27 Temmuz 2014 Pazar

Pazar notları: Cezayir'de bu haftadan kareler


Bu haftanın en can alıcı noktası uzun zamandan sonra deniz kenarına gidişimiz diye düşünüyorum. Türkiye'deki kısacık deniz buluşmasından sonra burada yeniden kendimi maviye bırakmak çok iyi geldi. Kısacası adına yaraşır bir biçimde tatil gibi tatil yaptık. Cuma tatillerimizde de gündelik rutimizin dışına her zaman çıkamıyoruz. Ramazan olmasını fırsat bilip, kocaman boş plajın ve denizin serin suyunun tadına varalım istedik. Bu gittiğimiz plaj kampımızın bulunduğu yere yarım saatlik bir mesafede. Aslında normalde halk plajı. Delicesine, hınca hınç dolu oluyor, ama ramazan diye şimdi kimsecikler yok. Hele sabah saatlerinde gidilince denizin tadı da bir başka oluyor elbette. Sözün özü; denizi özlemişim!


Yine plaj yolunda birkaç kare çekmeyi başardım. Bu önceki gidişimizden bir kare aslında, o zaman denize girmemiştik.  Bu sefer ramazan dolayısıyla bu dükkanlar, kafeler falan hep kapalıydı. Sadece sokaklarda başıboş birkaç adam vardı. Türkiye'ye giderken aldığım, herkesin de çok beğendiğim yerel desenli tabakları satan amca da açmamıştı dükkanını. Artık ramazandan sonraya kaldı. Hazır beğendiğim modelleri bulmuşken takım yapmak istiyorum o yüzden birkaç adet daha tabak alacağım. 


Eski arabaları çok seviyorum. O senelerin ruhunu buluyorum formlarında, duruşlarında. Bu tabi yolda zar zor giden arabaları sevdiğim anlamına gelmiyor. Daha doğrusu bu arabanın nasıl yolda kalmadığını da aklım almıyor. Yakından görüntüsü aslında daha içler acısı. Yine sevimliliğinden bir parça duruyor diyebilirim ama daha temizini görmek isterdim. Keşke Türkiye'de de eski model arabaları rahatlıkla bulabilsek ve o kadar deli paralara satmasalar. 


Plajda ne şemsiye ne şezlong var. Özel plajlarda elbette ki var ama bu plajda sadece gördüğünüz çadırlar var. Türkiye'ye oranla cüzi bir miktar para verip çadırları kiralıyorsunuz. Sabah vakitlerinde güneş pek yakmıyor ama yine de bir gölgeye ihtiyacı oluyor insanın. Ben çadırların sadece görüntüsünü seviyorum yoksa sıcakta içinde oturmak bana kalırsa fırına girmekle eşdeğer. Benim deniz güneş plaj üçlüsünden anladığım uzanmak, kitap okumak gibi şeyler. Ama ne yazık ki bu gibi plajlarda biraz temkin gerekiyor, öyle yayılıp yatılmıyor, hele ki ramazan da. Normal vakitlerde de denize giren kadınlar elbette var ama ne koşullarda girdikleri önemli. Onlarca çift göz üzerimdeyken ben rahat edemiyoruz doğrusu.


Bu kepengi kapalı ufak dükkan da telefon kartı falan satan bir yer. Flexy bir telefon kartı ismi. Sanırım yanında da arapçası yazıyor. Yalnız yazan kişide biraz estetik duygusu olduğunu görmek hoşuma gitti, sanatçı ruhluymuş, helal olsun. Ramazan da çoğu yeri böyle kapalı görüyorsunuz bu coğrafya da. Ama şöyle de bir güzelliği var normal zamanda akşam 7 de kapanan dükkanlar iftardan sonra sahura kadar açık oluyor burada. Ramazan'ın en sevdiğim kısmı sanırım bu. Yemek sonrası çıkıp gönlünüzce gezip alışveriş yapabiliyorsunuz, kapandı derdine düşmeden. Tabi ramazan ayı boyunca da bütün sene evlerine kapanan kadınlar da sokaklarda oluyor, onları da gündelik hayatın içinde bu denli faal görmek ayrıca güzel. Ne yazık ki bu özgürlükleri sadece bir ay sürüyor. Sanılmasın başkentte de böyle, hayır değil elbet, sokaklarda kadınlar tabi var. Ama ufak merkezlerde, köylerde hep evlerindeler, sokaklarda erkek nüfus çoğunlukta!


Bu da arkasının bir tarla veya ev olduğu fikrine kapıldığım gölgelikli bir kapı. Nedense hoşuma gitti. Ardında ne olduğunu merak etmeyi seviyorum!


Bu hafta en büyük heyecanımız ve bizi oyalayan şey burada yaptığımız tünellerden birinin birleşmesi kutlamasıydı. Güzel bir heyecan elbette. Her ne kadar benim tünelin açılmasına katkım olmuyor da olsa insan içinde olunca gururlanıyor. Kazasız belasız bitmesini temenni ediyorum. Kıtalar arası bir mesafede bir Türk olarak böyle güzel duyguları yaşamak bir başka gerçekten. Bir coğrafya'ya iz bırakıyoruz ve gelişimlerine katkıda bulunuyoruz. Anlatması tuhaf bir durum :)


Eşimin, bir taneciğimin de doğum gününü kutladık ayın 24'ünde. Öyle sessizce kendi aramızda ama mutlu eğlenceli bir kutlama oldu. Arkadaşlarımızla bir akşam yemeği yedik ve ardından da çok sevdiğim bir lezzet olan, ellerimle yaptığım Alman pastamızı kestik. Muhallebisinin içine eşim seviyor diye nektarin da doğradım ben ufak ufak, yiyenlerde pek beğendiler. Bence tarifi bozarım kaygısına düşmeyin deneyin, süper oluyor. Pasta sonrası gecenin ilerleyen dakikalarına dek tabu oynadık, epey güldük. Uzun zamandır ilk kez bu kadar eğlendim herhalde. İyi geldi hepimize. 


Benim minik arkadaşım Petal'da ufak mutluluk sebeplerimden biri. Güllerim de ofisin önündeki bahçemizden. Masamda çiçek bulunmasını çok seviyorum, ruhum daralmıyor böyle renkli çiçekler etrafımda olunca. 

Önümüz bayram. Burada sanırım Türkiye'den bir gün geç kutlayacağız. Henüz ne zaman bayram olacağı kesinleşmedi çünkü daha ay'ı gökte görmediler. Bu akşam bakacaklar. Kötü haberlerin, acı detayların gölgesinde bir bayram olacak tabi ama yine de bayram olması ve bir bayram daha yaşıyor olmamız mutlu olmaya yetiyor. Ailemizden uzak olmadığımız, sağlıklı, neşe dolu, daha nice güzel bayramlar diliyorum kendi adıma hepinize. Eski zamanların bayram ruhunu içimizde hep yaşatmamız dileğiyle.  

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Pazar'a notlar


Yeni bir haftanın güzellikler getirmesini dileyerek başlamayı düşündüğüm yazımı dün için hissetiklerimi yazarak devam edeceğim. Ayrıca bugünün pazartesi olması halini anlatan bir yazı da yazabilirim sanırım. Bu sıra ruh halim bol yazmalı, çizmeli bir yapıda!

Şu ağacı özledim dün! Onun altındaki gölgeyi düşündüm, serinliğini yaşamaya çalıştım, rüzgar ne denli ılık olurdu, sesi nasıl gelirdi kulağıma deyip durdum. Annem böyle zamanlarda nerden de gelir aklına böyle şeyler der hep, bilmem, nerden geliyor? İçimde kocaman bir kuyu var adeta bu tür hissiyatları biriktirdiğim! Doğarken konmuş olmalı:)

Bu yazıyı kendim için değil, pazar için yazıyorum. Biliyorsunuz seviyorum kendisini. Mutlu bir gün olması halini seviyorum. Sanki tüm pazarlar mutlu olmalı gibi.

Evimizde ilk tabak çanağımızı kullandığımız gündü pazar, ailecek bir masanın başında, tıpkı çocukluğumdaki gibi yine mutlu bir gündü. Pazarları düşündüğümde hep mutlu anılar üşüşüyor aklıma. Burada pazar günlerini biriktiriyorum diyorum bazen, çünkü pazarlar hakiki olmuyor. Üzerini başka günlerle sıvıyorum çoğunlukla, mesela salı oluyor o çoğunluklar çünkü burada pazar haftanın ikinci günü. 

Dün yine gün saat 4'ten sonra bir çırpıda bitiverdi. Ramazan ayı olmasından ötürü günlerin erken bitişine alıştım. Sonrası epey zor olacak gibi. Zaten tatil dönüşlerinde pek çok şey zor oluyor ya hoş!

Ofisten çıktıktan sonra bahçedeki yarı güneşli koltuğuma uzanıp Sabahattin Ali'nin eşine ve kızına yazdığı mektuplarını okudum. Ona dair ne çok şeyi merak ettiğimi düşündüm. Arada dolduramadığım bir sürü boşluklar var. İçimde delicesine bir istek oluştu kızını görebilmeye dair. O baş sayfadaki fotoğraftaki hali her el yazısına baktığımda gözümün önüne geldi. Sevdim o halini.

Sabahattin Ali'nin öykülerini seviyorum. Detayları incelikle önüme sermesi hoşuma gidiyor. Gözlerimi kapattığımda kendimi o ağacın altında bulurmuşçasına mutlu ediyor beni kelimeleri. Samimi ve sıcak, bir o kadar da naif.

Bugünü yazmayacaktım ama dün de sıcak bir kahve gibiydi, yumuşaktı, günler ağzımda artık o tadı bırakıyor. 

Akşam yine uzunca bir bahçe sohbeti yaptık, çay içtik bolca. Artık ne zaman bir bardaktan fazla çay içsem içimde büyük göller oluşuyor gibi hissediyorum. O fazlalık hissini sevmiyorum. Sanırım akşamları fazla çay içmemeliyim.

Yeni bir kitaba başladım ve yanımda getiremediğim diğerleri için üzüldüm. Hala Harry Potter çantası hayalini kurmaya devam ediyorum. Sanırım 80 yaşına da gelsem o hayali kurmaya devam edeceğim. Şu sıra hayattan istediğim yegane şey sevdiğim insanların ölmemesi ve içine tüm sevdiğim şeyleri sığdırabileceğim bir çanta!

Mutlu haftalar! Ne kadar mutlu olunabilirse o kadar işte! İçinde mutluluk olsun da!

19 Temmuz 2014 Cumartesi

İnsan hayal ettikçe yaşarmış!

Sanırım blog yazısı yazarken en çok zorlandığım şeylerin başında, yazıların başlıkları geliyor. Köşe yazılarımın ve diğer yazılarımın başlıklarında da aynı sıkıntıyı yaşıyorum. Anlatmaya çalıştıklarımı yeterince iyi ifade edemiyorlar diye düşünüyorum devamlı. Bugün de öyle bir gün işte!

Yeniden bir ayak uydurma, ait hissetme, bağlanmaya çabalama evresindeyim. Seneler geçtikçe bu işin kolay olacağını sananlar olabilir, ben de öyle sanıyordum. Anladım ki her gidiş sonrası buraya dönüş zor bir oyunda level atlamak gibi eziyet veriyor insana. 

Söz konusu mevsim yaz olunca hele, şu an yaşadığım iç sıkıntısını ancak çok sevdiğim yazar Sabahattin Ali anlatabilirdi herhalde, tüm ince detaylarıyla.


Öncelikle yaz denildiğinde aklıma ilk gelen yer Kefken'dir. Belki şu yaşıma kadar gitmediğim yaz sayısı bir elimin parmakları kadar bile yoktur. Bu sene onlardan biriydi işte. Karadenizin serin sularına kendimi bırakmadığımda afallıyorum, ruhum delicesine kokusunu, dokusunu ve içimde yaşattığı o sonsuzluk hissini özlüyor. Kefkensiz bir yaza yaz demem ben!

Aslında bu iznimizin bu denli yoğun olacağını biliyorduk elbette. Yine de yaşananla hayal edilen hep farklı oluyor. Belki de bu denli koyacağını düşünmemiştim. Hem İzmit'i, memleketimi hem de çocukluğumun yegane temsiline gidemeyişim beni epey üzdü. Böyle bir anlamsız ve boş sanki günler. Bir de bu denli km'lerce uzaklıkta oluş zor geliyor. İzmir'de olsam atlar giderdim bir hafta en kötüsü. Türkiye'nin neresi olursa olsun mesafeler kıtalar arasında olduğu gibi zor aşılmıyor artık. 


Fırından yeni alınmış ekmekten bahsederim yazılarımda buradayken genelde. Bir defa Çeşme'de yemek kısmet oldu bu sefer. Tabi sonuna kadar bitirmek isterdi gönül ama misafirlikte olduğumuzdan sadece ucundan kopartabildim. Şu görüntü bile içimi gıcıklıyor şu anda, uzanıp kapmak istiyorum kese kağıdının içindeki o sıcacık ekmeği.


Denizin mavisi, o açıklığı, koyuluğu ve yükseltilerin görüntüsü, tanrım ne şahane! Bu renklere, doğaya aşık olmamak mümkün mü? Burası çeşme ılıca plajı. O gün arkadaşlarla çeşme marina'da kahvaltı yapmıştık. Sonra plaj arayışlarına başladık ve çiftlikköy diye bir yere gittik. Ahh keşke ılıca plajına gireymişiz :) Deniz öyle soğuktu ki... Bence sıcaklık ve temizlik bakımından en güzel deniz Bodrum'da. Bizim evimizin olduğu Akçabük koyunun üzerine tanımıyorum. Bildiğin cennet. Geçen sene harika bir tatil geçirmiştik. Bu sene tatil'in t sine bile yaklaşamadık. Ama hep güzel bir nedenden ötürüydü tüm bunlar diye düşünüp kendimi avutuyorum. Halihazırda, eksikleri de olsa oturabileceğimiz bir evimiz var artık!


Bir de çoğu zaman düşünüyorum bu güzelim doğa olmasa ne olurdu. Şu renklerin güzelliğine nasıl hayran olmaz insan? Şimdilerde hep bahçeme dikmek istediğim begonvilleri, ağaçları düşlüyorum. Hayal etmek ruhumu besliyor. Belki fazlaca hayal kuruyorum ama mutluyum! Ahh şu sıcaklar da bu denli kavurmasa şahane olurdu!

Bünyeyi tatil moduna ayarladı mı insan fabrika ayarlarına alması zor oluyor. Hala ofiste olduğuma inandıramıyorum kendimi. Daha dönmemize aylar var, daha bir dolu gün var gece var. Sanki hiç gitmemişiz gibi. Fotoğraflar da olmasa ne yapardık? Telefona yapışık yaşıyorum, ya fotoğraflara bakıyorum ya çekiyorum öyle içimden geldiği gibi. Başka da bir şey yapasım pek yok. Genelde dönüşlerde alışmak bir iki haftamı alıyor. Bakalım normale döneceğim anı bekliyorum! He ben normale dönsem de dünya git git çığırından çıkıyor ya o da ayrı bir sıkıntı! Belki de en iyisi normal olmamaktır hiç bir zaman. Ne de olsa yaşayacak sadece bir tane hayatımız var!

13 Temmuz 2014 Pazar

Kaldığı yerden devam ediyor hayat

Herkese Merhaba;

Bir Türkiye tatili yine geride kaldı. Cezayir'de, sanki hiç gitmemişçesine devam ediyoruz. Ne olursa olsun özleniyor buradaki hayat. Türkiye'deki yeni hayatımızın ilk adımlarını atmışken dahi olsa yine de buraya gelince anladım ki özlemişim. 

Tatil yine adına yaraşır biçimde geçmedi. Bu sefer hele hiç tatil gibi olmadı. Ne yazmaya zaman bulabildim ne de okumaya. Aslında niyetimiz de kafamızdakileri gerçekleştirmek ve evimizi oturulabilecek hale getirmekti giderken, biliyorduk biraz da olsa bu denli yoğun olacağını. Fakat yine de çok uğraş verdik, yorulduk. Genelde tatillerde kilo alan ben bu sefer hem koşturmacadan hem stresten hem de evin merdivenlerini inip çıkmaktan 3 kilo verdim. Pek de iyi oldu elbette. 


Artık hep yeni koyulan uçak ile seyahat ediyoruz, geceleyin. Böylesi daha iyi oluyor, hem havaalanı tenha oluyor hem de yollar boş oluyor. Bir de işten çıkıp yetişmek gibi bir strese girmiyoruz. Bu sefer normalden biraz daha kalabalıktı alan. Böyle yerlerde yatan, bağıran çağıran, şarkı söyleyen, ağlayan bir sürü insan vardı. Hac kafilesi de vardı. 


İzmir uçağına binmeden önce bekleme zamanımızda hemen bir türk kahvesi yudumladık. Suyumun içine attıkları damla sakızının verdiği aromayla da ruhum dinlendi bir nebze. Memlekete ayak basmış olmanın sevincini yaşadık. Sonrası da malum zaten ağzımız kulaklarımızda dolaştık durduk. 


Özlenen ne çok şey oluyor vatan toprağında. Hoş yakında o da kalmayacak gibi ama neyse hayırlısı. Çiçeğinden böceğine, taşından sokaklarına, insanların seslerinden kuşların seslerine kadar her şey özleniyor. Özlem ne kadar çok şeyi içinde barındırabiliyormuş meğerse!

Biraz hasret giderdikten hemen sonra evimizle ilgili işleri halletmeye koyulduk. Amaç oturulabilir hale sokmaktı evet. Neyseki başardık! Badana kalmıştı bir tek yapılmayan, biz oradayken o iş halloldu; eşim de süper bir usta olarak milimi milimine hesaplar ederek, olağanca titizliğiyle mutfak tezgah arası seramiklerimizi döşedi. Şimdi her gelen; usta çok iyi çalışmış diyor:)


Yakışıklı pofidik usta çok iyi çalıştı ama çok da yoruldu. Yine de insanın evine emek vermesi gibi güzel bir duygu elbette ki yok. 


Desenli seramiklerimle de bol bol hasret giderdim. Daha alt kat için pek bir şey yapmadığımızdan seramiklerin bulunduğu odamız boş duruyor. Öncelikle giriş katını yani salon mutfak kısmını ve üst kattaki misafir odaları ile kendi odamızı hazır hale getirdik. Alt kat yazlık olacağından, artık döndüğümüz zamana bırakıyoruz eşyasını alma işini. 


Büyük bir merakla bekledim durdum aynı bu meraklı momiji gibi, ortaya nasıl bir ev çıkacak diye. İnsan beğeniyor elbette pek çok şeyi ama onların evde aldıkları yerdeki duruşları bambaşka oluyor. Neyseki her şey içimize sindi ve beklediğimizden çok daha güzel oldu. İlk evimiz olduğu için de orayı oturulabilir hale getirmek, zevkle döşemek ve sonra uzaktan sessizce seyretmek büyük bir mutluluktu. Ailelerimiz de çok mutlu oldular bizim adımıza. Nihayet dilimizden düşürmediğimiz tadilat durumundan kurtulup, evimizi gerçekten ev gibi görünebildiği bir hale sokmayı başardık. Bu serüvende tabi henüz eksikler var ama herşey yavaş yavaş. Bu alınan yol bile öyle büyük ki aslında. Bazen fotoğraflara bakınca şaşıyorum!


Bu seramikleri de instagram'da görmüştüm ilk kez ve bodrum temalı cici bir yer haline getirmeyi amaçladığımız alt katımız için ideal olduğunu düşündüm. Daha gittiğimizin ikinci günü koçtaş'tan aldık eşimin döşediği diğer beyaz metro taşı görünümlü seramiklerle. Sonuç ikisinde de çok güzel oldu, iyi ki bunları tercih etmişim diyorum. 


Bu madalyonu da eşimle birlikte tasarladık. O bilgisayarda çizdi sonra renklendirdik. Her biri, sonrasında renkli mermerlerin su jeti ile kesilmesiyle oluşturuldu. 8 adet motif mevcut ve laleler ailemizin kadınlarını, fleur de lis motifi de erkekleri temsil ediyor. Ana hatlarıyla bu şekilde. Evin ana girişinde yerde mermere gömülü biçimde duruyor. Mobilyalarla da bu denli uyumlu olacağını hiç düşünmemiştik. Daha sonra uzaktan bir fotoğrafını da paylaşmak istiyorum, merak edenler oluyor. 


Ahh nihayet mutfağımda ufak çaplı da olsa yemek yapabildim. Önce fotoğrafta görüldüğü üzere semizotu salatası yaptım. Ailemizle ilk kahvaltımızı ve ilk yemeğimizi yemenin mutluluğunu yaşadık. Eksikler çıktı güldük, kimini tamamladık, kimi için yaratıcı çözümler ürettik. Yani tüm yorgunluğa değdi. Artık bizim de bir evimiz var. Artık göçebelik bitiyor ne mutlu bize. Ailelerimiz de bu süreçte bizim hep yanımızda oldular, motive ettiler destek verdiler, onlar iyi ki varlar. Zaten onlar olduğu için de her şey bir bu kadar anlamlı ve güzel. 


Henüz bahçe keyfi yapamadık fırsat olmadı ama balkon sefası yaptık karı koca. Evimizin bulunduğu yer pek sessiz ve sakin. Geceleri jurassic park tadında oluyor biraz, korkunç sesli kuşlar var ama gökyüzündeki yıldızlar muhteşem. Sanırım dönünce ilk işimiz bir teleskop almak olacak. Şu anda bahçemde sadece her yere uzanmaya çalışan kocaman bir pembe zakkumum ve şu fotoğrafta karşıda görünen iki minik çam ağacım var. Bakalım mevsiminde birkaç meyve ağacı, zeytin ağacı falan ekmeyi planlıyoruz. Bahçenin düzenlenmesi de artık gelip oturmaya başladığımızda olacak inşallah. 

EV GİBİSİ YOKMUŞ GERÇEKTEN!

Darısı olmayanların başına diyorum. Daha yazacak pek çok şey var. Bu başlangıç olsun. Bu denli uzun ara verdiğim için siz okuyucularımdan da özür diliyorum. Böyle ayrı kalmak beni de üzüyor ama evde internet de olmayınca bir de tabi hep telaş halinde olunca ihmal ediliyor. 

Cezayir'de hava harika. Türkiye gibi nem olmadığından rahatız. Orada inanılmaz terliyorduk. Buradaki rutin günler başladı ama olsun, o da güzel, sağlık olsun da gerisi hep teferruat. Su akıp bir şekilde yatağını buluyor!

Mutlu kalın.
Kocaman sevgiler Cezayir'den...