yemek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yemek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Şubat 2016 Pazartesi

Biz yaşarken


Her anın aslında verilmiş bir hediye olduğu dünyamızda tesadüfen yaşamaya devam ediyoruz. Alışıyoruz günden güne ama zor oluyor doğruyu söylemek gerekirse. Biraz eksik, biraz acayip, yorucu, stresli ve bilinmez. 

Kediciği hala yanımıza alamadık ama şu birkaç gün içinde yeni evine gelir o da. Buraya sanırım o da halen alışamadı, pek havası yok gibi. Eve gelince ve bizli yaşama geri dönünce düzeleceğini ümit ediyorum. Şimdilik yumoş battaniyelerde uyumaya devam ediyor.


Havalarda İzmir etkisi sürmekte. Bahar gibi aynı. Yalnız tabi önümüz mart olduğu için soğukların geleceğini düşünüyorum. Geçenlerde balkonda oturup bir kahve içtim, hava yine bahardan çalıntıydı. Çok sessiz bizim buralar. Cezayir'deki şantiyemizi aratmıyor bu yönüyle. Etrafın yeşillik olmasını da seviyorum. Evin yolunda bağ bahçe tarla dolu. Şehre ait olmayan ruhum yeşili görünce huzur buluyor. Yalnız, ev aslında şehre çok uzak olmamasına rağmen-20 dk sürüyor Karşıyaka'ya- henüz yalnız bir yere gidemiyorum ve bu beni sıkıyor. Araba da kullanmadığım için alıp da çıkamıyorum. Şu evin ana işleri biterse pratik yapıp yakın zamanda trafiğe çıkmayı planlıyorum. Buradaki en büyük hedefim bu. Bunu başaramazsam buradaki hayatım Cezayir'dekinden pek de farklı olmayacak çünkü. 


Nihayet avizelerimizi de alabildik. Her şey ateş pahası. Fiyatlar o kadar acayip ki şaşıp kalıyoruz. İnanamıyoruz çoğu zaman insanlar bir avizeye milyarlar veriyorlar mı gerçekten? Uygun fiyatlı olur diye Karabağlar'a gittik oranın da bir farkı yokmuş diğer yerlerden. Neyse ki şansımız yaver gitti de bir nebze uygun fiyatlı şeyler bulabildik. Bizim gibi memlekete dönen arkadaşlar hep anlatıyorlardı her şey pahalı, sıkıntı yaşıyoruz diye ama insan tecrübe etmeden anlamıyormuş demek ki. Ev müstakil olduğu için de şimdilik daha çok işi var. Alt kat henüz ardiye durumunda, bahara kadar düzenlemeyi umuyorum. Daha İzmit'ten eşyalarım da gelmedi, o da ayrı bir stres. Hani 8 senelik evliyiz ama yeni evli gibi eşya taşıma dertlerimiz var. E o zaman yaşamadık bunları şimdi yaşıyoruz. Açıkçası sıkıntılı bir süreç. Öyle keyifli tarafları paran varsa var, hayatın gerçeği böyle saçma bir şey işte. En güzel tarafı henüz benim için geçerli olmasa da ait hissedebilmek. Başımızı sokacağımız bir evimiz var çok şükür ve sağlığımız yerinde. Daha da başka bir şey istemiyorum zaten. Umarım yaşadığımız sıkıntılardan sonra güzel günler bizi bekliyordur. Umarım döndüğümüze pişman olmayız. 


Bir de tabi ege mutfağına hızlıca giriş yaptım diyebilirim. Şevket'in bu hali ile yeni tanıştık, kuzu etli nohutlu hali hoşuma gitti. Öncesinde sadesini yemiştim. Bostanlı pazarı bir nimet, çarşambaları gidiyorum. Her çeşit sebze meyve var ve fiyatlar uygun. Cibez, şevketi bostan, radika, ebegümeci, mantarın türleri pazarda mevcut, en keyifli kısmı şu anlık bu. Bir tane de pazar arabası edindim fıtır fıtır çekiştirerek dolaşıyorum pazarda. İşte o an, o renklerin içinde iyi hissediyorum. Bir de gece kafamı yastığa koyduğumda üstümde çok kat olmadığını bilmek huzurla uyutuyor. Yalnız buralarda hırsızlık oluyormuş diye duyduk stresliyiz. Bahçeye çit çevirteceğiz. Gece alt kattan tık sesi gelse uyanıyorum, henüz idrak edemedim bu tip evlerin bir yerlerinden sesler gelebileceğini. 

Bilmiyorum, tuhafım. İnsanlar ölüyor, biz yaşıyoruz ama ne için? Neden çabalıyoruz bunca, neden bunca stres? Yaşayacağız ve bir gün hop gideceğiz bir başımıza. Böyle olunca işte anlamsız geliyor bunca telaş, afallıyorum. Düşünceler kafamda öyle yoğun ki geldiğimden beri bazen iç sesimi duyamıyorum. Egenin renkleri iyi geliyor bir tek, denize bile yakınlaşamamışken henüz pazara çıkmak ruhuma iyi geliyor. Bir de şu telaşı atlatıp yazmaya ve okumaya devam edebilsem, işte buna çok ihtiyacım var. A bir de geldiğime sevinen insanların olduğunu bilmeye ihtiyacım var, aranmaya, sorulmaya...Hayat bıraktığım yerden devam etmiyormuş aslında bunu anladım. Hani döndük ya hala aklım 2007 de bıraktığım hayatta, aradaki boşluk çok uzunmuş meğer ve pek çok şey değişmiş. Yaşayarak görüyorum. Yani düşündüğüm kadar kolay değilmiş. 

Yazacağım yine. Memlekete kesin dönüş yaptım ama bloga kesin dönemedim henüz.

Not: Cezayir ile ilgili mailler almaya devam ediyorum. Koşturmacadan yanıtlamaya zaman bulamıyorum ama en kısa zamanda boş vakit yaratınca yazacağım. Lütfen hemen dönüş yapamadığım için bana kızmayın!

Herkese sevgiler...

6 Ekim 2015 Salı

Cezayir'de deniz ürünleri ve balıklar

Fotoğraf: Algerie on Pinterest

Bu yazıyı uzun süredir planlıyordum. Kafamda onlarca yazmak istediğim konudan bir türlü sıra gelmemişti. Hazır da balık sezonundayken dedim ki otur ve yaz!

Türkiye'ye ne zaman gelsek, eş dost arkadaş burada ne yiyip içtiğimizi soruyor hala. Bir de tabi orada restorana falan gittiğimizde daima bir kıyaslama oluyor. Malum Türkiye'de hayat pahalı, peki burada nasıl? 


Fotoğraf: Flickr by P. Fabian

Şener Şen'in Ziya karakteri misali şu yukarıda görmüş olduğunuz deniz ürünlerinin hepsi Cezayir'de mevcut. Kalkan, laos, zargana, cipura, palamut, torik, somon, barbun, orfoz, levrek, istavrit, mezgit, sardalya. Hamsi ne yazık ki yok. Ayrıca karides, kalamar, midye (dolma olarak değil ızgara veya soslu seçenekleriyle) istiridye, pavurya, yengeç, ahtapot, salyangoz. Şimdilik aklıma gelenler bunlar ama tabi hatırlayamadıklarım da olabilir. Lou diye bir balık da yemiştim mesela. Somonu da her zaman taze olarak bulduğumuzu söyleyemeyeceğim ama bu olmadığını göstermez. 

 Fotoğraf: skyscrappercity

Bu balıkları temin etmek için sabahın erken saatlerinde yola düşmek, deniz kenarı bir yere, liman yakınına, balık pazarına falan gitmek gerekiyor. Denize yakın bir yerde oturmuyorsanız bu oldukça zor. Marketlerde, ki genelde büyük olanları harici pek olmaz, dondurulmuş olarak da bazı çeşitler var. Jumbo veya bebek karides her daim bulunuyor, ayrıca pestolu terayağlı salyangoz, dondurulmuş kalamar ve somon da sıkça bulduklarımızdan.  Yabancı marka olanlar elbette dışarıdan almaktan daha pahalıya geliyor hazır paketlenmiş olunca. Türkiye'de somonun bir dilimi ne kadar bilmiyorum ama burada bir pakette iki ince uzun dilim olarak aldığımız dondurulmuş somon pahalı bir ürün, paketi 1650 dinar yani 36 tl gibi bir rakam oluyor. Tabi o kadar ufak ki insanın dişinin kavuğuna gitmiyor diyebilirim. 

 www.sfari.com

Böyle tezgahları birkaç kez gördüm. Hatta çok acayip tanımadığım türler de gördüm. Balıktan çok anlamasam da herkesin bildiği türleri tanırım. Yılan balığı, mürekkep balığı hatta köpek balığı da bulunuyor. 

 Fotoğraf: skyscrappercity

Liman bize uzak olduğu için ben bizzat gidip limanda hiç göremedim balıkları. Ama biliyorum ki balıkların hiç biri çiftlik ürünü değil. Akdeniz olduğu için her şey çıkıyor. Zaten lezzetinden de anlaşılıyor. İstiridye hala çok anlam veremediğim bir deniz ürünü de olsa tüketiliyor. Bence ucuz olmalarının da etkisi var. Mesela Türkiye'de her şeyiyle bir restoranda yemek yeseniz, içkili olsa bir de, içinde balığı, salatası, bir iki mezesi, karidesi, kalamarı da olsa epey uçuk rakamlar da ödeyebilirsiniz. Ama burada böyle kallavi bir sofradan kalabalık bir grup olarak gidip (rakı yok şarap ve bira içkiye dahil) 10 kişiden hesaplasak 500 tl ye falan kalkabiliyorsunuz. Kişi başı 40 liraya krallar gibi deniz ürünü yiyebilirsiniz. Tabi bir de şöyle bir şey var balığı dışarıdan almak daha ucuz. Restoranlarda ister istemez fiyatlar artıyor. Bir de burada çalışan yabancıların kazançları yerel halka göre daha iyi olduğundan, o restorana girip deniz ürünü yemek kimseye koymuyor. 


Bu sahiplerinin isimlerini altına not edemediğim fotoğrafları Google'dan Djazair yazıp yabancı forum sitelerinden buldum. Lütfen sahipleri kızmasın, amacım forumlara falan ulaşmayı bilmeyenlere burası hakkında bilgi vermek. Sanırım şu fotoğraftaki solda duran kocaman şey bir köpek balığı. 


Şu şekilde dizilenler sardalya. Çok sık tüketiliyor burada. Kılçığı çok olduğu için ben pek sevmiyorum ama epey tercih ediliyor. 


 Fotoğraf: Blida fish market

Fotoğraf: Flickr by Gbeytout

Böyle güneşin alnında buzsuz falan satış yapanları da gördüm. Hatta alırken epey tereddüt etmiştim ama zehirlenmedik:) Sahil kesimine yakın yerlerde bu şekilde satış oluyor. Hemen de kapılıp alınmıyor öylece saatlerce güneşte bekliyor balıklar. Türkiye'de olsa bence kimse almaz. 

Fotoğraf: Flickr by Zedam Nabil

Bu fotoğrafın sahibinin adresine mutlaka göz atın. Çok güzel fotoğraflar çekiyor. Burası başkent liman. Tipaza, Sidi Fredj, Boumerdes, Tigzirt limanları da böyle. La Madrak denilen Zeralda yakınlarındaki liman şehrinde de çok güzel restoranlar oluyor. Gelenlerin denemelerini tavsiye ederim. 

Yeni Cezayir yazılarında görüşmek dileğiyle. 

5 Ağustos 2015 Çarşamba

Eve giden yol


Çok zaman oldu yazamadım yine. Aslında yazmadım demeliyim. Günler birbirini hızla kovaladı. Her gün ne yazacağımı düşünerek geçti, bugün yazacağım evet şimdi yazacağım diye diye o şimdi şu an oluverdi. Biliyorsunuz uzun aralar vermek hoşuma gitmiyor. Bazen öyle her detayı yazmak istiyorum ki gülüyorum bu halime, ama insan yapamıyor. Artık detaylar da rutine dönmeye başladı çünkü. Kendimi tekrar etmekten korka korka ilerliyorum. 

Yaz bitiyor neredeyse ve henüz ayağımı denize sokamadım bu sene. Deniz çok uzak bir ihtimal oldu hep ve bunu kabullenmeyi de öğrendim. Yine de acısı içime dokunuyor. Bir mevsime bu kadar yakışan şeyle bir olamamak duygusu insanın içini kemiriyor. 

Yollarda olmak, daima yeni şeyler görmek dünyaya anlam katıyor ama insan yerinde sayınca anlamları da yitirmeye başlıyor. Allahtan kendime yetmeyi öğrendim burada, bir başkasından medet ummuyor, bir şeyler yapamadığım zamanlarda içinde bulunduğum kasvetli ruh halinden sıyrılmayı biliyorum. Eşyalar kıymete biniyor o ayrı. Maddesel şeylerin bu denli kıymetlenmesi de kötü tabi. Her yere giderken yanımda taşıdığım koca kalem kutum defterlerim kağıtlarım bazen büyük bir külfet gibi geliyor.

Tüm zorluğuna rağmen bu coğrafyayı seviyorum. İçimden görünmez iplerle bağlandım adeta. Dünyanın en modern en güzel şehri bile bu kuzey afrika ülkelerindeki o havayı veremiyor insana. Dün Poirot'un Ölümle Randevu adlı bölümünü izlerken bunu bir kere daha anladım. Fas Tunus, onlar kadar olmasa da Cezayir çok başka ruhları içinde barındıran yerler. Benim için en tepede Fas duruyor. Bir gün kaçmak istersen gideceğim tek yer orası olurdu. Çünkü içten içe ait hissettiğim coğrafya orası. Uzun seneler bu kokuda bu dokuda, bu kafayla kalmanın getirisi sanırım. Oysa Türkiye'de geçirdiğim seneler daha uzun ama aklımın ermişliğinin zamanında yaşadığım tecrübeler daha başka. Türkiye'de de olmak istediğim yerler var elbet ama zor. Buradan döndükten sonra bakalım nasıl karışacağız oraların havasına, ne kadar sürecek alışmak veya alışabilecekmiyiz kolayca bilemiyorum. Şu sıralar sıkça düşünüyorum bunu. Keşke koşullarımız daha iyi olsaydı, belki o zaman dönmek gerekmeyebilirdi. 


Sokaklardaki kavuncuları ve mavi göğün altında sarı sarı sırıtmalarını seviyorum. Şöyle bir parça kesip tattırıyorlar da bazen ama hepsi değil. Çok alışık oldukları bir şey değil bu yöntem ki zaten çoğu güzel kavunların, denemeye gerek kalmıyor. 

Ahh bir de bu ekmek. Galette diyorlar. Üzerindeki çizgileri bile seviyorum. Mangalın ateşinde ısındı mı bir başka oluyor. O üzerindeki pütür pütür taneleri de seviyorum. Arasına beyaz peynir koyup tost yapmaya da bayılıyorum. Dönünce yapabilmek için ocak üstünde pişirmek için satılan yuvarlak desenli tavasından aldım. Semoule ile yapılıyor. Bizdeki irmiğe çok benziyor. Belki Türkiye'de de buluruz veya belki irmik yerini tutar bilemiyorum. Neyse ki döndükten sonra özlediğimiz lezzetleri bize ulaştırmasını isteyebileceğimiz yakınlarımız var Cezayir'de. 

Hiç pişman değilim geldiğime, olmayacağım da. Keyifli bir maceraydı. Neyse ki daha da devam ediyor. Henüz bitmiyor ama yakında bitecek. Yeniden geleceğimize inanıyorum en azından anıları tazelemeye. Bizler geçmişini kolayla geride bırakan insanlar değiliz ve onlarla bağ kurmayı seviyoruz. Bu yüzden inanıyorum bir gün, seneler sonra da olsa dönüp yeniden bu coğrafyaya bakacağımıza. 

Havalar inanılmaz sıcak yine şu sıra. 40 ların üzerinde seyrediyor. Türkiye tatilimize az kaldı. Ay sonu gideceğiz inşallah. Henüz götüreceğim şeyleri ayırmaya başlamadım bile, nasılsa daha vakit var. Ailemi arkadaşlarımı memleket havasını özledim. Suyunun tadını, rengarenk sebzelerini, cıvıl cıvıl sokaklarını özledim. Gider gitmez kendimi sokağa atmak istiyorum ve sıcaktan bunalırsam şöyle buz gibi bir ayran içmek fena olmazdı. Bir de gözlemeyi özledim, simiti. İzmit simiti gibisi de yok vallahi. 

Yakın zamanda yine yazacağım söz. Böyle uzun aralar sıkıyor insanı. Bekleyenlerin olduğunu bilmek de güzel. 
Mutlu kalın.
Yeniden görüşmek dileğiyle...


28 Haziran 2015 Pazar

Her şey normal


Sıradan bir pazar günü, bol güneşli. Başlıkta yazdığım gibi her şey normal. Böyle olmasına da minnettarım. Çünkü insan tuhaf ve yorucu zamanlarda normalliğin iyiliğini kavrayabiliyor. Çiçeklerim iyi, akşamları bahçede oturabiliyoruz, yaz gribini atlatıyoruz yavaş yavaş. Seyrinde devam eden, rutini bazen bıktırsa da devam eden güzel bir yaşama sahibiz. Hala aynı heyecan ve tutkuyla yazabiliyorum, okuyorum ve düşüncelerimi hayal ettiklerimle yoğurabiliyorum.


Bazı zamanlar ki bu sıra aslında çoğunlukla demeliyim, boyama yapıyorum.  Renkler dinlenmeme yardım ediyor. Durup kendimi dinliyorum ve akışına bırakmayı her gün yeniden öğreniyorum.
  

Ne zamandır almayı arzu ettiğim renkli şezlonglarıma da kavuştum sonunda. Arkadaşlarımız bize güzel bir jest yapıp tahmin etmediğimiz bir zamanda alıp göndermişler. Çok mutlu olduk hem hayatımızda böyle insanlar barındığı için hem birlikte mutlu olduğumuz için. O sevimli şeylerde oturmak ve göğe bakmak hoşuma gidiyor. 


İçimde çocukça bir telaşla zamanı değerlendirmek ve keyifli hale getirmek adına bir şeyler yapmaya çabalıyorum. Hamurdan sevimli objeler yaptım, kuruttum, çizdim ve boyadım güzel bir akşamda. Kimi öylesine yapıldı, kimi dekoratif, kimi de yaka iğnesi olacak. 

 
Bir tatil cumasını daha ardımızda bıraktık. Bolca temiz hava aldık, bahçede keyif yaptık, konuştuk ve dinlendik. Henüz deniz veya havuz sezonunu açamadık ama suya kavuşmayı ikimizde heyecanla bekliyoruz. Belki ramazan sonrası. Çünkü daha evvelden de belirttiğim gibi ramazan da akşam saatleri hariç genelde hayat durmuş oluyor bu coğrafyada. O saatler ile ilgili bir yazıyı da yazıp anlatacağım sizlere.


Aaa bir de renkli ışıklarımız var gecelerimizi güzelleştiren. Ihlamurlar altında diyoruz onlarlı zamanlara. Bir zamanlar eşimle birbirimize uzaktayken aynı şeyi izliyor olmanın verdiği tuhaf heyecanla birleştiğimiz o diziye ithafen. Hani aynı göğün altında olduğunu bilmek bile bazen mutluluk verir ya insana, onun gibi. Uzak ama aynı yere bakan ayrı insanlar. Bir ufacık detayın bizi birleştirmesine duyduğumuz minnetle anıyoruz o günleri. Hayatımıza renk katan tombik lambalarımızla geceleri de umutluyuz ve hayal edebiliyoruz. 
 
Gün çabucak gidiyor. Akşam menüsü yazdım demin renkli kalemlerle. Kapıya asacağım akşam sürpriz olsun diye. Menüyü de söyleyeyim o zaman; ızgara et, yine ızgarada peynirli mantar ve soslu kabak, sarımsaklı ve baharatlı fırında patates, kremalı bezelye püresi. Yoğun bir hazırlık beni bekliyor. İyi ki yemek yapmayı ve yedirmeyi seviyorum. Ne güzel şey pişirmek ve evin ev olduğu zamanları yaşayabilmek. 

Mutlu haftalar hepimize!
 

17 Haziran 2015 Çarşamba

Tütün sarısı yollardan geçiyorum


Artık baharın yeşilini geride bıraktığımız zamanlardayız. Şimdi etraf çimenden çok toz kokuyor. Sararan doğa aceleci bir uyanışın rehavetini yaşıyor adeta. Yazın kavuracağı tüm bitkiler hazırlanıyorlar sonlarına, biraz aşk acısı çeker gibi. Yapraklar rüzgarda uçuşuyor, bir kalabalıklaşıp bir yalnızlaşıyorlar. Yılın bu zamanı da güzel oluyor, diğer zamanları gibi. Sokaklarda otları, yaprakları, kağıtları, çöpleri yakıyorlar. Hatta öyle ki bazen ortalığı sıcak bir sis basıyor ve mis gibi yanmış kağıt kokusu. O kokuyu seviyorum. İnsanın derinlerine kadar çekesi geliyor. Ben çekiyorum o da beni çekiyor içine. Yürürken kağıt kağıt kokuyor ortalık ve fonda hafif bir müzik çalmasını en çok o zamanlarda arzu ediyorum.

Yollara düşmeyeli tam 20 gün oldu. Artık hafif hafif adımlamalı sarı sokakları. Biraz koklayıp biraz tadına bakmalı hayatın, biraz da dokunmalı elbet. Yürüyüp, geçip gitmek yok hızlıca, her sokakta dönüp sağa sola bakmalı, geriye ve ileriye, ağır adımlarla. Yollar aceleye gelmiyor. Öyle istiyor kanımca, sindirmek gerek yaşamayı!


Bir Cezayir düğününe teşrif ettik geçenlerde. Eğlenceliydi. Müzik yapmak için gecede yer alan grubu çok sevdim. Bir videolarını paylaşacağım. Haberleştiğimiz organizatör bey cd'lerini de getirecek unutmazsa. Ezgilerinin insana dokunan bir tarafı vardı, cılız değildi. Türkçe müzikler, yerel müzikler ve dans; düğünlerin olmazsa olmazları. Bir de gidip gelip devamlı kıyafet değiştiren zavallı gelin. Nasıl başarıyorlar anlamıyorum, sanki insanda ne saç ne baş kalır o kadar giyinip soyunmaya gibi geliyor ama hiç de öyle olmadı. Gayet süslü ve bakımlı bir gelindi. Orada bu tatlılardan yedik. Cezayir tatlılarının daha önceki yazılarımda da yazdığım gibi süsleri pek güzeldir ama genelde içleri hayal kırıklığı oluyordu. Çok özenle hazırlanan leziz ellerden çıkanları da var elbette önyargılı olmamak lazım. Alttaki iki türk tatlısı haricindeki üstteki dörtlü lezizdi. Yalnız o kıvrımlı çubuk şeklindekini orada klonlayıp eve taşımak istedim tek tek. İçi portakallıydı ve nefisti. Adını öğrenemedim ama yakında hem tarifini hem adını bulup not edeceğim. İnsan şu kısacık hayatta böyle güzel bir lezzetten mahrum kalmamalı.


Etrafın sarılığına inat yapar gibi mavilerde yaşamaya devam ediyoruz biz. Bu kağıt görünüşlü çiçekler çok dayanıklı. Bahçeden topladım, su bile koymadan saksıya atıverdim. Daha büyükleri de var, bunlar minik. Eğer suya koysaydım solarlardı ama susuz bırakınca çok uzun müddet dayanıyorlar, kendi kendilerine kuruyorlar. Narin yapılarına ve renklerine bayılıyorum. Mavi ve mor karışımı oluyorlar genelde. Keyifle oturduğum koltuğumdan onları izlemek pek güzel. 

Haftayı bitirdik sayılır. Yarın son gün. Sonrası kısacık bir tatil günü de olsa iyi geliyor bize. Hava kapanıp duruyor kendi halinde. Güneş buluttan çıkacak diye dakikaları sayıyorum bazen. Sıcağa varmaya bu denli meyilli değildim eskiden. Bazen her mevsim yaz olan bir yere kapağı atmalı diyorum. 

Yine yazarım çok geçmeden. Oynak bir Cezayir düğünü videosu da geliyor yakında:)
Sevgiler herkese

14 Mayıs 2015 Perşembe

Enginarlar çiçek açarken

Fotoğraf: Pinterest

Güzel, güneşli bir perşembe günü. Ardından tatilin gelecek olması da harika elbette. Tabi bir güncük tatil yetmiyor, insan ne yaptığı tatilden ne dolaştığı yerden bir şey anlıyor. Ama yıllardır konuşa konuşa bir sonuca da varılamayınca artık iki günlük tatil ihtimali şehir efsanesi haline dönüştü.

Döndüğümde, başladığım ama henüz çok yol katedemediğim Cezayir'i anlatan kitabımın yanı sıra bir de şantiye yaşamı ile ilgili yazmayı düşünüyorum. Çok acayip bir şey gerçekten. Anlatılmaz yaşanır diyeceğim ama anlattığımda da yaşamış kadar olacaksınız sanıyorum. 

Birkaç gün evvel nihayet enginar almayı başardım. Bugün yapmayı düşünüyorum. Çünkü artık yapmazsam ya vazoda çiçek olarak kullanacağım veya bozulacak üzüleceğim. Enginar çok bayıldığım bir şey değil ama yerim. İlk olarak fantaziye kaçıp yapraklarının içini doldurmaya çalışacağım bugün, heyecanlıyım. Son zamanlarda herkesten duyuyorum enginar yapıyor, canım çekti. Manavda seçmeyi bir türlü başaramadığım bir sebzedir kendisi. Kapalısını mı, çiçek gibi açılmışını mı alsam bir türlü bilemiyorum. Hepsi de gözüme şahane görünüyor çünkü formuna bayılıyorum.

Havalar hep güzel ilerliyor. Çok sıcak değil henüz, bir ara epey sıcak olmuştu, şu anda normal seyrinde. Henüz Naciria'daki köhne bir dükkandan yeni aldığım yazlık Cezayir elbisemi giyemedim mesela. 

Verandamızı biraz düzenledik. Birkaç fotoğraf çektim, bir sonraki yazıda paylaşacağım. Duvara yaptığımız stencil çalışmalarına da yenilerini ekledik ve eklemeye de devam ediyoruz. Biraz çadır  havasında oldu, beach club da desek yeridir. Geçen akşam otururken tv deki müzik kanalındaki şahane müziklerle, sandalyemde biraz oynadığımı kabul ediyorum. Şimdilik bizden havadisler böyle. Yeni fotoğraflarla yeni yazıda görüşmek dileğiyle. 

10 Mart 2015 Salı

Denizli yolunda bir güzel restoran: Erdal Restaurant

Birkaç gündür yine yazmayı erteliyorum havaların rehavetine kapılıp ve tabi işlerin yoğunluğuna. Nihayet şimdi yazabiliyorum. İstanbul'a kötü hava koşullarından ötürü inemediğimiz uçak maceramız Antalya'da son bulmuştu biliyorsunuz. Oradan araba kiralayıp ayrıldık. Denizliye gelmeden yol üzerinde bir mola verelim dedik zira hem yorgun hem de deli gibi açtık. Bilmeden, gözümüze güzel görünen bir yerde durduk. Durduğumuz gibi de ağaçların altlarında kalmış kar ile oynadık biraz. İki senedir kar görmemiş olmanın heyecanı vardı ikimizde de.


İçeri girdik üşümüş bir şekilde. Sıcak bir karşılamaydı. Her yeri ahşap kaplı sıcacık sevimli bir mekandı. Hep eski şarkılar çalıyordu Sezen Aksu, Tanju Okan. Adeta bir film sahnesinde gibi hissettik kendimizi. Böyle bir yeri ne kadar özlemiş olduğumuzu fark ettik. Bizim haricimizde herkes de mekanı çok önceden keşfetmiş belli ki, keyifle sohbet ediyorlardı. Müdavimleri olan bir yer olduğu hissine kapılmamız uzun sürmedi.



Burada cam kenarında oturduk. Hapur küpür yemeğimizi yedik :)


Sahibi Erdal bey devamlı yanımıza gitti geldi, memnuniyetimizi sordu, çok ilgilendi sağ olsun. Yemekler harikaydı. İçkili bir restorandı, yorgun olmasaydık ve gidecek km'lerimiz olmasaydı mezeler ve salatayla rakı içmek harika olurdu. Biz de o vesileyle bir önceki gün olan nişan yıldönümümüzü kutladık. Belki de hayatımızdaki en güzel yeşil salatayı, en güzel semizotu ve börülce salatasını yemiş olabiliriz. Çok aç olduğumuzdan mı acaba diye düşündük ama gerçekten çok lezzetli olduğuna sonradan kesin kanaat getirdik.

Restoran sahibi ve çalışanlar çok güzel ilgilendiler gerçekten Yemek sonrası türk kahvemizi ve sobanın üzerinde pişirdikleri kestaneleri ikram ettiler. Çok mutlu ettiler bizi.


Bu fotoğrafı web'den araştırıp buldum. Erdal İyilikçi imiş sahibi, eczacıymış kendisi. Fotoğrafta en sağda duran bey kendisi.  Web'de de restorana ilişkin hep olumlu, güzel yorumlar okudum. Giden herkes çok memnun kalmış. Biz de bunu konuşup durduk. Bir defa da arkadaşlarla gelmek lazım dedik. İzmir'e kısa bir mesafe değil elbette ama yine de gidilir. Aklınızın bir köşesinde bulunsun istedim. Yolunuz düşerse mutlaka uğrayın. 


Yemekle birlikte önümüzde serilen kağıt servisleri de hatıra amaçlı almıştım. Seçimleri çok hoşuma gitti bir şiirsever olarak. Gerçekten bu sıcaklıkta bir mekana hasret insanlar. Herkesin ellerine sağlık ve teşekkürler böyle güzel bir akşam geçirttikleri için bize.

24 Şubat 2015 Salı

Kaldığımız yerden devam


Kürkçü dükkanımıza döndük yeniden. Herkese Merhaba!

Epey maceralı bir dönüş trafiğinden sonra yeniden kaldığımız yerden devam ediyoruz sanki hiç gitmemişcesine. Hayat hızlıca akıp gidiyor ve bu hızda aptallaştığımı hissediyorum. Dönüşlerde kendime gelmem epey zaman alıyor. Şantiye kapısından içeri adım attığımızda itiraf ediyorum ki şöyle dedik 'sen orda güzelim evi, sıcacık aile sevgisini, dost sohbetlerini, sosyal hayatı ve daha bir dolu güzel şeyi bırak buraya 25 metrakareye gel, akıl kârı değil!'. Yine de buna da şükür diyoruz, sağlıkla ve güzel nedenlerle gitmek ve dönmek en güzeli. 


Gidişimiz rahattı. Yine fazla eşyalarımızı ayıklayıp gittik bir telaşla. Memlekete ayak basınca derin bir iç rahatlığı hissettim. Yolda olmayı sadece arabada, trende veya otobüsteyken çok sevdiğimi yeniden idrak ettim. Uçak bunca gidip gelmelerime rağmen hala kocaman bir bilinmez benim için ve büyük bir stres. Ailelerimizin sıcak karşılamaları ve orada oluşumuza büyük ihtimam göstermeleri herşeye değiyor. Anne yemekleri gibisi zaten yok. Canım anneannem artık iyice yaşlanmış, kimi zaman her şeyi hatırlıyor kimi zamansa kim olduğumuzdan bir haber ama iyi ki onunla harika anılarım var diyorum. Odam bıraktığım gibi duruyor ve her gittiğimde herşeyi talan edip karıştırmak için yanıp tutuşuyorum. Bana ait olan çoğu şeyi de uzak kaldığım için unuttuğumdan, gidip gelmelerde yeniden keşfettiğimde ayrıca mutlu oluyorum. Evimizin penceresinden dışarıya bakıp huzur bulmak gibisi de yok. 



Havalar bizi güzel karşıladı neyse ki. izmit çok soğuk değildi ama İzmir beklediğimizden soğuktu. Yeni evimizde henüz ısınma için şömine haricinde bir sistem kurulu olmadığından kalamadık ama devamlı bir bahaneyle gidip geldik. Neyse ki pek çok halletmek istediğim kalemi başarıyla tamamladım. Mutfağıma masamızı aldık, halıları perdeleri hallettik. Yazlık gibi düşündüğümüz alt katımızda henüz bir şey yok ama onu da dönünce halledeceğiz inşallah. Daha yapacak işler bitmedi yavaş yavaş tamamlanıyor. Tadilat çok önceden bitmiş olmasına rağmen evde perde ve halı olmayışı hala inşaatmış gibi hissetmemize neden oluyordu şimdiki haliyle artık ev gibi gelmeye başladı. Zaten fark ettim ki artık hep ev ile ilgili şeyler  hayal edip almaya gayret ediyorum. Hayatımızdaki büyük bir boşluğu doldurmuşuz evimizle meğer. Yine elimizde bavul oradan oraya taşınma halimiz son bulmadı ama en azından herşey daha düzenli. 



Türkiye gerçekten çok acayip bir memleket. İnsana buradan sonra huzur verdiği bir gerçek. Ama insanların yüzlerinde mutsuzluk ve tedirginlik hakim, herkes bir şekilde ilerlemeye gayret ediyor ve yorgun. Uzaktan bakıldığında görülen şeyle, içinde yaşanıldığında anlaşılan durum epey farklı.  Ekonomik sıkıntıların var olduğu bilinmesine karşın herkes deli gibi alışveriş yapıyor ve biz her seferinde hayret ediyoruz. Çok acayip bir milletiz çok. Madame coco çılgınlığı denen bir furya var, çalışanlar bile duruma hayretle bakıyor. Madame Coco açılmadan önce insanlar çıplakmış herhalde diyenleri bile duyduk. Öte yandan yurdun çeşitli yerlerinden gelen kötü haberlerle geçti günler, üzüldük kızdık. Kısacık tatilimizde o kadar çok duyguyu bir arada yaşamak insanı yoruyormuş bunu daha iyi anladık. 


Ailemize bir minik katıldı. Onun heyecanıyla da geçti günler hızlıca. Bir bebeğin aileye kattığı heyecan ve değer bambaşkaymış. Ne kadar zor bir süreç olduğuna da tanıklık ettik elbette ama o pamuk tene dokunmak bile insana yaşamanın güzelliğini idrak ettiriyor, gerçekten mucize. 


Şimdi yine yavaşlığıyla çılgına çeviren internetle başbaşayız. Yorgunluğumuzu hala atamadık üzerimizden. Geldiğimden beri tavuk gibi sızıyorum. Kedimi çok özlemişim, o da bizi elbette. Bir hayvanın evdeki sıcaklığı bambaşka.  Yazmaya dönmek iyi geldi. Giderken orada da yazacağım bu sefer dediysem de yine başaramadım. Onca koşturmanın içinde bilgisayarımı sadece bir defa açabildim hepsi o. Biraz uzaklaşmak iyi de oluyor aslında. Anlatacak çok şey var. Bu bir başlangıç yazısı olsun madem. 

Herkese kocaman sevgiler. Ben yokken o kadar çok şey yazılmış ki bloglara, geriden de olsa takibe başlamak zamanı artık. 

Cezayir'den yeniden merhaba!

25 Ekim 2014 Cumartesi

Kurabiye ve kertenkele



Cezayir'de güneşli bir gün, bahçedeyim; hafif bir rüzgar var ama sersemletmiyor. Arada bir etrafa çimen kokusu yayılıyor. Sanırım traktörcü yan taraftaki üzüm bağını temizliyor. Bazen bu traktör sesi, trafik gürültüsü azaldığında sanki taka sesi gibi geliyor bana. Hemen önüm deniz de, sadece göremiyormuşum gibi. Neyse konumuz bu değil. 

Bu gördüğünüz sadece bir kurabiye değil, benim için çok özel. Rahmetli babannemin sihirli kurabiyelerinden. O kurabiye yaptığında evi saran içimi gıcıklayan rayihası sanki dakikalar öncesiymiş gibi burnumun ucunda. Ama senelerdir ailemizin kadınları elde tarif olup da denemelerine rağmen aynı tipi  ve tadı tutturamamışlardı. Gerçekten hala o günleri andığımda içim ruhaf bir şekilde gıcıklanıyor, ancak böyle tabir edebilirim duygumu. Hüzün, mutluluk, heyecan, coşku dolu bir birleşim tam da hissettiğim. 

Bugün ilk kez ben de denedim. Konuştum babannemle kurabiyeleri top top yaparken. Acaba dedim sen de mi böyle karıştırıyordun, ölçüler bu muydu gerçekten, yoksa gizli birşeyler mi vardı içinde, ne kadar pişiriyordun, sıcakken mi koyardın tabağa, yumoş yumoş kalsınlar diye üzerlerini kapatır mıydın? diye sordum. Elimden geldiğince hissederek yaptım. Çok hatırlamıyorum küçüktüm. Ama sanki o kurabiye çok başkaydı, rengi daha sarı, üzeri daha çatlak oluyordu. Tadı da bilmiyorum pofur pofurdu. Benimki de gayet başarılı oldu, ama aynı olmadı yine. Büyük bir adım yaklaştığımı hissediyorum, başaracağım sanırım. Ama belki de ben aslında onun yanımda, yakınımda olmasını ve bana yeniden kurabiyeler, poğaçalar, çiğ börekler yapmasını istediğim için ayarı tutturamıyorum. Belki tam da onun gibi yaptım ama onunki hep hatıralarımdaki gibi en tepede kalsın istiyorum, bu yüzden olmuyor diyorum.

Sonuç olarak cesaret ettim ve yaptım. Bugün tatil olduğu için bahçede güneşli havanın keyfini çıkartıyorum. Birazdan çay yapıp tombik kurabiyelerimden yiyeceğim. Hem evin kurabiye kokmasından daha güzeli var mı?


Bu da sevimli bir Afrika kertenkelesi. Kırçılları pek hoşuma gitti. Normalde sevimli bulurum ama korkarım, çok hızlı hareket etmelerini sevmiyorum. Bunun elleri ve ayakları da pek tatlı. Kurabiye yazısıyla biraz ilgisiz oldu ama bunda da hafif bir kurabiyelik potansiyel var diye düşündüm:)Adını da pırçık koydum.

Mutlu haftasonları dilerim...

 

6 Ekim 2014 Pazartesi

Bayram, rüya ve kitaplar


 Fotoğraf: Pinterest

Cezayir'de bir bayramı daha geride bıraktık. Sayamayacağım kadar çok burada geçirdiğim bayramlar, saymaya gerek de yok. Burada bayramlar sadece ilk gün öğlen olana kadar bayram gibi oluyor. Sonrasında sanki puff diye o bayram heyecanı sönüyor ve yerine normal bir günü bırakıyor. Bir sabah bayramlaşmalarında giyinip kuşanıp gülümseyerek iniyoruz bayramlaşmanın yapılacağı yere. Büyük bir hüzünden parçalar gibi aslında anı diye çektirdiğimiz fotoğraf kareleri. Hani mutlu zamanları hatırlamak gibi değil de daha çok aileden dostlardan uzak günlerin acısını anmak olacak döndüğümüzde bakarken her birine. 

Cezayir'de bayram hakkında söylenecek çok şey yok. En eğlenceli hatıram sanırım 2007 senesinde, Alger Dar El Beida'daki evimizde sabah kapıdan çıkarken karşılaştığım bahçe girişine asılmış koyundur. Bahçede kesmişler koyunlarını, hatta evlerinde küvette kesenler bile varmış, şehir efsanesi mi bilmiyorum ama burada sıkça konuşulan bir durum. Genelde bayramda her yer kapalı oluyor. Alışveriş merkezleri açık herhalde ama o kalabalığa girmek de pek akıl kârı olmasa gerek. Biz üç kısa günlük tatilimizde bol bol dinlendik. Bahçede keyif yaptık yağmur ve rüzgar el verdiğince. İyi geldi o dinlenme hali, yine de insan tatilde oldukça daha çok tatil yapmayı isteyen acayip bir yaratık. Bir ay da tatil olsa, keşke bir ay daha olsa derim o kadarına eminim.

 Fotoğraf: Pinterest

Fotoğraf: Pinterest

Bu sene bayram tatlısı yemedik. Benim de yapmak içimden gelmedi. Cevizli tarçınlı kek ve gözlememsi bir börek ile geçiştirdik bayramın yeme içme bölümünü. Yaprağım olsaydı dolma sarabilirdim ama o da yoktu. Kesilen kurban'dan kavurma yapmışlar bir heves gittik yemeğe ama o da koyun kokan ve kendini kurban kavurması zanneden kazık gibi bol karabiberli bir et çıktı. Eve dönüp salata üzeri pilav yedim. Kahvaltılarımız yemeklerimizden güzel ve özenliydi. Başbaşa geçirdik günlerimizi eşim ve ben ve tabi kediciğimiz. 

Acayip ama bir o kadar da güzel bir rüya gördüm dün gece. Festival tadında bir yerdeydim. Bir sürü restoranlar, dükkanlar, kitapçılar. Hatta ücretsiz bakan harika bir yeri dahi vardı. İstediğiniz kadar konaklayabiliyorsunuz bu yerde, üstelik bayram eğlencesi tadında sanatçılar bile vardı. Tek kural çıkarken elinizdeki bozuklukları vermek ve doyasıya eğlenmek. Bir de kendimi hint kıyafetleri içerisinde hatırlıyorum. Morlu yeşilli çok güzel kumaşlarla sarmışlardı vücudumu, epey güzel olmuştum. Bir şeylerden kaçıyordum herhalde sonra kendimi hintli birkaç terzinin yanında buluverdim. El çabukluğuyla renkli kumaşlardan üzerime güzel bir elbise diktiler, öyle dolaştım sokaklarda. Ne manaya geliyor bilmiyorum ama hoşuma gitti. 

Kitap meydan okuması zor sorular eşliğinde devam ediyor. Ben de gecikmeli olarak katılıyorum. 

18. gün: Seni hayalkırıklığına uğratan bir kitap deyince düşünüyorum da üzerine çok konuşulan ve çok okunan kitaplar hayal kırıklığı yaratıyor insanda bunu deneyimliyorum. Özel bir kitap seçmem gerekirse de büyük hevesle aldığım Nermin Bezmen'in eşine o öldükten sonra yazdığı kitap diyebilirim. O kadar çok betimleme vardı ki sevmeme rağmen beni boğdu. Duygu yoğunluğundan ve aşkından çok duygu karmaşasını hissettirdi bana ve kasvet bağladı içim. 
 
19. gün: Filmi çekilmiş olan sevdiğin bir kitap için hımmm düşünüyorum. Patrick Suskind'in Koku adlı eseri diyeceğim. O kitabı hevesle okumuştum sevmiştim. Filmde aynı etkiyi pek hissedemedim ama yine de seviyorum, vazgeçemiyorum bir türlü.


20. gün: En sevdiğin aşk romanı, aşk romanları pek okumam diyebilirim. Belki okuduğum romanın içinde bir aşk geçiyorsa öyle okumuş olurum bir aşk hikayesi. Ama eski pembe dizileri seviyorum şu tuhaf isimleri olan. Yazlıkta epeyce var. Birkaç tanesini denizden çıktıktan sonra okumuştum ama çoğunu okumamışımdır. İlginç bir ilerleyişi oluyor ve insanda aşk dolu beklentiler yaratıyor. Bu verdiği hissiyatı kimi zaman seviyorum. Bir başkasını söylemem gerekirse beni en çok etkileyen kitap ise Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk kitabıdır. Mutlaka okumanızı tavsiye ederim. İçindeki Aşk temasını hep sevmişimdir. 


21. gün: Okuduğunu hatırladığın ilk roman
Çocukluğumdan beri okurum. Ayşegüller ile başlamıştım herhalde kitap tadındaki ilk okumalarıma, belki de öncesi vardır hatırlamıyorum. Roman olarak ilk okuduğumsa dönem ödevi tadında bir görev mahiyetinde okuduğum Hemingway'in Çanlar Kimin İçin Çalıyor isimli kitabıydı, beni epey aşan bir kitaptı o zamanlar, biraz zorlanmıştım. Sonra yeniden okuduğumda kendime güldüğümü hatırlıyorum. Çok emin olmasam da aklımda o kalmış ve sonrasında da Sevgili Arsız Ölüm elbette. 


Bu kabı bulduğuma sevindim çünkü o zamanlarda okuduğum Çanlar kimin için çalıyor kitabının kabı böyleydi ve kalın kapalıydı çok net hatırlıyorum. Halamda hala durur, belki bir gün benim kitaplığımda yerini alır. O zaman ilk okuduğum romanı kitaplığımda bulundurma heyecanını tekrar tekrar yaşarım.

Yeni bir yazıda görüşmek dileğiyle.
İyi bayramlar herkese...