Biraz evvel çayımı yudumladım yanında da bir parça kek yedim. Kamptaki odamda biraz vakit geçirdim bugün yine her zamanki gibi. Günler bazen birbirinin aynısı gibi gelse de aslında öyle değil. Bunu bilerek uyanmalı her sabah. Yoksa hep aynı güne uyanıyor olmanın sıkıntısı gelir ansızın yerleşiverir insanın içine. Buraya ilk geldiğim günlerde şehrin heyecanına kapılıp gitmiştim. Çok da düşünmüyordum zamanın nasıl geçeceğini. Nasılsa geçerdi. Her zaman oyalanacak bir şeyler buluyor insan. Ama sonra yalnızlık rahatsız etmeye başladı beni. İçerden bir yerler kıpırdanmaya başladı. Bir anda onca arkadaşı, onca tanıdık yüzü bırakıp buraya gelmek zor gelmişti tabi. Her gün dışarda olmaya alışkın sosyal bir varlık olan ben ,birden hiç bir bayanın olmadığı yalnız bir dünyada bulmuştum kendimi. Gidebileceğim bir yer, görebileceğim değişik bir yüz ve konuşabileceğim kimse yoktu. Sonra yalnızlıkla yaşamayı öğrendim. Bundan sıkılmamayı, aksine yalnızlığı da eğlenceli hale getirmeyi. Sonraları kalabalıklarla olmak eskisi kadar eğlenceli gelmemeye, başladı. Kendi kendineliğimi özlemeye başladım. Bişeyler yapmayı kendi halimde, sonra sessizliği dinlemeyi, düş kurmayı..Arkadaşlarımı çok özledim tabiki burada. Sadece bir telefon uzakta olmayı kimilerine. Kimileriyle de sadece orada olduğunu bilmeyi. Şimdi herşey o ilk zamanlardan çok farklı. Artık yalnızlıktan sıkılmıyorum. Yapacak o kadar çok şey var ki aslında. Önemli olan ne istediğini bilmek hayatta. Ben hep biraz dağınık fikirli ve hayaperesttim. Hala daha öyleyim. Kesinlikler çok azdır bende. Terazi burcu olmamdan kaynaklı bunlar sanırım. Hayatta insanın bir amacı olması kadar güzel bir şey yok aslında. Burada o amaçları yakalamayı öğrendim ben. Kendi kendimin dostu olmayı. Birilerine ihtiyaç duymamayı, ayakta durabilmeyi. Kitap okumak hiç buradaki kadar zevk vermemiş meğer bana. Meğer ben boyalarla oynamayı bilmezmişim aslında, meğer insan sessizliğe kulak verip içindeki duyguları ayıklayabiliyormuş.
Bu sıralar beni mutlu eden yeni bir şey keşfettim. Eskiden beri bir türlü beceremediğim tığ işini burada öğrendim. Artık motif de yapabiliyorum. Her zaman heves ettiğim etamine da başladım heyecanla. Ve bir şeyler yapabiliyor, birşeyleri başarabiliyor olmak bu kadar mı mutlu eder miş insanı. Fotoğraf çekmeyi nasıl da sevdiğimi burada anladım. Önceden anlamış olmayı ve türkiyedeki olanaklarla kendimi geliştirmeyi isterdim tabi ama bu da iyi bir nokta benim için. Daha net kafamda bazı şeyler. Ama hala net olmayan çok şey var. Onların da zamanı gelecek elbet. Küçük şeylerden mutlu olmak gerçekten çok mühim. Artık insanlara eskisi kadar çok kırılmıyorum, ve eskisi kadar da çok umursamıyorum söylenenleri. Hayatım bir raya oturduğu için belki de böyle. Ama otuzlu yaşlarıma yaklaştıkça daha da başkalaşıyorum sanki. İçimdeki çocukla yaşamayı çekilir kılmayı öğrendim. Önceden onu sadece bir iç ses sanardım oysa. Yada başkaları için benim çocuk hallerim her zaman utanılacak bir durumdu. Kendimi sevmeye başladım. Sevmeyi öğrenmek gerekiyormuş meğerse. Öyle pat diye sevilmiyormuş herşey. Pat diye olursa pat diye de gidiveriyormuş bir anda. Sevgi gerçekten emek istiyormuş. Sevgi sadece bir insanı sevmek değilmiş aslında, şehirleri, yabancı yüzleri, sokakları, ağaçları, sesleri, ışığı sevmekmiş aynı zamanda.
Bir yere ait olma duygusunu kaybetmek insanı yoruyor. Ne türkiyedesin ne cezayir de. Bir tarafın hep başka düşlerde. Özlediklerin uzakta, sen burda yalnız. Ama öyle değil aslında. Ben zaten birşeylere aitim. Aileme, sevdiğim insana, arkadaşlarıma, kendime. Bir şehre bağlı kalmak özünde hep var insanların hep de olacak. Ne olursa olsun izmit doğduğum şehir benim, benim en özelim, en sevdiğim, hep arayacağım, nereye gidersem yanımda götüreceğim şehir. Önemli olan o şehrin hala beni bekliyor olması. Bir dost gibi. Yerinde duruyor olması. Hani aslında hiçbirşey olmamış gibi kaldığın yerden devam edersin ya. Bu aynı; sevdiklerinden uzakta olup yine de; hala hayatta ve sağlıklı olduklarını bilerek mutlu olmak gibi. Sevmek aynı zamanda başkaları için de mutlu olabilmek değil midir gerçekte?
İçimden geldi bugün bunlar. Döktüm tüm kelimelerimi eteğimden. Kimine anlamsız geldi belki ama ben sevdim yazdıklarımı. Perdeyi açtım dışarıda ilerleyen güne baktım. Birçok şey için minnettar olduğumu anladım yeniden. Karşıma baktım güzel bir yüz; sevgi dolu bir kalp kadar güzel bir yüz gördüm, ömrüm boyunca her sabah uyandığımda görmek istediğim yüz işte o yüz, beni düşünen bekleyen insanlar, okunmayı bekleyen kitaplar, renkli dünyalar, yeniden keşfedilecek bir sürü şey, zamandan çalınacak yeni anılar; mutluluk için yetmez mi?
Bu sıralar beni mutlu eden yeni bir şey keşfettim. Eskiden beri bir türlü beceremediğim tığ işini burada öğrendim. Artık motif de yapabiliyorum. Her zaman heves ettiğim etamine da başladım heyecanla. Ve bir şeyler yapabiliyor, birşeyleri başarabiliyor olmak bu kadar mı mutlu eder miş insanı. Fotoğraf çekmeyi nasıl da sevdiğimi burada anladım. Önceden anlamış olmayı ve türkiyedeki olanaklarla kendimi geliştirmeyi isterdim tabi ama bu da iyi bir nokta benim için. Daha net kafamda bazı şeyler. Ama hala net olmayan çok şey var. Onların da zamanı gelecek elbet. Küçük şeylerden mutlu olmak gerçekten çok mühim. Artık insanlara eskisi kadar çok kırılmıyorum, ve eskisi kadar da çok umursamıyorum söylenenleri. Hayatım bir raya oturduğu için belki de böyle. Ama otuzlu yaşlarıma yaklaştıkça daha da başkalaşıyorum sanki. İçimdeki çocukla yaşamayı çekilir kılmayı öğrendim. Önceden onu sadece bir iç ses sanardım oysa. Yada başkaları için benim çocuk hallerim her zaman utanılacak bir durumdu. Kendimi sevmeye başladım. Sevmeyi öğrenmek gerekiyormuş meğerse. Öyle pat diye sevilmiyormuş herşey. Pat diye olursa pat diye de gidiveriyormuş bir anda. Sevgi gerçekten emek istiyormuş. Sevgi sadece bir insanı sevmek değilmiş aslında, şehirleri, yabancı yüzleri, sokakları, ağaçları, sesleri, ışığı sevmekmiş aynı zamanda.
Bir yere ait olma duygusunu kaybetmek insanı yoruyor. Ne türkiyedesin ne cezayir de. Bir tarafın hep başka düşlerde. Özlediklerin uzakta, sen burda yalnız. Ama öyle değil aslında. Ben zaten birşeylere aitim. Aileme, sevdiğim insana, arkadaşlarıma, kendime. Bir şehre bağlı kalmak özünde hep var insanların hep de olacak. Ne olursa olsun izmit doğduğum şehir benim, benim en özelim, en sevdiğim, hep arayacağım, nereye gidersem yanımda götüreceğim şehir. Önemli olan o şehrin hala beni bekliyor olması. Bir dost gibi. Yerinde duruyor olması. Hani aslında hiçbirşey olmamış gibi kaldığın yerden devam edersin ya. Bu aynı; sevdiklerinden uzakta olup yine de; hala hayatta ve sağlıklı olduklarını bilerek mutlu olmak gibi. Sevmek aynı zamanda başkaları için de mutlu olabilmek değil midir gerçekte?
İçimden geldi bugün bunlar. Döktüm tüm kelimelerimi eteğimden. Kimine anlamsız geldi belki ama ben sevdim yazdıklarımı. Perdeyi açtım dışarıda ilerleyen güne baktım. Birçok şey için minnettar olduğumu anladım yeniden. Karşıma baktım güzel bir yüz; sevgi dolu bir kalp kadar güzel bir yüz gördüm, ömrüm boyunca her sabah uyandığımda görmek istediğim yüz işte o yüz, beni düşünen bekleyen insanlar, okunmayı bekleyen kitaplar, renkli dünyalar, yeniden keşfedilecek bir sürü şey, zamandan çalınacak yeni anılar; mutluluk için yetmez mi?
tuğbacım ben sadece 45 km uzağım varolduğum şehirden ama bu bile bana yetiyor..Senin çok uzaklardan bunları söyleyebilmen bile ne kadar güzel..Ama bana dense ki hadi İstanbul'a taşınıyoruz diye bir tek şey söylerim "ben toparlanmaya başlıyorum" ;)Sen dayanıklısın bence...
YanıtlaSilMerhabalar canım;
YanıtlaSilbunları söylemek için sancılı dönemlerden geçmek gerekiyormuş diyorum ben..ama dediğin gibi sanırım dayanıklı olduğum doğru.demek sen de istanbul severlerdensin. izmite uzak olmak da tabi etkilidir bunda.şehir merkezinde olsan belki o zaman daha başka olurdu.yine de istanbul güzel ama orada yaşamak zor:):)sevgiler
ben bekarlığımda İstanbul da yaşıyordum o yüzden aslında istanbul sevdam..Haklısın burası İzmite göre daha sığ...İzmit bizimkilere daha uzak ama en azından daha aktif...
YanıtlaSil