Sıradan bir pazar günü, bol güneşli. Başlıkta yazdığım gibi her şey normal. Böyle olmasına da minnettarım. Çünkü insan tuhaf ve yorucu zamanlarda normalliğin iyiliğini kavrayabiliyor. Çiçeklerim iyi, akşamları bahçede oturabiliyoruz, yaz gribini atlatıyoruz yavaş yavaş. Seyrinde devam eden, rutini bazen bıktırsa da devam eden güzel bir yaşama sahibiz. Hala aynı heyecan ve tutkuyla yazabiliyorum, okuyorum ve düşüncelerimi hayal ettiklerimle yoğurabiliyorum.
Bazı zamanlar ki bu sıra aslında çoğunlukla demeliyim, boyama yapıyorum. Renkler dinlenmeme yardım ediyor. Durup kendimi dinliyorum ve akışına bırakmayı her gün yeniden öğreniyorum.
Ne zamandır almayı arzu ettiğim renkli şezlonglarıma da kavuştum sonunda. Arkadaşlarımız bize güzel bir jest yapıp tahmin etmediğimiz bir zamanda alıp göndermişler. Çok mutlu olduk hem hayatımızda böyle insanlar barındığı için hem birlikte mutlu olduğumuz için. O sevimli şeylerde oturmak ve göğe bakmak hoşuma gidiyor.
İçimde çocukça bir telaşla zamanı değerlendirmek ve keyifli hale getirmek adına bir şeyler yapmaya çabalıyorum. Hamurdan sevimli objeler yaptım, kuruttum, çizdim ve boyadım güzel bir akşamda. Kimi öylesine yapıldı, kimi dekoratif, kimi de yaka iğnesi olacak.
Bir tatil cumasını daha ardımızda bıraktık. Bolca temiz hava aldık, bahçede keyif yaptık, konuştuk ve dinlendik. Henüz deniz veya havuz sezonunu açamadık ama suya kavuşmayı ikimizde heyecanla bekliyoruz. Belki ramazan sonrası. Çünkü daha evvelden de belirttiğim gibi ramazan da akşam saatleri hariç genelde hayat durmuş oluyor bu coğrafyada. O saatler ile ilgili bir yazıyı da yazıp anlatacağım sizlere.
Aaa bir de renkli ışıklarımız var gecelerimizi güzelleştiren. Ihlamurlar altında diyoruz onlarlı zamanlara. Bir zamanlar eşimle birbirimize uzaktayken aynı şeyi izliyor olmanın verdiği tuhaf heyecanla birleştiğimiz o diziye ithafen. Hani aynı göğün altında olduğunu bilmek bile bazen mutluluk verir ya insana, onun gibi. Uzak ama aynı yere bakan ayrı insanlar. Bir ufacık detayın bizi birleştirmesine duyduğumuz minnetle anıyoruz o günleri. Hayatımıza renk katan tombik lambalarımızla geceleri de umutluyuz ve hayal edebiliyoruz.
Gün çabucak gidiyor. Akşam menüsü yazdım demin renkli kalemlerle. Kapıya asacağım akşam sürpriz olsun diye. Menüyü de söyleyeyim o zaman; ızgara et, yine ızgarada peynirli mantar ve soslu kabak, sarımsaklı ve baharatlı fırında patates, kremalı bezelye püresi. Yoğun bir hazırlık beni bekliyor. İyi ki yemek yapmayı ve yedirmeyi seviyorum. Ne güzel şey pişirmek ve evin ev olduğu zamanları yaşayabilmek.
Güneşli havalarda çoğu zaman yaptığımız gibi bahçede yayıldığımız bir cuma tatili geçirdik. Havada kuşlar dolanıyordu ve ağaçlar rüzgarın gel gitlerine alışmış bir o yana bir bu yana sallanıyordu. Bir şeyler yiyip içtikten ve arkadaşlarla sohbet ettikten sonra şezlonga uzandım ve kitap okudum. Başucumda mis kokulu çamaşırlar duruyordu. Bir yandan tüm coşkusuyla etrafta oynayan rüzgar bir yandan misafir kedicikler vardı. Bacaklarıma vuran güneş tam manasıyla yaz güneşi gibi yakmasa da ısıttı. Ortalıkta kimseler olmamasına rağmen rüzgarın hareketiyle gelen sesler şenlik yaratıyordu. Bir doğan tepemizde dolandı durdu. Soğuk suya koyduğumuz meyveleri bir bir attık ağzımıza. En güzel tarafı da verandanın yazlık havasında olması oluyor. Bir güncük de olsa sanki kaçıp gitmiş gibi hissedebiliyor insan şantiye ortamından.
Rüzgarı dinlerken biraz da kestirdim. Sonra gözlerimi açıp hayale daldım. Çünkü gözlerimi kapatınca uyku en yakın arkadaşım oluveriyor birden bire. Göğün mavisi, masanın mavisinden hallice, ortada çıt çıt atlayıp duran tombik çekirgeler var. Metal panellerin hemen önündeki tarlada yine bir ufak taka çalışıyor sanki. Tarlayı süren değil denizi yara yara giden allı pullu bir taka. Yürüdüğüm yollardaki asmalar hastalıklı gibiydi ama üzüm vermeye başlamışlar. Gizliden tişörtüme silip yedim ekşi ekşi birkaç tane. Keşke dedim kan kırmızıya çalsa da toplasak. Acaba bu sene böğürtlen yiyebilecek miyim yahut dut?
İçeri girdiğimiz birkaç saatlik zamanda kedicik de sıcaktan bunalmasına rağmen kucağımda aldı soluğu. Bir süre birlikte uzandık. Yazı o da çok seviyor. Pencereden çıkıp gözlerini güneşe karşı kısıp durmak sevdiği bir şey. Kahvaltıda da yanımızdaydı, sessizce oturdu rüzgarı dinledi. Biraz korkuyor rüzgardan çünkü nereden geleceğini kestiremiyor.
Fotoğraf: Samere Fahim by flickr portsay marsa ben m'hidi tlemcen
Böyle güzel yerler de var Cezayir coğrafyasında. Ama hep uzaklarda. Gidip göremiyoruz. Yine de olduğunu bilmek de iyi geliyor. Belki diyorum dönmeden bir gün gidilecek yerler liste gibi sıralanır önümüze. Kimbilir. Hayat hep sürprizlerle dolu. Dalgalara koşmayı özlemişim. Bir dalgayı ne kadar sevebilir ki insan? Çok seviyorum ben, denizin üzerinde oluşturdukları kıvrımların sonsuzluğu kadar çok. Bu sene geç kavuşacağız denize anlaşıldı. Zaten yazların da kışların da çocukluktaki gibi olmadığını artık kabullendim. Değişen bedenimle birlikte mevsimlerim de değişiyor, dokuların yarattığı hisler de. Büyüdükçe daha çok detaya dokunmak istiyorum. Eskiden yazlıkta çuvalların içinde istridye kabukları olurdu içlerini alıp kabuklarını atmak için bırakırlardı, öyle hatırlıyorum. Koşa koşa onları toplamaya giderdik. Eve getirdiğim andan itibaren tüm odanın içini kesif bir koku kaplardı, günlerce gitmek bilmeyen. O çuvalların içine elimi daldırmayı özledim. Komşunun bahçesindeki ağaca dadanıp meyve aşırırken yakalanma ihtimalinin yarattığı kalp çarpıntısını özledim. Deniz bana hep çocukluğumu hatırlatıyor. Sanki çocukluk anılarımla dolu masmavi sonsuz bir kutu gibi.
Bu fotoğrafa da birkaç gün önce yerel bir Kabyle gazetesinde denk geldim sanırım. Satın alma işi yapan Cezayirli arkadaşımız gösterdi. Seneler öncesine ait olduğu belli ama çok orjinal. Günün fotoğrafı olarak sunmak için de oldukça anlamlı. Burada da bir nargile tutkusu var ne de olsa. Bu nasıl bir tutkuymuş ki bisiklete binerken bile bırakamamış gezgin Tuareg.
Düğün ile ilgili yazıyı hazırlıyorum. Henüz tamamlayamadım. Video da ekleyemiyorum şu anda ama yeniden deneyeceğim. Merakla beklediğinizi biliyorum.
Mutlu bir hafta olsun bol güneşli ve arkadaş sohbetli. Burada telefonum hiç çalmıyor ya iyi mi kötü mü bir türlü karar veremiyorum. Biri arasa da kahve içmeye çıksak, yürüsek konuşsak. Sanki çağlar boyu yürürmüşüm gibi bir hissiyatım var!
Artık baharın yeşilini geride bıraktığımız zamanlardayız. Şimdi etraf çimenden çok toz kokuyor. Sararan doğa aceleci bir uyanışın rehavetini yaşıyor adeta. Yazın kavuracağı tüm bitkiler hazırlanıyorlar sonlarına, biraz aşk acısı çeker gibi. Yapraklar rüzgarda uçuşuyor, bir kalabalıklaşıp bir yalnızlaşıyorlar. Yılın bu zamanı da güzel oluyor, diğer zamanları gibi. Sokaklarda otları, yaprakları, kağıtları, çöpleri yakıyorlar. Hatta öyle ki bazen ortalığı sıcak bir sis basıyor ve mis gibi yanmış kağıt kokusu. O kokuyu seviyorum. İnsanın derinlerine kadar çekesi geliyor. Ben çekiyorum o da beni çekiyor içine. Yürürken kağıt kağıt kokuyor ortalık ve fonda hafif bir müzik çalmasını en çok o zamanlarda arzu ediyorum.
Yollara düşmeyeli tam 20 gün oldu. Artık hafif hafif adımlamalı sarı sokakları. Biraz koklayıp biraz tadına bakmalı hayatın, biraz da dokunmalı elbet. Yürüyüp, geçip gitmek yok hızlıca, her sokakta dönüp sağa sola bakmalı, geriye ve ileriye, ağır adımlarla. Yollar aceleye gelmiyor. Öyle istiyor kanımca, sindirmek gerek yaşamayı!
Bir Cezayir düğününe teşrif ettik geçenlerde. Eğlenceliydi. Müzik yapmak için gecede yer alan grubu çok sevdim. Bir videolarını paylaşacağım. Haberleştiğimiz organizatör bey cd'lerini de getirecek unutmazsa. Ezgilerinin insana dokunan bir tarafı vardı, cılız değildi. Türkçe müzikler, yerel müzikler ve dans; düğünlerin olmazsa olmazları. Bir de gidip gelip devamlı kıyafet değiştiren zavallı gelin. Nasıl başarıyorlar anlamıyorum, sanki insanda ne saç ne baş kalır o kadar giyinip soyunmaya gibi geliyor ama hiç de öyle olmadı. Gayet süslü ve bakımlı bir gelindi. Orada bu tatlılardan yedik. Cezayir tatlılarının daha önceki yazılarımda da yazdığım gibi süsleri pek güzeldir ama genelde içleri hayal kırıklığı oluyordu. Çok özenle hazırlanan leziz ellerden çıkanları da var elbette önyargılı olmamak lazım. Alttaki iki türk tatlısı haricindeki üstteki dörtlü lezizdi. Yalnız o kıvrımlı çubuk şeklindekini orada klonlayıp eve taşımak istedim tek tek. İçi portakallıydı ve nefisti. Adını öğrenemedim ama yakında hem tarifini hem adını bulup not edeceğim. İnsan şu kısacık hayatta böyle güzel bir lezzetten mahrum kalmamalı.
Etrafın sarılığına inat yapar gibi mavilerde yaşamaya devam ediyoruz biz. Bu kağıt görünüşlü çiçekler çok dayanıklı. Bahçeden topladım, su bile koymadan saksıya atıverdim. Daha büyükleri de var, bunlar minik. Eğer suya koysaydım solarlardı ama susuz bırakınca çok uzun müddet dayanıyorlar, kendi kendilerine kuruyorlar. Narin yapılarına ve renklerine bayılıyorum. Mavi ve mor karışımı oluyorlar genelde. Keyifle oturduğum koltuğumdan onları izlemek pek güzel.
Haftayı bitirdik sayılır. Yarın son gün. Sonrası kısacık bir tatil günü de olsa iyi geliyor bize. Hava kapanıp duruyor kendi halinde. Güneş buluttan çıkacak diye dakikaları sayıyorum bazen. Sıcağa varmaya bu denli meyilli değildim eskiden. Bazen her mevsim yaz olan bir yere kapağı atmalı diyorum.
Yine yazarım çok geçmeden. Oynak bir Cezayir düğünü videosu da geliyor yakında:)
Bir kaktüsü seveli yıllar oldu. O zamanlar dedem hala yaşıyordu. Birlikte yazlıktaki otları temizler, ağaçtan ekşi elmaları toplar, denize yürürdük. Bahçede devasa bir kaktüs vardı senelerdir duran. Belki de o zamanlar bana devasa geliyordu. Hatırladığım kadarıyla boyu boyuma yakındı. Nedenini hatırlamadığım bir şekilde bir gün onu birlikte kestik. Gözlerimi kocaman açıp içinde biriktirdiği suya hayretler içerisinde bakmıştım. Öyle berrak ve çoktu ki. Sonra o tatlımsı lezzetini yudumlamıştım merakla. O günden beri hep çok sevdim. Bana gizemli ve sevimli geliyor. Çiçek açan halini, kendini koruyan o dikenlerini, yeşilinin tonlarını, kokusunu ve meyvesini severim. Üzerinde kaktüs yaşatan toprağı, sıcağa sarılışını, sımsıkı ve güçlü tutunuşunu severim. Bir çiçek olmak istesem kaktüste karar kılardım. Öyle kalın kabuklu, dikenli ama bir o kadar da naif ve kendine özgü.
Yakınlarda pek yok. Yollarda, dağların eteklerinde dolu. Uçurumların kenarlarında, inşaat alanlarının kıyı köşesinde, sahilin yeşilinin ardındalar daha çok. Bulunduğumuz yer eskiden üzüm tarlasıymış. Ama ne üzüm! Mor ve kütür kütür, bal gibi. Top oynadığımız zamanlarda şantiyenin metal panellerini aşınca top ve üzüm tarlasına kaçınca bahaneyle gidip salkımları toplardık bir bir. Hem hakkı yenmesin hem de laf söz olmasın diye topladığımız yerlere para takardık. Henüz daha göremedik üzümleri. Uykudalar hala. Kavun karpuz zamanı şimdi. Kavunlar tupturuncu ve bal gibi. Karpuzlar daha yeni olgunlaşıyor. Minik misket limonları çok var bu sıra. Kayısıların içi geçmeye başlamış bile. Kirazlara gelince onlar daha sert ama tatlı, zaten çok muntazam olanları değil de eğri büğrü olanları güzel.
Fotoğraf: Tumblr'den alıntıdır.
Bir de şu kedi girintisi meselesi var. Ben öyle isim verdim aslına bakarsanız. Onlar için sabah telaşla kalkılıp öylece bırakılan yataklar en büyük hediye. Kendilerine gizli girintiler yaratmakta üstlerine yok. Öyle ki bazen bacaklarımı kendime çektip boşluk yarattığımda tüm geceyi o yarattığım boşlukta yatarak geçirebilir hanfendi. Eğer kaybolduysa biliyorum ki örtünün hemen altında. Temiz çarşafları çok seviyor, temiz çamaşırları da aynı şekilde. Güzel kokulara ilgisi var.
Ha eğer girecek bir sihirli girintisi yoksa kendince yaratmayı da biliyor bizim pufidik. Örtülerin altları, kağıtların kat kısımları, kutu içleri, poşet içleri, yumuşak kıyafet araları gibi. Onlar için hayat girintilerden ibaret sanki. Bende yeni kedi girintileri keşfetmekle meşgulüm bu sıra!
Bu da bir çarşaf altı seramonisinden kalma fotoğrafımız. Sizin için, tüm kedi severler için :)
'Maviyi soruyordun, gözlerimden yüzüme yayılan maviyi mi? Bir renk değildir
mavi huydur bende ve
benim yetinmezliğimdir.'
E. Cansever
Herşey maviye koşuyor gibi son günlerde. Kafamı göğe kaldırsam kocaman mavi bir deniz sanki, çalkantısız. Hep mavi şeyleri görüyorum, oyuncaklar mavi, elbiseler mavi, bahçe masamız mavi, ataçlarım, kalemlerim, köprüler, kapılar, pencerelerin pervazları... Aklım da denize kaçmış zaten, tutabilene aşkolsun.
Birkaç gün evvel fotoğraf çekmek için büyük bölümü biten DBK Tüneline gittik. Orada Portekizlilerin yaptığı bu kocaman viyadük de bulunuyordu. Bunca yakınında olmak çok acayipti. Devasa bir demir yığını, heybetli ve soğuk ama aynı zamanda şahane. Gökle birleşiyor gibiydi sanki. Rüzgarlı bir gündü, her yer nasıl da toz içinde. Ama tozun içinde olmayı özlemişim, çocuk çocuk kokuyordu ellerim, üstüm başım eve vardığımda. Şantiyenin tozundan farklı bir tozdu bu, doğa kokan, sokak kokan, başka türlü bir şey işte. Yolda olmayı yine çok sevdim. Dönüşte kocaman bir tarlanın dibinden kiraz aldık. Sonra her zamanki gibi yakındaki köyün içinden geçtik. Kediler çöpleri karıştırıyor, çay bahçesindeki adam akşam için hazırlık yapıyor, birkaç teyze ellerinde torbalarıyla eve yürüyor, çocuklar da can hıraş oyunlar oynuyordu. Şantiyenin demir kapılarının önünde yine üzerime bir ağırlık oturdu. Sokağı bırakıp eve nasıl girmek istemiyorsam öyle istemedim kapıdan geçmeyi. Sonrası malum.
Neyse ki iç açan bir şeyler daima bulunuyor. Bir ağacın gölgesinde oturup sessizce havayı koklamak iyi geliyor en çok da. Eğr gök griyse ve pusluysa sıkıntılı birkaç saat var demek oluyor ama mavinin üzerine beyaz puf puf çizgi film bulutlar doluşunca değmeyin keyfime!
Kuşlarda da bu günlerde bir çene, bir çene. Bazen gece kadar sessiz olduğunda ortam kuş cıvıltıları iğne gibi saplanıyor insanın beynine. Ama olsun susmasınlar, ötsünler doyasıya, güzel günlerden haber getirir gibi ötüyorlar!
İşte yine mavi. Bir heves başladım, ara sıra devam ediyorum. Çünkü halihazırda yaptığım daha birkaç iş var. Birkaç kitabı bir arada okuduğum gibi birkaç hobiyi de bir arada yapmaya çalışıyorum neden bilmem. Sanırım epey iştahlıyım böyle konularda. Eşim yaptı dokuma kasnağını. Sonrasında daha kolay bir yöntem keşfetti ve sıra sıra delinmiş ahşabı ve ipleri birbirinden geçirme kolaylığı sağlayacak olan diğer ahşap parçayı yaptı, ingiliz anahtarına benzeyen. Ben en alttaki ahşap tarakla görüyordum işimi. Bundan sonra yeni düzenekte devam edeceğim. Zaten biraz sıkı yapmışım büzüldü ipler, çıkartınca düzelir mi bilmiyorum, belki yeniden başlarım. Araya başka tip değişik yünler de koymayı düşünüyorum:)
Bugün haftanın son günü. Ev temiz. Hava kapalı ama bahçedeki masa tüm maviliğiyle ortamı ısıtıyor. Ara sıra bahçeye gelen yeni kedi misafirler var. Bizim evdeki tüy yumağı da uyuyup duruyor. Belki yarın tatlı bir şeyler yaparım. Ne zaman akşam yemeklerini azaltmaya karar versem ardından bir tatlı fikri düşüyor kafama. Olsun. Cuma ya yarın hava güzel olsa da bari bahçede kahvaltı yapsak. Ama pek ümit vermiyor griye dönmüş gökyüzü. Ona da olsun. Elbet geri gelecek güneşli günler!
'...Yitirilince güneş
esmer bir bulutun gölgesinde
düşmesin yüreğine
hüznün bakır çalığına dönen sancısı
güneşi sen çekeceksin buluttan
hayatı sen yeşerteceksin
unutma.'
Ahmet Telli
Fotoğraf: Cezayir büyük postane'nin (Grande Poste) yan sokağı. Çiçekçiler sokağı. skyscrapercity.com'dan alıntıdır.
Bu şiiri çok severim. Günün anlam ve önemine de uygun olduğuna inanarak yazmak istedim. Bu şiirin yer aldığı Yangın Yılları adlı kitabı ne severdim. Şiir kitaplarının yeri her zaman bende ayrı bir yerde olacak.
Cezayir güneşli. Hava 25-26 derecelerde genellikle. Yağmur görünmüyor önümüzdeki günlerde ama belli de olmaz. Bazı akşamlar serin de olsa bahçede oturuyoruz. Zaten bahçe sezonu açıldı mı ben hiç evde takılmak istemiyorum. Evin kapısını maviye boyamıştım en son, şimdi onun üzerine desenler yapıyorum. Biraz battaniyemi örüyorum, bazen kitap okuyorum, arada bağ telinin üzerini hava ile kuruyan hamurla kaplayıp ilk bebek denememi de yaptım ama henüz bitmedi; zor işmiş.
Bu gülü babam yolladı. Kefken'deki yazlığın bahçesinden. Her yer gül dolu orada ve o kadar güzel renkleri var ki. Burada da bahçede rengarenk güller var ama daha çok ofisin önündeki bahçede. Ne zaman o pembe gülleri görsem Kefken hayaline dalıyorum. Çok özledim.
Kediş devamlı yatma halinde. E malum sıcaklar da başladı. Her ne kadar hayvancığım sıcaktan börtmesin diye klimayı açıyorsam da ona fenalık geliyor. Ama buna rağmen benim diktiğim polar yastığından da ayrılamıyor. Geçen gün öğlen tatilinde eve gittiğimde onu böyle bezmiş buldum. Bakışları bile gösteriyor sıcakladığını.
Bu da yeni sokak kedimiz. Komşuların yokluğunu fırsat bilip, arada çok sıcak olduğunda gölgelenmeye geliyor bu koltuğa. Temizlikçi paspası yıkadıktan sonra koltuğun üzerine koymuş, o da orayı kendine yer edindi. Ben de ellemiyorum gelip dinleniyor. Şu tipe bakın yahu nasıl da rahat. Ben eve girdim çıktım bana mısın demedi, o kadar yorulmuş ki deliksiz uyuyordu. Bizim kıza da hasta, bizimki de onun yolunu gözlüyor çaktırmadan:)
Bugünün neler getireceğini şu anda bilmiyoruz. Her şeye rağmen ümit etmeye devam ediyoruz. Hal pek iç açıcı görünmese de, insanlar pek umut vaat etmese de bekliyoruz iyi şeylerin olmasını. İyi insanlar iyi şeyleri hak ediyorlar! Yarınların iyi şeyler getirmesi dileğiyle...
Haziran ayına da güzel havalarla hızlı bir giriş yaptık. Çabuk geçiyor bazen zaman ama bazen de geçmek bilmediği bir gerçek. Haziran'a varabildiğimiz için seviniyorum. Artık yaza doğru ilerliyoruz. Burada havalar ısındıkça bahçeye atıyoruz kendimizi, hep böyle güzel gitsin deyip duruyoruz. Ev-iş arası mekik dokusak da havaların iyi olması bizi de iyi ediyor.
Fotoğrafları annem albümden çekip göndermişti. Üstteki oğlan çocuğu gibi olan fotoğraf aklıma takılmıştı onu ararken birkaç tane de ekstradan yollamış. O kepçe kulaklı, kırmızı kurdelalı halimi seviyorum. Bir de bu ikinci fotoğraftaki bebeğim Aliş'le olan fotoğrafı seviyorum. Bu vesileyle blogdan arkadaşım Deep'in mimi'ni de yanıtlayayım dedim. Ne de olsa geçmişe dair yazılar yazmak ayrıca hoşuma giden bir durum.
-Çocukluğum hep mutlu anılarla dolu. Tabi bu fotoğraflardaki kadar ufak olduğum zamanlara dair bir şeyler yok hatırımda. Olsun.
-Plastik topları çok severdim. Bisiklete binmeyi Bmx sarı kırmızı bir bisiklette öğrenmiştim. İnce uzun sokağımızda nasıl kullanacağımın heyecanını hala hatırlıyorum.
-Eve girmek istemeyen bir çocuktum. Bakkaldan su içer, evden ekmek arası yaptırır bir koşu sokağa atardım kendimi. Birbirimizi evlerden toplardık bağırış çığırış. Ellerimin toz kokmasını ve o lavaboya dökülen kapkara suları da hatırlıyorum.
-Korkak bir çocuktum. Anne babamın sözünden çıkmazdım. Geceleri karanlıktan korkup annemi hep yanıma çağırırdım.
-Çocukluğumun geçtiği evi çok severdim. Öyle ki taşındıktan bir süre sonra bile yanlışlıkla hep o eski evin kapısına gittim durdum. Ufak ve sobalı bir evdi ama benim için en güzel evdi. Bir süre hep büyüyünce o evi almayı hayal etmiştim.
-Yazları çocukluğumu geçirdiğim Kefken'i de çok severdim. Büyüdükçe akşamları da dışarı çıkardık arkadaşlarımla. Hep top peşinde koşardım. İstop, yakartop, voleybol, tombik oynayarak büyüdüm. Saf ve iyi niyetliydim. Arkadaşlarımı hep çok sevdim. Bahçede evcilik oynardık bol bol. Şimdi o evcilik oynadığım arkadaşlarımla hala görüşüyorum.
-Kocaman kalabalık sofralarda yemek yerdik hep, cümbür cemaat. Anneannem yoldan geçen çocukların bile ağzına lokmalar tıkardı. Babaannem bir dediğimi iki etmezdi, çok yumuşak kalpli bir kadındı. Onunla kahverengi ve keçe gibi bir kumaşı olan koltuklarda oturup trt müzik dinlediğimizi hatırlıyorum. Nalan Altınörs ve Yıldırım Bekçi'yi o zaman tanımıştım. Bana dilim dilim portakal soyardı. Birlikte gezmelere giderdik. Tek çocuk olduğum için hep sevdim, sevildim, korunup kollandım. İşte bu yüzden hep en değerli şey anılarım oldu.
-Okuldayken çok çalışkan sayılmazdım, vasattım ama idare ediyordum. İlkokul ve ortaokulu aynı okulda okudum çok güzeldi. Lise de yine tüm tanıdık sevdiğim arkadaşlarımla aynı okuldaydık. Annemin okulunda okudum liseyi, binamızı çok güzel restore ettiler şimdi, sınıfların kokusunu bile özledim ve o telaşı.
-Okula gitmeyi hep sevdim. Anaokulunda korkmuştum bir tek hatırlıyorum. Ama babaannem beni hep korkmayayım diye beklerdi ya müdürün odasında, ya komşuda ya bahçede.
-Lise zamanı çok asi zamanlarım da oldu. Ergenlikle birlikte Nirvana'nın da etkisiyle değişimler yaşadım ama Üniversite'de ayrı eve çıkmamla duruldum, sakinleştim. Ankara'da da güzel zamanlarım oldu. Teyzemler kuzenlerimle birlikte kaldığım zamanları düşününce şimdi keşke onlarla daha çok vakit geçirseydim diyorum hep. O günler bu kafayla yaşamayı çok isterdim. O zamanlar serde gençlik vardı elbet ve başımda kavak yelleri.
Bilmem daha ne yazayım, o kadar çok şey var ki. Özümde hep iyi biri oldum. Kimseye küsmedim kızmadım kavga etmedim. Elimdekilerin kıymetini çocukken de bilirdim şimdi de biliyorum. Sevgiyle büyüdüm, bu yüzden sevmeye sevilmeye hep kıymet verdim ve sevdim; her şeyi sevdim, seviyorum. Yaşamak anılarla güzel.
Belki biraz fazla takıntılıyım geçmişe ama geleceğe baktıkça daha da çok bağlanıyorum anılarıma. Çünkü artık hayat çok acayip. İnsanlar acayip ve kötü. O günlerin masumiyetini hep özlüyor ve arıyorum. O kocaman güzel ailemi hep özlemle ve güzelliklerle anıyorum. Umarım daha yaşacak çok güzel günlerim vardır, ümit ediyorum!
Saçlarımın uzun olması hoşuma gidiyor, her ne kadar eşim kısa saç sevse de. Belki dönünce kestiririm ama şimdi kıyamıyorum. Yazın zor da olsa rüzgarda uçuşmaları hoşuma gidiyor. Hala aynı kız çocuğunu görüyorum kendime baktıkça ve hala benzer hayalleri taşıdığımı.
-Astronot olmaktan kısa sürede vazgeçtim ama yazar olma hayalim hala devam ediyor.
-Alf'i gelsin diye çok bekledim. Hala biraz fantastik şeylerle karşılaşmayı ümit ederek yaşıyorum. Belki başka diyarlara açılan bir kapı keşfederim günün birinde. Masalları hep çok sevdim ve seviyorum. Yaşamın içinde onlar olduğu için güzel bir bakıma.
-Denizi hep çok sevdim. Hep denize yakın olmayı istedim. Bu yüzden buradaki yazlar zor geçiyor. 8 senelik Cezayir macerası bana çok şey öğretti ama pek çok şeyden de uzaklaştırdı. Bu yüzden bazen biraz üzülüyorum. Yaşamak denen şey sıcakta bir bardak soğuk suyu kana kana içmek gibi aynı. Hala ne zaman bu yaşa geldim, o yılları nasıl yaşadım hayret ediyorum.
Tüm bunların dışında etrafı metal panellerle çevrili hayatımız tüm rutiniyle devam ediyor işte. Özlüyor ve özleniyoruz. Bu sıra kendimi ne zaman kötü hissetsem türk sanat müziği dinliyorum. Bana çok iyi geliyor. Ama tabi her an efkar kafasında olmak da pek iyi değil:) Ahh bir de rakımız olaydı... Şantiye ortamında neden herkes içiyor artık çok iyi anladım. Şantiyeler en çok alkol tüketilen yerler olmalı. Acayipliklerle dolu!
Neyse ki yarın tatil. Tüm günü bahçede geçirmek istiyorum. Bahçe, ruhuma iyi geliyor.
Mutlu bir hafta sonu olsun sizin için de, güzel anılarınızı her daim hatırlayın ve eski fotoğrafları yakınınızda tutun! Yaşadığınız her anın kıymetini bilin...