Türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Kasım 2020 Cuma

Cezayir ve pandemi



Cezayir maceramıza ara vereli aylar oldu ve bazen sanki dün gibi bazense sanki ikinci uzun seferimiz hiç olmamış gibi. İnsan uzun süre bir yerde kaldığında zaman da onunla kalıyor adeta. Geçmiş ve sonra önemsizleşiyor eğer an'dan memnunsanız. Cezayir'de iken daha çok aklım memlekete kaçıyordu, çünkü orada çok izole bir hayat sürüyorduk. Bunu gerçekten ancak bizim gibi koşullarda yaşayan bilebilir. Tabi bir de nasıl biri olduğunuzla alakalı bir durum. Çok sosyal olan, etrafıyla ilgili olan, hayattan değişik beklentileri olan insanların etkileniş biçimiyle; durağan, evcimen, olduğu kadarıyla mutlu olanlarınki çok farklı oluyor. Ben orada bir süre kaldıktan sonra kabullenme evresindeyken daha iyi hissediyorum ama ilk günlerim felaket geçiyor.

Geçenlerde hala orada bulunan bir arkadaşımız kaldığımız yeri göstermek için görüntülü aradı. Hislerimi kelimelere dökmek bir hayli zor. Özlemediğimi fark etmem uzun sürmese de tuhaf bir bağlılık hissettim. Benimki daha çok eşyaya ve anılara özlem sanırım. Biliyorum eşyaya bağlanmak son derece kötü ama hep böyleydim bilmem değişir miyim? Yaşanmışlıklarıma beni eşyalar bağlıyor, fotoğraflar gibi, yazdığım defterler, pişirdiğim kaplar gibi. Sakinliğini ve izole oluşunu artık özlemiyorum çünkü zaten İzmir'de de böyle bir hayatı sağladık. Hatta bazen caf caflı sokakları arıyorum diyebilirim.  

Oradaki durum da burada olduğundan farklı değilmiş. Hatta nasıl burada artık birinci derece yakınlarımıza kadar gelebilmişken virüs illeti, orada da benzer şeyler yaşandığını duydum tanıdıklarımdan. Orada olmanın dezavantajıysa yabancı bir memlekette güvende hissetmemek, elbette Cezayir'in gelişmiş bir yer olmaması, ilaç v.s yoksunluğu ve cahillik. Her hastalığa (çoğunlukla) antibiyotik veya ağrı kesici yazan doktorların olduğu bir coğrafya. Bu yüzden ilk pandemi zamanlarında eziyetli olmasına rağmen dönmüş olmamıza seviniyorum. Nitekim ücretsiz izindeyiz, iş devam edecek ve eninde sonunda başlanan işin bitmesi için dönmek gerekecek. Belki birkaç aylığına belki daha uzun. Buna hiç hazır olmadığımı hissediyorum çünkü 4 yaşında bir çocukla birlikte maceraya atılmak için yorgun ve yaşlıyım. Evliliğimizin ilk yıllarında olsak sanırım çok daha az düşünürdüm. Hatta 20'li yaşlarımda olsam belki hala orada olmuş olurdum. Bakmayın bu halime, o zamanlar epey çetin cevizdim. Kız çocuğu olmama rağmen erkek ergenliği gibi travmalar yaşattığımı hatırlıyorum aileme az da olsa. Üzerimde hem deli cesareti hem de keşfetmeye açlık vardı o zamanlar. Bir de aile kavramını önemini bu denli anlayamamıştım. Her genç insan gibi aslında. Bazen oturup düşündüğümde daha az gezseydim de daha çok kuzenlerimle teyzemle ananem ve dedemle vakit geçirseydim diyorum. Ama o zamanlara geri dönüş yapsam yine aynı hataları yapardım biliyorum. 

Henüz gitmeye dair bir emare yok. Ama geldiğimizden beri gitmenin heyecanını içimde yaşıyorum ben. Artık ne olacaksa olsun, şu belirsizlik ortadan kalksın ve Cezayir defteri yaşansın bitsin kapansın istiyorum. Ben kesin dönüş yaptığımız 2015 senesinde bile geri gideceğimizi hissediyordum biliyor musunuz? Ama şimdi artık yıllar geçtikçe bağlı kalmak ve köklenmek istiyorum olduğum yerde. Fazla değişiklik istemiyorum, düzen, rutin ne derseniz deyin bilmek istiyorum. Bu yüzden içim hep sınava girecek çocuk heyecanıyla dolu. 

Bakalım hayat bize neler gösterecek. Güzel şeyler görelim. Sağlıkla ilerleyelim, sevdiklerimizle bir arada gülümseyen fotoğraflar çekelim. Çocuklarımızın büyüdüğünü görebilelim ve başımızı sokacağımız bir yerimiz olsun daha ne ister ki insan hayattan? Kendini gerçekleştirebilmek ister... Bunu sonra yazacağım!

İyilikle kalın!

15 Kasım 2020 Pazar

Geçtiğimiz sekiz ayda çok şey oldu

Kesinlikle...

Geçtiğimiz sekiz ayda çok şey oldu. Hayatlarımız büyük ölçüde değişti. Büyüdük, üzüldük, olgunlaştık, çoğaldık, azaldık, ağladık, sevindik, ayak uydurmaya çalıştık ve hep çaba gösterdik tüm bunlar için. 

Karantina denen o acayip deneyimi yaşadık, günlerce. Sonrasında aslında normal olmayan hayatımıza dönüp devam ettik ve alışmak için çalıştık. Hoş; alışamadık ama devam ediyoruz hala, şükür.

Bilmiyorum herkes kendi payına neler öğrendi, neleri aldı değiştirdi kendine kattı ama aslında ne kadar da ufak olduğumuzu bir kere daha gördüm ben bu hayatta. O kadar çok şeye dokunamıyoruz ki, bazen öyle miniciğiz ki...Pamuk ipliği gerçekten hayat!


Oğlum büyüyor. Büyüyorsun çocuk;

Bana laf yetiştiriyor, kendini ifade ediyor, hala bazen durup dururken ağlıyor ama değişti ve güzelleşti. Hayat ilk günlerimin aksine daha keyifli ve kolay artık. Büyüdükçe zorlaşır diyenlere her gün sövüyorum. Çünkü bir çocuğu anlamak bence en büyük problem ve onun kendini anlatabilmesi. O artık konuşabiliyor, anlatıyor acılarını deneyimlerini ve biz anlayabiliyoruz ya şükrediyorum hep. Elbette bir çocuğu büyütmenin her anı zor ama en zorlu kısım sanırım artık uzakta. 

Yalnız bebeklik zamanını gönlümce, keyifle ve korkmadan geçiremediğim için pişmanım. Çok endişeliydim ve depresyonu uzunca bir süre yaşadım. Bazı zamanlar bu pişmanlık beni çok üzüyor. Keşke diyorum daha çok fotoğrafımız olsaydı keşke daha çok eğlenebilseydik birlikte. Ama o zamanlar ben daha çok 'bu çocuğa nasıl bakacağım, ne yapacağım' diye düşünüp ağlıyordum. Acayip günlerdi. Tekrarını yaşamak istemediğim. Bu yüzden ikinci çocuğu düşünmüyorum. Biliyorum ilki gibi olmayacak, tecrübesiz değiliz artık, belki daha keyifli olacak her şey ama dünya her geçen gün daha berbat bir yer haline gelmiyor mu sizce? Şimdi ilk için bile iyi cesaretti diyorum. 

Bloglarda veya daha çok instagram da anneleri görünce acaba bir ben miyim depresyon yaşayan desem de, biliyorum öyle değil. Ve gerçekten biliyorum ki sosyal medya kocaman yalandan bir balon. 

Eskiden olduğumdan bambaşka bir kadına dönüştüm. Belki daha sevimsiz ve çoğunlukla yorgun. Yine de kafamın daha iyi çalıştığını biliyorum artık. Kendime de daha çok güveniyorum. Sadece hala biraz ürkeğim. Hayallerimin peşinden koşmak için yeterince çabalamıyor koşullara teslim oluyorum farkındayım. Sanırım biraz daha zamana ihtiyacım var. O zaman sahip olabilecek miyim bilmesem de umut ediyorum, değişmeyi, dönüşmeyi ve güzelleşmeyi, iyileşmeyi...

Bir kere daha fark ettim ki bu süreçte; biraz bencil olmak şartmış hayatta, bir çocuğu büyütmek gerçekten çok ama çok zormuş, birçok şeyi bir arada yapmak insanı epey yoruyormuş. Yani annemin sihirbaz gibi beş dakikada yaptığını sandığım pek çok şey fedakarlık ve emek istiyormuş. Büyümek tam da böyle bir şey. Keşke şu kafama üniversite yıllarında sahip olsaydım kim bilir nasıl da farklı olabilirdi. Daha çok vakit geçirirdim sevdiklerimle ve daha az küstah olurdum. Ooo o zamanlar dünya sadece benim etrafımda dönüyor zannederdim ne komik. Oysa dünya dönüyor istediği gibi bizler de yancılarız.

Bugün yine akşam oldu. Bu yazıyı tamamlamam üç günümü aldı. İç dökme gibi oldu, terapi gibi oldu, günlük gibi oldu. Olsun varsın. Bana iyi geldi ya gerisi boş. Gezip göremediğim, fotoğraf çekemediğim için zaten daha da ne yazsam buraya bilemiyorum. Yemek blogu falan da değilim neticede tarif yazayım. İşte idare ediverin beni bu ara. 

Herkese mutlu haftalar olsun. Şükredin, sevin, kendinize değer verin ve vakit ayırın, umutsuz olmayın...

Her şey geçiyor...


6 Kasım 2020 Cuma

Bu ne yaman çelişki böyle

 Merhaba Herkes;
Yine günler günleri kovaladı. Pandemi denen illet bitmedi ama bizim karantina günlerimiz sona erdi ve İzmir'de hayatımıza devam ediyoruz. Baktım ki bloga en son Harran günlerini yazmışım, şimdi neresinden yakalayıp devam etsem bilemiyorum. 
Geldikten sonraki günler Urfa üzerine epey konuştuk. O günlerden sonra eve olmak gerçekten hepimize iyi geldi. Tan evde olmaktan ve oyuncaklarına kavuşmuş olmaktan son derece mutlu oldu. Koca yazı nasıl da hızlıca geçtik insanın aklı almıyor. Pandemi, hayatımızı gerçekten çok değiştirdi herkesin hayatında olduğu gibi. Çocuklar en çok etkilenen grup bana kalırsa. Biz halen parka falan gitmiyoruz. Ama daha iki üç gün önce hıncahınç dolu bir parkın önünden geçtik. Tabi tan karmaşa yaşıyor böyle görünce parkları, anne biz neden gitmiyoruz diyor, virüs bitti mi diyor. Ben de elimden geldiğince yaptıklarının doğru olmadığını anlatmaya çabalıyorum..
Yazın ne kadar korunmacı davransak da yazlıklarımızda plaja falan inmeyerek sakin yerlerde denizimize girdik. Tabi çok stres olduk ama buna da şükür diyorum. Memleketime gittim annemlerle, kefken'e gittim. Temiz hava, bahçe ve güneşten faydalandık elimizden geldiğince. Sonra evimize geri döndük ve rutinimize kaldığımız yerden devam ettik. 
Şimdi neden yazmadığımı düşündüm de hem okuyanların olup olmadığını bilmediğimden biraz şevkim kırıldı sanırım, hem de yazmadıkça körelmiş gibi hissettim ve tedirginliğe kapıldım. Bundan sonra yazarım diyemiyorum ama çabalayacağım. Çünkü o kadar hiç bir şey yapmıyorum ki kendi adıma, biraz alana ihtiyaç duyuyorum. Bazen beynim alev alev yanıyor gibi hissediyorum. Sadece Tan'a bakmak, onunla ilgilenmek, oynamak, evin işlerini halletmek yetmiyor. Bir işe yaradığımı hissetmiyorum. Kendimi çok ertelediğimi düşünüyorum. Bu zaman bir daha geri gelmiyor, şu anki isteklerimi ilerleyen zamanlarda isteyeceğimi düşünmüyorum. O yüzden bir şeyler yapmak için en iyi zaman 'şimdi'.
Deprem psikolojik olarak hepimizi çok etkiledi. Dışardaydık ama inanılmaz sallandık, arabaların deniz dalgası gibi hareket etmesi gözümün önünden gitmiyor. Şanslıyız ki evde değildik çünkü kaya üzerinde olmamıza rağmen komşular çok fena olduğunu anlattılar. Tan evde olsaydı çok korkardı. O gün düz ayak bir yerde ve kucağımda olduğu için olayın farkına varmadı. Çoüu zaman sallanıyor gibi hissediyorum. Geceleri tilki uykusu gibi uyuyor bir şey olursa nereye gireriz diye plan yapıyorum. Bahçeye kaçarsak evin anahtarını içerde unutmayayım diye düşünüyorum. Kafamda deli sorular! O giden canlar için içim yanıyor. Allah bir daha yaşatmasın!
Cezayir'de işimiz hala devam ediyor ama hava sahası kapalı olduğu için kimse gidemiyor. Zaten orada da pandemi çok artmış. Her yerde olduğu gibi. Bir gün elbette gideceğiz ama bittikten sonra olmasını temenni ediyorum. Hayat acayip bir şey, olması gerektiği gibi oluyor, ilerliyor, dönüşüyor. Güzel şeyler göstersin hepimize ve özellikle de çocuklarımıza. 

Şimdilik yazacaklarım bu kadar. Umarım hala okuyan birileri vardır. 
Sevgilerimle


8 Nisan 2020 Çarşamba

Karantina günleri Urfa Harran



                    Urfa'dan herkese merhaba. 

Zor ve uzun bir yolculuğun ardından vatana ayak bastık ve bu gün 4. günümüz. Fırsat bulamadım yazmaya, alışmaya çalışıyorduk. En baştan anlatayım;

4 Nisan sabahı 6 da uyandık ve 7 de yollara düştük. Havaalanına sanırım 11 sularında vardık. Orası tam bir keşmekeş. Yeni hava limanında bagajlarla indik onları kendi başımıza taşıdık- sağ olsun bekar ve az bavullu arkadaşlar yardımcı oldu- sonra yanlış geldiğimizi söyleyip bizi tekrar eski hava limanına yürüttüler. Orada sanırım 1.5-2 saat beklemişizdir check-in yapmak için. Öyle kalabalıktı ki ve sosyal mesafe falan kimse de dinlemiyordu. Herkesi bir anda göndermeye karar verdikleri için yığılma vardı resmen ve çoğu insan barut gibi saldıracak yer arıyordu.


Arabada Cezayir havaalanına giderken biz:) 





Maskeli beşler Cezayir'de :)



Tan kuşum dayanamadı kucağımda uyudu...




Burası da Harran Üniversitesi Kız öğrenci yurdundaki odamız. 







İşlemler bittikten kısa bir süre içinde tan kucağımda uyuyakaldı. Ben bir süre oturacak yer olmadığı için çömelip uyanmasını bekledim ama sonra yeni havaalanına gitmemiz gerektiği söylendi uçak oraya gelecekmiş. E birader ne saçma bir organizasyon, bizi bir oraya bir oraya ne diye sürüklüyorsun? Çocuk uyanmadı ve kucağımızda yeni havaalanına kadar taşıdık(babası)Sonrasında uzun bekleyiş başladı. Neyse oturacak koltuk bulduk ama tabi insanlar aç susuz hiç bir yer açık değil. Biz çocuklu olduğumuz için hazırlıklıydık ama o kadar hazırlıksız insan vardı ki. 

Gece yarısına kadar bekledik, bekledik, bekledik. Tan scooter a bindi biraz video baktı biraz kovalamaca oynadık. İdare etti benim tatlı oğlum canım. O da farkında olanların ama sanırım anlamlandıramıyor. Uçaktan korkuyor bulutların üzerinde olmaktan çekiniyor benim gibi.Belki de benim korkumu anlıyordur belli etmemeye çalışsam da. 

Yine balık istifi gibi uçak geldiğinde sıralandık biz elimizden geldiğince kalabalığa girmemeye özen göstersek de herkes dip dibeydi. Neyse ki çocukluyuz diye bizi ilk aldılar içeriye. Girişte nereye ineceğimizi sorduk. Söylemedi görevli. Devlet sırrıymış söyletmiyorlarmış öyle dedi. Türk hava sahasına girene dek söylemeyeceklermiş. Nitekim de öyle oldu. Biletler de zaten İstanbul yazıyordu. Uçak havalandı ve inmeye bir saat kala falan Gaziantep'e ineceğimiz söylendi. Tabi biz şok! 

Yolda yorulduğumuz için uçakta hepimiz sızdık zaten. İndiğimizde kısa bir süre tan uyanık kaldı ama sonra dayanamadı yine sızdı. Uçaktan indik otobüse binmeden evvel bizi bir yerde beklettiler. Yine balık istifi. Muayene olacak dediler ama sadece uçakta doldurmamızı istedikleri bilgi kağıtlarını alıp imza attırdılar. Saçmaydı kısacası. O riske değmezdi. O kağıtları uçakta da imzalatabilirlerdi veya otobüste dağıtırlardı bilemiyorum. Neyse sonra otobüse bindik ve 1.5 saat kadar sonra Urfa'ya vardık. Yollar bomboş. Polisler eşlik ediyor. Filmde gibiydik aynı. O hissiyat her şeyden çok çaresizlik içeriyordu bence. 

Yurda yerleşmeden önce de araçta bir süre bekledik. Sırayla boşaldı otobüsler. Tan bir sürü beyaz kıyafetli insanı görünce korktu ağladı ama ona şirinlik yapmaya çalıştılar. Odamızı bulduk. Aile olduğumuz için aynı odada kalmaya izin verdiler. Önce bi itiraz ettiler ama biz de itiraz ettik bir şey demediler. Zaten normal olanı da buydu. Hem ben ufacık oğlanla tek başıma bu koşullarda idare edemezdim. İyi oldu. Tan için arada sırada başka insanların olmadığı zaman koridorda scooter ile dolaşmasına bir şey demediler. Hatta ufak bir balkon var hava almaya da çıktık birkaç kez ortak alanda. Tabi yine yanımıza başka kimseyi almadan. Zaten o kadar acayip bir ortam ki herkes birbirinden korkar vaziyette. Herkes tedirgin çoğu sinirli. 

Odalarımız güzel 4 kişilik bir odamız var ve ufak bir buzdolabı. İnternetimiz var. Yemekler sorun oluyor yalnız. Çünkü hem buz gibi hem de acılı. Tan yiyemiyor pilav ve yoğurt hariç. Acı koymayın çocuk var diye söyledik ama artık ne derece ihtimam gösterirler bilemiyorum. Burada kampüsün içinde bir de uygulama hastanesi var. Bize getirilen yemekler hastanenin yemekleri imiş öyle bir duyum aldık. Ekstra başka bir temizlik veya nevresim değişikliği veya ikram yapmıyorlar. Bunu neden söylüyorum; biz bilinçli insanlarız zaten otel konforu ekstra başka bir şey istemiyoruz ama diğer yurtlarda arkadaşlarımızdan öğrendiğimiz şeyler var yemekler daha düzgün temizlik var v.s Bunları duyunca çocuk da olunca insan biraz daha ilgi bekliyor. Sanırım buraya ilk gelenler bizleriz ve şaşkınlar. Ne yapacaklarını bilmiyorlar. Ama iyi insanlar ne yapsınlar Tan için bir çalışan bisküvi çikolata meyve suyu ve meyveli süt getirdi kendi imkanlarıyla. Onun da 4 çocuğu varmış bizi anladı ve Tan'ı sevdi. Sağolsun. Yurt müdürü hanım da ilk gün ufak bir torbada not ile birlikte tan için gofret çikolata yollamış sağolsun. Ben de bir teşekkür notu yolladım kendisine. 

Bugün tan için bir takvim yaptık.Ne zaman İzmir'e gideceğimizi bilsin diye içi rahat etsin çocuğun. O da farkında bir şeyler oluyor ama anlamlandıramıyor. Her ne kadar basitçe anlatsak da onun için aslında bu kadarı bile fazla. Elinden geldiğince o da alışmaya ve belki de umursamamaya çalışıyor. 

Şükür ki iyiyiz. Sabrediyoruz. Dün sağlık ocağından aradılar. Evde görünüyormuşuz. Kan beynime sıçradı resmen. Dedim ne alaka. Bir de valilikten haber gelmiş. Valilik bizim burada olduğumuzu nasıl bilmez. Pasaportlarımızı uçakta topladılar yani evimiz müstakil yalnızız evde kalabiliriz karantina da demeye fırsat bile olmadı. Hoş desek bile muhattap olacağımız kimse yoktu. Eşim Cimer'e yazı yazmıştı gelmeden. Çocuklu olduğumuzu evimizin boş olduğunu ve evimizde karantinada kalabileceğimizi söylemişti ama hala cevap gelmedi. 

İstanbul'dan bir arkadaşımızın burada tanıdığı varmış. Sağ olsun Tan için bir sürü atıştırmalık, süt, bez ve ekstra erzak yolladılar. Bu günümüzde büyük destek oldular. Hiç bir zaman unutmayacağız. Biz de Tan için kahvaltılık bir şeyler sipariş ettik marketten. Kampın içinde bir market varmış. Dedim o halde bu çocuk neden 3 gün sütsüz kaldı? Bu kadar mı zor idi bir görevli yollayıp süt aldırmak. Dün biz kendi imkanımızla alışverişi hallettikten sonra gece süt getirdiler. Ne diyeyim Allah razı olsun. Yine de halloldu mu oldu. Onlara da kızamıyor ki insan. Emir kulları. Üsttekiler ne diyorsa yapıyorlar. 

Durumlar bu şekilde. Hala yorgunluğu atamadık sanırım veya bir odada kapalı kalmanın rehaveti mi bilemiyorum üzerimde bir uyuşukluk var. Oynuyoruz, eğlenmeye çalışıyoruz oğluşumuz mutlu olsun diye. Ama işte böyle hep bir organizasyon eksikliği olduğunu görünce moraller de bozuluyor ister istemez. 

Geçecek inşallah hep birlikte atlatacağız. Destek olan, arayan soran herkese minnettarım. Sizler de çok dikkat edin kendinize. Onların bir gülüşü ömre bedel. Çocuklarımız hep mutlu olsunlar. Dünyamız da iyi olsun inşallah bir an evvel.

Kalın sağlıcakla.  


3 Nisan 2020 Cuma

Korona Günlükleri 2 (Cezayir)


Hepinize yeniden merhaba;
Bugün öğlen itibariyle Türkiye'ye gidiş ile ilgili bilgi geldi. Yapılan konuşmalar, yazışmalar ve ülkelerin anlaşması neticesinde 4. Nisan. 2020 Cumartesi günü öğlen 14.00 te havaalanında hazır bulunmamız gerekiyor. Biz zaten her an gidecekmişiz gibi eşyalarımızı toplamıştık. Tamamlamasak bile büyük çoğunluğu hazır sayılırdı. Tabi kıyafet v.s nin haricinde evi kapatacağımız için asıl büyük iş buzdolabındaki yemekler falan. Büyük çoğunluğu tüketmeye başlamıştık zaten. Gerisini de bir şekilde halledeceğiz. 

Henüz başka hiç bir detay belli değil. Buradan tutulacak iki otobüs ile yola çıkacağız. Otobüsler bir gün evvelden gelip dezenfekte edilecek. Saat 14.00 te havaalanında olmak için en geç sabah 8.00 de yola çıkmamız gerekecek. 

Tan Türkiye'ye gideceğimizi biliyor. Hatta İzmir'e değil de dedesinin yanına İzmit'e gitmek istiyor ama bir şekilde anlatmaya çalıştım gidemeyeceğimizi. Karantina sürecini ise İzmir'den önce bir süre ufak bir butik ev de kalacağız dedik. O da şöyle anlatayım.. Eşimin Kasım ayındaki hastalığı sürecinde eniştemin İstanbuldaki 1+1 evinde kalmıştık. O oraya ufak olduğu için butik ev diyordu ve ilk gittiğimizde sevmemesine rağmen sonrasında butik evimiz çok güzel anne demeye başlamıştı. Ben de onu strese sokmamak için bir süre ufak butik ev gibi bir yerde kalacağız dedim. İşin işte en zor kısmı bu bence. 3 yaşında deli dolu bir çocukla 14 gün karantina'da kalacak olmak kısmı beni çok endişelendiriyor. 

Ayrıca buradan havaalanına gitmek 5-6 saat sürecek. Orada uçağın kaçta kalkacağı belli değil. Daha önceki postada giden arkadaşları 17.00 de havaalanına çağırıp gece yarısından sonra uçağa bindirmişler. Orada beklemek sıkıntılı, sonrasında 3 saat havada yolculuk sonrasında hayırlısıyla istanbul'a iniş ve orada beklemek kontroller falan. Daha sonrasında nakledileceğimiz karantina bölgesine nereye gideceğimiz sorusu aklımda. Önce gidenleri Kırklareline yollamışlardı oraya da varmak bir 4 saat sürüyormuş. Düşünsenize bu program büyük insan için bile ne kadar yorucu iken küçücük bir çocukla nasıl üstesinden geleceğimizi bilemiyorum. Kendimi telkin ediyorum sıkça. Umarım düşündüğümüz kadar zor olmaz ve sonunda durup geriye baktığımızda rahat bir nefes alabiliriz. Tabi bunca uzun yolculuk sırasında ve sonrasında da virüs kapmamak çok önemli. 

Tan'a anlatmaya gayret ediyorum. Bir yerleri ellememesi gerektiğini, elini ağzına sokmaması gerektiğini, yüzüne gözüne sürmemesini ama tabi benim oğlan çok enerjik ve ufak olduğu için de unutuveriyor heyecana kapılıp. Evde bile devamlı oğlum ağzına sokma oyuncaklarını, elini ağzından çek gibi diyaloglarımız oluyor. 

Bizler bir şekilde karantina'da 14 gün bir amaç uğruna olduğunu bilerek zor da olsa kalabiliriz. Ama ufacık bir odada onu nasıl oyalayacağız nasıl açıklayacağız bilmiyorum. Uzmanlar korkutmayın diyorlar, korkutmadan anlatıyorum ama onun hayal gücü bambaşka. Hep neden diye soruyor. Maskeli tiplerden de normalde çok korkuyor örneğin doktora gittiğimizde maskeli ise hep ağlardı ufakken de. Şimdi onca görevli ve biz eldivenler maskeler... Çocuk kimbilir nasıl etkilenecek. 

Ama bir de inandığım öyle bir nokta var ki ve sığındığım. Bazı özel durumlarda, anlarda, çocuklar kendilerinden beklenmedik olgunluklar gösterebiliyorlar. O zaman diyorum sanırım ne kadar mücadele ettiğimizi anlıyor, allah bir şekilde yardım ediyor. Ortama kolay adapte olabiliyorlar. Böyle olabilmesini ümit ediyorum. 

Korkmasın, üzülmesin ve belki de bu süreç onun için eğlenceli hale gelebilsin. Yanımıza bir sürü oyuncak falan aldık. inşallah alnımızın akıyla sağlıkla bu süreci tamamlar evimize gideriz.

Detayları fırsat buldukça yeniden paylaşacağım. Birilerinin okuduğunu bilmek iyi geliyor. 

Dikkatli olun! Sevdiklerimiz için ve hayallerimiz için çaba göstermeliyiz, sabretmeliyiz!



27 Mart 2020 Cuma

Korona Günlükleri 1 (Cezayir)



Herkese yeniden merhaba;
Görsel sanırım evlerimizde kapalı kaldığımız şu günler için oldukça uygun. 

Evet biz de aynı sizler gibi karantina'dayız. Tek fark şantiyedeki evimizdeyiz. Aslında bu çok büyük bir fark çünkü bence ne durumda olursa olsun insanın vatanında ve kendi evinde olması her şeyden daha önemli ve güvenli. Burada insan devamlı tetikte ve yüreği ağzında geçiriyor günlerini. 

Uçak bekliyoruz. Birkaç bavul yaptım ve durdum. Şantiye kapandı işler durdu eşim evde ve 10 gün boyunca yağacak yağmurlarda oğlanı evde nasıl oyalayacağızın derdindeyiz. Aslında daha da önemlisi uçak gelir de gidebilirsek 14 gün karantina'da bu çocuğu nasıl strese sokmadan üzmeden eğlendirebileceğiz. 

Şirketimiz elçiliğe yazı gönderdi ve hala bir cevap yok. Yolda olmak da ciddi sıkıntı aslında. Ama en büyük korkum ülkede korona çok yayılırsa bizi buradan nasıl çıkartırlar, sağ salim. Çünkü televizyonlarda korona için yapabileceğimiz bir şey yok sağlık sistemimiz yeterli değil sizi koruyamayız kendinize dikkat edin diye açıklama yapıyorlarmış. Akşam 19.00 dan sonra sokağa çıkmak yasak. Anlayacağınız burada da durum tüm dünyada olduğu gibi vahim. Bekliyoruz. Umutla. 

Bu sırada yazmaya başladım. Flaş Kocaeli ve Bizim Darıca gazetelerinde yeniden yazıyorum. Bu bir nebze de olsa bana iyi geliyor. İçinde bulunduğum sıkıntılı süreci belki bastırmama yardım ediyor. 3 yaşındaki oğlumu düşünüyorum ve üzülüyorum. Umarım daha görecek çok güzel günlerimiz vardır hep birlikte.

Buradan vizesi bittiği için mecburen gitmek zorunda kalan ve hava sahası kapanmadan önce uçağa binebilen bir arkadaşımız you tube kanalına yolculuk ve karantina hakkında bir video çekmiş. Oldukça faydalı. Linkini ekliyorum. Facebook'ta da paylaştım. Mutlaka izleyin ve paylaşın ki çok kişiye ulaşabilsin. 

Şimdilik her şey çok şükür ki yolunda. Evdeyiz. Sağlığımız yerinde. Bekliyoruz!

Evde kalın ve güzel düşünmeye çalışın. Kendinizi oyalayın, kendinizle barışın, kendinizi sevin.

Bu günlerden sağlıkla çıkabilmek dileğiyle ve umuduyla.



https://youtu.be/eOaEDDFGgz4

30 Eylül 2017 Cumartesi

Kaldığı yerden

Nerde kaldığımı pek hatırlamıyorum aslına bakarsanız. Yazmaya yazmaya paslandım sanırım. Şimdi yazmaya oturdum ama her an üst kata koşabilirim zira tosbikcan uyanabilir. Öğlenleri genelde yarım saat uyuyor ama o gün şanslı günümüzdeysek bir saati bulabiliyor. 

Öyle veya böyle yazı devirdik. Suyu seven oğlum denize pek sıcak bakmadı ama endişe etmedim nasılsa büyüyecek ve denize koşar adım ilerleyecek. Sıcak zamanları atlattığımıza seviniyorum. Bahar zamanlarını oldum olası sevdim, sonbahar da içime işleyen bir taraf var, belki de doğum zamanım olduğu içindir kimbilir. Oğlan da kışın doğduğu için daha çok kışı mı sevecen acaba?

İzmir canım İzmir! Hala alışamadım desem çoğu kişi bana güler herhalde. Son yıllarda pek çok kimsenin gözdesi çünkü. Güzel şehir vesselam ama gurbet geliyor bana hala. Pek arkadaşım yok, hadi bi kahve içelim diyen yok, şöyle hemen hemen aynı dönemde bebeği olan kimse yok haliyle arayan soran da yok. İdare ediyoruz. Ben eskiden -çok anaç bir tavrım olmadığı için- çocuklu kimselerle mıç mıç görüşmek pek istemezdim kafam şişerdi. Diyorum ki şimdi de başkaları herhalde öyle düşünüyor benim için. Ne ekersen onu biçersin diyorlar ya belki de odur yaşanılan. Çok da takmıyorum açıkçası kendi ufak dünyamda mutlu olmaya şükretmeye çalışıyorum. Ama bu çocuklu olma durumlarını insan yaşamadan anlamıyormuş meğerse. Pek güzel elbette ama bir o kadar da zor. Alışmak da zor, alışmaya çalışmak da ama içinde debelenmek daha bir değişik. 

Grip olduk aile boyu tatil dönüşünde, sonra ben zona oldum ama atlattım. Şimdilerde daha az stres yaratmaya çalışıyorum kendime, her şeyi kafaya takmayayım diye işliyorum kendime her gün. Biraz vakit bulabildiğim ölçüde mutlu olmaya gayret ediyorum. Bir kahve bir mola biraz uyku iyi geliyor. Bazı günler bunlar olmayınca delirecek gibi olduğum da bir gerçek. Büyüdükçe zorlaşacak diyorlar ama iletişim kurabildiğimiz ölçüde güzelleşeceğini gördüğüm için buna pek inanmıyorum. Zorluğu dillenince bir ohh dedirtecek gibi geliyor. Şimdilerde hep bir konuşabilse üzerine kafa yoruyoruz. Derdini söylese! O günler de gelecek elbette, bekliyoruz. 

Cezayir hakkında yine çok soru ve mail alıyorum ama yetişemiyorum. Diyorum ya buraya bile uğrayamadım ne zamandır. Orayla ilgili bilgi bekleyen varsa şayet affetsin, yine bir vakit bulunca yazacağım. 

Bazen o köhne paslı şehir burnumda tütüyor ya şaşırıyorum. Dönmek için yırtındığım ağladığım zamanlar geliyor aklıma, ahh kafam ahh diyorum. Türkiye'de yaşamak bence daha zor! 

Zaman akıyor. Ölenler doğanlar büyüyenler...Hayat bir şekilde yolunda ilerliyor bizi de yanına katarak. Olabildiğince ayak uydurmaya gayret gösteriyoruz, başarıyoruzdur umarım. 

Neyse çok şansımı zorlamadan burada kesiyorum. Belki bir iki blog da okuyabilirim fırsattan istifade. Bir şeyler de atıştırsam iyi olacak. 

Herkese bizden kocaman sevgiler. Daha sık yazacağım zamanlar da gelecek elbet! :)

Mutlu kalın!


Buyrun bu da bizden size gelsin:) Oğlumun rock'çı günlerinden:) Eski Metallica'cılardan kim kaldı:)

18 Nisan 2017 Salı

Renkler, çiçekler, memeler

Hayat olanca hızıyla akmaya devam ediyor bizim buralarda da. Akıyor ve içinde bizi de sürüklüyor yeni maceralara, kimi zaman istekli kimi zaman zorla. 

En güzeli de ne biliyor musunuz? Bahçemde tazecik sebze meyvelerin olması ve iyi kalpli komşularımın mis kokulu çiçekler taşımaları bana. Evim buram buram gül kokuyor şimdi. 

Bebek büyüyor, büyüyoruz birlikte. Eşim dedi ki bugün; eskiden her gün ağlıyordun şimdi hiç olmazsa üç günde bir ağlıyorsun:)

Öyle evet halen ağlıyorum. Bazen ileriyi düşünüyorum, oğlumun büyüdüğünü; ağlıyorum. Kimi zaman onsuz olacağım zamanları düşünüyorum ağlıyorum, bazen korkuyorum ağlıyorum. Ağlamak için o kadar çok nedenim var ki bu sıra. Bazen sırtım çok ağrıyor ağlıyorum hatta bazen sebepsizce tontik yanaklarına ve büzüşen dudaklarına bakıp ağlıyorum. Sonra o ağlarken de ağladığım zamanlar oluyor. Yani ben hamile kaldığımdan bu yana mütemadiyen ağlıyorum. Ama diyorum ki zaten ağlamak eski bir alışkanlık bende!


Renkleri görmeye başladı bizim küçük böcek. Takip etmeye başladı. Çiçekleri seviyor anladığım kadarıyla. Bir tane oyuncak baykuşumuz var böyle anakucağına asılan, onu seviyor, müzik çalıyor diye hoşuna gidiyor. Vuuu vuuu diye diye ona sesleniyor. Henüz eliyle tutamıyor sadece istemsizce elini sallarken çarpıyor. Kafasını çevirmeye de başladı. Biliyorum ileride bu yazdıklarımı okuyup yeniden ağlayacağım çünkü o zaman tosbik kaplumbağam kocaman olmuş olacak. 


Annem döndü, yalnızım. O döndükten sonraki ilk gün tamamen fiyaskoydu bence. Odalarındaki kokuları bile dokundu bana o gün. Şimdi oraya girmedim daha ama sanki üst kattalarmış gibi geliyor bazen, öyle düşünüyorum yorgunluk ve sinir zamanlarında. Annem ne çok destekti. Ama kocam da öyle. Onun evde olmasına her gün dua ediyorum. Annem buradayken çok yoruldu, kadıncağız miguel gibi devamlı yemek yap, sil, süpür, çamaşır yıka, çocuğu oyala modundaydı. Ama şimdi evlerine gittiğimizde hemen çocuğunu kucağımıza tutuşturan insanları daha iyi anlıyorum çünkü aynını ben de yapmak istiyorum. Birisi 5 dk tutsa ohh iyi geliyor. Tan oğlan zor bir bebek değil ama anası gibi damarı var kanımca. Birkaç gündür öğlenleri uyumuyor, hal böyle olunca uyku başına vurup huysuzlanıyor tabi. Genelde geceleri kütük gibi uyuyorum. Öyle ki çıt sesine uyanan ben-ki bebekle ilgili her çıta uyanıyorum ilginçtir- etraftaki seslere tamamen kapalıyım. Bu içgüdüsel olay çok acayip. 

Şimdi sıra geldi kutsal memelere:)

Oy oy meğer bu memeler nelere kadirmiş. Sütüm yavaş yavaş çoğalıyor. Henüz hala öyle sağayım da kenara kaldırayım durumuna gelmedim. Sadece açlık durumlarında emiyor tosbağacan. Belki de ben bilemiyorum organize olmayı ama sağdığım zamanlarda da bir sonraki öğünde hemen veriyorum sağdığımı. Bu bloğu ana oğul bloğu haline dönüştürmek istemesem de yazıyorum içimden gelenleri lütfen kusuruma bakmayın:)

Malum evimiz şehre biraz uzak, e etrafta arkadaş da yok çok konuşacak bu yüzden yazmak -artık nadiren de olsa- iyi geliyor. Bir nevi dertleşmece. 

En anaç arkadaşım bile çocuk olayının ne kadar zor olduğunu söylüyor ki ben ilk haftada ah uhlamaya başlamıştım. Hakikaten sabır işi. Sabrın ötesinde alışmak çok önemli ve kabullenmek. Artık hayatının farklı bir yöne döndüğünü, eskisi gibi olamayacağını kabullenmek gerekiyor. Bunu arkadaşım ilk söylediğinde ağız burun kıvırmıştım neden hayatım eskisi gibi olmasın diye. Ama gerçekten olmuyor. Ne kadar artislensem de olmuyor bu bir gerçek. Daha güzelleşiyor deyip ahkam kesmeyeceğim çünkü öyle yazanlara sinir oluyorum. Evlat elbette ki güzel ama ufakkenki zamanları gerçekten zor. Gülüşleri, oyunları insanın içini kıpır kıpır yapıyor. Bir de o ağlayınca gerçekten memelerim sızlıyor. Yine geldik memelere:) 

Ne söylediyse yutar insan bu çocuk konusunda. Nenem 'çocuklu dostun başına kustum' dermiş. Evet anlaşılabilir bir cümleymiş. Şimdi ben de birileri için çocuklu dostum artık:) Ben gerçekten çocuklu ortamlardan çok haz etmezdim ki hala etmiyorum ama şimdi çocuklu olduğum gerçeğiyleyim. 

Mutlu ve sakin kalabilmeyi bir şekilde başarmaya çalışmak lazım. Aslında basitmiş öyle diyorlar ama onlara kesinlikle şapka çıkartmak lazım. Artık çocuk konusunda çoğu insanın artistlik yaptığını, yalan söylediğini biliyorum. Millet birbirine hava atmak veya mükemmel olduğunu kanıtlamak için sallıyor da sallıyor. Tabi biz aman terler üşür daha küçük diye en ufak rüzgarda bile dışarı çıkartmaya korkarken, el kadar bebeyle dünya turuna çıkanlar da var. 

Bir de seni sınayanlar var, nasıl gidiyor bakalım annelik diyerek? Onlara canım cicim yapmak şart. Çok söylenirsen aaaa diyorlar geçer geçer. Nabza göre şerbet vermek şart. Yani toplumumuz hep her şeyi başaran mükemmel analar olmamızı istiyor. Kır dizini otur çocuğuna bak evini de temizle yemeğini de yap gibi. Ben valla yapamıyorum. Her birini ayrı zamanlarda yapıyorum. Kimse benden hünkar beğendi de istemiyor hoş ama birini yapıyorsam diğeri kalıyor. Bu ara mottom 'bırak evi bok götürsün'. Tabi çocuklu ev deyip elime ikidebir süpürge almışlığım da var yalan olmasın. 

En çok Cezayir'deki başıboşluğumuzu özlüyorum. Her konuşmada hop sigara yakıverişimizi, içlendikçe içebildiğim zamanları, kitap okumaktan sıkıldığım anları, yapacak bir şey bulamayıp pöfürdendiğim o zamanları. Cezayir'in kara kaşı kara gözü değil yani içinde yaşadığımız anlarını özlüyorum. O anların rehavetini, uyuyabilmeyi, uyanmak istemeyip güne geç katılmayı, deli deli yemek yapmayı, çok çok yazmayı, bol bol fotoğraf çekmeyi.

İçinde bulunduğumuz her an çok kıymetli aslında. Gelen gideni aratır derler ya öyle oluyor gerçekten. Hep arıyoruz eski zamanları. Şimdi evet çekirdek aileyiz maşallah mutluyuz sağlıklıyız ama o zamanların da tadı başkaydı. Henüz geri gelmeyeceklerini kabullenmek için sanırım daha zamanım var. 

Bahar geliyor. İzmir'de dereceler gün be gün yükseliyor. Kuşlar cik cikledikçe, eve güneş değdikçe huzur geliyor içime. Oğlum da artık mini mini şeyler giysin istiyorum şöyle şortlar tişörtler tulumlar. Büyüsün bana annemmmmmm desin istiyorum böyle kalbinin taaa içinden. Bana baksın boncuk boncuk sonra kocaman sarılsın annemmmm diye. 

Hadi ben kaçtım. Oğlan uyanmadan bir tarhana karıştırayım. Dünden kalanları yeriz yanına en azından çorba yapacak zamanım olsun hemen uyanmasın:)

Ne zaman bilmem ama yine yazarım ben, inşallah başka konularda da yazarım...

Sevgiler herkese bizden. 

9 Mart 2017 Perşembe

İçimdeki kadınlar ve olanlar

Artık iyiden iyiye uzatıyorum, böyle sakız gibi oluyor yazmak isteyip de yazamadıklarım, sünüyor ve tadı bozuluyor sanki. Bu loğusalık ne menem bişeymiş. Ağlayıp duruyorum olur veya olmaz yerlerde ve şeylere.

O zamanlar yani çoluk çocuk yokken anne olup da kendine bakmayan kadınlara söylenirdim, sanırım 5 gündür yıkanmadım. Hatta yüzümü bile yıkamak istemiyor canım, bazen sütlü veya kusmuklu eşofmanlarla gelenlerin karşısına çıkıyorum. Bu çocuk işi beni biraz bozdu, dağıttı. Öyle tatlı ve masum ki bir yandan sadece ona bakarak saatlerce ağlayabilirsiniz, bir yandan da o kadar zor ki devamlı yatır kaldır besle gazını al dinle kontrol et... Çok rutin oluyor her şey, daha önceki rutinlerden çok daha rutin, hatta fazla rutin. Ama dışarı çıkmak benim için şu anda ayrı bir eziyet. Daha alıştım tabi ilk günlere nazaran, yine de dışarıda herhangi bir yerde memeyi örtüyle de olsa çıkartıp emzirmek fikri bile beni sinirlendiriyor. Mama yapınca soğuyor, tam altını değiştirirken kakasını yapabiliyor, hatta evden çıkacakken bir de bakıyorsun temiz elbisesine çişi çıkmış hadi avaz avaz değiştiriyorsun. Bebekler gerçekten çıplak olmaktan hiç hoşlanmıyorlar. Bunlar hep bir harp oluyor insanın kendisiyle ve çevredekilerle. Her haline de şükrediyorsun bir yandan, kendinin ve bebeğinin; anne olmak isteyip olamayanlar, çocuklarını kaybedenler, hastalıklarla boğuşanlar vb daha öyle acı şey var ki hayatın içinde. Hepsi birleşince düşüncesi bile bir loğusayı delirtebilir bence. Ben şimdi sihirli 40 ın çıkmasını ve ebediyen beni terk etmesini bekliyorum. Olay gerçekten neden ibaret bilmiyorum. Dışarı çıkınca memelerin sızlaması durumunu söylemeyi unuttum o  da ayrı bir şey tabi. Emzirmek beklediğimden eğlenceli ve güzel, yine de yavaş yavaş büyüyen bir bebeği o memeden öbür memeye taşımak bile bazen zor olabiliyor. İşte bunlar hep loğusa sendromunun getirileri. 


İçimde bildiğim ve bilmediğim hatta hiç mi hiç tanımadığım bir sürü kadın var sanki. Birinin dediği diğerini tutmuyor, biri öbürüne tapıyor, bir diğeri berikini hiç mi hiç sevmiyor. Çok tuhaf. Meyilli oluyor insan hüzne, kedere, gam'a. Bu kafayla iyi içilir aslında, efsunlu gibi bünye. 

Bilmem ne yazayım. Bazen eski zamanları özlüyorum diye ağlıyorum. Bazen de oğlanın üniversite zamanına kadar olan tüm anlarına anılar biçiyorum kendimce. Maviş boncuklarını öpmek, o küçük ağzını hüüp diye içime çekmek istiyorum ve onu böyle mıncır mıncır sıkmak. Kimisi alın bu çocuğu başkasına verin ben bakamayacağım diyormuş, kimisi camdan atmak istiyormuş, yani işin bu derecesi de var ama ben ilk günler hariç bakamayacağımı hiç düşünmedim. Bazen yanlış mı yapıyorum endişesi taşıyorum ama çingene çocukları nasıl büyüyor baksana derken buluyorum kendimi. Etrafımdaki bazı salakları da çocuk büyütürken gördüğümden ben haydi haydi yapıyorum canım diyorum. Buna da loğusalık bencillği deniyor sanırım bilemiyorum. 

Nitekim hayat ona güzel şu sıra, aslında hep de ona güzel olsa keşke, hep gülse, her anı dolu dolu yaşasa istiyorum. Kötü kaynana modeli olur muyum diye de düşünüyorum bazen, potansiyelim var gibi. Ama alt kattaki hobi odamı bile oğlumla paylaşırım diyen de pamuk bir tarafım yok değil. Sağlık olsun o bana yeter!


Hadi ben kaçtım. Oğlan uyanmadan beş günlük pisliğime bir son verip ılık bir duş almam lazım:)

Sevgiler

21 Şubat 2017 Salı

Doğum, Loğusalık, Annelik ve diğer şeyler

Herkese Merhaba;

Nihayet yazabiliyorum. Beklediğimden daha değişik ilerliyor pek çok şey ama iyi sayılır. Aslında hep duyduğum şeyler çerçevesinde ilerliyoruz günlerin içinde. Bazen geçmek bilmiyor bazen hoop akşam oluveriyor. 

Şunu kesinlikle diyebilirim ki bir bebekle olmak zormuş. Hem küçük olması hem tecrübesizlik insanı bu hassas dönemde üzüyor. Bazen gereksiz buhranlara dalıveriyor insan. Loğusalık dipsiz bir kuyu gibi içine düşersen tırmanması zor olur, bu yüzden temkinli davranmak, sağlam basmak lazım. 

Öncelikle doğum ile ilgili birkaç şey yazmak istiyorum merak edenlere;

-Şunu anladım ki insanların söylediklerini dikkate almamak en güzeli. Herkesin macerası kendine has. Mesela sezaryeni hatta epidurali daha zor bir şey sanırdım ben, meğer epey korkutulmuşum. Tabi normal yollarla olması en çok istediğimizdi ama neden öyle olmadı diye pişmanlık duymadım. Aksine koridorda acıyla ağlayan kadınları görünce dedim iyi ki beklemiş küçük tosbağam. Merak edenler için yazayım, her şey yolundaydı normal bekliyorduk ama gelmemekte ısrar etti paşa. Kafası da azcık tombikmiş normal zor olurdu dedi dr'um. Birkaç günde toparlandım. İyiyim şimdi.Şükür!

-Anneliğe dair yazarsam henüz üzerime annelik çökmedi. Hani öyle aşkım balım her şeyim modum yok. Aslında böyle olacağını ben zaten biliyordum. Çünkü kendimi tanıyorum..Bazen inanamıyorum benim karnımdan çıktığına. Ultrason görüntülerine bakınca gerçekliğine inanıyorum. Gerçekten mucize tabi ona şüphe yok. Minnak ellerini ve ponçik boğumlarını görünce hayatı daha iyi algılıyor insan. Yaşamak güzel şey diyor her ana bir kere daha şükrediyor! 

-Loğusalık ise çok detaylandırılabilecek, üzerine sayfalar yazılabilecek bir durum bana kalırsa. İlk günler gerçekten dehşete kapılmış gibiydim çünkü, nasıl bakacağım bu bebeğe diye panik haldeydim. Devamlı ağladım birkaç gün. Uykusuzluk da çok koydu bana. Öyle gece yarılarına kadar oturup film izlemenin verdiği uykusuzluk gibi değil. Gözleri gece fal taşı gibi açılmış ve devamlı meme isteyen bir şey var karşınızda. Henüz duruma adapte olamamışken öylece gecenin içinde kalıvermek insanı sinir harbine sürükleyebiliyor. Birkaç gün sonra üzerimden atıverdim o durumu ama hala endişeli tavırlarım var, daha çok nedeni yapamamak değil aslına bakarsanız, onun üzülmesi ve yetememek duygusu. Ne insanlar çocuk büyütüyor. Herkes bizler gibi ihtimam mı gösteriyor. Çocuklar yalın ayak soğuklarda dolaşıyor. Bu daha başka bir duygu ifadesi zor. Ve anne olmak için doğduğuna inanmayan kadınlar için içinden çıkması biraz daha zor. Ben her kadının anne olması gerektiğine inanmıyorum. Kutsallık söylemlerine, o mükemmel annelik hareketlerine inanmıyorum. Bu yüzden de teslim olmam biraz daha zaman alacak gibi. 

-Fotoğraflarımdan birinin altına sihirli kelime 'geçecek' demişti bir arkadaşım. Hep onu düşünüyorum. Özellikle geceden sabaha donan o zamanlarda diyorum kendime, geçecek, büyüyecek ve bu anlar özlenecek, üzülme, devam et, sabret, mutlu şarkılar söyle içinden. Evet şarkı söylüyorum ninni niyetine biraz da. İyi geliyor. Bebek de sesimi seviyor. Bana bakıyor ama henüz tanımıyor elbette. Ama beni sevdiğini söylemesi için sabırsızlanıyorum en çok. O minik adam tarafından sevilmek arzusu dolu içim! 

-Kedicik de evde değişik durumlar olduğunun farkında. Ama rahatsız olmadı. İlk günler biraz ilgi ondan kaydı diye tedirginlik yaşadı ama sonra geçti. Arada ben emzirirken gelip kucağıma oturuyor, beni de sev diyor belli ki. Öyle oturup gidiyor beş dakika. Bebekle tanıştırdık ama öyle tepki vermedi pek. Onun masumiyetinin ve savunmasızlığının farkında bence. İdare ediyor işte!

-Ebeveyn olduk artık. Çıt çıt çekirdek ailesiyiz. Bazen özlüyorum kaygısız ve rahat zamanları ama bahara daha iyi olacak her şey inanıyorum. Çıkıp dolaşacağız birlikte, masallar okuyacağız, mimikler yapacağız birbirimize. Boncuklarını izleyeceğim gün ışığında kuş cıvıltılarında. Şimdi daha çok ufak ve bu insanı biraz tedirgin ediyor. Dışarı çıkınca heyecan oluyorum, ya ağlarsa diye endişe ediyorum. Her yerde emzirmeye de alıştım aslında hiç çekinmiyorum hoop meme dışarda:) Kadınlık çok acayip mevzu valla!

-Öyle çok ahkam kesmemek, durumun içerisine girmeden fikir yürütmemek gerekiyormuş onu da anladım. Emzirmek güzel, hiç gıdıklanmadım mesela, acıyan yerler de zamanla düzelecek biliyorum, emzirmeyi sevdim. Sütüm gelmese de emzirdim, ne zaman isterse emziriyorum. Mama takviyesi yapıyorum ve bunun için de üzülmüyorum. Hatta yalancı silikon meme de verdim onun için de pişman değilim. Bazen ihtiyaç oluyor. Kalabalık istemem sıkılırım dedim, annem ve teyzem gitsin istemiyorum şimdi yanımdan. İkinci loğusalık sendromum o ilk günlerdeki ağlamaların yanında yalnız kalmayı istememek oldu. illa birileri olsun istiyorum etrafımda, iyi geliyor. Süt sağıyorum bazen o da acayip bir şey, fork fork çekmesi komiğime gidiyor hatta. Memelerimin bu işe yaramasına şaşırıyorum, ahh diyorum memeler nelere kadirmiş:) O doysun da yeter, kim görmüş kim görmemiş hiç takmıyormuş insan. Yoksa çıplaklar kampı gibi gelirdi bulunduğum alan serde annelik olmasa!

Bir ara yine yazarım. Uyuyor şimdi tosbağa. Sabaha bir saatte ayaklanırız yine. O da bilmiyor henüz gece gündüz ne yapsın. Bir iki aya düzelir, sabretmek gerek. Demem o ki istiyorsanız yapın bir bebek, ama tereddütle yapılacak bir şey değil. Bolca sabır, hüzün, aşk ve diğer şeyleri içinde barındırıyor, hazırlanmak da mümkün değil başına gelecek öyle anlıyorsun. Güzel ömrü olsun, mutlu bir hayat sürsün, gülsün, dünyayı sevsin bizi sevsin tek arzu ettiğim bu.

Hadi bakalım bize kolay gelsin. Öperiz bizi sevenleri ve merak edenleri. Aklıma bu kadarı geldi eksik gedik olabilir, sonra yine detay veririm. Bir ara denizi görmek ve uzunca içime havasını çekmek için sabırsızlanıyorum. Yürümek iyi gelecek sanırım. Gezenti ruhlara ev basabiliyor:)Öyle ben alırım çocuğumu gezerim tozarım diye ahkam kesmekle de olmuyor, buz gibi soğukta 10 günlük bebeği sokağa çıkartmaya korkuyor insan, vicdan yapıyor aklınızda bulunsun!

5 Şubat 2017 Pazar

Hamile kafası; Son düzlük

Günler tıpkı masallardaki gibi birbirini kovaladı. Hızla aktı gitti adeta tüm yaşananlar. Şimdi sadece yaşanacak bir koca gün kaldı bebeğimize kavuşmadan önce. Hala inanamıyorum hatta belki bir süre daha inanmamaya devam edeceğim bebekli bir yaşama. Rutinimizin değişeceği fikrine hala alışamadım ve doğuracakmışım gibi de gelmiyor çok acayip bir şekilde. Doğurmak ve ben, iki uzak kıta gibi birbirine. Ben sadece kelimelerden yeni ve kendime özel cümleler doğurabilirim sanıyordum şimdi içimden bir hayat çıkartacağım. İnsan nasıl şaşırmaz, afallamaz? O küçücük ponçik ayaklar ve bezelye parmaklarla ben ne yapacağım😳 Ölesiye korkuyorum, belki çok aptalca ve yersiz ama evet korkuyorum. Başından beri normal Doğum düşündük durduk, doktorum da o kafada, yapabileceğime de inandı, beni de inandırdı ama paşamız gelmek istemiyor. O halinden pek memnun, annesinin yumuş karnından çıkası gelmiyor bir türlü. Eğer bugün de doğurmazsam pazartesi sabahı sezeryana gireceğim. Daha önce hiç ameliyat olmadım, doğal olarak korkuyorum ama elden gelen bir şey yok. Söylenenlere pek kulak asmamaya çalışıyorum çünkü malum herkesi bir tecrübesi ve söyleyecekleri var. Herkesin yaşadığı kendine. Sağlıklı olalım da ana oğul gerisi nasılsa gelir. Acı çekmeden anne olunmuyormuş artık idrak ettim, normali ayrı sezeryanı ayrı dert. İkisi de birbirinden stresli. Bu iş başlı başına stres. Sonrasını yaşayarak göreceğiz. Şu an en çok nasıl bir tiple karşılaşacağımı merak ediyorum😀Bir de hemen benzetirler ya ana babaya, bakalım ilk kim diyecek şuna benziyor diye. Ne zaman yazarım  bir daha bilmiyorum ama yazmaya gayret edeceğimi biliyorum çünkü kendime de zaman ayırmam lazım. Lohusa kafasını da yazacağım zaten bakalım dedikleri kadar var mı? En çok da emzirirken gıdıklanacak mıyım onu merak ediyorum şu an. Ne kadar okuduysam o kadar unuttum okuduklarımı, sanki hepsi eski bir macera gibi durduğu yerde kalıverdi. 

Deniz kenarına gittim bugün ayrıca, çok iyi geldi deniz havası. Kendim gibi hamile bir kedicik gördüm yemeğimden verdim açtı, ona ağladım. Güldüm sonra ahh dedim şu hamile kafası. Bugün tam 4 kez ağladım. Sebeplerim çok bombastikti. 

Daha ne yazsam bilmiyorum, sanki dünyaya gelecek benim, belki de onunla yeniden doğarım kim bilir. Kutsal annelik söylemleri çok bana göre değil ama büyük konuşmayalım, yaşayalım görelim. 

Ne de olsa ameliyat, dua edin. Sağ Salim girip çıkayım, bebek de sağlıklı olsun, sevdiklerim de yanımda, daha da bişey İstemem zaten. Hoş bulalım yeni hayatımızı, aşkla huzur bir arada ilerleyelim kafi. 

Herkese sevgiler. Yeni bir macerada görüşebilmek dileğiyle...

Mutlu kalın💐



22 Ocak 2017 Pazar

Bazen ve her zaman; hamilelik kafası

Herkese merhaba. Yine çok uzun ara verdim biliyorum ama kafam o kadar dolu ki yazmak içimden gelmiyor. Bebek için aldığım mavili bir defter vardı,güya onu bebekle ilgili düşüncelerimle falan dolduracaktım ama günlük oldu, bu ara hep ona yazıyorum. Bebekle ilgili olmayan her şey içinde. Bu da böyle bir hamilelik kafası olsa gerek!

Artık yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Ama sanırım en zor kısmı da burası. Normal doğum öngörüldüğü için şu anda, beklemekten başka bir seçenek yok. Böyle her an doğurabilecek olmak da ayrıca bir stres bence. Tamam her şeyin doğalı güzel falan ama bir yandan içimdeki küçük şeytan sezeryan yapıp geçseydin demiyor değil! Bakalım göreceğiz yaşayarak. Şu sıra koca göbek olarak dolaşıyorum evin içince. 38. haftayı sürüyoruz. Aklım hep dışarlarda. Geçen gün çarşıda bir teyze ayy kızım sen yakında doğurursun dedi kadın panik oldu beni dolaşırken görünce:) Ben de korkuyorum ama yine de dolaşmama engel olamıyor bu hissiyatım. Nasılsa her şey olacağına varıyor öyle değil mi? Örneğin 4 gündür evdeyim ve şimdiden darallar geçirmek üzereyim, bebekli günlerin ilk zamanlarında ne yapacağım çok merak ediyorum.

Bazen sinirli oluyorum herkese ve her şeye, çoğunlukla pamuk gibi olduğumu söyleyebilirim. Bir de geçen değişik bir sancı geldi diye oturdum ağladım, heyecan oldum. Oysa bu daha hiç bir şey biliyorum. Etrafımdakilere nadiren rahatsızlık veriyorum sanırım, yani bu bile başarı bence hormonlar tavan yapmışken. Bir ara hep ağladım, bir ara da devamlı uyudum. Gözlerim kapalı olmasa da içimin uyuduğu zamanlar da oldu. 10 senelik evli olmamıza rağmen hala erken çocuk yapmışız gibi geliyor komik bir şekilde. Bunu uzun zamanımızı Cezayir'de gurbette ve mahrumiyette geçirmemize bağlıyorum. Hamile kalana kadar geçen süre de benim o içimdeki tatmini sağlayamadı. Çünkü yabancı bir şehre alışmam da uzun sürdü, tam alıştım öğrendim derken bebek araya girince de hoop her şey yine değişti. Bu yüzden biraz aptallamış olabilirim. 

Cezayir'i özlüyorum. Her zaman değil elbette ama çoğunlukla. Havasını, doğasını, oradaki yalnız anlarımızı ve aylaklığımı zı özlüyorum. Daha az para harcıyor olmayı özlüyorum. Bu memlekette sokağa adım atmak demek saç saç paraları yapmak demek. Elektrik, su, internet paraları da cabası. Hele bebek ve hamilelik piyasasına hiç değinmiyorum her şey abartı. Yine de ay ben istemem çok şey yapmam öyle dememe rağmen aklımın kaldıklarını bir baktım yapıyorum. Sonuçta ilk bebek, insan heves ediyor elbette. Bu işlerin çok b.kunun çıktığını düşünüyorum, kararında bırakmak, bırakabilmek lazım. 

Daha ne yazabilirim emin değilim. Cezayir ile ilgili çok şey yazamamama rağmen elimden geldiğince halen soruları yanıtlamaya, mesajları cevaplamaya gayret gösteriyorum. İnsanların kafalarında biliyorum ki gidilecek yer farklı bir coğrafya söz konusuyken endişe tavan yapmış oluyor. Bir karşılaştırma yazısı da yazacaktım ama fırsat bulamadım. Yani kalmak ve gitmek ile ilgili, gurbet ve memleket ile ilgili. Pek içimden de gelmedi. Belki bir ara içim kıpırdanırsa yine yazarım. 

Herkes bebek olduktan sonra şunu zor yaparsın yok bunu yapamazsın diyor, öyle insanları dinlememeye ve etrafımda tutmamaya çalışıyorum çünkü sinirimi bozuyorlar. Olumsuz söylemler beni deli ediyor. Ama neyse ki bana her şeyin güzel olacağını söyleyen, dilediğim şeyleri yine yapabileceğimi anlatan güzel insanlar da var etrafımda. İnsanlar minicik bebeklerle dünyayı dolaşıyorlar, ben de kendimi istediklerime odaklanabilmek hususunda telkin etmeye çalışıyorum çünkü tam tersini düşünmek strese ve sıkıntıya sokuyor. 

Bizden haberler bu şekilde. Annem bir süredir yanımızda. Onun burada olması pek iyi oldu, bana yardımcı oluyor. Artık son zamanlar olduğu için yemek falan yaparken zorlanıyordum, hemencik yoruluyorum. Yani demem o ki etrafta yardım edecek birilerini olması güzel. 


Bakalım bizi neler bekliyor. Yakında yine yazarım. İnşallah bundan sonra daha sık hatta hep ama hep yazarım, hem de kafam dağılmış olur. Benim için iyi dileklerde bulunun lütfen. 

Sevgiler 


9 Kasım 2016 Çarşamba

Gidenler ve yeni gelenler


Urla da bir zeytin bahçesinde çekildi bu fotoğraf. O gün alabildiğine güneşli ve güzel bir gündü. Bulutlar puf puftu en sevdiğim halleriyle. Ağaçlarda tek bir zeytin tanesi bile kalmamıştı üstelik. Buna rağmen bir tanesini keşfedip ısrarla bluzumun içine topladık. Baka baka bir hal oldum her birine aynı çekilen o an gibi. Ayağımıza dikenler battı, hop hop ilerledik kurumuş toprakta. 

Günler yine birbirini kovaladı ve canım yaz gitti. Sonbahar sonbahar olalı belki de pek böyle hüzün görmemişti. Sonbahar hep hüzün doludur aslında ama bilemiyorum bu seferki daha başkaydı sanki çünkü bir insanı aldı götürdü hayatımızdan. Anneannemi kaybettik. O dağ gibi kadın eridi bitti, ufacık kaldı. Senelerdir zaten çektiği acısı vardı, yaşlılıktan, bunamadan ve artık yitirdiği bir takım fiziksel özelliklerdinden ötürü de. 


O benim Meloşum, ayaklı gazetem, yumuş yumuşumdu. Bu halimiz ne kadar da harika, içtenlikle gülümsüyoruz. Birlikte çok gülümsemelerimiz oldu. Kokusunu, kollarının yumuşaklığını, saçlarının pişmaniye gibi o halini hatta onları düzeltmek için limon sürmesini hatırlıyorum an be an. Şimdi ondan bana tüm o harika anıların yanında bir çanta, iki tane mendil, başörtüsü, iki elbise ve bir de sabahlığı kaldı. 

Alıştırmıştık sözde kendimizi. Zaten 40 günden fazladır hastanede yatıyordu. Bir sürü zorlu süreçten geçti. Onu en son yoğun bakımda ziyaret ettiğimden taze bir ölüden farksızdı ama işte yine de sıcaktı hala. Annem, teyzem onu doğuran yegane varlığı kaybetti, hayatın ağırlığının altında günlerce ezildiler. Meğer hayat ne acımasızdı! 

Kendimizi kandırmakta insanoğlundan büyük usta yok. Her gün hayat ne kadar güzel diyerek başlıyoruz mutlu günlerde söze, şanslı hissediyoruz, şükrediyoruz ama işin aslı öyle mi? Birileri o buz gibi toprağa giriyor her gün, niceleri sırada ve bir gün de biz! Ve o çok anlamlı bulduğum söz de olduğu gibi, bir gün bizi tanıyan herkes öldüğünde hiç var olmamış gibi olacağız...İşte hayatın ta kendisi! Zaman zaman yeniden tanışıyoruz kendisiyle.

Gidecek olanlar gidiyor ve ölenle ölünmüyor. Hayatımıza devam ediyoruz elbette mecburen. İçinde devinip duruyoruz. Tasalar, kaygılar, hüzünler ve mutlu gülümsemelerle bazen. Hayat akıyor. Birileri gidiyor, yenileri geliyor. Bize de gelen bir yeni nefes var hayırlısıyla inşallah. İçimde bir ponçik büyüyor, küt küt tekmeleyerek aşıyor günleri. Annelik günden güne doluyormuş insanın içine öyle diyorlar, şu an sadece gelişmesini takip ediyorum, iyi olmasını arzu ediyorum her gün. Bir de maviş boncuk olsun istiyorum çok, sarı lüleleri olan maviş bir oğlan; bulut tenli, gök gözlü, güneş saçlı olsun ve hep gülümsesin inatla! Sağlıkla gelsin inşallah yeni hayatına.


Herkese sevgiler. Yakında yine yazacağım. Telaşlı günlerin ardından ancak duruluyoruz diyebilirim. Hoş, bir süre sonra farklı telaşlarımız olacak ama olsun, yine gelip yazarım ben terapi niyetine. 

3 Eylül 2016 Cumartesi

Haydi bre pehlivan!


Meğer ne de çok olmuş yazmayalı. Zaman yine su misali akıp gitmiş. Ben belki iki ay olmuştur derken bir de baktım nisandan bu yana yazmamışım. Hayat iteleyip durduğu için arkamızdan bir şey anlamadık geçen zamandan. İnsanoğlu işte yaranılmıyor öyle de böyle de!

Hala alışıyorum demeyeceğim çünkü artık alıştım. Yalnız herkes Türkiye'nin en iyi en güzel şehrine yerleştin dese de burası da hala bana bir nevi gurbet. Henüz ait hissedemiyorum ama tanıyorum, öğreniyorum, seviyorum. Güzel şehir izmir, insanları güzel, sokakları güzel, kafalar güzel! Yalnız havası hiç güzel değil. Tamam kışlar çok uzun sürmüyor, soğuk olsa da devamlı değil, bu kışı güzel geçirdik ama yazı berbattı! Cezayir'de ben bu kadar sıcağı hissetmemiştim, her yer klimalıydı orada, bu sene İzmir'de hele ki Haziran ayında her gün söylendim diyebilirim. Dışardan davulun sesi hoş geliyor elbet, sen İzmirdesin orası yakın burası yakın diyen çok oluyor ama kazın ayağı öyle değil. Yakın olan yerler ateş pahası, e zaten insan aylarca da tatil yapamaz ki hadi hafta sonu git, hadi git bir hafta kal tamam işte! Sanıyorlar ki biz her gün burada Alaçatı Çeşme Foça kop koptayız:)

Evin işleri hala bitmedi ama ev işi değil de bahçe işi kaldı. Bir de salondaki kocaman camın önüne iki berjer alamadım gitti. Yeni ev ve yeni hayatımızda bir dönem saç saç paraları yapmak gerektiğinden bütçe ayarlamasına odaklıyız şu an. Türkiye pahalı bir yer(miş). Her şey masraf her şey para! Hele bir de ev müstakil olunca altından kalkmak biraz zor oluyor haliyle. Öğreniyoruz!

Memlekette olmak güzel elbette doğruya doğru. Ama arada bir gitmek aklıma esmiyor da değil, hal vaziyetlerimiz malum memleket olarak. Cezayir'deki sade yaşantımız, yalnızlığımız bazen düşüyor aklıma bir gitsek diyorum. Hatta dönsek mi ki biz acaba dediğim zamanlar oldu. Kendimi cırmalıyorum şişşşt otur oturduğun yerde diye ama ne kadar devam eder bu böyle bilemem! 

Çok şükür iyiyiz. Burada hep şükrediyoruz, yaşadığımız için, başımıza bir şey gelmediği için, sağlığımız için, evimiz olduğu için... Türkiye'de yaşayabilmek bile bir mucizeymiş bunu öğrendik.

Okuyorum bol bol ama pek yazamadım işte. Hem söylenmek istemedim sıkıldığım zamanlarda, hem de biraz kendimle kalayım istedim sanırım. Hoş; bir işe de yaramadı ama olsun, denedim. 

Şimdilerde biraz serinlik var bu diyarlarda, ohh iyi geliyor. Daha da serin olsun istiyorum. Şöyle bir hırka giysek de otursak balkonda, bahçede üşüsek akşamları çorap giysek mesela. Yaz'dan hiç bu seneki kadar sıkılmamıştım. 

Bundan sonra daha sık yazarım artık herhalde, bir zahmet! Yazmazsam da dürtün beni olur  mu, hadi tuğba diye.

Haberler şimdilik bu kadar. İyiyiz, sağlıklıyız, yuvarlanıp gidiyoruz. Özlemlerim özlemelerim yine devam ediyor ama en azından kilometrelerce uzunluğunda değiller. Olabildiğimiz kadar mutluyuz! Siz de öylesinizdir umarım, ancak bu kadarına dilimiz varıyor artık çünkü!

Herkese sevgiler...