10 Kasım 2012 Cumartesi

Yağmurlu bir gündü

Dün yağmurlu bir gündü yine, her yer çamur içindeydi. Bugün güneşli ve 28 derece bir hava var. Aslında yazımı dün yazacaktım ama internetimiz yine hüsrana uğrattı bizi. Bu gelip gitmelerin nedenini bir anlayabilsek! 

Yağmur yağdığında hep yağmurlu şarkılar söylüyorum dün dilime Nilüfer dolandı ''yağmurlu bir gündü tıpkı bugün gibi kaybetmiştim seni taştı gözlerim karıştı yağmuraaaa'' diye dolaştım hep. Sonra da bolca yazdım ve yazdım.


Eskiden pembe rengi sevmeyen ben şimdi özellikle tercih eder oldum. Hayret ediyorum kendime. İnsanın zevkleri nasıl da değişiyor, başkalaşıyor. Pembe renk bana enerji veriyor sanki ve elbette sarı. Bu yüzden bu çiçeğin tohumlarını da pek seviyorum.



Kedimiz dayı. Bu fotoğraf ile oynadım. Aslında biraz daha oynayacaktım ama vakit yoktu ve yine internet gider de yükleyemem diye alelacele koyayım diye düşündüm. Bu kadar psikopat göründüğüne bakmayın kocaman olmasına rağmen hala süt emmek için ufak kediler ile itişiyordu. Ruhu çocuk, sessiz, masum ve biraz da ürkek bir erkekti. Umarım şimdi güzel şeyler yaşıyordur. 


Bu çiçeğin beyazlıkları çok ilgimi çekti. Artık kış geliyor ve doğa kendini dinlenmeye bırakıyor. Bu çiçek de yapraklarını dökecek ve yazın daha da güzelleşmiş olarak karşımıza gelecek. Yine de şu haliyle bile el emeği tığ işi motifleri andırıyor bana. 


Ve işte en sevdiğim top çiçekten bir kare. Nasıl da özenle yapılmış gibi muntazam ve ilgi çekici. Hele o pembeliğinde kaybolasım geliyor. Daha yakına gelip en inca detayına tanıklık etmek gibi bir istek uyandırıyor bende. 


Ahh bu da beyaz bir ateş damlası sanki. Öyle minik ve narin ki. Yine de dışarıya karşı korunaklı ve mağrur. Yeşillerin arasında sanki kendini orkide zannediyormuşçasına dik duruyor:) 


Bu da halı dokulu bir çiçek. Mavi gökyüzü ile pek uyumlu. Yerin onu çekişine boyun eğiyor hep aşağı gidiyor dalları. Bilge ve durgun. 


Hep yeşil bilirim çiçeklerin gövdelerini, pembesi de pek güzel oluyormuş meğerse. Dikenlerin beyazlığı pembenin içinde şeker gibi göründü gözüme. Kadifemsi bir dokunuşu vardı. Yaza kim bilir ne güzellikler verecek bize. 




Bu sevimli kozalağı bir piknik sırasında bulmuştum ormanın içinde. Bozulmadan öylece duruyor öyle güzel ki kat kat gül gibi. Sanırım onu broş olarak kullanacağım:)


Bunlar da bahçedeki mini güllerimiz. Normal güllerden daha çok seviyorum bu minyatür gülleri. Kokuları kocaman güller kadar cezbedici olmasa da yine görüntü bakımından gönlümü kazanıyorlar. 


Bu da komşumuzun bahçesinin kenarına örülü bambu çubuklar. Onları da çok sevmişimdir her zaman. Burada yolda kavun satanlar o derme çatma yerlerin üzerini ve etrafını bu bambularla kaplıyorlar. Bir keresinde nasıl yapıldığını da görmüştüm çok güzel bir uğraş. Görüntü bakımından da çok güzel bana kalırsa. Hele çiçekler ve yeşille de birleşince daha estetik duruyor. 

Not: Bu yazı tatil günümüzden bir gün evvel yazıldı ama sonrasında internetimiz gittiği için ancak yayınlayabildim. Cuma günü hava gerçekten çok güzeldi bahar gibiydi. Bahçede oturup havanın tadını çıkarttık. Bugün yine yağmura teslim oldu buralar. Kocaman yağmur botlarımla çocuklar gibi su birikintilerine basa basa yürüyorum yollarda şarkı söyleyerek. Yağmuru en çok ayağımda renkli su geçirmez botlarım varken seviyorum. Bundan sonra artık güneş yüzünü çok nadir gösterecek gibi görünüyor ama olsun yağmur sonrası toprak kokusu da yetiyor mutlu olmaya:)

Herkese mutlu hafta sonları:)

4 Kasım 2012 Pazar

Pastırma yazı


Pastırma sıcaklarına ne zaman varacağımızı düşünüp duruyordum uzun zamandır ve artık ümidi kesmeye başlamıştım. En güzel tarafı da bu oldu sanırım. Tam ümidi kestiğim anda hayatıma giriverdi ve hem heyecanlı bir bekleyişin sonunda mutlu oldum hem de sıcağın etkisi ile yeniden neşe ile hayal kurmaya başladım. 

Yazın, doğa ile bir olmasını hep çok sevmişimdir. Çiçeklerin kendini yaz için hazırlamalarına tanık olmak, yeşilin coşması, mavinin asıl rengine bürünmesi hep büyük bir mucize olarak görünmüştür gözüme. Bu yüzden renklere aşık oldum sanırım. 



Kapılar da bambaşka hayatlara açılan gizli geçitler gibidir ya o yüzden de o dönüşümü yaşayabilmek adına kapı tokmaklarına tutuldum. Cezayir'de, Fas'ta ve Tunus'ta beni en çok etkileyen şeylerdi onlar. Bu aslanlı kapı tokmağını Alger merkezde çektim.



Bunlar da kamp alanımızdaki en sevdiğim top çiçekler. Öyle göz alıcılar ki bence insan her bir noktasını incelemek için büyük bir istek duyuyor. 


Tabi bulutları hiç unutmamalı! Elimle dokunabileceğim kadar yakınımda olabilseler keşke. Hatta bazen kafamı göğe kaldırdığımda başımla onlara değebilsem. Bir masaldan ibaret bile olsaydı dünya ben o masalı her gün yeniden yaşamak isterdim. 



Benim minik Safranım. Boncuk gözleri ve kocaman kaşları ile nasıl da masum ve sevimli. Oyuncu bir kedi. Zaten hangi kedi yavrusu oyuncu değil ki. En sevdiğim tarafları da bu zaten. Hem iyi bir arkadaş hem en soğuk anlarda sıcak bir dokunuş ve  hem de yalnızlıklarda o mırıldamaları ile eşsiz sevgi yumağı kedilerim benim.  



Bu çiçek bende yakıcı bir his uyandırıyor. Sanki dokunduğumda batacak gibi ama öylesine yumuşak ve pufidik. Mayalı ekmek misali dokunduğun anda ellerinde sönüveriyor o pufluğu. Kırmızı dalları ile de can alıcı bir güzelliği var. Yeşille yan yana durdu mu doğa öyle güzel poz veriyor ki o anı yaşamdan çalmamak için deli olmak lazım.


Ve işte en sevdiklerimden. Evimdeki bütün yünlerden ponpon yapabilirim. Bir defasında bir oyuncakçıda koca bir paket ponpon satıldığını görmüştüm, içim gitmişti almak için ama öğrenciydim o  zamanlarda ve onu almak için param yoktu. Çünkü saçma bir fiyatı vardı. Bir de ne göreyim kenarından delinmiş meğer ve bazı ponponlar kendilerini dışarı bırakmışlar. Hemen en renklilerinden iki gün tanesini kapmıştım. Elimde oynaya oynaya, yumuşaklığı ile mest olarak orayı terk ettiğimi hatırlıyorum. Utanmıştım ama o ponponları çok da sevmiştim. Hala saklarım:) Aradan tam tamına dokuz sene geçti. 


Ahh o dün içtiğim portakal suyu ne kadar da güzeldi. Yarısı taze sıkılmış yarısı hazırdı. Tatlılığı, kokusu ve taneleri ile mest etti beni. Meğer portakal suyunu özlemişim. Kış geldiğinde en çok sabahları portakalı taze taze sıkıp içmeyi seviyorum. Okula gittiğim zamanlardaki gibi hissediyorum kendimi. Gözümü kapatsam evimizdeki mutfak masasında bulacağım sanki kendimi. 


Benim pozcu tostosum. Öyle çok seviyor ki fotoğraf makinesini, görür görmez yanıma gelip öylece duruyor, titresin istemiyor özenle verdiği pozu. O kuyruğu da yana kıvırıvermesi yok mu, minik patilerinin büküldüğü yerleri ve minik pamuk göğsünü saatlerce sevmek istiyorum. Gölgesi bile muzur çıkmış sanki bıdığımın. 


Charlotte'um ve ben. Yıllar sona bu fotoğrafa baktığımda onu ne kadar da çok özleyeceğimi düşünüyorum. Yıllar evvel aldığım ayımın yeşil kazağını giydirdim ona. Freddy gibi oldu ama çok sevdik ikimizde. Kocaman gözlerini öyle açtığına bakmayın o bir yandan yavrularını kesiyor da ondan:) Patisini bileğime oturttu mu rahattır benim pamuğum. Canım kızım senin o şapşirik bakışlarına bayılıyorum. 

Heyy yaz! Sana diyorum! Gidiyorsun ya sen şimdi, hemen gel yine olur mu? Fazla özletme kendini. Arada bir görünüp kaybolsan bile yeter. Yeter ki çok uzaklaştırmasın bizi mesafeler. Pastırmanın kendi de çok güzel ama yazı bir başka:)