Söylenenin aksine bizi memnun etti. Ufak dükkanlar, bir küçük bir büyük alışveriş merkezi, güzel birkaç da market bulunca ohh dedik. İzmit'in eski halini bile hatırlatmış olabilir bana. Kısacası gönül bağını kurduk gitti!



Kherrata. Kamp alanına yaklaşık 3.5 km. Aslında kocaman bir yer ama tabi her karesini adımlamak zor. Çok güzel bir bahçe malzemeleri dükkanı var şaşırdık. Züccaciyeler favorim. Güzel elbiseciler kumaşçılar falan var. Bir sonraki aşamada onlara gidebilmeyi ümit ediyorum. Şimdilik sadece 4 yer görebildim sanırım. Büyük güzel bir market var Family Shop. İçerisinde Vanish'inden hint pirincine kadar her şey var. Oldukça şaşırtıcı bir performans. Ayrıca telefon edip olmayan birşeyleri de sipariş edebiliyormuşsun. Adamcağız Türklerin haline acıyıp getiriyor sanırım. 


Yegane dost diyebilirim. Havalar ılıdığında soğuk kahve yapmak hoşuma gidiyor. İki kez sıcak bir kere soğuk denemesi yaptım bile. Evde duruşu bile ayrı bir blog konusu olabilir. Sanırım ben bu moka pot dedikleri şeyin tipini çok seviyorum. Foşurdamasından kaçmak şahane, kahvenin kokusu fevkaladenin fevkinde. 

Hayat ilerliyor. Oğlan büyüyor. Ben sanki olduğum yerde sayıyorum hatta bazı günler geriliyorum ama iyiyim. Şükrediyorum. Kendimi telkin ediyorum ve oğlanla bol bol bahçeye çıkıp koşup oynuyorum. Bugün mesela o kendine sudan suya attı hop hop zıpladı hiç karışmadım level atladım. Çocuk mutlu, evde alt üst var. Ne diye stres yapalım dimi ama. Baksın keyfine. Çocukluk bir daha geri gelmiyor. 

Yazacağım yeniden. İnatla. Uzun aralarla da olsa eninde sonunda!
Merak eden bekleyenlere kocaman kalp:)
Kaç kişi kaldık şurada. Bir de beklendiğini bilmek güzel bir motivasyon aracı benim için. Dürteleyin beni olur mu. Numara da yapabilirsiniz. 

Cezayir'den sevgiler...


Not: Cezayir ile ilgili mailler mesajlar gelmeye devam ediyor. Elimden geldiğince cevaplıyorum. Lütfen gönül koymasın yazamadıklarım. Çocuklu yaşamda elimden ancak bu kadarı geliyor. Herkesin yolu açık olsun..


17 Nisan 2019 Çarşamba

Geçen zamanın peşinde

Bilgisayarın başına oturmak başlı başına kocaman bir işmiş meğerse. Düşünüyorum da bir zamanlar ne çok vakit geçiriyordum bu tuşlarda. Hayat işte durduğu yerde durmuyor. Elimden geldiğince okuyorum hala ama hep aklımdan yazıyorum sayfalara. 

Annelik üzerine okudum, bebek bakımı, çocuk yetiştirmek... Bunların hepsi yaşayarak anlaşılabilecek şeylermiş, öğrendim, anladım. Kabullenmek epey güç oldu aslında. Yepyeni bir başlangıç, yeni bir hayat. Bazen baş etmek epey güç oluyor. Ama artık eğlenmeyi de öğrendim, fazla dert etmemeyi de. İyi şeyler düşününce iyi şeyler de gelip bizi buluyor. Bu yüzden olumlamalara yer veriyorum artık hayatımda. Tabi elimden geldiğince, bazen kendime yenilip surat astığım da olmuyor değil, neticede insanım. 

Cezayir'e yeniden gelmek de bir seçimdi, aynı çocuk sahibi olmak gibi. Kimi zaman bir anda oluveren kimi zamansa hesap kitap yaparak.Seçiyoruz. Ne olursa olsun su akıp yatağını buluyor. Sen debeleniyorsun ama hayat seni kendi ritminde başka yerlere çekebiliyor. Yine bu coğrafyadayız, bu tozlu topraklarda. Kokular, yüzler hep tanıdık, hikayeler benzer. Ama anılar bambaşka. İçi dolu dolu anılar. Şimdi terasta oturuyorum ve içeriden iki ses geliyor. Hayatımı enine boyuna kaplayan iki ses. Ömrümü çoğaltan iki güzel ses. 

Hiç bir zaman internet anneleri gibi bir anne olmadım. Henüz keşfediyorum güzelliklerini diyelim. Yalpalaya yalpalaya yolumu buluyorum. Uykudan anne diye uyandığında içim cız ediyor mesela ve yüzümde hep tuhaf bir gülümseme, tüm bunların yanında tabi bolca da gözyaşı. Tanımadığım çocukların sesleri için bile gözyaşı döküyorum. Birisi anne, baba dediğinde kendi evladımın sesi geliyor kulaklarımın ikisine birden. Bir saat vakit ayırabilmek için kendime, sanki dağları deliyorum ama o bir saatte hep aklıma oğlum geliyor. Kendimizi Türkiye'deyken azıcık da olsa dışarı atabildiğimizde hep salıncaklar kaykaylar karşılıyor beni köşe başlarında, tuhaf bir vicdan azabı çekiyorum. Kendinize vakit ayırın, siz iyi olun diyor hep anne çocuk sayfaları ama işin aslı pek de öyle olmuyor. Yani çoğu yazılan hep fasa fiso. Sen ne kadar her ikisini yapabilirim desen de açtığın bilgisayar sonunda bomboş bir sayfayla kapanabiliyor, özenle hazırladığın kahven bir de bakmışsın buz olmuş, iştahla oturduğun sofrada yemeğe mecalin kalmamış bulabiliyorsun kendini. Bu böyle bir serüven. Tıpkı rutin olarak gördüğün ama durmadan değişen yeni bir gün gibi. Annelik Cezayir'de kadın olmak gibi kocaman bir adım aslında. Ben hem dünyamı adımlamaya hem de içinde kaybolmamaya çalışıyorum. 


Buraya adım attığımızda hava alanının havasını soluduktan sonra kafama buradayım diye dank ettiren ilk önce bu su oldu. 


İlk hafta ne işim var benim burada dedim elbette. Tam yerleşik düzene geçip alışmaya başlamıştık ki hoop yeniden yollara düştük. İnanın burada olmak veya gelmekten çok uçakla seyahatimin yeniden başlıyor olmasıydı canımı sıkan. Bugün geleli bir ay oldu ve halimden son derece memnunum. Tan'a da iyi geldi burası. 



Şu sihrini içinde barındıran dükkanlar yok mu. İçeride o kadar çok şey buluyorsunuz ki, tahmin edilemezler. Bir o kadar basit, bir o kadar kapsamlı. Naif...


Eski yüzlü binalar çoğunlukta. Hatta bazıları sadece tuğla. Bir nebze düzgün görünenler'e rezidans diyorlar zaten. En son içine girdiğim rezidans harlemde karanlık bir alt geçit gibiydi. 


İşte beklenen an! Hamoud Boualem ile buluşmamız. Son derece lezzetli bir gazoz. Türkiye'de iken pek çok sefer canımın çekmişliği vardır. Yanındaki mavili de eşimin favorisi. 


Ah yeniden Cezayir'e gitsem de alışveriş yapsam diyordum döndüğümde. Bu tabaklar hep gönlümü fethetmiştir. Daha kaliteli ve daha sağlam bunlar eskilerinden. Takımı tamamlamama az kaldı. 


Tan kuş yeni çekicisi ile oynarken. Evi doldurmamak şahane bir fikirdi. Gönlünce oynayabileceği kocaman bir alanı var. Eski evimize nazaran burası kocaman. Bir de kapalı teras olması epey rahatlattı. İki oda bir salon oldu resmen. 


Günde en az iki kez bahçeye çıkıyoruz. Zaten hava güneşli oldu mu tan direk dışarıya gitmek istediğini belirten cümleler kurmaya başlıyor. Araba da pek girmediğinden rahatça oynayabiliyoruz. 

 
Doğa her zamanki gibi göz alıcı. Her yer yeşil. Kocaman sıradağlar ve renkli çiçekler var. Havası mis gibi.


Benzin istasyonu Naftal artık daha gelişmiş. Hatta Alger'e gittiğimizde mola verip marketine girdik ve restoranında pizza yedik. Pizza oldukça dandikti ama en azından yemek yenilecek ve tuvalete girilebilecek yer bulabilmek harikaydı. 


Burası Setif. Büyük bir Park Mall denen alışveriş merkezi yapılmış. Bir ufak versiyonu da var Rais orası da güzeldi çok beğendim. Türkiye'dekilerden hiç farkı yok diyebilirim. En azından öyle bir havayı solumak da iyi geliyor. Tan'ın peşinde koşmaktan fotoğraf çekemedim ama bir dahakine çekeceğimi umuyorum.


Tan Rais'in önünde atlıkarıncaya bile bindi:)


Alışveriş merkezinden bir itfaiye kapmasaydı zaten herhalde şaşırırdık! Çocukları mutlu etmek ne güzel bir şeydir. 


Evde pişirdiğim ilk kekim. Bu ilk kekten sonra evet artık ben bir süreliğine buradayım dedim. O kek kokusunun eve dolması lazımmış demek ki. 


Ana oğul :)


En baştaki bizim evimiz. 


İlk hastalığımızı da atlattık. Doktor tatlı bir hanımdı, oldukça iyi davrandı. Muayenehane çok dandikti sıra düzeni kesinlikle yoktu. Randevu almamıza rağmen bir sürü insanı bekledik. Tan artık son raddesindeydi ki içeri girmeyi başardık. Neyse bu da geçti çok şükür. 


Şimdilik bu kadar. Sizlere kocaman sevgilerimizi yolluyoruz. Tan uyurken hızlıca yazılan bir blog yazısının daha sonuna geldik. En kısa zamanda yeniden görüşelim dostlar!



27 Mart 2019 Çarşamba

Cezayir'e dönüş

Kürkçü dükkanına geri mi döndük desem ne desem bilemedim. Ama işte yeniden Cezayir'deyiz. Başka bir şantiyedeyiz. Önümüzde dingin bir göl ve kocaman sıra dağlar. Havası temiz ve etraf hep olduğu gibi yeşil. 

Dönmek garip aslında ama alışılagelmiş. Bir süre ara vermişiz gibi gelmiyor aslına bakarsanız. Sanki kaldığımız yerden devam ediyoruz gibi +1 olarak. Çocukla elbette ki daha farklı tabi. Üniversiteli gibi yaşamıyoruz. Öyle keyfe keder boyamalar, okumalar, hobiler henüz hayatıma dahil değil. Şu anda tek beklentim oğlan uyuduğunda sigara ve kahve eşliğinde yazmak. Bazen de o uyurken kitap okuyorum. İnce bir kitap bitirdim bile.

Oğlan mutlu. Etrafta çokça amca, abi, teyze ve abla olması hoşuna gidiyor. Bir de bebek var 6 aylık. Onu çok sevdi tan. Anne bebek uzay git hadi diyor. Uzay maşallah sessiz tatlı bir çocuk. Tan hoplayıp zıpladıkça kah kah gülüyor. Böyle ilerlesin tek dilediğim. Hastalık falan olmasın da. Arkadaşların bahçesinde salıncak da var gün içinde bir veya iki kez havaya bağlı olarak gidip sallanıyor, dışarda oynuyoruz. Göle doğru bir kafes yapmışlar içinde ördekler tavuk ve horoz var. Göl baraj gölü olduğu için girilmiyormuş ama manzara harika. 

Fotoğrafları henüz bilgisayara yükleyemedim ama instagramdan bol bol paylaşıyorum. Umarım bundan sonra daha sık yazarım. 

Henüz bir defa yakınımızdaki ilçeye Kherrata'ya gittik. Bir kez de büyük şehre Setif'e gittik. Güzel bakımlı bir yer. Bir  tane ufak ki ben çok beğendim, bir tane de büyük alışveriş merkezi var. Büyük olanı yani Park Mall'ı eşimin kardeşinin çalıştığı şirket yaptı. Oradan da bir bağ kurduk kendisiyle. Her şey var. Eskisi gibi sıkıntı çekmeyeceğiz o belli. Lcw, penti, stradivarius, önceden gittiğimiz Havana restoran, oyuncakçılar ve diğerleri. Görünce içim rahat etti. Evimizin ufak tefek eksikleri kaldı onları halletmeye çalışıyoruz. 

İlk birkaç gün ne işim var burada dedim ben de ama hemen alıştım ve tan için geleceğimiz için olduğunu düşünerek iyi hissetmeye başladım. İlk yemekleri yapıp evi mis gibi kokuttuktan sonra daha da benimsedim diyebilirim. 

Şimdi oğlan uyuyor. Ben de yanına uzanır biraz kitap okurum. Fotoğraflarla geri döneceğim. Bu ilk yazı uzun zamandan sonra. Hadi bakalım hayırlı olsun. Yeni hayatımız güzellikler getirsin bize inşallah. 

Herkese selam. Bolca haberleşebilmek dileğiyle dostlar!

13 Aralık 2015 Pazar

Kalın harflerle yazılan kelimeler gibi


Fotoğraf: Tumblr

Bomboş bir sayfaya atılan bir başlıktaki kalın harflerle yazılan kelimeler gibi net ve silinmesi güç buradaki anlar, yaşananlar. Kocaman bir devrin tam da ortasında açılan böyle süslü bir kapıdan girip baktığımız, türlü tecrübeler edindiğimiz, anılar biriktirdiğimiz, bambaşka bir alem!

Şu sıra kalbim kuş gibi heyecanla çarpıyor her gün. Hani birazdan yola çıkacakmışım gibi çocukça. Toparlanmaya başladım, ağırdan alarak ilerlemeye çalışıyorum. Aslına bakarsanız ev hala olduğu gibi duruyor gözümde, kirli çıkı gibi aç aç bitmiyor içindekiler sanki. Daha çok buradan hatıra olacak şeyleri çantalara doldurma derdindeyim. Önceden hiç bir şeyi veremeyen ben şimdi kendime hayret ediyorum. Bir süredir daha iyi biri oldum diyorum ya bu özelliğime de borçluyum bu içimde hissettiğim iyiliği. Kurtulmayı, rahatlamayı, azalmayı biliyorum artık, dağıtıyorum kafamdaki puslu düşünceler gibi kıyafetleri, ayakkabıları, eşyaları ve diğer şeyleri. Benden daha çok yarayacağı niceleri var etrafta. Hem bir güzel tebessüm de yetiyor karşıdan aldığım. Pıt pıt su serpiyor sanki içime. Öyle bir haller işte.

Gideceğim için mutluyum da ama çoğu hüzünle karışık duygularımın. Bir devir kapanıyor diyor herkes ya galiba hakikaten öyle. Çok idrak edemiyoruz henüz. Gideceğiz ve ardımızda bir coğrafya bırakacağız. Burada belki de sanki hiç var olmamışız gibi akmaya devam edecek hayat. Bizde kalın harflerle yer eden bu yer hiç bir zaman silinmeyecek ama ayak izlerimiz silinecek sokaklardan. Esnaf belki diyecek ne zamandır uğramıyorlar, derler çünkü biliyorum. Desinler zaten, ne mutlu bir şey kısacık bir anda da olsa hatırlanmak.

Başka ne mi yapıyorum? İç çekiyorum, ayaklarımı sallıyorum, tırnaklarımın kenarlarını yiyorum ama ekmek makarna pilav yemiyorum bir haftadır. Sigara içiyorum, kahve, yeşil çay, bazen de çikolata. Git gelliyim ama iyiyim. Şimdi tek arzum uçak yolculuğunun sağ salim bitmesi ve tanıdık kokulara uyanmak. Bu uçak stresi neymiş kardeşim bu kadar, ömrümü tüketti. Bir süre görmek dahi istemiyorum o tombalakları. Yerdeyken güzeller tıpkı mantarlar gibi:)

Yine yazarım. İçimdekileri biriktirince batıyorlar zaten, yazayım da ohh rahatlayayım. Gelince de özledim diye yazarım artık, belki de hiç anlatmam bilmiyorum ama sanırım dayanamam. Şu yeni yıla evimizde bir girelim de her şeyin hayırlısı. Herkese kocaman sarılmak istiyorum ve doyasıya ağlamak. Tut tut nereye kadar!

Gitmeden görüşürüz yeniden dostlar. İyi ki varsınız! Bana burada yarenlik ettiniz her biriniz içten kelimelerinizle. Mutluyum bunun için. Güzel bir hafta geçirin.

Sevgilerimle

8 Aralık 2015 Salı

Portakallı zihin kuşlarım


Yeni bir günden merhaba;
Yine sözlerimi yedim ve daha sık yazacağım dememe rağmen hemen geri dönemedim yazmaya. Bu yazmadığım süre içerisinde aslında herşey kaldığı yerden devam ediyor. Artık biliyorsunuz burada zaman daha ağır ilerliyor ve olağan rutinimizi sürdürüyoruz gün aşırı. 

Havalar halen tam da kış gibi değil. Sabahları buz gibi olan hava öğlenleri yerini sonbahar havasına bırakıyor, güneşle ısınıyoruz. Sokaklardaki kavuncular tezgahlarını daha toplamadılar. Kadınlar güneşi görür görmez çamaşırlarını balkonlara asmaya devam ediyorlar. Minik serçeler henüz yaprakları dökülmeyen ağaçlardan her gün şarkılar söylüyorlar. Kedicikler pek ortada görünmeseler de bir tane bahçemizin daimi elemanı sarı kediciğimiz gelip gitmeye devam ediyor. 

Ben gitme moduna girdim diyebilirim, aslında epey bir süre önce girmiştim ama haftalar geçip zaman yaklaştıkça daha da o modda buluyorum kendimi. Ama telaş etmiyorum. Henüz evi toplamaya başlamadım. Sadece ayıklıyorum, fazlaları veriyorum, bazen bavul yerleştiriyorum hepsi o. Bunca sene nasıl da geçiverdi diye düşünüyorum çoğunlukla da. Endişen sadece bu kadar zaman sonra Türkiye'deki hayata yeniden adapte olabilmek üzerine yoğunlaşıyor. O kalabalığa, zamanın akışına hatta yemeklerde kullanılan yağa bile bir alışma süreci oluyor. Bunu zaten senelerdir kısa zamanlı gidiş gelişlerimizde yaşıyoruz, tabi bu sefer kalıcı olduğumuz için süreç nasıl işleyecek diye merak ediyorum. 

Sanırım buradan gittiğimde en çok özleyeceğim şeylerden biri de yukarıdaki fotoğraflardaki desenli seramikler ve yollara serpilmiş tombalak portakal ağaçları. Zihnim epey karmaşık. Bir o düşünce bir bu düşünce gelip gidiyor dallara konan kuşlar misali. O portakalların dallarındaki ağırlığı gibi ağırlık yapıyor bazısı üzerimde. Yine de yeni yıla evimizde girebileceğimizin düşüncesi bile huzur bulmama yardım ediyor. Hatta bazen acaba yeni yıl ruhunu kısa sürede evimize getirebilir miyim diye bile düşünürken buluyorum kendimi. Henüz evimiz için ısınma sistemimiz yok, gider gitmez halletmeyi düşünüyoruz. Bunu tamamladıktan sonra sabahları orada uyanmak ve akşamları orada uykuya dalmak ve yeni gelen seneyi sevdiklerimizle mutlu gülümseyişlerle karşılamak keyif verecek bize. 

Dile kolay benim 8. senem bitti eşimin de 11. senesi. Cezayir denilen bu tozlu, turuncu iklimde pek çok anı biriktirdik. Umuyorum güzelliklerle de ayrılacağız. Şimdilik tam kesin olmasa da 15 güne kadar döneceğiz diye hazırlanıyoruz. Bu epey kısa bir süreç aslında 9 seneden sonra:) 

Bu konuyla ilgili biliyorum ki kısa zamanda yeniden yazacağım ama şimdilik burada son veriyorum. Umarım herşey gönlümüzce olur. En kısa zamanda yeniden görüşmek üzere...

30 Kasım 2015 Pazartesi

So(m)bahar giderken


Som; katışıksız ve içi dolu olan anlamına gelen sevdiğim bir kelime. Bir de şarkısı var sevdiğim. İçimde dizeleriyle uyandığım, zaman zaman...
'Çok şey istemem ihtiyacım var bir tebessüme' diyor. 

Dünya bunca çıldırmışken sadece bir tebessümün iyi ettiği insanlardan olmak istiyorum ben de. 

Bir zaman kayıp sözcükler oluyor ağzımda gözümü açar açmaz sabahın o ilk yakıcı ışıklarıyla, bir zaman da öyle bilindik, tıpkı eskiden olduğu gibi. Sadece iki gündür dilimde bir şarkıyla uyanmıyorum. Çünkü ağırlaşmış hissediyorum. Gün içinde onlarca sınava tutulacakmışım gibi heyecan var göğsümde. 


On gündür aralıksız yağdı so(m)baharın yağmurları. Hırçın, tehlikeli ve çıldırmış gibi. Ne varsa attı gitti önünde. Şimdi güneşe teslimiz ama aldatıcı bir güzellik olduğunu bilerek verdik ipleri eline. Yine de göğü mavi görmeyi üç kısa günde bile özlüyormuş insan bunu anladım. 

Sinekler var etrafta çamura yapışır gibi üzerimize yapışan. Evdeki yaza kaçmaya çalışan bir iki de sersem sivrisinek var. Kadınlar olağan gücüyle çalışıyor, elleri çamaşır suyu kokarak, herkes işinde gücünde. Kiminin evlenme hayalleri var her gün dile getirdiği, çekinmeden, bağırarak; kimiyse sadece aş derdinde ve yeteri kadar para. Erkeklerin çoğu da bıkmış görünüyor içinde bulunduğu yaşantısından. O bıkmışlığıyla çiğniyor ağzındaki lokmaları şaap şaap. O bıkmışlığıyla temizliyor tabağını ekmeğiyle ve ağzını doldurarak. Tüm bu bıkmışlığın içinde her güne gülümseyerek devam eden bir tek kişi var o da yaşlı bir kadın, çiçekli basma entarisiyle. Sanırsınız ki dünya onun için rengarenk bir eğlence parkı. Utanıyorum onu gördüğüm zaman yorgunluğumdan. Aslında bütün dertler üzerinde ama o hep gülümsüyor inadına.


Kasım gidiyor. Ne zaman geldiğini bile hatırlamazken hafızam çıktığı gün için minnet duyuyorum. Çünkü bugün hala yaşıyorum. Onunla hoşçakal diyorum so(m)bahar'a, umutlar ve hayaller eşliğinde.

Bu mavi panjurlu eski evlerin göğün altında parıldaması gibi durmalıyım diyorum göğün altında kendime. Yeni gelecek yıl için umutlanmaya gayret ediyorum. Bir yanım delicesine bitkin, halsiz ve 90'larında bir kadın gibi. Ne var ki diyorum şu deli dünyada yaşamaya değen. Dürtüyor öbür yanım kendine gel diye. Çünkü diyor hala aklın yerinde, sağlığın iyi ve sevenlerin var etrafında seni iyi edebilen. 

Yani işte durum bundan ibaret. Dışarıda kocaman bir gün var yaşamak için. Ya o da olmasaydı, ya göğü göremeseydik kapalı kapılar ardında kalsaydık kelimelerimizle. Şu evrende küçücük bir nokta kadar yer kaplayan dünyada insanları kapatmaya hakkımız yok yazmış bugün Nil, ne güzel yazmış, hep onlar yankılanıyor aklımda, üzülüyorum. Utanıyorum yeni başlangıçlar için heyecan duymaya! 



Burası huzurun başkenti değil elbette. Bir anlatsalar da duysanız yaşadıklarını insanların. Bir anlatsalar da kulağınıza çekinerek, ne işkenceler çektiklerini kısacak geçmişlerinde. Ama şaşırıyorum doğrusu, şu anda benim memleketimden huzurlu bir yer burası. Korkuyorum buradan adım atacak olmaya. Düşünsenize gelmekten korkuyorum. Geceleri hep türlü türlü sorular kafamda, uyku tutmuyor, üçü çeyrek geçiyor, sonra uyuyorum. Bir de hep şehir var aklımda, sokaklar, sarı pembe çiçekli battaniyeler var balkonlara asılan, bağıran satıcılar ve eski püskü arabalar. Eski arabaları yollarda görmek çok güzel, içinden geçmek gibi zamanın. Seviyorum bu eskimeyen eskiliği!


İşte öyle böyle geçiyor hayat. Günler kovalıyor birbirini. Bir bahar bitiyor,  yerine kardeşi geliyor soğuk ve sevimsiz olanı. Ama gelirken onu sevelim diye renkler de getiriyor yanında, ya da renksiz ama pamuk gibi yumuşak güzellikler. Herkes telaşta, süsleyip duruyorlar evlerini ve mis kokan yemekler pişiyor dört bir yanda. En güzeli de bu, kediler uyuyor, çocuklar koşuyorlar. Kadın olmaksa zor zanaat, içinden çıkılmıyor. 

Gideyim; biraz güneşe bakayım. Yarın yeni bir ay, yeni bir gün, güneşli. Yazayım bolca. İçimdeki enerjiyi bayat ekmeklerle değil ancak yazarak atabilirim. Yeni ay, yeni umutlar getirsin. 2015 gitsin, yerine daha iyisi gelsin, öyle umalım, öyle olsun. Olduğu kadar, olmadığı kader artık ne yapalım!

Not: Fotoğraflar web'den çeşitli forumlardan alıntıdır. 

23 Kasım 2015 Pazartesi

Çay ve hikâye

 Fotoğraf:www.pbase.com/cyrilp/kabpays

Bizim buraların manzarası aynen böyle. Son birkaç gündür havalar soğumaya başladı ve elbette ki sabahları yoğun bir sis var etrafta. Aslında güzel zamanlar, her mevsimin tadı başka. Yeşiller coştu yine, her yer alabildiğine ot. Çamların iğnelerindeki damlalar bile neşe verebiliyor insana. Böyle güzel köprülerimiz de var dağların yamaçlarında. Üzerlerinden tren geçenleri de var, yaya olarak yürünenleri de. Her yer doğaya ait, her yer kendi hikayesini anlatıyor sabah akşam. Sabah kalkıp bulutların içinden geçiyorum ve öğlen yeşil bir denize atıyorum adımımı, ofisin önündeki çimlere bir örtü sersem bir ormanın içi sanki. Oysa yazın nasıl da çorak ve sarı. 

Fotoğraf:www.routard.com

Her detayın bir hikayesi var. Böyle hissediyor insan burada yaşarken. Bir de insanların yüzleri...Sanki çoktan dünyanın her yerine yolculuk etmişler de türlü anılar toplamışlar gibi yüzleri. Kiminin kasvet dolu, kimininki alabildiğine telaşlı ve dalgalı. Kimi yaşlı, parasız, kimsesiz ama yüzündeki gülümsemeyi durduramıyor; kimiyse alabildiğine mutsuz ve huzursuz. Etraf hikayesi olan insanlarla dolu tıpkı diğer coğrafyalarda olduğu gibi aslında. Burada sadece daha gerçek geliyor bana her şey, daha az oynanmış, yalansız ve maskesiz. 

Cezayir'de en çok sevilen şey şu naneli şekerli çay sanırım. Çoğu kişinin de merak ettiği yegane şey, yemeklerden sonra. Biz de bayılıyoruz bu çaya. Aslında şekersiz de tercih edebiliyorsunuz ama çoğu yerde direk şekeri koyuyorlar içine. Ama evde yaparken şekerini azaltabilirsiniz elbette. 

Bu çay her kesimin sıkça tükettiği bir içecek türü. Yemek sonrasında hazmettirici özelliği de var bana göre. Naneli olması ferahlatıcı ve ayrıca yeşil çayla yapıldığı için sağlıklı da. Denemek isteyenler web'den de Thé à la menthe marocain(Naneli Fas çayı)veya Thé à la menthe Algerien yazarak detaylı tarif bakabilirler ama ben kısaca yazacağım. 

Fotoğraf: Pinterest

Böyle köpüklü olmasının sırrı da bu tip bir ince ağızlı demlikle oldukça yukarıdan dökülerek servis edilmesi. E tabi bardaklar ve tepsi de buraların ruhunu yansıtıyor güzelce. 

 https://www.pinterest.com/nabilabz

İlk denemem de itiraf edeyim içilmesi çok güç zift gibi acı bir çay yapmıştım. Yazık; annem, teyzem ve kuzenlerim de heves edip yaptım diye beni kıramayıp o iğrenç çayı içmişlerdi. Birkaç kere yaptıktan sonra alıştım. Aslında işin sırrı hafif bir yeşil çay almakta ve az süreli olarak ateşte tutmakta. 

Naneyi bol koyarsanız bence daha güzel oluyor ama tercih sizin. 

 https://www.pinterest.com/regi12/marokko/

Fas'ta böyle hazır olarak da satılıyor içmek isteyenler için. Yan tarafta şekersiz olanları da var. İçine hemencik kaynatılmış yeşil çayı ekleyip veriyorlar. Hem öyle çok sıcak olmasını da beklemeyin, genelde evlerde içtiğimiz çaydan daha ılık geliyor bu çaylar. Ama kendiniz yaptığınızda sıcak sıcak tüketebilirsiniz.

Thé à la menthe Algerien (Naneli Cezayir çayı)

Malzemeler;
Bir demet nane
Küp veya toz şeker
Kaynamış su
Yeşil çay

Yapılışı ise şöyle;
İstediğiniz ölçüde bir kapta kaynattığınız sıcak suyun içine, ki iyice kaynar olursa su harika olur, bir çorba kaşığı toz şeker atın. İki kaşık bile atılabiliyor, istediğiniz tada göre. Ben iki atıyorum:) Yalnız orjinalinde epey şekerli bir çay olduğunu yeniden belirteyim. (Tariflerde 4 kişilik çay için 30 küp şeker atıldığı yazılıyor genelde.) Şeker erimeye yakın bir çorba kaşığı da yeşil çay ekleyin. Şöyle bir karıştırıp ocaktan alın. Yeşil çay, hemen rengini veriyor zaten, çok bekletip demlensin derseniz acısı çıkıyor ve içilmez bir şey oluyor. Bu yüzden dakikalar çok önemli. İlk seferde olmasa da ikincisinde mutlaka tutturursunuz merak etmeyin. 

Bir demliğe naneleri koyup yıkayın. Kaynattığınız çayı süzgeçle süzerek nanelerin bulunduğu demliğe aktarın. Sonra demliği biraz yukardan tutarak ve köpürterek servis edin. İsterseniz servis edeceğiniz bardakların içine nane koyarak da bu işlemi yapabilirsiniz. Zevk size kalmış:)İşte bu kadar basit! 

15 Kasım 2015 Pazar

Pazar notları: Suskun mavi

Fotoğraf: https://www.flickr.com/photos/redaferdjaoui/ 

Bugün pazar. Burası için çok ehemmiyeti olmayan sıradan bir gün. Böyle deyip içimden kızıyorum aslında kendime. Nitekim her gün önemli aslında, biliyorum. Çünkü bir gün daha yaşayabilmişim, nefes alabilmişim demek oluyor yenilenen gün.

Buz gibi bir hava karşıladı yine sabah bizi. Etrafta sis yoktu ama hava hafif de değildi, gri bir yoğunluk vardı sanki. Kuşlar da üşümüş olacaklar ki sessizdiler. Belki de pazar rehaveti vardı üzerlerinde, kimbilir. 

Cezayir yeni bir güne başladı doğan güneşle. Birkaç kişi kahvesini eline alıp gelmiştir işe muhtemelen. Akşama kadar özenle içtikleri o miniminnacık kağıt bardak, arabalarından indikleri andan itibaren soğumaya başlamıştır. 

Cuma günleri bu fotoğraflardaki gibi oluyor sokaklar. Bazı cumalar hariç elbette. O cumaların da özelliği nedir hiç bilemeyeceğim sanırım. Sabahın erken saatleri ve gecenin sessizliğinde kaldırımlarda sadece böcekler cirit atıyor. 

Fotoğraf:www.flickr.com/photos/wsrmatre 

Üç beş insan tanıyorum artık sokaklarda yürürken. Tabi daha çok bize yakın olan Tizi Ouzou bölgesinde. Ama bir hoşuma gidiyor ki sormayın. Bazen eşim de şaşırıyor yolda birilerine selam verdikçe. Kimi market görevlisi, kimi tezgahtar, kimi terzi veya manav; hepsi arkadaşım sanki. Yıllardır süregelen gidiş gelişler neticesinde oluşan gülümseyişlerimiz var birbirimize. Kısa sohbetler bile yapabiliyoruz kimi zaman. Hala burada olduğuma sevinir tavırlarını memnuniyetle karşılıyorum. Bunca yıl burada olduğuma inanamayanlar da var elbette. Çocukluğumda yemek yediğimiz restoranın çıkışında sakız veren yaşlı amca gibi yaptığım alışveriş sonrası hediye verenler oluyor. Kasap maydanoz veriyor hediye, züccaciye anahtarlık veriyor, sıkça gittiğimiz bir restoran lolipop veriyor hem de üzeri çiçek desenli. Para üzeri olarak sakız verdikleri de oluyor. Hatta fırına ekmek hamuru gittiğimde para almamıştı amca, çünkü şaşırmıştı. Burada kimse fırından ekmek hamuru almıyor, acımıştı sanırım bana. Bu naifliği seviyorum, bu bozulmamışlığı ve sokakların mavi suskunluğunu seviyorum.  

Fotoğraf: Tripadvisor.com.tr

Binalar asırlık sırlarıyla duruyorlar şehrin göbeğinde. Kolluyorlar birbirlerini zamanın karşısında. Yankılanıyorlar bir yandan da adeta sokakların görünmez sınırlarına çarpa çarpa. Asfalt sıcağın alnında eriyor her gün biraz daha. Belki çok değil, bu fofoğraf çekildikten dakikalar sonra dolacak meydan. Bu meydan ki mahşer kalabalığını yaşatıyor kimi zaman. Ortadaki binanın hemen önü çiçekçiler sokağı, üzerinde de tarihi bir saat var. Şehrin en güzel hali sokaklarında gizli.

 Fotoğraf: Skyscrapercity 

Göğe uzanan mavi yollar var burada. Uzun köprüler misali binalar binaları taşıyor. Yollar kimi zaman çıkmaz, kimi zaman çok kirli ama güzel yine de. Bilmediğimiz sokaklara giriyoruz bazen, keşfetmek heyecan veriyor; tabi günün aydınlık vakitlerinde daha çok. Sarı taksilerin eskiliğini seviyorum, o pahalı modellere inat bağıra bağıra yol alıyorlar şehirde. Plakaları okudukça bir devri bitiriyorum sanki, ağzım çocukça bir şaşkınlıkla açılıp öylece kalıveriyor. 

Ruhunu seviyorum her şeyden çok. Suskun mavisini, delişmen turuncusunu, haylaz sarısını ve heyecanlı yeşilini. 

Şu pazar gününde, günün adına istinaden bahçede güneşin alnına çekip sandalyemi oturdum biraz. Gönül isterdi ki çiçek dolu bir park olsun oturduğum yer. Metal levhalardan dışarıyı göremedim, göğe baktım. Göğe baktıkça açıldı gözlerim, kendimi buldum. İyi geldi taşlara dokunmak, çimeni okşamak, kirlenmek iyi geldi...

10 Kasım 2015 Salı

İçimden ne geliyorsa



Heybemde Fotoğraf blogunun sahibi Ebrar bir etkinlik düzenlemiş 

Etkinlik sondan iki önceki yazısında. Katılmak isteyen Ebrar'ın blogundaki postasından bir fotoğraf seçecek. Onun çektiği fotolara bakarak içimizden ne gelirse yazıyoruz. Ben elbette ki hemen deniz ve vapur temalı fotoğrafı seçtim. Aslında sonbahar yaprakları da uygun geldi ama kararım denizden yana oldu. 

Deep ise beni yazısında etkinlik için etiketlemiş. Bu yüzden fotoğrafa bakıyorum ve içimden nasıl geliyorsa yazıyorum. 

***

Denize yakın bir yerde güne bir kez daha  başlamak; hayatın tekrarının olduğuna inanmaktır.
Bir gülümseyişle yalana aldanmaktır...
Günün yalanlarının toplamında acı bir keman sesiyle tekrar uykuya dalmaktır. 
Bir gülü koklamak,
Bir insanı anlamak,
Bir bedeni kavramak gibi
dürüstçe ama gizli gizli sızmak bir başkasının derinlerine...
Denizi anlamak yaşamı kavramaktır bir nevi.
Rüyalarım hep mavidir benim.
Kapanırsanki tüm kapılar geceleyin üzerime uzağındayken 
başka bir hayatı devralırım...
Nöbetleşe yaşarım bir başka bedenle, susuz, kupkuru...
Anlamsızca saat başlarında uyanıp su içmek gibi hep aynı saatte denizle olabilmeyi düşlerim...
Etrafımda evler yıkılıyor gibi hani öyle biçare, yanı başımda koca bir deniz…allak bullak...
Hasretimi dile getirmek için doğru bir vakit belki ama kelimelerim benden çıkmak istemiyor sanki şu anda. Kuvvetlice çekmek hatta saçlarına asılmak gerekiyor her birinin. Sonra da acısı dinsin ve bana sessizce kendisini bıraksın diye masumca okşamak. Bazen de nabza göre şerbet vermek! Deniz bu sağı solu belli olmaz.
Kaçıyorken durmadan bir şeylerden yanıbaşımda hep o mavilik vardır.
Hep telaşlı, hep tedirgin ama hep yanımda.
Gitmesi gerekiyordu ama hiç gitmedi sadık bir dost gibi adeta...
Günler geçti fakat hep aynı gün aynı saatte orada olmak gerekiyormuşcasına geçirdim dakikaları. 
Türlü zamanlardan geçtim, kumlar yaktı ayaklarımı,  yıldızlar soğuk soğuk esti üstümde, ben genede dönmedim arzularımdan...
Hatta insanlar bile nefes verdi yanıbaşımda..
Şunu hatırlıyorum bir de; elimde mor ve hardal renginden oluşan bir eşarp sallandırıyorum rüyalarımda, denize doğru. Sonra gökdelenlere tırmanıyorum ama kapısı açık asansörlerle. Rüzgarın uğultusu sağır edercesine ağır. Biri itti beni rüyamda; sırtımda bir paraşüt ; deniz renginde.
Düşüyordum tüm devirlerden geçercesine…
Açıldı o küçük çanta ve bir çift kanat sahibi oldum bir anda… sığ bir suya düştüm..
Suda yıkandım
Ağlıyordum
Kızgındım
Korkmuştum
Ama öyle mutluydum ki
Bütün duyguları  aynı anda yaşıyordum...
O bekliyordu..
Sessizdi, gülümsüyordu ışıldayarak. Işıkla gülümseyenini görmemiştim daha önce.
Kızmak, delice haykırmak gelmişti içimden ona, bunca uzak kalışımıza.
Ama öyle mutluydum ki
Anlam veremedim içimdeki kızgınlığa...
Bir el beni itti ve sanki bambaşka bir hayatta buluverdim kendimi...
Kızamadım sarıldım sonra dalgalarına.
Yürüdüm dar geçitler boyunca...
Yüzler gördüm hiç tanımadık...
Ama güldüm, içimden geldiği gibi...
Bana ait olmayan bir tarihte yolculuk yapıyor gibi şaşkın ve ürkektim
Bekledim.
Biri beni çağırıncaya dek,
Biri beni bu rüyadan çekip alıncaya dek. Denizlerimden ayırıncaya kadar düşlediklerimi.
Çünkü sonunda uyandım. Rüyanın içinde uyandım. 
Birbirimize baktık... Etraf daha aydınlanmamıştı.
Bir hayatın rüyasından uyanmanın şaşkınlığıyla birbirimize baktık denizle ve o anda etrafta müthiş bir ot kokusu...
Karadeniz’in yaylaları sanki dibimizde..
Sonra anladık onunla düşlerimizi ortak yaşadığımızı... Yüreğim denizdi benim, ellerim, gözlerim...
Gülümsedik birbirimize...
Perdeler camdan dışarı salınmıştı mor ve hardal,
Salkım salkım dağılmıştı güneş dört bir yana..
Kızarmış ekmek kokusu odada...
Ve son...Rüyam bitti...
Kalkıp gittim sonra günü yaşamaya!

Not: Yazı bana aittir. Bir rüyayı anlatır ve denize olan bitmek bilmeyecek özlemimi.

Mimlenenler: Klio, Macera kitabım, Sebuş,  Deniz, ayrıca isteyen herkes katılabilir. Aklıma gelenler şimdilik bu blog sahipleri oldu.