Bilgisayarın başına oturmak başlı başına kocaman bir işmiş meğerse. Düşünüyorum da bir zamanlar ne çok vakit geçiriyordum bu tuşlarda. Hayat işte durduğu yerde durmuyor. Elimden geldiğince okuyorum hala ama hep aklımdan yazıyorum sayfalara.
Annelik üzerine okudum, bebek bakımı, çocuk yetiştirmek... Bunların hepsi yaşayarak anlaşılabilecek şeylermiş, öğrendim, anladım. Kabullenmek epey güç oldu aslında. Yepyeni bir başlangıç, yeni bir hayat. Bazen baş etmek epey güç oluyor. Ama artık eğlenmeyi de öğrendim, fazla dert etmemeyi de. İyi şeyler düşününce iyi şeyler de gelip bizi buluyor. Bu yüzden olumlamalara yer veriyorum artık hayatımda. Tabi elimden geldiğince, bazen kendime yenilip surat astığım da olmuyor değil, neticede insanım.
Cezayir'e yeniden gelmek de bir seçimdi, aynı çocuk sahibi olmak gibi. Kimi zaman bir anda oluveren kimi zamansa hesap kitap yaparak.Seçiyoruz. Ne olursa olsun su akıp yatağını buluyor. Sen debeleniyorsun ama hayat seni kendi ritminde başka yerlere çekebiliyor. Yine bu coğrafyadayız, bu tozlu topraklarda. Kokular, yüzler hep tanıdık, hikayeler benzer. Ama anılar bambaşka. İçi dolu dolu anılar. Şimdi terasta oturuyorum ve içeriden iki ses geliyor. Hayatımı enine boyuna kaplayan iki ses. Ömrümü çoğaltan iki güzel ses.
Hiç bir zaman internet anneleri gibi bir anne olmadım. Henüz keşfediyorum güzelliklerini diyelim. Yalpalaya yalpalaya yolumu buluyorum. Uykudan anne diye uyandığında içim cız ediyor mesela ve yüzümde hep tuhaf bir gülümseme, tüm bunların yanında tabi bolca da gözyaşı. Tanımadığım çocukların sesleri için bile gözyaşı döküyorum. Birisi anne, baba dediğinde kendi evladımın sesi geliyor kulaklarımın ikisine birden. Bir saat vakit ayırabilmek için kendime, sanki dağları deliyorum ama o bir saatte hep aklıma oğlum geliyor. Kendimizi Türkiye'deyken azıcık da olsa dışarı atabildiğimizde hep salıncaklar kaykaylar karşılıyor beni köşe başlarında, tuhaf bir vicdan azabı çekiyorum. Kendinize vakit ayırın, siz iyi olun diyor hep anne çocuk sayfaları ama işin aslı pek de öyle olmuyor. Yani çoğu yazılan hep fasa fiso. Sen ne kadar her ikisini yapabilirim desen de açtığın bilgisayar sonunda bomboş bir sayfayla kapanabiliyor, özenle hazırladığın kahven bir de bakmışsın buz olmuş, iştahla oturduğun sofrada yemeğe mecalin kalmamış bulabiliyorsun kendini. Bu böyle bir serüven. Tıpkı rutin olarak gördüğün ama durmadan değişen yeni bir gün gibi. Annelik Cezayir'de kadın olmak gibi kocaman bir adım aslında. Ben hem dünyamı adımlamaya hem de içinde kaybolmamaya çalışıyorum.
Buraya adım attığımızda hava alanının havasını soluduktan sonra kafama buradayım diye dank ettiren ilk önce bu su oldu.
İlk hafta ne işim var benim burada dedim elbette. Tam yerleşik düzene geçip alışmaya başlamıştık ki hoop yeniden yollara düştük. İnanın burada olmak veya gelmekten çok uçakla seyahatimin yeniden başlıyor olmasıydı canımı sıkan. Bugün geleli bir ay oldu ve halimden son derece memnunum. Tan'a da iyi geldi burası.
Şu sihrini içinde barındıran dükkanlar yok mu. İçeride o kadar çok şey buluyorsunuz ki, tahmin edilemezler. Bir o kadar basit, bir o kadar kapsamlı. Naif...
Eski yüzlü binalar çoğunlukta. Hatta bazıları sadece tuğla. Bir nebze düzgün görünenler'e rezidans diyorlar zaten. En son içine girdiğim rezidans harlemde karanlık bir alt geçit gibiydi.
İşte beklenen an! Hamoud Boualem ile buluşmamız. Son derece lezzetli bir gazoz. Türkiye'de iken pek çok sefer canımın çekmişliği vardır. Yanındaki mavili de eşimin favorisi.
Ah yeniden Cezayir'e gitsem de alışveriş yapsam diyordum döndüğümde. Bu tabaklar hep gönlümü fethetmiştir. Daha kaliteli ve daha sağlam bunlar eskilerinden. Takımı tamamlamama az kaldı.
Tan kuş yeni çekicisi ile oynarken. Evi doldurmamak şahane bir fikirdi. Gönlünce oynayabileceği kocaman bir alanı var. Eski evimize nazaran burası kocaman. Bir de kapalı teras olması epey rahatlattı. İki oda bir salon oldu resmen.
Günde en az iki kez bahçeye çıkıyoruz. Zaten hava güneşli oldu mu tan direk dışarıya gitmek istediğini belirten cümleler kurmaya başlıyor. Araba da pek girmediğinden rahatça oynayabiliyoruz.
Doğa her zamanki gibi göz alıcı. Her yer yeşil. Kocaman sıradağlar ve renkli çiçekler var. Havası mis gibi.
Benzin istasyonu Naftal artık daha gelişmiş. Hatta Alger'e gittiğimizde mola verip marketine girdik ve restoranında pizza yedik. Pizza oldukça dandikti ama en azından yemek yenilecek ve tuvalete girilebilecek yer bulabilmek harikaydı.
Burası Setif. Büyük bir Park Mall denen alışveriş merkezi yapılmış. Bir ufak versiyonu da var Rais orası da güzeldi çok beğendim. Türkiye'dekilerden hiç farkı yok diyebilirim. En azından öyle bir havayı solumak da iyi geliyor. Tan'ın peşinde koşmaktan fotoğraf çekemedim ama bir dahakine çekeceğimi umuyorum.
Tan Rais'in önünde atlıkarıncaya bile bindi:)
Alışveriş merkezinden bir itfaiye kapmasaydı zaten herhalde şaşırırdık! Çocukları mutlu etmek ne güzel bir şeydir.
Evde pişirdiğim ilk kekim. Bu ilk kekten sonra evet artık ben bir süreliğine buradayım dedim. O kek kokusunun eve dolması lazımmış demek ki.
Ana oğul :)
En baştaki bizim evimiz.
İlk hastalığımızı da atlattık. Doktor tatlı bir hanımdı, oldukça iyi davrandı. Muayenehane çok dandikti sıra düzeni kesinlikle yoktu. Randevu almamıza rağmen bir sürü insanı bekledik. Tan artık son raddesindeydi ki içeri girmeyi başardık. Neyse bu da geçti çok şükür.
Şimdilik bu kadar. Sizlere kocaman sevgilerimizi yolluyoruz. Tan uyurken hızlıca yazılan bir blog yazısının daha sonuna geldik. En kısa zamanda yeniden görüşelim dostlar!