Dün Cezayir'de olmak, upuzun bir masalın ortasında sözsüz kalmak gibiydi...O an ne kadar istedim bir bilseniz fotoğraf makinamın yanımda olmasını. Belki de güne üşüyerek ve neredeyse bir buçuk aydır yatmadığım bir yatakta uyanarak başladığımdan dün herşeyi biraz daha farklı gördüm. Sabah evden çıktığımızda nerede olduğumu algılayamadım bir an. Soğuğu yüzüme yiyince dedim yaz ne çabuk bitmiş bu şehirde. Zaten sonrası delice bir uyku hali. Ve daha sonrasında da ev bulma çabamız başladı. Ne yazık ki hüsranla sonuçlandı. Türkiyedeki gibi emlakçılar kolundan tutup evlere sürüklemiyorlar insanları. Sanki neden geldiğimizi sorgularmışçasına yüzümüze bakıp yarın için randevu alacaklarını söylüyorlar. Tüm gün o anı beklerken insan bir anda yıkılıyor ve en azından bir iki ev görebilseydim diye iç geçiriyorsunuz.
Şu anda yine birkaç ev görmek ümidiyle bekliyorum. Limonlu çayımı yudumluyor ve ileride oturacağım evi bir nebze de olsa kafamda canlandırmak için çabalıyorum. Hatta zaman zaman hayalimde içini dizayn ediyorum.
Dün bilgisayarın başından hızlıca kalkıp yeni şehrimizin sokaklarına adım attığımda neyle karşılaşacağımı bilmeden çocukça bir gülümsemeyle arabaya bindim. Emlak bürosunda oturan yaşlı amcayla ve bana merakla bakan kadınların karşısında söylediklerini anlarmış gibi sessizce oturdum. Sonra bizi aldı ve önceden nasıl bir yer istediğimizi söylemiş olmamıza rağmen harlemden farkı olmayan onaltı katlı bir binanın en alt katındaki daireye götürdü. İçerisi son derece pisti. Eski eşyalar öylece bırakılmıştı. Yerde birkaç hamam böceği cesedi birilerinin onlara cenaze düzenlemesini bekler gibi bir tavırla olduğu yerde duruyordu. Odalar panjurlardan dolayı kapkaranlıktı. Panjurların aralarından sızan ışık hüzmeleri eve ayrıca bir kasvet katmıştı. Evi gezdiren yaşlı amca ve yanındaki genç gülümseyerek açtılar kapalı kapıları. Her açışta sanki içerde korkunç bir manzara görecekmişim gibi sımsıkı kapattım gözlerimi. Sonrada kimseden ses çıkmayınca açtım hızlıca ve bakıp çıktım. Bir sonraki ev yine aynı blogtaydı. Pencereler sımsıkı demirliydi. Hani bülbülü altın kafese koymuşçasına orada oturduğumu hayal ettim. Aklım izin bile vermedi bu hayale hemen atıverdi uzak köşelere. Orada oturmak bir kabusun tam ortasına yerleşmek gibi olurdu herhalde. Yatak odasındaki yatağın üzerinde sapsarı bir leke vardı. Sanki orada ördürülen birinin izini yok etmeye çalışmışlar gibi. Bende de ne hayal gücü var ama. Ama aynı bu yazdıklarım gibiydi ortam. Oysa apartmanın karşısında nasıl da güzel kırmızı panjurlu bir ev vardı. Önden o manzarayla reklam yaptılar bize herhalde.
Bugün gideceğimiz yerlerin çok daha iyi olacağını umuyorum. Özellikle üzerine basa basa anlattık böyle olmasın, nezih bir yer olsun, güvenli olsun, temiz olsun diye. En kısa zamanda evimizi bulmak ve artık eşyalarımızı toplamaya başlamak istiyorum. Stephan King romanlarından fırlamış bu kötü evlerde nasıl yaşanır ki onu anlamaya çalışıyorum hala. Ve bizi nasıl gülümseyerek; sanki deniz kenarında bir evi gösterirmişçesine mutluluk ve gururla gezdirdiklerini düşünüyorum. Aklım almıyor. Orada oturduktan sonra kişilerin ruh hallerinin nasıl değiştiğini gözlemlemek isterdim. Bir antropolog kimliğiyle düşündüğümde bu şehirde o kadar çok şey buluyorum ki anlatacak, yazacak, araştıracak. Umuyorum ilerde oluşturacağım kitabımda her yönünü anlatabilmeyi başarırım buraların. Yine de gözünüz korkmasın yazdıklarımı okurken. Karşılaştığımız tuhaflıklara bizim dün yaptığımız gibi hafifçe gülümseyerek bakmaya çalışmalıyız. Her zaman hatırlamalıyız ki bulutların arkasında hava hep açıktır.
Şu anda yine birkaç ev görmek ümidiyle bekliyorum. Limonlu çayımı yudumluyor ve ileride oturacağım evi bir nebze de olsa kafamda canlandırmak için çabalıyorum. Hatta zaman zaman hayalimde içini dizayn ediyorum.
Dün bilgisayarın başından hızlıca kalkıp yeni şehrimizin sokaklarına adım attığımda neyle karşılaşacağımı bilmeden çocukça bir gülümsemeyle arabaya bindim. Emlak bürosunda oturan yaşlı amcayla ve bana merakla bakan kadınların karşısında söylediklerini anlarmış gibi sessizce oturdum. Sonra bizi aldı ve önceden nasıl bir yer istediğimizi söylemiş olmamıza rağmen harlemden farkı olmayan onaltı katlı bir binanın en alt katındaki daireye götürdü. İçerisi son derece pisti. Eski eşyalar öylece bırakılmıştı. Yerde birkaç hamam böceği cesedi birilerinin onlara cenaze düzenlemesini bekler gibi bir tavırla olduğu yerde duruyordu. Odalar panjurlardan dolayı kapkaranlıktı. Panjurların aralarından sızan ışık hüzmeleri eve ayrıca bir kasvet katmıştı. Evi gezdiren yaşlı amca ve yanındaki genç gülümseyerek açtılar kapalı kapıları. Her açışta sanki içerde korkunç bir manzara görecekmişim gibi sımsıkı kapattım gözlerimi. Sonrada kimseden ses çıkmayınca açtım hızlıca ve bakıp çıktım. Bir sonraki ev yine aynı blogtaydı. Pencereler sımsıkı demirliydi. Hani bülbülü altın kafese koymuşçasına orada oturduğumu hayal ettim. Aklım izin bile vermedi bu hayale hemen atıverdi uzak köşelere. Orada oturmak bir kabusun tam ortasına yerleşmek gibi olurdu herhalde. Yatak odasındaki yatağın üzerinde sapsarı bir leke vardı. Sanki orada ördürülen birinin izini yok etmeye çalışmışlar gibi. Bende de ne hayal gücü var ama. Ama aynı bu yazdıklarım gibiydi ortam. Oysa apartmanın karşısında nasıl da güzel kırmızı panjurlu bir ev vardı. Önden o manzarayla reklam yaptılar bize herhalde.
Bugün gideceğimiz yerlerin çok daha iyi olacağını umuyorum. Özellikle üzerine basa basa anlattık böyle olmasın, nezih bir yer olsun, güvenli olsun, temiz olsun diye. En kısa zamanda evimizi bulmak ve artık eşyalarımızı toplamaya başlamak istiyorum. Stephan King romanlarından fırlamış bu kötü evlerde nasıl yaşanır ki onu anlamaya çalışıyorum hala. Ve bizi nasıl gülümseyerek; sanki deniz kenarında bir evi gösterirmişçesine mutluluk ve gururla gezdirdiklerini düşünüyorum. Aklım almıyor. Orada oturduktan sonra kişilerin ruh hallerinin nasıl değiştiğini gözlemlemek isterdim. Bir antropolog kimliğiyle düşündüğümde bu şehirde o kadar çok şey buluyorum ki anlatacak, yazacak, araştıracak. Umuyorum ilerde oluşturacağım kitabımda her yönünü anlatabilmeyi başarırım buraların. Yine de gözünüz korkmasın yazdıklarımı okurken. Karşılaştığımız tuhaflıklara bizim dün yaptığımız gibi hafifçe gülümseyerek bakmaya çalışmalıyız. Her zaman hatırlamalıyız ki bulutların arkasında hava hep açıktır.
Tuğba'cım;
YanıtlaSilYazdıklarını dehşetle okumuş olsamda, kendimi senin yerinde hayal edip senin adına üzülmüş olsam da ; ardından hissettiğim rahatlamayı senin için herşeyin çok güzel olacağına yormak istiyorum. Bizler yanındayız. Yeni ve güzel evinin tadilatını konuşuyor olacağız yakında eminim. :)
kuzummmm kolay gelsin..
YanıtlaSilinşallah eli yüzü düzgün bi ev bulursunuz ve sen orayı her girdiğin eve yaptığın gibi kendine benzetirsin..
Sinemcim;
YanıtlaSilsen dehşetle okumuşsun ya yazdıklarımı bende aynı dehşet içerisinde yazdım valla aynen:)ama ümidim her zamanki gibi var.hatta şu anda yeni bir ev bakmış ve güzel bir tane bulmuş biri olarak yazıyorum. bugün gördüğümüz evler çok güzeldi.şaşırdım hatta dünden sonra.yanımda olmana çok sevindim.iyi dileklerin için de çok ama çok teşekkürler..öpüyorum kocaman..
Pınarcım;
YanıtlaSilcicim..teşekkür ederim canım..kolaysa başına gelsin demiycem çünkü geldi biliyorum ama sen de süper şekilde üstesinden geldin harika bir ev yaptın..eve bir yerleşelim zaten dediğin gibi kendime benzetirim en kısa zamanda..öpüyorum kocaman canım..