Güneşli ama soğuk bir gün yine Cezayir'de. Hava iki gün evvel 27 dereceydi ve yazı derinden hissetmiştik. Sonrası malum gribal enfeksiyon oldu. Genellikle tatil dönüşlerinde hava değişiminin etkisiyle mutlaka gribe yakalanırız. Bu sefer de aynı durumu yaşadık. Havalar bir gün sıcak bir gün soğuk olunca insan ister istemez etkileniyor.
Günlerdir yazmayı istediğim uçak maceramızı neyse ki bugün yazmaya dermanım var;
İzmir'deki son gecemizde yine her zaman yaptığımız gibi bavullarımızı kontrol edip, yiyecek bavulundaki erzakları da güzelce streç film ile kapatıp kenara kaldırdık. Sabah hava alanına vardığımızda havada yakıcı bir soğuk vardı. Zaten bir haftadır soğukların geleceği söyleniyordu ama herkes artık önceki kadar soğuk olmaz diyordu. Biz de söylenenlere istinaden biraz rahattık açıkçası. Kontuara vardığımızda asıl uçak saatimiz olan 09.00 uçağının epey rötar yapacağını ve İstanbuldan kalkacak olan Cezayir uçağına yetişemeyebileceğimizi söyledi görevli bayan. Bu sebeple bizi bir önceki uçağa aldı. Bizim için de gayet iyi olduğunu düşündük. (Keşke öyle yapmasaydık diyeceğimizi bilmiyorduk elbette)
Biliyorsunuz ki ben uçaklara hala alışamadım ve korkuyorum. 3 saatlik Cezayir uçuşuna alıştım çünkü öncesinde kaç saat gideceğimi biliyor ve kendimi ona göre hazırlıyorum. 50 dk sürecek olan İzmir-İstanbul uçağında ise bu hazırlığım elbette ki yoktu. İstanbula yaklaşırken havada biraz bekleyeceğimiz, trafik yoğunluğu olduğu söylendi. Tekirdağ üzerinde epey durakladık ve döndük. Bunu olası bir durum gibi değerlendirdik önce. Sonrasında rötar devam etti. Ha yarım saat kaldı ha 20 dk sonra ineceğiz denerek 1.5 saatten biraz fazla oyaladılar bizi. O sırada ikramlar yapıldı. İlk bekleyişler sakindi ama zaman geçtikçe türbülanslar oldu ve sallanma arttı. Herkes tedirgin oldu. Hatta uçakta bulunan Arap bir kadın epey söylendi, bu da bizi demoralize etti epeyce. Pilot hep ineceğimiz üzerine anonslar yaptı. 2 Saatin sonunda İstanbul'a inemeyeceğimizi, biz havada tur atarken de dönüş yapan diğer uçakların yakın bir havaalanı olan İzmir havaalanını doldurduğunu, bu nedenle Antalya'ya gitmemiz gerektiğini söyledi. İstanbul havaalanına inmeyi hiç denemedi diyebilirim sadece tur attı. Böyle olması daha iyiymiş aslında, çünkü inmeyi deneyip sonrasında gaza basarak hızla devam etmesi daha kötü bir etki yapıyormuş yolcularda.
Bir buçuk saat daha havada kalarak Antalya havalimanına indik. Orada hava günlük güneşlikti. Tabi ne yapacağını kimse bilmiyordu ve havaalanı epey kalabalıktı. İstanbula inemeyen tüm uçaklar diğer havaalanlarına yönlendirilmişti. Ailelerimiz çok merak etmişler. Hava indirme kaldırmada çalışan bir yakınımız sayesinde uçağımızın inemediğini ve Antalya'ya doğru gittiğini haber alıp biraz rahatlamışlar ama korktuğumuzu da düşünüp üzülmüşler.
Antalya'da tam bir keşmekeş vardı. Ne yapacağımızı anlamak için Thy Satış ofisine yönlendirdiler bizi. Satış ofisinde tam 3 saat kuyruk bekledik o yorgunluk ve stresin üzerine. Tabi kendilerince yardımcı olmaya çalıştılar belki ama biz sonuçtan hiç memnun kalmadık. Ertesi günkü uçuşlar da iptal olmuştu. Günlerden Çarşambaydı ve Perşembe de uçamayacağımız garantilenmişti. Bu sırada tabi Cezayir uçağı da İstanbul'dan havalanamadı. Satıştaki bayan Cuma gününe kadar otelde bizi konuk edebileceklerini ama cuma günü de uçuşun garanti olmadığını söyledi. Biz de hava durumuna bakıp Cumartesi gitmeye karar verdik. O zaman için de otel konaklaması veremiyorlarmış, Thy prosedürü olarak 3 günden sonra konaklama olmuyormuş. Bilet parasını da iade etmelerini istedik fakat biletiniz şöyle bilet böyle bilet diyerek onlarca sebebi sıralayıp 25 tl gibi saçma bir fiyat ödediler. Ne söylediysek sürekli bir prosedür bahaneleri vardı. Sabiha Gökçen'e gitmek istedik İzmit yakın diye orası için de İstanbul'dan aktarma yapmak gerekiyor dediler, tabi o da imkansız çünkü İstanbul kapalı. Antalya'da kısılı kaldık. Trenlere baktık yok, otobüsler nerede nasıl kalkıyor bilemiyoruz. Bavullar nerede onu da bilemiyoruz tabi. Bavullardan birinde peynirler zeytinler var, aklım hep onlardaydı, ya kaybolursa diye:)
Sonunda başımızın çaresine bakmaya karar verdik mecburen. Antalya bilmediğimiz bir şehir. Yaz olsa bir otele gider kalırsın ama kışın Antalya'da üç gün kalmak çok anlamsız. O üç günü ailemizle geçirmeyi tercih ederiz elbette. Biz de bavulumuzu kendi çabamızla bulup, bir araba kiralama şirketiyle anlaştık. O yol yorgunluğunun ve stresin üzerine arabayla Antalya'dan yola çıktık. Yani anlayacağınız hem uçak biletimizin parasını alamadık hem de üzerine cebimizden araba için tonla para ödedik:) Şaka gibi değil mi:)
Yollarda buzlanma ve kar yoktu allahtan. Ama -8 dereceyi gördük.
Denizliye doğru karnımız çok acıktı. Perişanlığımızın üzerine bir de açlık binince tabi dayanamadık, ilk gözümüze çarpan yol üzerinde bir restoranda mola verelim dedik. Şansımıza harika bir yer çıktı karşımıza. (İsmini bir dahaki yazımda detaylarla birlikte yazacağım, hatırlayamadım şu an, ama üzerinde güzel şiirler olan amerikan servislerini hatıra olarak almıştım.)
Denizli'den sonrası çok zor geçti çünkü yorgunluk tavan yaptı. Neyse ki sağ salim evimize vardık. Sabah çıktığımız eve gece dönüş yapmak bir acayipti. Tabi güzel de oldu. Herkes aaa 6 ay ne çabuk geçti de geldiniz diye espriler yaptı. Neticede stresli bir gün geçirmemize, ağlamaktan kurbağa gibi olmama rağmen iki gün daha İzmir'de kalacak olmak fikri güzeldi. O iki günde Alsancak ve Kemeraltı'na gittik. Eşim zaten koşturmaktan Alsancağa bile gidemedik diye çok üzülmüştü. Dedim ne kadar üzülmüşsün, içinde kalmış ki bak geri döndük:)
İlerde çocuklarımıza anlatacağımız bir maceramız oldu. Tabi havadayken hiç bunları düşünmüyor insan. Sanki son nefesimi verir gibi yüreğimde bir yumruk oldu havadayken. İzlediğim tüm saçma uçak kazası filmleri aklıma geldi. Hoş, çok uzun zamandır öyle şeyler izlemiyorum ama öncekileri düşünmeden edemedim. Hep hayal ettiklerim gözümün önüne geldi. Ya düşersek, ya ölürsek ailelerimiz arkadaşlarımız ne yaparlar diye düşündüm. Okuyamayacağım kitaplari, yiyemeyeceğim yemekleri, gidemeyeceğim yerleri düşündüm. Kedimi, doğmamış çocuğumu, annemin kokusunu, babamın yüzünü hayal ettim. Korkunçtu gerçekten. Eşim de neredeyse stresten uçakta sigara yakacaktım diyerek tek korkanın ben olmadığımı anlamamı sağladı. Yani korkmakta haklıymışım demek ki.
Eğer kontuardaki görevli bayan bizi bir önceki uçağa almasaydı biz belki de İzmir'den hiç havalanmayacaktık. Bir sonraki gidişte karşıma o bayan gelince bir bir söyledim ama bunları:) Elbette güzel bir şekilde, çünkü o da böyle olacağını bilemezdi. Bu yüzden bir daha kimse bana uçak saatimi değiştirmemi söyleyemez. Bize bir tecrübe oldu aslında. Ama Thy'nin politikasını hiç hoş bulmadık. Sürekli bahaneler uydurup durmaları, bizi 3 saat o stresin üzerine kuyrukta bekletmeleri, bavul için kimsenin bir şey bilmemesi durumu sinirlerimizi yıprattı.
Bir sonraki uçak saati geldiğinde yaşadığım stresi sanırım tahmin edebilirsiniz. İstanbul'a inince derin bir ohh çektim. Cezayir'e yolculuk da bitmek bilmedi bu sefer. Gerçekten havada olmayı hiç sevmiyorum. Elimden gelse bir hafta boyunca otobüsle geze geze gelebilirim buraya. Umarım bir daha böyle bir deneyim yaşamayız ne biz ne dostlar, ailemiz veya arkadaşlarımız.
Cezayir'de hava güneşliydi indiğimizde ama yol kenarlarında hep kar vardı.
Not: Pilot hanımın detaylı açıklama yapmayışı da insanları havadayken acayip demoralize etti. Güzel güzel anlatsalar şöyle ne olur sanki. İndik iniyoruz diye oyalayıp saatlerce havada durakladı.
Not: Ayrıca Hac zamanı olduğu için uçakta yine kargaşa vardı. Birbirlerinin yerine oturanlar, bağıranlar, telefonlarını açanlar. Uçak içi görevlilerden hiç biri bir tek kelime Fransızca bilmiyordu yine her zamanki gibi. İngilizce ile dert anlatmaya çalıştılar. Tabi Cezayirliler de ingilizce bilmedikleri için kaga dövüş havalandık. Thy'ye sormak istiyorum acaba böyle sorunlu uçuşlarda, neden bir tane bile Fransızca bilen görevli personel olmuyor acaba? Bu kadar seçerek alıyorsanız hostesleri, bir zahmet Cezayir uçuşlarına bir iki kelam Fransızca bilen birilerini de koyun lütfen. 7 seneden fazladır gidip geliyorum. bir kere Fransızca bilen bir uçuş görevlisine denk gelmedim. Lütfen nedenini biri açıklasın? Bu kadar mı zor Fransızca anlayıp derdini anlatan birini bulabilmek?
Not: Cezayir uçağını yine en sona koymuşlar. Ayrıca uçağa girişte yine bavulları tartıyorlar. Ayrıca Cezayir uçuşlarında online check in kontuarı yok. Tüm uçuşlar kısmından da Cezayir yolcuları alınmıyor, bir bilgi de verilmiyor. İnsanlar dakikalarca sırada bekliyorlar, sonra efendim biz Cezayir uçuşu almıyoruz diyorlar. Çok aptalca. Cezayir vatandaşlarının problemli olduğunu kabul ediyorum ama bu kadar da hayvan muamelesi görmeleri gerekmiyor hem bizim hem de onların. Eminim Fransızca bilen bir iki kişi tüm sorunları konuşarak halledebilirdi. O kadar insanı, bir de bizim gibi aylarca gurbette kalan insanları, daha memleketten ayrılmadan üzmeye hakkınız yok!